DİN HAYATTAN NASIL ÇIKARTILDI?
DİN HAYATTAN NASIL ÇIKARTILDI?
Dinin Hayattan Çekilme Süreci
Hz. Peygamberin vefatından sonra ortaya
çıkan yorumlar ve uygulamalar, dine dönüşünce…
Din, önce çeşitli nedenlerle ve ihtiyaçlarla, asırlarca
içinde üretilmiş ilave hükümlerle; sayısız emirlere ve yasaklara, kısaca
kurallara boğuluyor. Daha sonra insan ürünü sayısız bu kurallara, dönemsel
veya yerel yorumlar demek yerine, din deniyor.
Bir süre sonra, sayısı belirsiz, bu kadar çok
kurala uymak oldukça zorlaşıyor, hatta imkânsızlaşıyor. Neden?
Çünkü “Yalandan talandan, cana kıymaktan,
haksızlıktan ve zorbalıktan uzak durun vb.” ilahi buyruklar ile dönemsel veya
yerel üretilen “dişleri misvakla fırçalayın; Kur’an’a abdestli dokunun; eve sağ
ayakla ve tuvalete sol ayakla girin; şalvar giyin ve sarık takın vb.” insani
kuralların önemi, değeri ve ağırlığı birbirine eşitleniyor.
Bir de yetmezmiş gibi, efendiler icat edip
kurtuluş yolunun onlara bağlanmaktan geçtiği iddia ediliyor. Böylece insana, “Şefaat
(:aracılık) olmadan kurtuluş mümkün değildir” mesajı veriliyor. Bunun sonucu, kurtarıcılara
ihtiyaç doğunca, toplumda sömürgen ve kemirgen kutsal aracılar türüyor.
Tüm bunların sonucu ne mi oluyor? Temel
hakları esas alan gerçek din yaşanmaz hale geliyor.
Sonuç olarak Dünya’da, hem din
istismarcılarına iş çıkıyor, hem insanlar onlara muhtaç ediliyor, hem de ahiret
adına halkın geleceği ve umutları, oluşturulan bu kutsal sınıfa
bağlanıyor. Bu kutsal sınıfa körü körüne, daha da sıkı tutunsunlar diye bu
kişilerin elini eteğini öptürme seansları düzenleniyor. Onların borazanları
ise, topluma ait tüm ortamlarda sabah akşam bunların propagandasını yapıyor.
Çağdaş
İslami Düşüncenin Değerlendirilmesi
Mevdudi
ve Seyyid Kutup çizgisi, bir “düşünce” birikimi olmaktan çok, batılı fikir
akımlarına karşı İslam’ı savunma çabasının ürünü olan öze dönüş hareketini temsil
ediyordu. Yüzyılın başlarından itibaren Orta Asya’da Cedit hareketi, İran’da
usûliyye ekolü, Osmanlı Türkiyesinde Yeni Osmanlılar ve Meşrutiyet dönemi
İslamcılığı, Arap dünyasında Cemalettin Afgani ve Muhammed Abduh’un yenilikçi
ekolü ve Selefilik, Kuzey Afrika’da Senusilik gibi fikri ve siyasi boyutları iç
içe geçmiş akımların ortaya çıkışı, İslami düşünce yelpazesinin ana çerçevesini
oluşturmaktadır.
İran
devriminin düşünce yapısı Seyyid Kutup ve Mevdudi’ye oranla “inanç” merkezli
değildi, “zulüm ve kıyam” kavramlarıyla ifade edilen bir devrimci isyan çağrısı
olarak temayüz etmişti. Humeyni’nin önderliği ve Ali Şeriati’nin devrimci
yorumları, Müslüman gençlik için Seyyid Kutup düşüncesiyle sentezlenebilen
heyecan verici bir ortam oluşturmuştu. Yukarıdakiler kadar popüler olmasa da,
Muhammed İkbal, Muhammed Hamidullah, Fazlurrahman, Malik bin Nebi, Said Nursi
gibi düşünürlerin eğitimli gençliğe ulaşan bir fikri damar da bulunuyordu.
Bütün bu “uyanış ve diriliş” çabalarının yanında neo geleneksel yapılar olarak
dini akımlar ve tarikatlar da her zaman varlığını koruyordu. Tarikat yapılanmaları
fikri bir iddia ve politik bir gelecek tasavvurundan yoksundur. Bu gibi yapılar,
her zaman muhafazakârlığı besleyen yapılar olmuştur. Tabiri diğerle siyasilerin
oy deposudur. Siyaset ve cemaat/tarikat karşılıklı olarak bir koyup beş alma
çabası içinde birbirini ütmeye çalışırlar.
İslam
tarihinde örneği bolca görüldüğü gibi,
fikir adamları ve ekoller, zamanla taraftarları eliyle donuklaştırılma
akıbetinden kurtulamamıştır. Bu yapıların üzerine aynı derinlikte ne yeni bir
şey eklenebildi ne de ilmi eleştiriye tabi tutuldular. Mevdudicilik, Kutupçuluk,
Nurculuk türünden kişi-bağımlı ekoller haline geldiler. Çağdaş İslam düşüncesi kendisini
doğuran koşullar hesaba katılarak eleştiriye tabi tutulmalıdır.
Tarih,
yeni bir dünya ve yeni bir insanlık durumunu işaret etmektedir. Fukuyama,
Huntington, Toffler gibi aydınların öne sürdüğü gelecek tasarımları,
enformasyon teknolojisindeki gelişmeler, genetik bilimindeki keşifler, bütün
dünyada kimlik ve anlam arayışları, yeniden sahneye çıkan Asyalı güçler,
küreselleşme, ulus devlet, değişim, dönüşüm, piyasa, demokrasi, sekülerlik,
din, yeni iletişim teknolojileri, çevre ve insan hakları kavramları etrafında
süren tartışmalar, Ortadoğuda devam eden savaş ve terör, etnik ve mezhebi fanatizme dayalı
çatışmalarla başı dönen bir dünyada yaşıyoruz. Hiçbir şeyin eskisi gibi
olmayacağına dair söylemler yüksek sesle dillendiriliyor. İslam âleminin
yaşadığı iç sorunlar, çatışmalar ve zaaf halinin düzelebileceğine olan inanç
giderek zayıflıyor. Ne önceki fikri dinamizm ve canlı tartışmalar, ne de yüzyıl
önceki gibi kuvvetli bir ayakta durma ve savunma refleksimiz var.
Yeniden İhya İçin İlkeler
Bu
açıdan baktığımızda İslam düşüncesinin kendisini yenileyebilmesi Kur’an
merkezli yeni bir bilinç ve ihya hareketine ihtiyaç vardır. Bunun için;
1-
Özgünlük ve Evrensellik:
Müslüman zihinler, İmam-ı Azam, İbn Sina, İbn-i Haldun, İbn Rüşd gibi
alimlerdeki özgünlüğü ve güveni yitirmiş görünmektedir. Müslümanlarda
sorunların çözümü noktasında Kur’an merkezli halis niyetlerden çok, mezhebi,
meşrebi ve kişisel hesap ve kaygılar baskın çıkmaktadır. Bu nedenle Müslüman
kafaların, sadece sadra şifa olması niyetiyle ve bütün insanlığa hitap
ediyormuşçasına bir öz güven, özgünlük ve din diliyle düşünmeye, üretmeye başlaması
gerekir.
2-
Doğru düşünme metodu:
Müslümanlar yaklaşık altı asırdır statik ve donuk Aristo mantığına mahkûm
edilmiştir. Müslümanların olay ve olguları çok yönlü, birbiriyle bağlantılı,
zaman ve mekân boyutu içinde, iç ve dış faktörlerle/bağlamlarla birlikte
kavramaya/düşünmeye yarayacak, değişim, dinamizm, çatışma ve ilerleme
bağlamlarını tespit edecek diyalektik bir düşünce metoduna sahip olmaları
gerekmektedir.
3-
Özgür araştırma/tartışma ortamı: Müslümanların kendi aralarında oluşturmaları gereken
eleştiri ve tartışma ahlakı, her fikrin ifade edilebileceği bir ortamı gerekli
kılar. Böyle bir ortam olmadığı müddetçe, eleştiri yıkıcı bir işlev görecektir.
Özgür bir tartışma ortamı için, öncelikle kendini dinin sahibi gibi gören ve düşüncelerini
ayete ve hadise söylettiren kafa yapısının tartışma dışı bırakılması
gerekmektedir. İlk defa duyduğu fikre tepki gösterip İslamı kimseye
bırakmayanların tarih boyunca birçok cinayete sebep olduğu ve birçok değerli
âlim ve filozofun katline zemin hazırladığı unutulmamalıdır. Din adına konuşan,
sadece benim düşüncelerim doğru iddiasında olan, Müslümanların özgürce düşünme
ve ifade etme haklarını ayet ve hadisleri maksadının dışında yorumlayarak
yasaklayan kafaların muhatap alınmaması gerekiyor.
İslamı
ideolojik malzeme gibi kullanan, gelişmelerin önünü tıkayan, İslam’ın saygınlık
ve özüne aykırı bir konuma düşmesine yol açan zihniyet tarzı ciddi bir eleştiriye
tabi tutulmalıdır.
Müslümanlara “eşyada asıl olan ibahadır (serbestliktir)”
ilkesiyle, ‘yani hakkında apaçık bir dini kural olmayan her şey serbesttir’
esprisiyle hayatın içinde kendine özel kimlikler edinebilmenin
yolunu açmak gerekir. Her Müslüman, siyaset, kültür, ticaret ya da sanatla
uğraştığında bu alanların kendi dili, mantığı, kuralları ve kimliğini
kazanabilmeli ve bizatihi kendi alanının en iyi, en kaliteli, en başarılı
düşünce ve pratiklerini üretebilmelidir.
Din Amaç mı Araç mı?
İslam, Yahudilik ve Hristiyanlığın yaşadığı türden hayattan
çekilme ve dünyevi iddialarından vazgeçmediği gibi tam tersine inanç
ve hükümleri itibarıyla hayatın her alanına dair ilke ve kurallar koyduğuna
göre, İslam 21. Yüzyılda varoluşunu nasıl gerçekleştirecektir?
Bu
sorun, Din’in ve din kurallarının amaç olmaktan çıkarılması ve Endülüslü alim
Şatibi’nin ortaya koyduğu bir usülle yani bu kuralların amacının tespitiyle
”Mekasidu’ş-Şeria”(Şeriatın maksatları) bağlamında çözümlenebilir.
Allah,
yaratıp sorumluluk yüklediği insanı, kötülükle ilahi kaynaklı iyiliğin
arasındaki doğru bir tercih yapma imtihanına tabi tutmaktadır. Bu imtihan,
dünya hayatında iyilik yoluyla gerçek ve ebedi bir varoluşu hak etmenin fırsatı
ve imkanı manasındadır. Allah, bu amaçla peygamberler göndererek insanlara
doğru ve yanlışı ayırma (furkan), doğru ve iyiden yana tercih yapma (hidayet),
doğru yolda yürüme (rehber) ve kötülükten uzak durmasını (öğüt)
sağlayacak kelam/vahiy ile konuşmuştur. Vahyin amacı, insanların iyilik ve
adaletten yana tercih yapmalarını sağlamak, unuttuklarını hatırlatmak, kötülük
ve zulümden uzak tutmak ve yaşam imtihanını Allah’ın kendisinden istediği yol
üzere yaşamaktır. Kur’an’ın kendisi değil, gösterdiği ve tanımladığı yol
anlamında dindir. Kur’anı Kerim’de şir’a (yolu belirleme) beş
yerde, din (yolun muhtevası) 85 yerde ve İslam (yola girme, uyma) kelimesi de
161 yerde kullanılmıştır. Bu kelimelerin kendisi bir maksadı ifade etmemekte;
Tevhid, adalet, iyilik, ahlak ve barışın egemenliğini sağlama “yol”unu bir
maksat olarak insanlara sunmaktadır. “Din” olarak telakki edilen kurumlaşmış
kurallar bütününü savunmak ve egemen kılmak “maksat” haline gelmiştir. Din, Hz.
Peygamber ve Kuran insanlara bir yol göstermekte, insanlar ise bu yolda gitmek
yerine bu yolu “gösteren” parmağa bağlanmayı “dindarlık” olarak telakki
etmektedirler.
Dinin
zaman içinde statükoların bir parçasına dönüşmesi, kurumsallaşarak yaşanan
hayatın dondurulmasını sağlayan muhafazakâr kültürün temeli olması, insanın
huzur ve mutluluğu yerine, politik çatışmaların kaynağına dönüşmesi, tarihte
bolca görülen bir sapma örneğidir.
Müslümanlar,
“Dinlerini kendilerine ve insanlığa bir zindan ve zahmete” dönüştüren
yorumlardan arınarak, gerçekten bir “rahmet ve felah” yolu olarak kavramanın
çabası içinde olmalıdır.
İbadetlere
İndirgenen Din
Hayatın
bütününe hitap eden Kur’an/İslam sadece ibadetlerden müteşekkil din haline
getirilir. Dinin bir bölümü olan ibadetin dinin tamamı olarak görülmesi
durumunda din hayattan koparılır. Sonuçta sapma ve şiddetin kaynağı olur (Tarikatler
ve Deaş örneği gibi).
Farklılıkları
kavga sebebi olarak görmek dinin hayattan koparılışına sebep olmaktadır. Çünkü
insanlar bunlar arasından hangisi doğru (Bunu pek az insan düşünür. Çünkü dahil
olduğu gruba ömür boyu devam eder.) veya daha kendi aralarında kavgalılar diye
dinden uzaklaşıyorlar. Bireyin dinden kopması dinin hayattan, tolumdan kopması
demektir.
İhtilaf
etmek’le, nizalaşma’yı birbirine karıştırmamak gerekir. İhtilaf etmek,
nizalaşmak değildir. Kur’an’ın hiçbir yerinde ihtilaf yasaklanmamış,
yerilmemiştir. Aksine ihtilafın kozmik/kevnî bir kanun olduğu vurgulanmış, dillerin
ve renklerin ihtilafı/farklılığı, gece ve gündüzün ihtilafı/farklılığı Allah’ın
ayetlerinden biri olarak takdim edilmiştir.
“Allah’a
itaat edin, O’nun elçisine de. Ve birbirinize düşmeyin, sonra başarısız
olursunuz, kokunuz/rüzgârınız gider.” (Enfal 8.46)
Böyle Giderse
"İleride
bir gün 'şimdi de namaz adlı oyunlarıyla Türkiye’den gelen ekibin geleneksel
folklor gösterisini izliyoruz' anonsunu duyduğunuzu bir düşünün" diyen
Eliaçık hoca, semah ve sema'nın çoktan o yola girdiğini söyledi. Bu gidişatın
durdurulması gerektiğini kaydeden Eliaçık hoca, " Din hayata nasıl
dönecek? Bu gidişi nasıl durduracağız? Tabiki Kur’an’ı tarih, hayat ve tabiat
bağlamında yeniden yorumlayarak. İkbal’in dediği gibi önce düşünceyi
temizleyerek ve İslam’da dini düşünceyi yeniden inşa ederek… Bu bir dinde
reform çabası değildir. Tam tersi tarih, hayat ve tabiat ile bağları
kopartılarak deforme olmuş zihinlerdeki algıyı dönüştürme çabasıdır. Yani
zihinlerimiz zaten deforme olmuş durumda. Bunun için dinde değil; din
anlayışlarında reform şarttır.
"YENİ KUŞAK BU DİNE SAHİP ÇIKMALIDIR..." Bir zamanlar hayatın
çığlığı olarak doğmuş bir dinin, yaşamla bağının koparılmasının, tarihin ve
hayatın gerisine düşmesi anlamına gelir. "Onun da artık bir eski çağ
metni, lahuti bir ayin sesi olmasıdır. Yerini hayatın ortasından yani evler,
sokaklar ve caddelerden ıssız tapınaklara taşımasıdır… Madem öyle, genç, diri
ve yepyeni bir kuşak ona sahip çıkmalı ve bu dini doğduğu yere tekrar
döndürmelidir. Kur’an’ı orada anlamalı, yorumlamalı ve yaşamalıdır. Şehrin arka
sokaklarına dağılmalı, hayatın mecralarına girmeli, şehrin temposuyla birlikte
atmalı, Kur’an’ı gerçek hayat kitabı olarak yeniden “okuma”lıdır… Aksi halde
görünen köy klavuz istemez; büyük bir saygıyla din hayattan çekiliyor."
Geçmiş Geleceğin Medivenidir
Dinde, değişkenlerin sabitelerinin yerine, fer’î olanın aslî olanın yerine, kültürel olanın vahyin yerine, yerel olanın evrensel olanın yerine, adetin ibadetin yerine karıştığı günümüzde yeni inşa ve ihya için İslâm düşüncesinin yeniden okunması, tartışılması, karşılaştırılması ve yorumlanması bir zorunluluk arz etmektedir. Yeni bir medeniyetin inşası bu kaynaklar ile nasıl bir ilişki kuracağımızın usûl ve metodolojisini ortaya koymakla mümkündür. Çünkü İslâm düşünce tarihi bir bütün olarak birbirine bağlıdır.
Günümüz İslam dünyasının aydınları bu medeniyet çatışmasında bütün bir
insanlığı ilgilendiren son derece önemli bir mesuliyeti taşımaktadırlar. İslam
düşünce geleneğinin günümüzde varlık-bilgi-değer sistemindeki yozlaşmadan kaynaklanan
medeniyet bunalımına çözüm olacak şekilde yeniden sistemleştirilmesi sadece
müslüman toplumlar için değil bütün bir insanlık için yeni ufuklar açacaktır.
Özetle: Bütün
zamanlarda ve bütün toplumlarda daima kendisiyle karşılaşılan evrensel bir olgu
olan din, insanı hem içten hem dıştan kuşatan, onun düşünce ve davranışlarında
kendini gösteren bir disiplindir. Kişi tarih boyunca kendisinin insanüstü
bağları bulunduğunu, ihtiyaçları için onu aşan bir yüce kudrete yönelmesi
gerektiğini düşünmüştür.
İnsan, anlam arayan ve anlamla yaşayan bir varlıktır. Anlam onun için bir
ihtiyaçtır. Anlam arayışı da bu ihtiyacın bir dışavurumudur. İnsan her ne kadar
dünyalık hazlar ve işler peşinde koşsa da kendiyle baş başa kaldığında varoluş
sebebini, adalet- merhamet-kulluk-ölüm-ahiret gibi konular akıl ve kalp
dünyasına girer.
İnsanın hayatında bir gerçek olarak kendisini hissettiren dini inançlar,
bireyin davranışlarını etkileyerek bütün hayatını kuşatmaktadır. İnsanlığın
tümü düşünüldüğünde, dinin, insan hayatında, kendini hissettiren evrensel bir
olgu olduğunu çok az kişi inkâr edecektir. Dinin insanın varoluşuyla başlayan
varlığı insanla birlikte sürüp gidecek gibi görünmektedir. Din, arzularıyla,
istekleriyle, hedefleriyle insanı bir bütün olarak saran ve onu kuşatan bir
unsurdur. İnsanın her türlü arzusunda bir şekilde kendisine yer edinmektedir.
Dinin hayatın ekonomiyle, siyasetle, sanatla, fikirle, eğlence ve
zevklerle kısacası her alanın belirleyicisidir. Din ve hayatı bir ve aynı gören bakış açısıyla
ferdî ve içtimaî hayatın her sahası dinin emir ve yasaklarına göre şekillenir.
Parçayla yetinmeyip bütünü arzulamak İslam’ın bizden beklediğidir. Çünkü
kendisi parçalarla yetinmeyip bütünü istemektedir. İçtimai hayatınız benim, iç
dünyanız sizin demiyor. Camide benimle, sokakta bir başınasınız demiyor.
Kazanırken ben varım, harcarken yalnızsınız demiyor. Her zaman ve her şartta
bütün hayatımızı şekillendirmeye talip oluyor. Kısacası İslam bize “hayat
benim” diyor.
Kur’an’da sosyal ilişkilere ve sosyal değerlere işaret eden olumlu ve
olumsuz kavramlar vardır.
Olumlu kavramlar: Adalet, barış, hoşgörü, samimiyet iyilik, tevazu,
cömertlik, itidal, merhamet, dürüstlük,
yardımlaşma, bağışlayıcılık, güler yüzlülük ve dostluktur.
Olumsuz kavramlar: zulüm, savaş
kötülük, ihanet, tekebbür, cimrilik, aşırılık, eziyet düşmanlık, tutuculuk ve
ikiyüzlülüktür.
Müslümanlar dini ibadetlere indirgemeyip olumsuz kavram ve davranışları
kendileri terk edip yayılmasına da güzel şekilde engel olurlarsa ve olumlu
kavram ve davranışları da hep kendileri örnek olarak yapar ve toplumda
yaygınlaşması bütün sosyal medyayı kullanarak engellemeye çalışırlarsa din
hayata hakim olmaya başlar.
Yorumlar
Yorum Gönder