FITRAT: İNSANIN ONTOLOJİK ALTYAPISI
FITRAT: İNSANIN ONTOLOJİK ALTYAPISI
Fıtrat, kaynağı vahyin kaynağı ile aynı olan
insanın
ontolojik altyapısıdır.
Mustafa İSLAMOĞLU
İnsan, doğuştan yaratıcısını arama, merak etme, bulduktan sonra da O'nun isteklerini yerine getirme, meyl ve kapasitesinde yaratılmıştır. Bunun en bariz örneği, çocukların konuşmaya başladıklarında gördükleri her şeyi sormaya başlamalarıdır. Yıldızı görseler, "Bu ne?", diye sorarlar. Yıldız dersiniz. "Kim yaptı?", diye sorarlar. Allah dersiniz. Ayı görseler bunu da mı Allah yarattı derler. Evet dersiniz. "Daha büyük şeyleri de mi Allah yarattı?" diye sorarlar. Evet dersiniz. "Allah her şeyden büyük mü?" diye sorarlar. "Her şeyi O'mu yarattı? Bizi de mi O yarattı? Yiyecekleri de mi o yarattı?" Evet dersiniz. Birden "Ben Allah'ı seviyorum, Allah da beni seviyor mu?" sorusuna muhatap olursunuz. Evet dersiniz. Ve ardı arkası kesilmeyen sorularına devam ederler. Dikkat etmişseniz küçücük muhakemeleriyle bir bağ kurarlar: Yaratılmışlar, Yaratan ve sevgi. Kısaca insanın yapısında arayış, sevgi ve yüce bir varlığa bağlanma ihtiyacı vardır. İşte bu fıtrattır. İnsan içindeki arayış-sevgi-bağlanma özelliklerini diri tuttuğu müddetçe insandır. İnsana yaratılıştan verilen alt donanımı/fıtratı öldürünce, insan beşer oluyor.
Fıtrat, kaynağı vahyin kaynağı ile aynı olan insanın
ontolojik altyapısıdır. Yani, ilahi bir formattır. Bu ilahi format, aynı
kaynaktan beslenen bir üst yapıya kavuşursa beşer "insanlaşır". Çünkü
insan, ancak bu durumda "kişilik kırılması", "kimlik
parçalanması" sorunu yaşamaz. Eğer üst yapı fıtrat altyapısına uymazsa, bu
"insanın kendisine yabancılaşmasını", dolayısıyla eşyaya, çevreye ve
Allah'a yabancılaşmasını getirir. (Mustafa İSLAMOĞLU, Savaş Kesmeyen Sözler2006,
s.99).
"Fıtrat: İçimizdeki nizam" der ve ekler Sadık
KILIÇ. Fıtrat, insanın diğer varlıklara
benzemeyen yaratılışıdır. Başlangıcı ve nihayeti itibariyle, insanın
varlığından önce bulunan, onun geleceğini, kendisini, vasıtasıyla
gerçekleştireceği fiillerini yönlendirecek olan "insani kıvam,"
hususiyettir.
Duygusal fıtriyatlar dediğimiz; hakikati aramak, hayra ve
fazilete eğilim, güzelliğe eğilim, yaratıcılık ve yenileştirmeye eğilim ve aşk
ve tapınma eğilimleri insanda yaratılıştan vardır (Mutahhari, Fıtrat, 53-61).
Hakikati arama meyline felsefe ve dinler tarihi şahittir. Hayra ve fazilete
eğilime insanın iyiliği plansız olarak, kötülüğü ise planlayarak yapması
delildir. İnsanda güzel olanı sevme ve güzel eserler ortaya koyma
eğilimi fıtrata/güzele olan meyline işarettir. İnsandaki bir şeyler icat etme
yenileştirme duygusu ondaki hakikati arama/fıtrat meylindendir. Aşk ve tapınma
eğilimi insanın içsel eşini/fıtratını aramasının tezahürüdür.
İnsan fıtrat üzere kaldığı sürece, Allah’a teslim olur. Eğer ona dış etkenler tesir etmezse, fıtratında Allah'a teslimiyet vardır. Bu bakımdan İslâm fıtratın dinidir. İslâm, fıtrat olarak Allah’a teslim olma kabiliyetinde yaratılan insanın teslimiyetini sağlar. Ancak, hayatına İslâm’ın hâkim olmadığı kimseler iç/nefis ve dış saiklerin sevkiyle kabiliyetlerini ters yönde kullanırlar.
İNANCIN İKİ KAYNAĞI
"Fıtrat, dini kabul için hazırlanmış
cibilliyettir." der Cürcani (Tarifat). İnanmanın iki kaynağı var. Fıtrat
ve kesb(insanın çabası). Fıtrat/yaratılış, islamı/imanı kabule, uygulamaya, emirlerine
uymaya tek kelimeyle Allah'a kulluk etmeye yatkındır. Kesb, insanın kendi
çaba ve iradesiyle inanması, İslam'ı seçmesi ve ibadet etmesidir (Elmalılı).
Yani iradenin fıtratın sesine kulak verip fıtratı işletmesidir. İnsanlar,
ahlaklı, adaletli, vicdanlı iseler ve ameli salih işliyorlarsa fıtratın
gereğini yapıyorlar; bunların zıddı bir şahsiyete sahiplerse fıtrattan
uzaklaşıyorlar demektir. İslâm, insanı asıl fıtratına/yaratılışına
dâvet eden, fıtratının gereğini yapmasını sağlayan İlâhî dindir.
"Tabiattaki çiçekler -ki daha sonra
meyveye dönüşür-, Tanrı'nın: "Varım ve buradayım, işte burada." Diye
yüksek sesle bağırmasıdır. Ancak, akıl/kalp gözleri, basireti körelip kulakları
sağırlaşanlar bu gerçeği görmüyor, duyamıyor" (İlhami
Güler, İlhamiyyat Dini-teolojik Aforizmalar, 121).Müminler/Müslümanlar,
insanların hayra ve imana eğiliminin önündeki engelleri kaldırmakla, insanları
fıtratlarıyla yüz yüze getirmekle yükümlüdürler.
FITRAT FETİH İLİŞKİSİ
İnsanla, insanın mutluluğunun öbür adı olan İslam arasına
kimi zaman da insan gerilebilir. O zaman o insan ya da insanların İslam'la
insan arasından kaldırılması insanlığın değişmez değerlerine bağlı her kişinin
boynunun borcudur. Kur'an'ın "Küfrün önderleriyle savaşın. Çünkü onlara
güvenilip de anlaşma yapılmaz. Umulur ki vazgeçerler" (9; 12) emri, o
önderlerin sıradan insanlarla İslam arasında engel oluşturduğu içindir. Eğer
onlar, İslam'la insan arasına gerilmekten vazgeçerlerse İslam'ın onlarla bir
alıp veremeyeceği yoktur. İslam onlarla küfürlerinden dolayı değil, insanın
mutluluğuna engel oldukları için savaşılmasını emretmektedir(Mustafa İSLAMOĞLU,
Yürek Fethi2007, s.33–34).
Fıtrat kanunlarına uyulmaması toplumların düzenini de ciddi anlamda tehlikeye sokuyor. Fıtrata uymak, insanın insan, toplumun toplum olarak kalmasının sigortasıdır. "Nefse ve onu şekillendirene... Ona bozukluğunu ve korunmasını ilham edene andolsun ki nefsini temizleyen iflâh olmuş, onu kirletip örten ziyana uğramıştır. Semûd, azgınlığından yalanladı... Rableri de günahları yüzünden azabı başlarına geçirdi, orayı dümdüz etti." (91/Şems, 7-14) ayeti, fıtratı kirleten toplumların kötü akıbetlerini beyan ediyor. Kur'an'da kavimlerin helakının temel sebebinin fıtrata isyan etmek olduğu bildirilmektedir."Onlar nefislerinde olanı değiştirmedikçe Allah bir toplumun durumunu değiştirmez." (13/Ra'd, 11) ayeti, Allah'ın koyduğu "fıtrat yasası"nı veya "toplum/tarih yasası"nı en veciz şekilde beyan ediyor.
LÜGATTA FITRAT
Hilkat, yaratılış, karakter,
adetullah, din vb. gibi değişik manalarda kullanılan fıtrat kelimesinin geniş
bir anlam alanı vardır. Fıtrat, bütün varlığın yaratılışında bulunan özellik ve
hususiyetleri ifade eder. Fıtrat, Cenab-ı Hakk’ın her bir varlığı kendine has
bir mahiyet ve tabiatta yaratmasıdır. İnsanlardaki hak ve hakikati
kabule potansiyel yatkınlık kabiliyetine Kur'an'da üç kavramla işaret
edilmiştir: “Fıtrat”, “Misâk” ve “Sıbga”.
“Fıtrat” kelimesi, yarmak,
uzunlamasına yarmak, ayırmak demektir. Fatartu'ş-şate/koyunu sağdım ve
fatartü'l-acin/hamuru ekmek yaptım, deyişlerinde olduğu gibi, süzülmüş bir
biçim, görüş veya cisim üzerinde bir şeyi, meydana getirmek, özellikleriyle
ortaya koymak, anlamlarına gelir. (Müfredat).
Aynı kökten türeyen iftar/oruç açmak, infitar/yarılmak-açılmak,
fatr/yarık anlamına gelir.Fıtrat; yaratılış, yapı, karakter, tabiat,
mizaç, peygamberlerin sünneti, kalb-i selîm, âdetullah demektir. Ayrıca hilkat,
tabii eğilim, hazır olmak, huy, cibilliyet, içgüdü, istidât manalarına da
gelir.
Terim olarak fıtrat: "Allah'ın mahlûkatını kendisini bilip tanıyacak ve idrâk edecek bir hal, bir kabiliyet üzere yaratmasıdır (İbnManzur, Lisânü'l-Arab).
KUR'AN'DA FITRAT
Fıtrat kavramı değişik isim ve fiil kalıplarıyla Kur'ân-ı
Kerim'de birçok kez tekrar edilmiştir. Fıtrat kelimesi Kur'an'da şu yerlerde
geçer:
a.
Fıtrat Kelimesinin Geçtiği Âyet (1 Yerde): 30/Rûm, 30.
b.
Fıtrat Kelimesinin Kökü Olan F-t-r ve Türevlerinin Kullanıldığı Yerler: 6/Enâm, 14,
79; 11/Hûd, 51; 12/Yûsuf, 101; 14/İbrâhim, 10; 17/İsrâ, 51; 19/Meryem, 90;
20/Tâhâ, 72; 21/Enbiyâ, 56; 30/Rûm, 30, 30; 35/Fâtır, 1; 36/Yâsin, 22;
39/Zümer, 46; 42/Şûrâ, 5, 11; 43/Zuhruf, 27; 67/Mülk, 3; 73/Müzzemmil, 18;
82/İnfitâr, 1.
Geçtiği bütün yerlerde yaratma, manasını ihtiva
etmektedir. Yalnız birisinde “fıtrat” kavramı insan ve din ilişkisi vurgulanır.
İşte o ayet: "İmdi sen, varlığını her türlü sapmadan uzaklaşarak tümüyle
doğru ve asıl dine, Allah'ın insanlığın özüne yaratılıştan nakşettiği fıtrata
çevir; (ta ki) Allah'ın yarattığında olumsuz bir değişme olmasın: işte doğru
din(nin amacı) budur ve fakat insanların çoğu bilmezler." (Rum,30).
Ayette "en-nâs" kelimesiyle ifade edilenlerin "fıtrat üzere yaratılanlar" olduğu müşriklerin ve kâfirlerin bu gruba girmediğini savunanlar olmuştur. Fakat müfessirlerin çoğunun ittifak ettiği görüş "en-nâs" kelimesinin bütün insanları kapsadığıdır. Doğru olan çoğunluğun görüşüdür. Çünkü ayetin "lâ tebdîle li halgıllahi/(ta ki) Allah'ın yarattığında olumsuz bir değişme olmasın" cümlesi de buna delildir. Yani Allah seni hakka ulaşacak kapasitede yaratmıştır. Sen insan olarak çaba göster ki, Allah'ın bu yaratışı senin gayretsizliğinle "Allah hidayeti dileyene değil de dilediğine veriyor" şeklinde görünmesin. Allah'ın insanların bazılarına hakkı ve hakikati arama ve ona meyil duygusunu yaratmamasını iddia etmek, Allah'a zulüm isnat etmektir. Tin Suresi 4-5. ayetlerinde bu hususa, "Biz insanı en güzel kıvamda yaratmış, sonra onu başlangıç noktasının en dibine döndürmüşüzdür" şeklinde işaret edilmiştir.
FITRATIN PENCERELERİ
Allah, insanı tevhidi kabule ve onun gereklerini
yerine getirmeye yatkın yaratmıştır. Onu fıtratın pencereleri diyebileceğimiz,
fıtrat cevherinin sürekli aydınlık/iman üzere kalmasını sağlayacak;
göz, kulak, dil, burun, dokunma duyusu (eskimezlerin deyimiyle havassı
hamse/beşduyu), ve kalp, beyin gibi kıymet biçilmez cihazlarla
donatmıştır. Yani, Allah insanı hakkı
bulması ve hakta kalması için adeta hiçbir mazeret ileri süremeyeceği bir
şekilde, en güzel kıvamda/ahseni takvimde yaratmıştır. Sonra ona irade verip
seçiminde hür bırakmıştır. Neticede de onu, seçimi sonucunda terettüp edecek
mükâfat ve cezadan sorumlu tutmuştur. İnsan bu şartlar altında kaderini seçmek
için dar-ı imtihan olan dünyaya arz-ı endam etmiştir.
Fıtratın işleyişi insanda olduğu gibi bütün bitki ve
hayvanda da kendini göstermektedir. Fıtrat, yaratılıştan gelen hususiyetler,
öz, asıl yalan söylemez. Mesela, bir çekirdekteki büyüme meyli der ki:
"Sümbülleneceğim, meyve vereceğim." Doğru söyler. Yumurta da hayat
meyli vardır. "piliç olacağım der." Allah'ın izniyle olur. Bir avuç
su donar, genişlemeye meyleder. "Fazla yer tutacağım." der. Metin
olan demir onu yalancı çıkaramaz, sözünün doğruluğu demiri parçalar. İşte bu
meyiller, irade-i ilahiden gelen emirlerin maddi aleme ait tecellilerdir (Said
Nursi, Mesnevi-i Nuriye).Aslanın pençesini gören adam, o pençenin gereği olan
parçalamayı aslandan bekler. İnsanların ibadet teçhizatıyla donanmış olması,
takva ve ibadetin fıtratlarının gereği olduğunu gösterir. Midenin yemeğe muhtaç
programlanması gibi, insan ibadete muhtaç programlanmıştır (Said Nursi,İşaratu'l- İcaz). İnsan
ihtiyaçlarının dilini okuyarak onları yaratanı bulabilir. Acıkan insanın
midesinin ihtiyaçlarını dünyada hazır bir şekilde bulması, onu bu rızıkları
yaratanı aramaya sevk etmelidir.
Göz yaratılmışlara bakacak, dil benzersiz nimetleri
tadacak, kulak tabiattaki o eşsiz senfoniyi dinleyecek, burun güzel kokuları
içine çekecek, kalp bunları tasdik edip hep birlikte kevni ayetleri
okuyacaklar. Ten soğuk ve sıcağı hissedip, sıcağın yazın rızık nimetleri
pişiren bir aşçı başı olduğunu, hikmetin böyle gerektirdiğini anlayacak.
Azaları yaratılış gayeleri doğrultusunda kullanmak; fıtratı işletmek, fıtrata
azalar penceresinden ışık göndermektir.
AYETLERDE FITRATIN PENCERELERİ
Kur'an azaların yaratılış gayelerine işaret edip dikkat
çekmiştir. Kuran bununla insanı fıtratına çağırmaktadır. Şayet insan, kendi
yaratılışını, organik yapısını, kendisine verilen duyu ve organları, bahşedilen
yetenek ve güdüleri gereği gibi inceleyip düşünecek olursa, kesinlikle Allah'ı
bulur. Onun biricik yaratıcı olduğunu kanıtlayan bu mucizelerin kılavuzluğu ile
O'na doğru yol alır. Çünkü Allah'ın dışında hiç kimse bu olağanüstü yaratılışı
büyük, küçük hiçbir varlıkta gerçekleştiremez. Örneğin sadece şu kulak, nasıl çalışır?
Sesleri nasıl algılar ve nasıl ayırır birbirinden? Sonra şu göz kendi kendine
nasıl görür? Işıklar ve şekilleri nasıl algılar? Sonra şu kalp denen şey nedir?
Nasıl kavrar? Eşyayı, şekilleri, anlamları, değerleri, duygu ve düşünceleri
nasıl değerlendirir? Sırf bu duyu ve güçlerin özelliklerini, çalışma
şekillerini öğrenmek insanlık aleminde mucize düzeyinde bir keşif olarak
nitelendirilmektedir. Yaratılışları ve yapıları itibariyle insanın içinde
yaşadığı evrenin özellikleriyle bu tarzda bir ahenk nasıl oluşmuştur. Bu ahenk
öylesine ince planlanmış ki, evrenin veya insanın tabiatına olan oranlarından
biri bozulacak olursa duyu ve organlar arasındaki bağ kopacaktır. Kulak hiçbir
sesi, göz hiçbir ışığı algılayamayacaktır. Ne var ki, her şeyi düzenleyip
yönlendiren güç, insanın yapısı ile insanın içinde yaşadığı evrenin yapısı
arasında bir ahenk oluşturmuştu. Duyu ve organlar arasındaki bağ bu şekilde
sağlanmıştır. Buna rağmen, insan, nimete karşılık şükretmez. "Ne kadar az
şükrediyorsunuz." Şükür, nimeti vereni bilmekle, O'nun sıfatlarını üstün
saymakla başlar. Sonra sadece O'na kulluk etmekle somutlaşır. O birdir,
sanatındaki izler O'nun birliğine şahitlik etmektedir. Ardından duyu ve
güçlerin hayat ve nimetlerden zevk almada kullanılması gelir, ama kulluk
edenin, her hareketinde, her zevkinde Allah'ı düşünmesi, O'na şükretmesi
şartıyla. (Fizilal, Muminun 78. ayet tefsiri). Şimdi fıtrata pencerelik eden
uzuvlara dair, ayetler ne söylemekte, onlara bakalım.
Sonra onu ‘düzeltip bir
biçime soktu' ve ona ruhundan üfledi. Sizin için de kulak, gözler ve gönüller
var etti. Ne az şükrediyorsunuz? (Secde,9). De ki: "Sizi inşa eden
(yaratan), size kulak, gözler ve gönüller veren O'dur. Ne az
şükrediyorsunuz?" (Mülk,23). O, sizin için kulakları, gözleri ve gönülleri
inşa edendir; ne az şükrediyorsunuz. (Muminun,78).İnsana verilen bu
nimetlerin karşılığı nedir? Ayetleri insana verilen kulak, göz ve kalbin
şükürlerini yerine getirmelerini istiyor. Bu uzuvların şükrü, onları yaratılış
amaçlarına uygun çalıştırmaktır. Uygun çalıştırıldıkları takdirde fıtrata ışık
gönderen birer pencere olmaya devam edeceklerdir. Aksi takdirde insanın günaha
batmasına sebep olacaklardır.
O, biri diğeriyle ‘tam bir uyum' (mutabakat) içinde yedi
gök yaratmış olandır. Rahman'ın yaratmasında hiçbir ‘çelişki ve uygunsuzluk'
(tefavüt) göremezsin. İşte gözü(nü) çevirip-gezdir; herhangi bir çatlaklık
(bozukluk ve çarpıklık) görüyor musun? (Mülk,3).Yeryüzünde gezip dolaşmıyorlar
mı, böylece onların kendisiyle akledebilecek kalpleri ve işitebilecek kulakları
oluversin? Çünkü doğrusu, gözler kör olmaz, ancak sinelerdeki kalpler körelir
(Hac, 46), ayetlerinde gözden kâinatı teftiş edip kalbe/akla "Bu
kâinata düzen veren biri var!" raporunu vermesi istenmekte, eğer bu rapor
kalp tarafından onaylamıyorsa, kör olanın göz değil kalp olduğu hükmü
vurgulanıyor. Görevini bilinçli olarak yapmayan bir kalbin de mühürlenmekten
başka seçeneği kalmamıştır. Çünkü, o kalp işlevini yitirmiştir. İşte, Allah'ın
kalpleri mühürlemesini böyle anlamak gerekiyor.
Mü'minlere söyle: "Gözlerini (harama çevirmekten)
kaçındırsınlar ve ırzlarını korusunlar. Bu, onlar için daha temizdir. Gerçekten
Allah, yaptıklarından haberdardır. Mü'min kadınlara da söyle: "Gözlerini
(harama çevirmekten) kaçındırsınlar ve ırzlarını korusunlar; süslerini açığa
vurmasınlar, ancak kendiliğinden görüneni hariç..." (Nur, 30-31). Bu
ayetlerde de göze fıtrat cevherini bozacak davranışlardan kaçınması, fıtrat
hazinesini sahte mücevherlerle doldurmamasını tembihliyor.
Allah sizi annelerinizin karnından bir şey bilmez halde çıkarmıştır.
Belki şükredersiniz diye size kulak, göz ve kalb vermiştir.' (Nahl, 78). Bu
ayet, insanın doğuştan bütün bilgileri biliyor olarak gönderildiğini savunan
Platon'un yanıldığını gösteriyor. Vahiy insanın bilgisinin kesbi/sonradan
kazanılmış olduğunu bildiriyor. Fakat ona verilen azalarla yaratanını bulma ve
teşekkür etme kabiliyet ve meylinde olduğuna işaret ediyor.
"Biz ona hayır ve şer olmak üzere iki yol gösterdik." (Beled,
10). "Biz ona yolu gösterdik, ya şükredici veya nankör olur." (İnsân,
3). "Rabbimiz, her şeye yaratılışını verip sonra onu doğru yola
iletendir." (Tâhâ, 50). "Kendini tezkiye edip temizleyen kurtuluşa,
mutluluğa ermiştir.'' (A'lâ, 14). Ayetleri, insana fıtratını seçmesi için iki yol
gösterildiğini, iyiyi/fıtratı seçenin şükreden olduğunu, Allah'ın insanı fıtrat
üzere yarattığını dileyeni o fıtrata ileteceğini, fıtratdışı yollardan kendini
sakınanların kurtuluşa erenler olduğunu beyan ediyor.
"De ki: Herkes yaratılışına göre davranır. Rabbiniz kimin en doğru
yolda olduğunu bilir." (İsrâ, 84). "Nefislerinizde olanı gözlemiyor
musunuz?" (Zâriyât, 21) ."De ki: Yeryüzünde gezin ve bakın, yaratılış
nasıl başlamış?" (Ankebût, 20). Ayetlerde, insanın bir fıtratının olduğu,
kendini gözlemleyen insanın fıtrata uyacağını, insanın Yaratıcıyı bulma/fıtrata
dönüş eğilimlerine işaret edilmektedir.
FITRATI BOZAN UNSURLAR
Fıtratını bozan insan, kendinden
uzaklaşan, İlahi yapıyı bozan insandır. Bozulan bu yapı bir kanser hücresi
gibi, insanlık vücudunun diğer hücreleri olan insanları da bozmaya
başlayacaktır. Yani insanın bozulması kendinde başlayıp, kendinde sonlanan bir
olay değildir. Fıtratın kendi yolunda seyrini engelleyen ve
insan şahsiyetinde kendine yabancılaşmaya varıncaya kadar, aşınma meydana
getiren fıtratı bozan ve fıtrattan
uzaklaştıran unsurlar başlıca şunlardır.
1.Allah'ı unutmak: İnsandaki bozulma, yozlaşma ve
yabancılaşmanın başını Allah'ı unutmak çeker. Bu durum insanı inanç alanının
dışına iter ve yaratılışından/fıtratından uzaklaştırır. Kur'an'da, bu konuda
çok uyarılar vardır. “Allah'ı unuttukları için, Allah'ın da onlara öz benliklerini
unutturduğu kimseler gibi olmayın. Onlar, yoldan çıkmış olanların ta
kendileridir.” (59/Haşr, 19) ayeti,
onlardan biridir. Allah'ı unutup günahkâr bir kul haline düşmenin temelinde,
kalbin katılığı yer almaktadır. İnsanın manevi hayatının merkezini kalp teşkil
eder. İnsan kalbi, bireysel ve toplumsal değişimlerin başlangıç noktasıdır. Her
türlü sapma ve yabancılaşma ilk olarak kalpte başlar. Kalp, kendi kendine bir kötülük
kaynağı değildir; ama kötü davranış ve saplantılar, onu insanın kurtuluşunu
tehdit eden bir merkez haline getirebilir. "Ey Rabbimiz! Bizi doğru yola ilettikten sonra kalplerimizi hakikatten
(bir daha) saptırma ve bize rahmetini bağışla: Sensin (hakikî) Lütuf
Sahibi."(Âl-i İmrân, 8). Vaktiyle Musa, kavmine: "Size Allah tarafından gönderilmiş bir elçi
olduğumu bildiğiniz halde neden beni üzüyorsunuz?" dedi(ğinde kasdettiği
şey işte bu gerçekti). Böylece onlar doğru yoldan saptıklarında Allah da kalplerinin
hakikatten sapmasına izin verdi: çünkü Allah günaha gömülüp gitmiş bir toplumu
doğru yola çıkarmaz (Saff, 5). ayetleri bu gerçeğin
şahitleridir.
2.
Allah'a şirk/ortak koşmak: Fıtratı bozup onun gerçeğe ulaşmasını engelleyen en tehlikeli etken şirktir.
Bu yüzden Yüce Allah, fıtratın şirkle kirletilmemesine dikkat çekmiştir. Şirk
ifadesinin, Rum 30. ayetten/fıtrat ayetinden hemen sonra gelmesi buna
delildir. "Gönülden
katıksız bağlılar olarak, O'na yönelin ve O'ndan korkup-sakının, dosdoğru namazı
kılın ve müşriklerden olmayın (Rum, 31).
3. Çift başlı ilim: İlimleri, din ilimleri ve fen(dünya) ilimleri diye ikiye ayırma yanlışı, varlığın Allah'la olan bağını koparmıştır. Eğitim sistemleriyle, fen ilimlerinin Yaratıcı ile ilişkisi yokmuş gibi, hocalar Allah'tan hiç bahsetmediler. Böylece; Allah'a inanmayan doktorlar, uzay bilimciler, mühendisler yetişti! Yaratıcısından koparılmış ilimleri tahsil eden insanlar, günden güne Allah'la da bağını koparmış ve onu fıtratından uzaklaşmıştır. Her ilmin yaratıcı ile bağı vardır. Ve her ilim dalında Allah'a açılan kapılar vardır. Her ilim dalı yerden Allah'a çıkan bir iptir. Vahiy Allah'tan inen bir ip olduğu gibi.
4. Heva'ya tabi olma: Hevâ, insan benliğinin keyfiliği tercih edişi ve
haksız arzulara olan aşırı düşkünlüğüdür. İsteklerinin kulu kölesi olan insan hevasını ilah
edinmiştir. Hevasını ilah edinen insan, insanlıktan çıkmıştır. Hevâya uymak da,
şeytanın düzenine bağlanıp onun arzusuna uygun bir hayatın izleyicisi olmaktır.
Hevâya uyan kimse, İslâm'ın ilke ve değerlerinden uzaklaştığı için fıtratını
yozlaştırmış olur. Belki de ayetin ifadesiyle hayvanlardan daha aşağı düşmüştür. İnsanın
başta vicdan, sonra göz-kulak-akıl-ruhun ses, okuma, çağrı ve şahitliklerini
bir kenara atıp hevaya teslim olması fıtratına sırt dönmesidir.
5. Âlimin misyonu: Âlimler peygamberlerin varisleridir. Tarih boyunca fıtratın uyanışını
gerçekleştirenler peygamberler ve âlimler olmuştur. Âlimlerin yokluğu/azlığı
fıtratların uyanışını sekteye uğratmıştır. Âlimler "Dur yolcu bu cadde
çıkmaz sokak" diyerek fıtratlarını uyandırabilir. Modern dünya, âlim ile
talebelerin/insanların arasını ayırmıştır. Modern dünya, ilmi âlimden alınan
bir değer değil, kitaplardan aşırılan nesne olarak görmektedir.
6. Tüketim hastalığı ve mahrumiyetin yokluğu: Batı zihniyetinin ürettiği maddeci
ve pozitivist akımlar, insanı manen yozlaştırarak, ruhtan soyutlayarak, onun
bütün gayretini madde etrafında yoğunlaştırmıştır. Kapitalizm de bu akımlardan
biridir. İnsana tüketim hastalığını bulaştıran da bu akımdır. Kapitalizm insana
ihtiyaç olmayan şeyi ihtiyaç hissettirmektedir. Bu durum insanın önce hayat tarzını
değiştirmekte sonra da fıtratını bozmaktadır. Kanaat ve iktisat ölmekte, açgözlülük ve israf
canlanmaktadır. İnsanın mahrumiyetten yoksun kalması, onun fıtratının
bozulmasına sebeptir. Şöyle ki: Her istediğine sahip olan insan; bolluk ve
refah içerisinde sürekli bedenine hizmet edip ruhunu aç bırakacaktır. Bedeni
semizleştikçe, ruhu zayıflayacaktır. Bollukta, bolluğu var edeni (Allah'ı)
bulmaya kapı aralayamayacaktır. Bollukta kendini müstağni/her şeye gücü yeten
görecektir. Darlıkta ise, acizliğini, elinin her şeye yetişmediğini bilir,
fakat her şeye gücü yeten varlığı hisseder. Oruç tutan insanın, nimetlerin
elinin altında olmasına rağmen onları yiyememekle acizliğini, bunların gerçek
sahibin Allah olduğunu anlaması buna delidir. Mahrumiyetten mahrum kalan
insanın, fıtratı uyanmaz.
7. Çevrenin etkisinde kalmak: İnsan, Allah'a/tevhide inanma eğilimi/yatkınlığı ile
doğar. Ancak çevrenin olumsuz etkisi ile bu eğilimin yönü değişir. Müslümanlar,
nesillerini çevrenin olumsuz etkisinden koruma kalkanı görevini icra
edecek yapılar oluşturmalılar. Fıtrat
hadisindeki, onu ebeveyni Hristiyan-Yahudi-Mecusi yapar gerçeği buna işaret
eder.
FITRATI UYANDIRAN UNSURLAR
Kur’an insanın başına gelen felaketler, tehlike
ve zorlukların Allah’a yönelme eğilimi doğurduğunu bildirir. Çünkü musibetlerin
terbiye edici özelliği vardır. Musibete
uğrayan – örneğin; trafik kazası yaşayan, önemli bir ameliyat geçiren -
insanlara bakıldığında çoğunlukla dini hayata daha bir önem verdikleri
görülmektedir.
Din duygusu/fıtrat insanda kendiliğinden
uyanıp gelişmez. Fıtrat arayışla uyanır. Çünkü insanda hazır bir Allah inancı
değil, onu bu inanca sevk edecek kabiliyetler mevcuttur. Aksi olsaydı herkesin
Müslüman olması gerekirdi. İnsan iç âleminde/enfüste ve dış âlemde/afakta derinlemesine
bir araştırma ve düşünmeye koyulduğunda; çaresizlik ve sıkıntı içinde
bocaladığı zamanda bu duygu ortaya çıkar. Fakat bu eğilimin insanda kalıcı bir
özellik halini alması, ciddi bir arayışla mümkündür.
Kur’an, çaresizlik ve korku anlarında en katı inançsızların bile bütün samimiyetlerini ortaya koyarak, kulluğu yalnız Allah’a özgü kılarak, içtenlikle O’na yöneldiklerini tekrar tekrar ifade eder. Fakat nasıl oluyor da çaresizlik ortadan kalktığında bütün bu samimiyet ve içtenlik ortadan kayboluyor? Bu soruya söyle cevap verilebilir: İnsan çaresizlik anlarında başta kendi iradesi olmak üzere bütün kayıtlardan kurtulur. Benliğindeki doğal inanma kabiliyeti (fıtrat) etkin hale geçer. Çaresizlik anında gösterilen samimiyet işte bu fıtratın eseri olarak izah edilebilir. Bu durum şunu ispat eder: Fıtrat insanın benliğinde öylesine güçlüdür ki, en katı inançsıza bile normalş artlarda benimsemeye asla yanaşmadığı bir insana bütün içtenliğiyle, arzulayarak itiraf ettirmektedir.
Kur'an'da insanın fıtratının uyanışına işaret
eden hususlar; denizde dalgalar tarafından kuşatılan insanın Allah'a sığınması
(Lokman, 31/32), şiddetli bir kasırga yüzünden gemiyi dalgaların sarması
durumunda insanların Allah'a yönelmeleri (Yûnus, 10/22-23), insana bir zarar
dokunduğunda Allah'a dua etmesi (Zümer, 39/8), sıkıntı/darlık gelince insanın
Allah'a yalvarması (Nahl, 16/53-55) ve sıkıntı/darlığın dokunması durumunda
Allah'a yalvarması, geçince yan çizmesi (Yûnus, 10/12) gibi tasvir ve
anlatımlarla dile getirilir. Bu husus, insanla Allah arasında hiçbir zaman ve
durumda kopmayan bir bağın/fıtratın olduğuna işaret eder.
Fıtratla
ilgili ayetlerden de anlaşıldığı gibi Kur'ân-ı Kerim salt ateizmi imkânsız
görür, böyle bir inanç ve düşüncenin insanda gerçekten var olabileceğini kabul
etmez. Tanrıtanımazlık iddiasında bulunanların inkâr gibi bir yargıya doğuştan
gelen fıtrî imanın sesine kulak vererek değil, aksine benliklerinde var olan bu
derin duygu ve şuuru baskı altında tutarak ulaştıklarını kabul eder(Abdurrahman
Kasapoğlu, Kur’an’da İman Psikolojisi).
Söz konusu ayetlerin bazılarının meallerine bir
göz atalım.
Nitekim dalgalar
onları (ölümün) gölgeleri gibi kuşattığında, (o anda) bütün içtenlikleriyle
yalnız ve sadece Allah'a bağlanarak O'na sığınırlar: fakat Allah onları sağ
salim kıyıya ulaştırdığında da bir kısmı yolun ortasında (inanmak ile inkar
etmek arasında) kalıverirler. Ama hiç kimse, haince bir nankörlüğe kapılmadıkça
mesajlarımızı bile bile reddetmez. (Lokman,32). Bütün sebeplerin
tükendiği sırada fıtrat/ilahi format işleyişe geçiyor, vicdan Allah'ın kapısını
çalıyor. Bu halin devam etmesi insanın gayretine bağlıdır. Tehlikeler karşısında
insan, fıtratlarını örten yaratıcı ile arasındaki bağı koparan aldatıcı güç
yetirebilme/müstağnilik kuruntusundan soyutlanır. Fıtrat tutunacak bir merci
arar, insan Rabb'ine yönelir. Artık insan aynelyakin yada hakkalyakin gerçeğe
erdiğinden Allah'a karşı her türlü ortağı/şeriki reddeder.
Sizi karada ve denizde
gezdiren O'dur. Öyle ki, gemilerle denize açıldığınızda, gemilerin elverişli
bir rüzgarın önünde yolcuları alıp götürdüğü zaman (olanları düşünün,)
gemidekiler sevinç ve güvenlik içinde hissederler kendilerini; derken bir
fırtına yakalar gemiyi ve dalgalar her yandan kuşatır onları, öyle ki, (ölümün)
kendilerini çepeçevre sardığını düşünürler de (o zaman) dinlerine sıkı sıkı
sarılıp yalnızca Allah'a yönelerek: "Bizi bu (felaketten) kurtarırsan,
andolsun ki şükreden kimselerden olacağız!" diye yalvarıp yakarırlar O'na. Ne
var ki, Allah onları bu (felaketten) kurtarır kurtarmaz, hemen yeryüzünde
haksız yere azgınlık yapmaya koyulurlar! Ey insanlar! Yaptığınız bütün
taşkınlıklar döne dolaşa yine kendinizi bulacaktır! (Yalnızca) bu dünya
hayatının (geçici) doyumları(nı) gözetiyorsunuz: fakat (hatırlayın ki,) sonunda
Bize döneceksiniz ve o zaman (hayatta) yapıp-ettiğiniz her şeyi size (eksiksiz)
haber vereceğiz.(Yunus,22-23).Kendi varlığının mükemmel olmayıp, fani/sonlu
olduğunu anlayan her insan, Baki/Sonsuz Yaratıcı'ya, Allah'a döner. İnsan
gerçekten tuhaf bir varlıktır. Azı müstesna, insan dara düşmeden Allah'ı
hatırlamaz. Musibet anlarında fıtratı işlemeye başlar. Musibet fıtratın
etrafını kuşatan unsurları giderir. Rahata erdiğinde, ya unutur ya da isyan
eder. İşte insanın fıtratı/karakteri/cibilliyeti budur. Ancak, fıtratı karakter
haline getirenler bundan müstesnadır.
İşte
(böyle:) insanın başına bir bela geldi mi Rabbine yönelerek (yardım için) O'na
yalvarır; fakat O'nun rahmetiyle bir nimete kavuşunca da önceden yalvarıp
yakardığını unutarak başka güçleri Allah'a rakip çıkarır ve böylece
(başkalarını) O'nun yolundan saptırır. (Bu şekilde günah işleyenlere) de ki:
"Bu inkârınızla kısa bir müddet keyif sürün bakalım; (ama sonunda) ateşi
hak edenlerden olacaksınız! (Zümer,8).İnsanın fıtratı/mizacı/ karakteri, musibet
anında kendiliğinden ortaya çıkar. Bu sırada fıtratı üzerindeki tortular
dökülür, fıtratını örten kara perdeler misali kuruntular, yanılgılar aydınlanır.
O aydınlıktan Rabbine bir pencere açılır. Yalnız O'na döner, O'ndan başkasının
kendisini bu belalardan kurtaramayacağını kavrar. Kendilerine çağırdığı
ortakların ve şefaatçilerin zihni, vehmi, sanal, yalancı varlıklar olduklarını anlar.
Hem, payınıza düşen
her nimet Allah'tandır; (nitekim) ne zaman başınıza darlık çökse, hemen O'na
yakarırsınız, sonra, üzerinizden darlığı giderir gidermez, içinizden bazıları
hemen Rablerinin ulûhiyetinden başka güçlere de bir pay yakıştırır,(adeta)
kendilerine bahşettiğimiz nimetler için nankörlüklerini gösterircesine! (Bu
geçici) dünya hayatıyla böylece avunun bakalım: nasıl olsa (gerçeği) er geç
öğreneceksiniz! (Nahl,53-55).Bu ayetin sergilediği örnek, insanlığın her zaman karşılaştığı bir
örnektir. Kalpler, dara düştüğünde Allah'a yönelir. Yaratılışları gereği olarak,
bu sırada Allah'tan başka kurtarıcıları olmadığını hissederler, fıtrata
yönelirler. Rahatlayınca, nimet ve varlık içinde eğlenmeye başlarlar,
dünyevileşme onları çepeçevre sarar, Allah ile bağını zayıflatır. Şirk, putperestlik,
rejimlerin tanrılaştırılması gibi, çeşit çeşit sapıklıklara dalar. Fıtratın
sapıklığı ve bozukluğu bununla da kalmayıp daha da ileri gidebilir. Bu durumda
insanların bir kesimi sıkıntı zamanlarında bile Allah'a sığınmayıp, birtakım
yaratıklara sığınırlar. Bazen da fıtrattaki sapma, suret-i haktan görünerek,
kendilerini hastalık, sıkıntı veya beladan kurtarmaları için velileri
çağıranlar şeklinde görünür.
Zaten, insanın başına
bir sıkıntı gelince yan yatarken de, oturup kalkarken de Bize yalvarıp yakarır;
ama ne zaman ki sıkıntısını gideririz, başına gelen sıkıntıdan kendisini
kurtaralım diye sanki Bize hiç yalvarıp yakarmamış gibi (nankörce) davranmaya
devam eder! Kendi güçlerini boşa harcayan (budala)lara, yapıp-ettikleri işte
böyle güzel görünür (Yunus,12).Bu sürekli biçimde gözlemlenebilen insan tipidir.
İnsan, sağlığı yerindeyken, durumu müsait iken hayatın akışına kendisini
kaptırır. Günahlara dalarak, ilahi ölçüleri
çiğneyerek fıtratının üzerini küllendirir. Bolluk/refah zamanı, insana çok şey
unutturur. Kendini zengin/müstağni görmek insanı azdırır. İnsanın mahrumiyeti
tatması lazımdır. Bu zor şartlardan kurtulduğunda artık bir daha geriye dönüp
bakmaz. Sanki daha önce dua eden o değildir!
Sözün özü,
fıtrat asla yalan söylemez. Mahlûkatın yaratılış gayeleri üzere işleyişleri -
arının bal yapması, aslanın pençelerinin parçalaması, tavuğun yumurtlaması vd. – buna delildir.
İnsanın yaratılışı fıtrat üzeredir. İslam'ın gayesi insanın fıtrat üzere
kalmasını temindir. İnsanın fıtrat üzere yaratıldığının farkına varması ona pek
çok kapılar açacak, dik durabilmesinin ve insan olarak kalabilmesinin yollarını
gösterecektir.
İnsanın
fıtratındaki sapmalar, fert ve insanlık âlemini kaosa, fesada sürükler. Akıl ve
kalp mağlup olur, beden ülkesinde
yönetimi ego ele geçirir. İman, fıtrat ile egonun mücadelesinde fıtratın galip gelmesidir.
KAYNAKÇA
Ragıb El İsfehani, Müfredat
Seyyid Şerif Cürcani, Kitabu't-Tarifat
İbnManzur, Lisânü'l-Arab
Mustafa İslamoğlu, Hayat Kitabı Kur'an Gerekçeli
Meal-Tefsir
Mustafa İslamoğlu, Yürek Fethi
Mustafa İslamoğlu, Savaş Kesmeyen Sözler
Bediuzzaman Said Nursi, Sözler
Saduk Kılıç, Fıtratın Dirilişi
Mutahhari, Fıtrat
Elmalılı Hamdi Yazır, Hak Dini Kur'an Dili
Seyyid Kutup, Fizilalil Kur'an
Razi, Mefatihu'l-Gayb
Zemahşeri, Keşşaf
Alusi, Ruhu'l-Meani
Nesefi, Medarik
Şevkani, Fethu'l-Kadir
İbni Kesir, Tefsiru'l-Azim
Kelam Araştırmaları Dergisi 3:1 (2005), Yrd.Doç.Dr.Abdurrahman
Kasapoğlu'nun
"İnsanın Çaresizliği Ve Fıtratın Uyanışı" isimli makalesi
Yrd. Doç. Dr. Abdurrahman Kasapoğlu, Kur’an’da İman Psikolojisi
Yorumlar
Yorum Gönder