DİN ANLATIMLARINDA YANLIŞLAR
DİN ANLATIMLARINDA YANLIŞLAR
“Rabbinin yoluna hikmetle ve güzel öğütle çağır ve onlarla en
güzel bir biçimde mücadele et…” (16/125)
Bugün “zihniyet biçimleri” olarak
nitelendirilen anlayış farklılıkları, dini anlama çabamızda önemli
farklılıkları da beraberinde getirir. Burada öncelikle bu farklılıkların
İslam’dan kaynaklanmadığını, İslam’la özdeşleştirilemeyeceğini ifade etmek
gerekir. Yani İslam, Allah’ın peygamberine Cebrail vasıtasıyla vahyettiği,
Peygamberin de insanlara tebliğ ettiği dinin adıdır. Tebliğ süreciyle birlikte
tamamlanmıştır. Bundan sonra kimsenin Allah adına, İslam adına, din adına söz
söyleme hakkı yoktur. Hz. Peygamberin vefatından sonra Müslümanların vahyi
anlama biçimleri değişiklik arz etmiştir. Yani İslam’ın insanlar tarafından
anlaşılan yorumlanan ve üretilen, kültürleştirilen biçimleri de din olarak
algılanmıştır. Beşer olarak Müslümanların çeşitli yorumlarla farklılaştıkları
alan ise burasıdır. Bu farklılıklar, İslam/din değil, dinin farklı
yorumlarından ibarettir. Asla İslam ile özdeşleştirilememelidir. Ancak ülkemiz
özelinde, yakın tarihteki İslamcı düşüncenin gelişim sürecindeki din algısı
bağlamında Türkçemizde İslam, yanına bazı terimler ilave edilerek kullanılmaya
başlamıştır. İslam Hukuku, İslam İktisadı, İslam Mezhepleri, İslam Kapitalizmi,
İslam Sosyalizmi vb. kullanımlar yanlış olmasına rağmen galat-ı meşhur hükmünde
kullanılmaktadır. Bu kullanımda kastedilen ise Müslümanların hukuku, iktisadı,
felsefesi, mezhepleri vs.dir.
1.İdeolojik
Tutum
Müslümanlara arasında ‘Kur’an ve
hadislerin hayata dair bütün bilgileri içerdiği, bireysel ve toplumsal hayatı
bütün ayrıntılarıyla açıkladığı, insanlara ise bunu anlamak ve yaşamak, uygulamak
düşmektedir.’ düşüncesi/algısı
yaygındır.
Kur'an'da, “Ne yaş ne de kuru (hiçbir
şey) yoktur ki, Kitâb-ı Mübînde (apaçık bir kitabda) bulunmasın (En’âm/59)!”
buyruluyor.
"Biz Kur'an'ı sana her şeyin
apaçık bir beyanı olarak indirdik." (Nahl/89)
Kur’ân, kelimenin genelde anlaşılan
anlamıyla bir din kitabı değildir. Kur’ân’ın muhatabı insandır. O, insanı
felâha veya helâke götüren hayat tarzlarını anlatır. Kur’ân’ın ana fikri,
gerçeği açıklamak ve hak yolu göstermektir. Kur’ân gereksiz ayrıntılar üzerinde
durmaz; bir şeyi veya olayı kendi amaç ve hedefine uygun olduğu kadarıyla
anlatır ve sözü tekrar tekrar hakka davete getirir. Bu çağrı, bütün konuların
çevresinde döndüğü ana fikirdir.
Modern dönemde Kur’an’da her şey
vardır diye fizik, kimya, astronomi gibi pozitif bilimlerin sonuçlarının saklı
olduğu iddia ‘Bilimsel Tefsir’, modern siyaset düşüncesi alternatif
olarak ‘İslam Siyasi Nizamı’ hukukun her alanına hitap ettiği düşünülen
fıkıh öğretisinden hareketle ‘İslam Ekonomisi’ söylemi bu anlayışın
yansımasıdır. Ama hakikat gerçekten böyle mi?
Oysa yukarıdaki söylemlerin Kur’an ve
hadisin satır aralarından alınıp dini bilgi olarak sunulan bilgilerin kişisel
görüşler, akıl yürütmeler ve alimler ait ictihat/tercihler olduğu gözden
kaçırılan bir husustur. Modern dönemdeki bu din anlatımı klasik dönemden kalan
yeni bir versiyon olarak karşımıza çıkmıştır. Din adına ileri sürülen
tezlerdeki Kur’an, akıl ve bilime ters düşen tutarsız düşünce ve uygulamaların
varlığı sorgulanmaya başlaması din ve dini yorumlar hakkında şüpheler sebep
olmaktadır. Çünkü uzmanları hariç din ve din yorumları ayırmak kolay değildir.
Geçmişten devralınan ve o dönemler göre makul olan bilgileri bir nitelik
tartışması yapmaksızın günümüz insanlarına sunmak ne dine saygıyı artırır, ne
de sorun çözmeye yarar.
Kur'an ve kainat, Allah'ın iki
kitabıdır. Biri kelam sıfatının, diğeri kudret sıfatının tecellisidir. Allah'ın
kudret sıfatından gelen kainatta da her şey vardır ama, herkes her şeyi
göremez. Mesela, Edison elektriği buluncaya kadar, alemde elektrik vardı. Fakat
insanlar farkında değillerdi. Edison, elektriği yoktan var etmedi; var olan bir
şeyi buldu. Dolayısıyla Edison, Newton, Arşimet gibi bilginler,
tabiattaki kanunların koyucusu değil, bulucusudurlar. Mucidi değil,
keşşafıdırlar.
Bulunan her yeni keşfe veya revaçta
olan teorilere "İşte, Kur'an'da bu da var!" şeklinde İslam vahyinin
mührünü vurmak, ilerde bir takım mahzurları netice verebilir. İlm-i
İlahi'den gelen Kur'an'ın, bir takım, "bilimsel payandalarla"
desteklenmeye ihtiyacı yoktur. Böyle bir destek bulmaya çalışmak,
bilimi asıl, Kur'an'ı ise, ikinci derecede kabul etmek demektir. Hâlbuki asıl
olan, Kur'an'ın ezeli ve ebedi değişmez hükümleridir. Fennin ve ilmin hiçbir
hükmü, Kur'an'a aykırı olamaz. Kainatı yaratan Zat'ın kelamı, kainattaki
kanunlara nasıl aykırı olabilir.
Kütüphanelerimizin raflarını dolduran tarihten devraldığımız
Mızraklı İlmihal, Ahmediye, Muhammediye, Müzekki'n-Nüfus, Kara Davud,
Marifetname, Envarü'l-Aşıkin, Delailü'i-Hayrat, Tarikatü Muhammediye,
Tembihü'l-Cafilin gibi eserler bugün de hem halkın hem de onlara dini anlatma
görevi üstlenen din adamlarının hatta medrese diye bilinen kurumların el
üstünde tuttuğu, halka tavsiye ettiği kitaplardır.
Ramazan aylarında klasik kitapçılık yapan yayınevlerinin durmadan
bilmem kaçıncı baskılarını yaparak halka din öğretme amacını taşıdığına
inanılan bu kitaplar, gerçekten bu görevlerini ne derece yerine getirdikleri
bir yana Kur'an ve sünnete, sahih hadis kitaplarında var olan hadislere uyup
uymadıkları hiç düşünülmeden bol bol tavsiye edilmekte ve satılmaktadır.
2.Ötekileştirici ve Dışlayıcı Tutum
Allah peygamberlere gönderdiği
vahiylerle insanları hak dine davet etmiş, bunu kabul edip etmemenin
sonuçlarını açıklamıştır. Son din olarak İslam’ı göndermiş dinde bir zorlama
olmaksızın (2/256) özgür iradesini kullanarak inanıp inanmamayı bireyin
kendisine bırakmıştır. Gerçek ortaya konduktan sonar dileyen inanır dileyen
inanmaz (18/19).
Müslümanlara düşen, ötekinin
dindarlığını ölçüp biçmek değil, kendileriyle ilgilenip örnek bir Müslüman
olmaya gayret etmektir. İslam içi gruplaşmaları hak-batıl, hidayet-dalalet,
iman-küfür ve sadakat-hiyanet ekseninde tartışmanın zararını yine Müslümanlar
ve İslam görecektir.
Adaletli ve doğru olan bu davranış
iken günümüzde dini gruplar ve kişilerin din korumacılığı yaparak birbirini
dışladığını, din konusunda farklı düşünen ve yazanları satır satır okuyup sapkın
ilan edebilmek için ipuçları aradığını, kendi ölçülerine aykırı buldukları
görüş sahiplerini tekfir edebildiğini, hatta ahiret hakkında da hüküm vererek
cennetten koymaya katlıkları bir trajedidir.
Din anlayışlarının göreceliğinin
farkında olmak, hem kendi anlayışımız üzerinde düşünmeyi durdurmamaya, hem de
başkalarının anlayışlarını anlama çabalarını sürdürmeye neden olur. Bu tutum
ise, hem kendi anlayışımızı dayatıp farklı anlayışa sahip olanları ötekileştirmemizi
önler, hem de kendimizi geliştirmeye yardımcı olur. Çünkü bu yaklaşım,
tarafların birbirini hoşgörüyle karşılayıp sürekli diyalog içinde olmalarını
sağlar. Diyalog insanların birbirlerinin birikiminden yararlanarak kendi
anlayışlarındaki eksik ve yanlışları fark etme, onları giderme imkanını sağlar.
Böylece, “Daha iyi işlerde yarışın” (Bakara,148) ayetinin ruhuna uygun
davranmış oluruz.
3. Ahlakilikten Uzak Şekilci Tutum
İslamın inaç, ibadet, haramlar, helaller ve haramlar ve sosyal
hayata dair bir dizi emir ve yasakları, kural ve tavsiyeleri vardır. Özelikle
ibadetler belli şekil ve şartları yerine getirilirse geçerli olur. Ancak bütün
bunların insanı götürmek istediği bir hedef vardır. O da Allah’ın her an
gözetim ve yardımı altında olduğumuzu, iç dünyamızı onarıp davranışlarımızı
düzeltmek ve ahlaklı ve erdemli birey ve toplum oluşturmaktır. Kur’an’da
Müslümanlara insanlara örnek olacak şekilde vasat bir ümmet olmaları hedef
gösterilir: “Nitekim insanlara şahit olmanız, resulün de size şahit
olması için sizi dengeli (vasat) bir ümmet kıldık…” (2/143)
Dinin toplumsal boyutunu namaz kılma, oruç tutma oranları ve cami
sayısı gibi unsurlarla ölçmeye çalışmak doğru olmadığı gibi mümkün de
değildir. Çünkü din ile toplum arasındaki ilişkiler bu şekilde tespit
edilemez. Dindarlık sadece gözle görebildiğimiz ibadetler, merasimler ve
ibadethanelerden ibaret değildir. Dinî hayatın, dindarlığın görülen ve
görülmeyen yüzü vardır. Camiler, mabetler, simgeler, semboller, kıyafetler,
dinin görünen, şeklî ve maddî boyutlarıdır. Dinin maddî tezahürleri cami
içinde namaz kılanların sayısıdır. Namaz, oruç ve hac insanları her türlü
fuhşiyat ve münkerden uzak tutmasına gelince Allah katında asıl dindarlık, bu
son kısım ile değerlendirilmektedir.
Gündelik hayatımızda insanlara örnek olacak bir ahlakı gösteremiyoruz.
Çünkü ahlakın teorisiyle meşgulüz. Takvanın tanımını teheccüd, evvabin ve
nafile namazlara hasretmekteyiz. Dünyanın, Türkiye’nin neresinde olursa olsun
açlık çeken Müslümanların açlığını gidermeyi, komşuya eziyet etmemeyi, trafikte
yürürken hayvan çiğnememeyi takvanın içinde zikretmiyoruz. Bazen de
ahlaksızlığı dinîleştiriyor; yaptığımız bütün yolsuzlukların, düzenbazlıkların,
hilelerin, dinden meşruiyetini arıyoruz. Çoğu zamanda yasal olanın ahlaki
olduğunu sanıyoruz/savunuyoruz.
Tüm bunları bir bütün olarak yeniden ele almak gerekiyor. Müslümanlar
ahlaktan kopuk bir fıkıhta ısrar ediyor. Oysa ahlak ibadetin gayesi, ibadet
ahlakın vesilesidir. Bütün din anlayışımızı daha çok ahlaktan kopuk, ibadetler
üzerine bina ediyoruz. Hacer-i Esved’i öpmenin bizi cennete götüreceğine
inanıyoruz.
En büyük sekülerlik dinin ahlaktan ayrılmasıdır. Çünkü dinin
ahlaktan ayrılması kendisinden ayrılmasıdır. İslâm dünyasındaki uyanış
hareketlerinin çoğunluğu aklın gücünden ve ahlakla bezenmiş ruhun gücünden çok
siyasetin gücüne talip oldular. Önce ahlak ve maneviyat yerine önce güç ve
iktidar, dediler. İlmî donanımdan, ruhî kemalden önce güç ve makama talip
oldular. İlmin, fikrin, düşüncenin, sanat ve felsefenin gücünün, siyasetin
gücünden üstün olduğunu unuttular.
Günümüz Müslümanları çoğu zaman şekli özün yerine geçirmekte,
amacı gölgelemekte ve unutturmaktadır. İbadetlerin şekil şartlarını rutine
bağlayarak ifa etmeyi dindarlıkta yeterli görmeye başlamaktadırlar. Günümüz
İslam anlatında ve öğretiminde bütün beklenti kuralların formları üzerinde
yoğunlaşmaktadır. Kurallar sihirli değnek gibi görülmekte, onun altında yatan
amacın nasıl ve hangi durumlarda gerçekleşeceği üzerine düşünmekten ısrarla
kaçılmaktadır.
4. Yargılayıcı ve Buyurgan Tutum
Yargılama bireyin konuşma sırasında
muhataplarını, olumsuz nitelemesi ve yaftalamasıdır. Aslında yargılama bir
takım bilgi, araştırma, analiz, sentez ve değerlendirmelerin sonunda varılan
bilişsel bir süreçtir olması bakımından olumlu bir değerlendirme şeklidir.
Yargılayıcı dil ve üslubun
kullanıldığı ortamlarda, alıcılar mesaja karşı direnç oluştururlar. Mesaja
karşı kapanmak, mesajı ötelemek ve savunma yapmak gibi tutumlar geliştirirler.
Bu durum onlarda iletişimin etkisinin azalmasına neden olur. Dini tutum ve
davranışların gelişmesine ve kalıcı hâle gelmesine mani olur. Örneğin, “dini
olumsuzluklara düşmemizin nedeni, sizin dini konulardaki umursamaz davranışlarınızdır”,
“ibadetlerinizde devamlılık göstermiyorsunuz”, günahlarınız karşında tövbe
etmiyorsunuz” vb. gibi ifadelerde bulunmak mesajların anlaşılmasına mani olan
olumsuzluklardır.
İnsanlara din hakkında konuşurken ve
dini anlatırken, açıklarken kolaylaştırıcı ve müjdeleyici olmak, nefret
ettirmemek ve insanları incitmemenin Hz. Peygamberin bir uygulamsı olduğunu
Kur’an haber vermektedir: “Allah'tan bir rahmetle, onlara
yumuşak davrandın. Eğer kaba ve katı yürekli olsaydın onlar çevrenden
dağılırlardı… (3/159).
Bireyin, iletişim sürecinde
muhatabına sık sık emir verir gibi konuşmasına buyurganlık denir. Buyurgan
söylem, kişiler arası iletişimi engelleyen nedenlerden biridir. Çünkü buyurgan
bir dilin kullanılması, insanlara kendini suçlu ve güvensiz hissetmesine neden
olmaktadır. Buyruk olarak algılanan sözler, aşağılanma, saygı duyulmama ve
güçsüz olma duygularının yaşanmasına neden olur. Buyurgan ifadeler, muhatabın
kendine olan saygısını yitirmesine ve öz ben kaybına sebep olur.
Kur’an ayetlerinde duygulu,
ödüllendirici ve ikna edici üslubu da, sert ve tavizsiz bir tutumu ve tehdidi
de bir arada bulunmaktadır. Örneğin müşriklere hitap şekli ile ezilen kesime
hitap şekli değişmektedir. Müminlere de içinde bulundukları duruma uygun bir
dille hitap edilmiştir. Yeri gelmiş uyarılmış ve kınanmış, yeri gelmiş övülmüş
ve müjdelenmiştir.
Buyurganlık sözel iletişim sürecinde
muhataba alternatif bırakmayacak şekilde kesinlik ifade eden kelimeleri
seçmektir. Bu söyleyişte, cümleyi oluş-turan yüklemlerin muhatabı, kendi
benimsediği ve doğru kabul ettiği kural ve ilkelere uydurmak için uyulması
gerekenleri, genel ve mutlak kurallarmış gibi aktarmasıdır. Bu amaçla kurulan
iletişim sürecinde kaynak, alıcısına gönderdiği mesajlarında, genellikle
kelimelerin sonu “meli”, “malı”, ekleri ile bitirmektedir. Yapmalı, etmeli,
gelmeli, gitmeli, kılmalı, bırakmalı vb. gibi kalıplar kullanılır.
5. Sorgulamacı ve Zorlamacı Tutum
Soru sormadan farklı olarak
soruşturma, eksik arama çabası içinde olan söylemlerdir. Muhatabın durumu ile
ilgili olarak varsa eksikliklerini ortaya çıkarmaya çalışmaktır. İnsanların
dini ve ahlaki konulardaki eksikliklerinin ortaya çıkarılmasını sağlayacak bir
söyleme sahip olmaktır.
Sorgulayıcı bir dilin kullanılması
dini iletişim bakımından olduğu gibi ahlaki bakımdan da tasvip edilmeyen bir
davranış şekildir. Sorgulayıcı tutum ve davranışlara, insanlar arsındaki güveni
birlik ve beraberliği ve kardeşliği zaafa uğratıcı davranışlara olarak kabul
edilmektedir. Kur’an’da insanların eksiklerinin ortaya çıkarılmaya
çalışılmasını, kusurlarının ifşa edilmesini ya da onlara kabul edemeyecekleri
bazı yaftalara, isimlere ya da lakaplara takılarak aşağılanmaya çalışılmasını
büyük bir ahlaksızlık olduğu ifade edilmektedir ( Hucurat, 49/12).
Müslümanlara birbirlerine eksiklerini
ve kusurlarını uygun bir dil ve üslupla hatırlatılması gereklidir. Dinde
insanların değerini belirleyen ölçü Allah ile olan içsel bağıdır. Görünüşündeki
verilere göre hüküm vermekle ya da buna göre karar verip sorgulamayı
olumsuzlukları açığa çıkarıcı şekilde kurgulamak, kabul edilebilen bir tutum
değildir.
Zorlamak, birine, boyun eğdirmek, bir şey yaptırmak amacıyla güç kullanmak, baskı yapmaktır. Bir kişinin, inanmadığı halde zorla inandırılmaya çalışılması, yapmak istemediğini bir şeyi baskı ile yaptırılmasıdır.
Zor kullanma, güç kullanma iki türlü olur. Bunlardan ilki, var olan kendi gücünü kullanma diğeri de kendisinin dışındaki gücü kullanmadır. Siyasi, sosyal ve ekonomik kaynaklı gücün kullanımı bir nevi zorlama olarak değerlendirilebilir. Zorlamanın olduğu yerde, adalet ve ahenk yoktur. Kargaşa ve kaos vardır. Çünkü zor kullanma insanın iradesini yok sayma ve saygı duymamaktır.
Her alanda olduğu gibi inanç alanında da zorlama yoktur. Dine giriş dâhil olmak üzere, inançta, ibadette ve ahlakta zorlama yoktur. Hiç kimseye zorla din kabul ettirilemez. İnanmayan birini istememesi halinde baskı ile inançlı hale getirmek insani olmadığı gibi dinî de değildir. Bu konuda Kur’an; "Dinde zorlama yoktur. Çünkü doğruluk, sapıklıktan ayırt edilmiştir. Artık her kim tâğutu inkâr edip, Allah'a inanırsa, sağlam bir kulpa yapışmıştır ki, o hiçbir zaman kopmaz. Allah, her şeyi işitir ve bilir." (Bakara, 2/256)
Dinde zorlama olmadığı gibi zorlaştırma
da yoktur. Kolaylaştırma, kolaylaştırıcı olma vardır. Kolaylaştırma, dinin
gereklerini yerine getirmede söz konudur. Dinde kolaylık ilkesi vardır. Onun
için din kendini kolay olarak tanımlar. Hz. Peygamber’in “Kolayı da
zorlaştırmayın kolaylaştırın” Buharî, 3/72) şeklinde açık beyanları vardır.
6. Kutsamacı Tutum
Din bilginlerinin ürettikleri bilgi
ve yaptıkları yorumlar Kur’an’ın getirdiği dini bilgilerin devamı ve
tamamlayıcısı değil, Kur’an’ı anlamaya dair bilgilerdir. Geçmişteki alimlerin
her şeyi bildiğini hatta günümüzdeki sorunlarda dahil bütün sorunları çözdüğünü
iddia etmek, zannetmek onlara insan üstü bir misyon yüklemektir. Geçmişte ve
günümüzde bazı alimlerin “İctihat kapısı kapanmıştır, selef-i salihinin
ictihatları her şeye kafidir.” İfadeleri
bunun delilidir. Dini ilimler ve alimler zaman üstü, dogmatik ve paket bilgi
üretmezler. Dönemlerine ait bu bilgiler Müslümanların her dönemde varlığını ve
misyonunu devam ettirerek, dinle bağını canlı tutmaya ve duyarlı kalmalarına
yardımcı olurlar.
Klasik kaynaklarda yer alan bilgileri
adeta dokunulmaz görüp/gösterip “Din budur! İsteyen ima eder, isteyen inkar
eder.” ifadeleriyle inanç/akide alanına çekilip bu bilgileri meşrulaştırma ve
kutsama yoluna gitmek ciddi bir saptırmadır.
Dini metinleri anlamada kutsal ve
kutsamacı bakış, ona aşırı saygıyı beraberinde getirmiş, dolayısıyla
uzaklaştırıcı, anlaşılamayan bir özelliğe büründürerek, insanlar bu yolla
değerlerini araştırıp anlamaktan mahrum edilmişlerdir. Bu, zorla yaptırılan bir
eylem değil, bu bakışın beraberinde getirdiği doğal bir sonuçtur. Kur'an'a
abdestsiz dokunamamaktan tutun da, yazıldığı malzemenin mübarek oluşuna kadar
akide haline gelmiş bir yığın hurafe kurgulanmıştır. Apaçık bir kitap olan
Kur'an'ın anlaşılamazlığını ve bunun sonucu Kur'an'sız bir din anlayışını
getirmiş, bu boşluğu "ulu kişiler ve menkıbeleri" ile doldurarak akıl,
ilke ve ölçünün devre dışı kalmasına bilerek ya da bilmeyerek hizmet etmiştir.
7. Genellemeci ve Korkutucu Tutum
Bilinen ya da görülen bireysel
özelliğin, toplumun hepsine aitmiş gibi kabul edilerek, bu kabulden hareketle
genelleme yaparak, buna göre yargıda bulunmaktır. Bir değerlendirmenin
genelleme olup olmadığının ölçüsü, söz söyleyenin sözlerindeki;
"herkes", "her zaman", "daima", "asla"
gibi anahtar kelimelerin bulunmasıdır.
İnsanların din anlatımlarında olumsuz
genellemeleri içeren dil ve üslubun kullanılması, dinin amaçlarına uygun
olmayan bir yaklaşımdır. Bu tür genellemeler toplumsal ayrışmalara neden olur.
Toplumsal yaşam içinde insanların bir birleri ile olan ilişkilerinin
zedelenmesine neden olur.
Eğitim amaçlı kullanılan alanlardan
biri de din eğitim ve öğretimidir. Din eğitim ve öğretimi alanında daha çok korku
duygusundan hareket edilerek, insanlara Allah korkusunun yerleştirilmesi
istenmiştir Allah korkusu insanların yaşantılarında etkin olması gereken
duygulardan biridir. “Kalpleri Allah’a saygı ile dopdolu olup O’na karşı
gelmekten sakınanlar, cennetlerde ve pınar başlarındadır.” (Hicr, 15/45)
İnsanın inancı konusundaki duyarlılığından dolayı, Allah’a olan bağlılığında
bir eksilme yaşamamak için hassasiyet göstermesi ve Allah’ın rahmetinden uzak
olmaktan korkmasıdır. Bu korku birey için yakınlaştırıcı ve bağlılığı artırıcı
korkudur.
Bir de insanların Allah’tan
uzaklaşmalarına neden olan korku vardır. O da İnsanların Allah ’ile
korkutulmasıdır. Bu korku şekli insanların Allah’tan uzaklaşmasına neden olan
korkudur. Çocukların Allah ile korkutulması gibi yetişkinlerin de Allah ile
korkutulması, insanları Allah’tan uzaklaştırıcı korkudur.
Sonuç
Dini metinleri dile getirecek
tercümanın, davetçinin, din eğitimcisinin kişiliği, kimliği, yetkinliği, dili
ve üslubu, metodu gibi konular önem arz etmektedir. Muhatap çocuklar ve gençler
olunca çok daha fazla önem arz etmektedir.
Din eğitimi büyük bir sorumluluk
gerektirir. Din hakkında yazan ya da konuşan herkesin bu sorumlulukla karşı
karşıya olduğunu unutmamalıdır. Dini anlatmak ehliyet ve liyakat gerektirir.
Din Eğitimcisi bilinçli, şuur sahibi olmalı, alanda yeterli, meslek becerisine
sahip ve kendisini sürekli güncelleyen biri olmalıdır. İlahiyat ve İslami
İlimler Fakültelerindeki akademisyenler, mutlaka cami içi din hizmetlerine
katılmalıdır.
Günümüzün çocuk ve gençlerinin
tanınmasını sağlayacak ilgilerini, zaaflarını, beklentilerini, korkularını vb.
tespit ederek çözüm yolları önerecek araştırmalar yapılmalıdır. Çocuklara ve
gençlere din anlatılırken onların yapısına, dokusuna, dünyasına, psikolojisine,
akıl ve anlayış seviyesine dikkat edilmeli, dil pedagojiye uygun olmalıdır. Çocukların
ve gençlerin dilinden anlayan, onların dünyasını tanıyıp bilen, onların
dünyasından onlara hitap edebilen bir din dili yakalanmalıdır. Çocuklarla ve
gençlerle iletişimde buyurgan, baskıcı, dikteci bir dilden uzak durulmalı,
onların kalbine dokunacak bir din dili kullanılmalıdır. Çocuklarla ve gençlerle
iletişim kurabilmek için karşılıklı ilişkilerde onlara sevgi, değer, anlayış ve
güven ortamı oluşturmalıdır. Çocuklara ve gençlere yaşanabilir bir din
anlatılmalıdır. İnsanüstü bir din anlatımının gerçeklikten uzak olduğu ve böyle
bir anlatımın çocuğun ve gencin hayatına dair hiçbir şey söylemeyeceği dikkate
alınmalıdır. Dini alanda çocukların ve gençlerin dikkatini çekebilecek
nitelikli dergiler, romanlar ve hikâyeler artırılmalıdır. Çocukların ve
gençlerin yoğun ilgi duyduğu ve en çok beslendiği internet alanı boş bırakılmamalıdır.
Onların dikkatini çekecek internet siteleri, video ve sosyal medya kanalları ve
diğer özgün alanlar oluşturulmalıdır. Din Eğitiminin oyunlarla, bilmecelerle,
bulmacalarla, tekerlemelerle vb. gerçekleştirilmesi çocuklarımıza, gençlerimize
eğlenerek öğrenmenin yollarını açacak, öğrenilenlerin kolay ve kalıcı olmasını
sağlayacaktır.
İnsanı doğru yoldan saptıran ayartıcı
unsurları yok sayan bir anlayış ve dil yerine, bu unsurlara rağmen Müslümanca
bir hayat yaşamanın yolları anlatılmalıdır. Sanat dili ihmal edilmemelidir.
Gençler tiyatro, müzik, televizyon, sinema gibi sanat alanlarından
beslenmelidir. Sanat alanlarında çocukların ve gençlerin dikkatini çekebilecek
alternatif, özgün, eserler üretilmelidir. Din dili ile dini sadece dil ile
aktarmak anlaşılmamalıdır. Başta çocuklar ve gençler olmak üzere muhatabı en
çok davranışların, söylem eylem birliğinin etkilediğini unutmamak gerekir.
Yorumlar
Yorum Gönder