NİCELİĞE TESLİM OLMAK
NİCELİĞE TESLİM OLMAK
Toplumu dönüştürme talebi olan her
birey ya da yapının vazgeçilmez tartışmalarından biri nicelik-nitelik
ilişkisidir. Nitelikli kadrolaşmayı önceleyenler, bir türlü fikirlerini halka
sunacak merhaleye gelememektedir. Yani tümden gelimimin tuzağına
düşmektedirler. Halka inelim söylemine
sarılanlar ise ilkelerden uzaklaşma sorunu ile karşı karşıya kalmaktadırlar.
Süreç uzadıkça bozulma ve yozlaşmanın ağından kurtulamamaktadır. Tümevarımın sürecine
yenik düşülmektedir. Bu durum mücadele metodu tartışmalarının en önemli başlıklarını
oluşturuyor. Marjinal yaftasından kaçınanlar toplumu hurafeleriyle kabullenirken,
halka yabancılaşmış bir grup azınlık ise, fildişi kulesinde yaşamayı tercih ediyor.
İşte burada nicelik ve nitelik meselesini Kur’an’ın nasıl değerlendirdiğine
bakılmalıdır.
Nicelik
'İnsanların
ölene kadar çoklukla oyalanması'
(Tekasür Suresi) hakikati görmeleri konusunda en önemli zaaflarından
biridir. Bu zaaf doğruluk ölçüsü kalabalıklar ve maddi güç olan bireylerde çok
daha belirgindir. Özellikle şahsiyetini gerçekleştirememiş, kalabalığa uyma mantığını
aşamayan insanlar için neredeyse temel kıstas çoğunluktur. Bu kalabalıkların
ezber cümlesi: "Bu kadar çok insan yanlış üzerinde birleşemez!" ön
kabulüdür. Bu durum farklı düşünce/görüşlere genelde çekinceyle yaklaşma
eğilimini doğurur. Halk nezdinde çekim merkezi olmak isteyen yaklaşımlar, bu nedenle
halkın değerleriyle çatışmayan bir söylemi benimserler.
Kendilerine verilen cemaat/tarikat/
parti kimliğini sorgulamadan kabullenen kitleler açısından, çoğunluğa uyma
davranışı bir güven duygusunu da beraberinde getirir. Özellikle egemenlere
muhalif bir tutum içinde olmadan, itirazlarını içlerine gömerek ya da
erteleyerek aynı koroda aynı şarkıyı söylemeyi tercih eden kitleler,
kendilerini garantiye aldıklarını vehmederler. Oysa Rabbimiz kendine güçlünün
yanında konum biçenlerin ahiretteki durumlarını şöyle tasvir eder: "Yüzleri
ateşe çevrildiği gün derler ki: Eyvah bize, keşke Allah'a ve rasulüne itaat
etseydik. Rabbimiz biz beylerimize ve büyüklerimize uyduk da bizi yoldan
saptırdılar." (Ahzab/66-67) Ayette de açıkça işaret edildiği
gibi bu dünyadaki sığınak-larını yanlış seçenlerin ahiretleri hüsrandır.
Vahye/Kur’an’a
karşı kör ve sağır olan egemenler ise sahip oldukları zenginliklerin arkasına
sığınmışlardır. "Biz hangi ülkeye bir uyarıcı gönderdiysek oranın
varlıklı şımarmış kimseleri: Biz sizin gönderildiğiniz şeyi inkâr ediyoruz
dediler. Ve dediler ki: Biz malca ve evlatça daha çoğuz, biz azaba uğratılacak
değiliz." (Sebe/34)
Gücü elinde bulunduran egemenler ile
bu pastadan pay almak isteyenler ya da atalar dinine karşı koyma cesaretini
kendinde bulamayanlar açısından nicelik temel belirleyici faktördür. Dikkat
çekici olan şey ise egemenlerin azınlık olmalarına rağmen hükmetmeleri;
kitlelerin çoğunluk olmalarına rağmen azgın azınlığın gücüne
iradelerini teslim etmeleridir. İşte bu karşılıklı rıza; ezeni de ezileni de
aynı korkunç sonda buluştur-maktadır. Çoğunluk (nicelik) Kur’an’ın hiçbir
yerinde olumlu olarak bahsedilmez. Bu
konuyla ilgili olarak "İnsanların çoğu doğru yola gelmez." (Maide/49);
"İnsanların çoğu Allah'a şirk koşmadan inanmazlar." (Yusuf/106);
"İnsan-ların çoğu saptırırlar (Enam/116) vb. ayetlere bakılabilir.
Peki, kitlelerin sorgusuz sualsiz
kabul ettiği değerleri vahiy süzgecinden geçirerek yeniden iman etmiş direngen
Müslümanlar için çoğunluk ne ifade eder/etmelidir?
Bir ideoloji ya da dini düşüncenin
nihai hedefi çoğunluk tarafından kabul görmek, mümkün olduğu kadar çok sayıda
insana mesajını benimsetmektir. Toplumda marjinal olarak algılanan düşünce
sahipleri bile bir gün kalabalıklara ulaşmanın umudunu içlerinde canlı
tutarlar, fikirlerini anlatabilmenin yollarını ararlar. Çünkü sayıca artış
gruba moral motivasyon kazandırır. Bu bağlamda Kur’an’ı önceleyen müslümanların
da çok sayıda kişiye mesajı ulaştırma istekleri peygamberi bir mirastır. Çünkü
Rasulullah, neredeyse kendini helak edecek kadar mesajını kitlelere ulaştırma
azmi taşıyordu: “Onlar inanmıyorlar diye neredeyse kendini yiyip
bitireceksin! (Şuara/3)
Bir başka mesele ise kitlelerin
gündemlerine İslamı taşımak için yapılan etkinliklerin dikkate değer bulunması
katılımın büyüklüğü ile yakından ilgilidir. Dünyanın her yerinde işgale karşı
düzenlenen gösterilere katılımın yoğun olması hem katılımcılar hem de
etkinlikleri düzenleyenler açısından moral kaynağıdır. Aynı zamanda kamuoyunda
etki yaratma bakımından da önemlidir.
Huneyn Savaşı'nı Kur'an-i Kerim şu
şekilde tasvir etmektedir:
"Allah birçok yerde ve Huneyn
gününde size yardım etti. Çokluğunuz sizi böbürlendirmişti; ama size bir yarar
sağlamamıştı. Yeryüzü bunca genişliğine rağmen size dar gelmişti de arkanızı
dönmüştünüz. Sonra Allah, Elçisine ve inananlara güven verdi ve görmediğiniz
askerler gönderdi de inkar edenlere azap etti. İşte inkarcıların cezası budur.
Bundan sonra da Allah dilediğinin tövbesini kabul eder. Allah çok bağışlayıcı
ve merhametlidir." (Tevbe/25-27).
Huneyn Savaşı ile ilgili olarak bazı
tespitlerde bulunmamız ve günümüze yönelik kimi çıkarımlarda bulunmamız
mümkündür:
Sayısal üstünlük askeri, toplumsal ve
siyasal alanlarda önemli olmakla birlikte hiçbir zaman tek başına belirleyici
bir unsur değildir. Bilakis yanılgılara ve beklenmedik sonuçlara dahi neden
olabilmektedir. Mezkur savaşta İslam ordusunda 10 binden fazla kişi vardı. Buna
karşılık düşman ordusu onun yansı kadar bile değildi.
Nitelik
Toplumsal değişim ve dönüşümün ilkeli
ve kapsamlı bir şekilde oluşumunu sağlamak ve onu kalıcı ve sağlıklı kılabilmek
bir süreci gerektirmektedir. Bu süreç içerisinde kuvvetli bir bünye oluşturmak
ve bu bünyeyi iç ve dış etkilere, zaaflara, saldırılara karşı rehabilite
edebilmek ehemmiyetlidir. Bunlara dikkat edilmediğinde, günümüzde görüldüğü
gibi, olumsuz ve acı verici sonuçlarla yahut başkalaşma, savrulma, yozlaşma ve
çözülme gibi sorunlarla karşılaşmak kaçınılmazdır.
'Fitne
yeryüzünden kalkana dek mücadele'
(Bakara/193, Enfal/39)[1] ile emrolunmuş müminler için
kitlelere ulaşmak bir zorunluluktur. Bu bağlamda mustazaf (:ezilmiş) kesimin
İslam'dan yana tercihlerini kullanmaları için de gücü, çoğunluğu önemsemek
gerekir. Ne var ki halkı kuşatabilecek, onlara doğru dini mesajı iletebilecek
nitelikli bir kadrolaşma sağlanmadan halkaların geniş tutulması, mesajın
bulanıklaşması ve daha çok insana ulaşma azmiyle bazı doğruların gizlenmesi
sonucunu doğurabilir. Bu durum ise zamanla omurgasız, kimliksiz bir oluşumun
habercisidir. Bu nedenle sünnetullahı gözetmeyen ve hayalci yaklaşımlarla
çoğunluğa gözlerini dikenler basit imtihanlarda bile yanlarında zannettikleri
çoğunluğun tuzla buz olduğunu görürler.
Nitelikten yoksun, hormonlu bir
büyüme küçük darbelerle yıkılan kartondan evlere benzer. Nitelik topluma
indikçe çekirdek kadronun sahip olduğu bilinç, fedakârlık ve samimiyetle
kıyaslandığında derece derece azalma eğilimi ortaya çıkar.
Kur'an, insan topluluklarının
siyah-beyaz olarak keskin şekilde sınıflandırılamayacağı gerçeğini teyid eder.
İnsanlar topluluklar halinde İslam'a girdiklerinde Rabbimiz henüz iman
kalplerine yerleşmemiş, bilinç düzeyinde dini algılayamamış kişi ya da
toplulukların mümin değil de 'Müslüman olduk' (teslim olduk) demelerini emreder
(Hucurat/14). Bu durum oldukça dikkat çekici bir uyarıdır. Kaldı ki inananlar
içinde hayırda yarışanlar, cihad edenler, Allah'ın yardımcıları gibi
diğerlerinden ayırt edici bir vasıf olarak adanmış müminlerden bahsedilir.
Toplumu değiştirip dönüştürecek bu adanmış müminler "daima hakka ileten
ve adaleti hak ile yerine getiren bir topluluk" (Araf/181) olarak
nitelendirilir.
Nitelikli birey veya grup deyince
insanın ilk aklına gelen çok okuyan, kariyer sahibi, uzmanlık alanı olan,
projeler üreten, nüfuz sahibi gibi özellikler olmaktadır. Elbette nitelik bilgi
ve birikimi de kapsar ancak takvadan ve adanmışlık duygusundan yoksun 'nicelik/çokluk'ların
Allah indinde eşeğin sırtındaki yükten farkı yoktur (.
Bir başka mesele ise nitelikli
grupların İslam toplumunda 'elit kesim'i oluşturmakla ilgisi olmadığıdır.
Nitelikli kadrolar deyince akla gelen dehaların eğitimi, uzmanların bir araya
gelerek görüş belirtmesi gibi ya da ruhban sınıfına denk düşebilecek
yapılanmalar amaç değildir. Toplumun önünde bulunan bu insanların Kur’an’i
bilgilerini hayat ile yoğurmuş, aynı zamanda zulme karşı net bir tavır içinde
olan, dünyevi kaygılardan alabildiğine uzak kişiler olarak daha fedakâr
olmaları gerekir. Toplumda fikirleri tartışılmadan önce tartışılmaz bir kişilik
ve güven oluşturamamış bireylerden nitelikli bir yapılanma oluşturulamaz.
Nicelik-Nitelik İlişkisi Bakımından
Hz. Peygamberin Örnekliği
Hz. Peygamber, Rabbinden aldığı vahyi
Arap toplumuna ilettiğinde Arapların bu çağrıya karşı olumsuz tutumları
Mekke'nin liderleri, eşrafı, soyluları ve zenginlerinin etkisiyle olmuştur.
Zira onlar kendilerini makam ve mevki yönünden daha ileri, ondan daha geniş
servet ve nüfuz sahibi insanlar olarak görüyorlardı (Sebe/34–35). Bu nedenle
halkın içinden bir peygamber gönderilmesini içine sindiremiyorlar ve “Kendilerine
hidayet gelince, insanları inanmaktan alıkoyan şey, ancak onların "Allah
resul olarak bir beşeri mi gönderdi?" (İsra/94)[2]
diye küçümsüyorlardı. Hz. Peygamber'e inanmak için olağanüstü dünyevi nimetlere
sahip olduğunu göstermesini istiyorlardı (İsra/90–93).
Egemenlere meydan okuyan söylemiyle
Mekke'de Hz. Peygamberin yanında bir avuç insan vardı. Mekke'deki Müslümanların
egemenler karşısındaki durumu çok çarpıcı şekilde Kur'an'da şöyle yer alır: "Düşünün
ki bir zamanlar siz azdınız, yeryüzünde hırpalanıyordunuz. İnsanların sizi
kapıp götürmesinden korkuyordunuz…" (8/Enfal, 26)
Zengin, soylu, müstağni yöneticilere
karşı bir avuç insan, akıllara durgunluk verecek şekilde meydan okuyor ve gücün
asıl sahibine olan imanları ile dini Allah'a has kılma mücadelesi veriyorlardı.
Dünyevi ölçülere göre zayıf olan ama giderek etkisi artan bu birlikteliğin
yayılmasını engellemek için Hz. Peygambere teklif edilen dönüşümlü iktidar
talebinin reddedilmesi, reel politiği alt üst eden bir tutuma işaret eder.
Bugünden bakıldığında da şu sorular sorulabilir: Hz. Peygamber'in yönetime
geçmesi ile Müslümanlar üzerindeki zulmü kaldırıp, daha çok sayıda insanın
mesajı kabullenmesi sağlanamaz mıydı?
Egemenlere meyletmemesi konusunda
sıkça uyarılan Hz. Peygamber, Medine'yi kurmak için Mekke'nin yaşanması
gerektiğini biliyordu. Bu nedenle bir avuç olarak nitelendirilen insanların
çelik iradeleri ağır imtihanlardan süzülerek ortaya çıktı. Çünkü önce
zihinlerdeki sonra da Kâbe'deki putlar temizlenmeden gerçek bir iktidarın
mümkün olmadığı bilinmekteydi.
Ambargo, işkence ve daha birçok
zulümle sınanan ilk nesil Müslümanlara sonunda dünya nimetlerine ulaşacakları
söylenmiyor, bilakis ölüm sonrasında cennetle müjdeleniyorlardı. İşte Mekke ileri gelenlerinin
yenilmez sanılan güçlerini kıran ve sonunda onları dize getiren irade, bu
nitelikli sahabenin mücadelesi olmuştur.
Öyle ki imtihanlarla süzülmüş
müminler grubu, henüz kayda değer bir siyasi organizasyona ulaşmamışken bile
"Eğer sizden sabredecek yirmi kişi olursa, iki yüze galip gelir."
(8/Enfal, 65) ayeti ile müjdelenmiştir. İslam toplumu çoğalıp zaafları da
bünyesine aldığında Rabbimiz "Allah bildi ki sizde bir zaaf var. Şimdi
sizden sabredecek yüz kişi olursa, iki yüze galip gelir." (8/Enfal, 66) buyurarak gücün kaynağını nerede
aramamız gerektiğini vurgular. Nitekim Rabbimiz Huneyn gününde Müslümanların
böbürlendikleri, sayılarının kendilerine bir fayda sağlamayarak bozguna
uğradıklarını tarihi bir gerçek olarak dikkatlerimize sunmuştur. (Tevbe/25). Peygamberler
tarihinde görüldüğü gibi bugün de aynı ilke geçerliliğini koruyor.
Güce karşı bu yenilmez iradenin bütün
dünyayı kuşatacak bir etki yaratması ise ancak Kur'an perspektifinde bir
bakışla ve Hz mücadele metodunu benimseyerek gerçekleşebilir. Şehid Seyyid
Kutub'un Yoldaki İşaretler kitabında dediği gibi "Bizler hiç şüphesiz
insanlığın tanımadığı ve üretemeyeceği mükemmel bir değerin sahibiyiz. Fakat bu
değer mutlaka pratik hayatta örneklendirilmelidir. Bunu bir ümmetin yaşaması
şarttır. Bunun için İslami yeniden diriliş hamlesini başlatmak şarttır. Bu
hareket bu hamleyi başlatmaya kesinlikle karar vermiş, bu yola koyulmuş
olanların, yeryüzünün her köşesine çöreklenmiş olan cahiliye akımına karşı
göğüs gerecek ve bu yolculuk esnasında çevresini kuşatmış olan cahiliye
güçlerine karşı bir yandan belirli bir mesafeyi muhafaza ederken, öte yandan bu
güçlerle yine belirli bir münasebet içinde olmayı ihmal etmeyen bir öncü cemaat
teşkil etmelidir."
Şirkten arınamamış imanı dolayısıyla toplumu
dönüştürme noktasında müminlerin sorumluluğu ağır ve zor süreçler gerektirir.
Tevhidi anlatmaya ve hakim kılmaya yönelik çabalar ancak tedrici süreçlerle
gerçekleşebilir. Bu uzun soluklu yürüyüş ise nitelikli kadroların, örgütlü
mücadelesi ile sürdürülebilir. Yığınların plansız, programsız bir araya
gelmesiyle bu dönüşüm sağlanamaz. Bu nedenle lokomotif görevini görecek olan
öncülerin varlığı önceliklidir. Fakat Kur'an nesli diye tanımlayabileceğimiz bu
topluluk kitlelerden kopuk, onların sorunlarına ilgisiz kalamaz. Nitelikli
bireyler, gruplar oluşturuyoruz diye toplumdan tamamen kendilerini yalıtan,
sadece Kur’an/tefsir çalışmalarına kilitlenen yapıların toplumu dönüştürmeleri
mümkün olamaz. Bu nedenle kitlelere ulaşmadan önce kitlelere ulaşabilecek takva
sahibi, adanmış bir grubun oluşumu öncelikli olmalıdır.
Yorumlar
Yorum Gönder