TARİHSEL OLDUĞU İDDİA EDİLEN AYETLER ÜZERİNE (1)
TARİHSEL OLDUĞU İDDİA EDİLEN AYETLER ÜZERİNE (1)
Son iki yüzyıldır siyasi, askeri, ekonomik, toplumsal ve kültürel
pek çok alanda Batı karşısında büyük sarsıntılar geçiren İslam dünyası, bir
çıkış yolu bulmanın yol ve yöntemini aramış, mevcut durumu aşma noktasında
çeşitli yaklaşımlar ve tavır alışlar ortaya koymuştur. İşte bunlardan biri olan
tarihselci yaklaşımdır.
Öncelikle şunu kaydetmek gerekir ki, Batı menşeli olan tarihselci
yaklaşım bu haliyle tamamen modern seküler paradigmanın bir ürünü olarak zuhur
etmiştir. Aslında böyle bir düşüncenin arkasında yatan en belirleyici etken hiç
kuşkusuz ilahi olanın sorgulanmasıdır. İster ilahi bir kaynağın olamayacağını
vehmederek tüm vahyi verileri tarihsel kabul etsin, isterse ilahi bir kaynağı
kabul etmekle birlikte vahyi verilerin tarihsel bir yapıda olduğunu düşünsün en
temelde bu yaklaşım Batı'nın kendi iç çelişkilerinden doğan bir yaklaşımdır.
Fakat aynı yaklaşımı Müslümanların Kur'an'a yönelik olarak göstermeleri
anlaşılır ve izah edilir görünmemekledir. Kur'an ne kendi kendisiyle ne de dış
gerçeklikle bir çelişki içerisinde değildir. Tabiidir ki bugün Batı'nın
ürettiği tüm değerleri evrensel görmek Kur'an'la bunların bir çelişki
oluşturduğunu kabul etmek demek olur. Bu anlaşılabilir de. Oysa tarihselci yaklaşanların
tutarlı olmak için modern değerleri de tarihsel görmeleri gerekmektedir. Zaten
modern değerlerin tarihsel kabul edilmeleri sorunu kökünden çözecektir.
Bugün ise tarihselciler açısından asıl problem, Kur'an'ın Batı'nın
ürettiği bilimsel verilerle çatışır görülmesinden daha çok onun sosyal, siyasi,
hukuki ve ekonomik değerleriyle çatışır olmasında yatmaktadır, Kur'an'ın
modernitenin asli değerleriyle çatıştığı bir gerçektir. İslam ile moderniteyi
uzlaştırmak istemek ve bunun için tarihselciliğe başvurmak ne moderniteyi
kendinde bırakır, ne de İslam'ı.
Müslüman olduğunu söyleyen insanların Batı değerlerini baz almaları
ve düşüncelerini onun üzerine temellendirmeleri oldukça tutarsızdır. Çünkü
Kur'an modern paradigmaya karşın kendisi tamamen farklı bir tasavvur ve dünya
görüşü önermektedir. Bu nedenle iki ayrı dünyayı aynı merkezde toplayan
eklektik bir yaklaşım bütünüyle yeni problemler getirecektir. Aslında bu
eklektik tutumun nedeni ifade edildiği gibi, Batı değerlerini yüceltmekten
kaynaklanmaktadır.
Kur’an’ın tarihsel bir metin olduğu seklindeki tartışmalar, ilk defa 19.
Yüzyılın ikinci yarısından itibaren Hint Alt Kıtasındaki klasik İslâm modernistleri
tarafından başlatılmıştır. Bu düşünce daha sonra
aralarında farklılıklar bulunmakla beraber Fazlur Rahman, Hasan Hanefî,
Muhammed Arkoun ve Nasr Hâmid Ebû Zeyd tarafından günümüze kadar taşınmıştır.
“Bu Allah’ın sözüdür” diyerek bir metnin (Kuran’ın) İlahiliğini
kabul edip de sonra bu metinle “ciddiyetsiz” ve “onda açık arar” tarihselci bir
yaklaşımla ilişki kurmak ve söylemlerde bulunmak bir çelişkidir.
Bir metne iki açıdan bakılır. Biri metnin “neliği”
diğeri “tutarlılıktır”. Kur’an “neliği” onun Allah’ın sözü olmasıdır. Kur’an’ın
“tutarlılığı” ise şüphe ve çelişki içermemesidir.
Tarihselcilik, nesih teorisinin modern söylemidir.
Nesih teorisine göre ayet ayeti, hadis ayeti ve ictihat ayeti nesheder. Nesih
teorisi de tarihselcilik teorisi de öngörüsüz bir Allah tasavvurunun
tezahürüdür.
Her
öğreti yerelde tarihin bir kesiminde doğra bu onun tarihsel olduğu anlamına
gelmez. Ve her öğreti ilkelerini, değerlerini, hükümlerini yereldeki
örneklerden alır. Örneğin Allah ayette “Devenin nasıl yaratıldığına
bakmıyorlar mı?” (Gaşiye/17) diyerek yaratmasındaki
mükemmelliğe dikkat çekerek deve üzerinden kendisinin Alîm, Kadîr, Hakîm
isimlerine dikkat çekiyor. Siz kutup ayısı, zürafa, fil, kartal, balina vb.
kainat ayetlerini vahiy üzerinden okuyup üretebilirsiniz. Deve nasıl çöl
şartlarına uygun yaratılmışsa kutup ayısının da o iklime uygun ayartıldığını
üretilebilir, düşünülebilir. Allah Mekke toplumunun hiç bilmediği kutup ayısını
örnek verseydi bu mesajı anlaşılmaz kılardı. Kadının hukukunu korumak için
zihar örnek veriliyor. Vahiy İran, Çin veya Afrika ülkelerinden birisinde
gelseydi oradaki kadının hukukunu korumak için yerelden örnek verilirdi. Asıl
olan mesajın verildiği zamandaki olguya takılıp kalma değil ortaya konulmak
istenen ilke, hukuk, adalet ve erdeme yönelmektir.
Tarihselciliğin doğuşuna dair süreci,
batıdaki tarihselcilerin görüşlerini ve İslam dünyasındaki tarihselci
düşünürlere dair uzun izahatlar yazımızın çerçevesini aşacaktır. Bu konulara
dair çalışmalar piyasada mevcuttur. Biz burada mushaf sırasına göre tarihsel
olduğu iddia edilen ayetlerin tarihsel olmadığına dair açıklamalarda
bulunacağız.
“Ey İsrailoğulları! Size verdiğim nimetimi hatırlayın, bana
verdiğiniz sözü yerine getirin ki ben de size vadettiklerimi vereyim. Yalnızca
benden korkun.” (Bakara/40)
“Ey İsrâiloğulları! Size verdiğim nimetimi ve sizi insanlara üstün
kıldığımı hatırlayın.” (Bakara/47)
“Yazıklar olsun kitabı kendi elleriyle yazıp sonra onu az bir
değere satmak için "Bu Allah katındandır." diyenlere. Yazıklar olsun
elleriyle yazdıklarından dolayı onlara, yazıklar olsun kazanmış olduklarından
dolayı onlara.” (Bakara/79)
“İsrailoğullarına sor, onlara nice açık ayet verdik. Kendisine
geldikten sonra kim Allah'ın nimetini değiştirirse, Allah cezası şiddetli
olandır.” (Bakara/211)
Bu ayetlerin muhataplarının Medine döneminde Müslümanlarla ilişki
içinde olan İsrailoğulları olup bugünkü İsrailoğullarıyla ilgisi yoktur diye
tarihsel olduğu iddia edilmektedir.
Bakara/40 ve 47. ayetlerde insan(lar)a verilen nimetler
İsrailoğulları üzerinden hatırlatılmakta sizlerde onlar gibi nimetlere
nankörlük etmeyin denilmektedir.
Bakara/79. ayette yine İsrailoğulları üzerinden insanların
(alimlerin) ürettikleri dini metinlere vahiy muamelesi yapılmaması uyarısı
yapılmaktadır. Müslümanların da mevcut metinlerden dolayı bugün fırkalara
ayrılmaları buna şahittir.
“Hitap Yahudileri göz önüne almasına rağmen, önceki peygamberlerin
ümmetlerinin düştüğü durumlara karşı müminleri de uyarmayı amaçlar. Bu nedenle
bir taraftan Yahudilerin ahlâkî zayıflıkları, din hakkındaki yanlış kanaatleri,
çarpık düşünce şekilleri ve bâtıl hayat tarzlarına teker teker değinilirken,
diğer taraftan Müslümanların hak yolu açıkça görüp, sapık yollardan sakınmaları
için gerçek dinin ne olduğu gözler önüne serilmektedir.”[1]
“Ey iman edenler! ‘Bizi güt’ demeyin. ‘Bizi gözet’ deyin ve dinleyin. Kâfirler için
elim bir azap vardır.” (Bakara/104)
Bu ayetin Medine dönemindeki Müslümanlara yönelik bir hitap olduğunu,
bugün Müslümanların Hz. Peygambere bu şekilde hitap etmesinin söz konusu
olmadığı ifade edilerek ayetin tarihsel olduğu söylenmektedir.
Hz.
Peygamber tarafından Müslümanlara bilgi öğretilince, Müslümanlar,
"Ey Allah’ın Resulü! Bizi de gözet, bize de gerekeni yap ki, anlayabilelim
de muhafaza edelim." anlamında, "Raina!" derlerdi, Yahudilerin
de Süryani veya İbrani dilinde buna yakın ve sövme, küfretme manasına gelen bir
kelimeleri vardı. Bu kelime, idi ve karşılıklı sövüşme, küfürleşme manasına
idi. Yahudiler, Müslümanların Hz. Peygamber, bizi de gözet ve koru manasındaki
bu kelimeyi duyduklarında hemen fırsatı ganimet bilerek, bununla Hz.
Peygamberi çağırır oldular. Ancak niyetleri Hz. Peygambere küfretmek ve hakaret
idi. Müminler bu sözü kullanmaktan men olundular. Dolayısıyla, aynı anlama
gelen, kelimesini kullanmaları kendilerinden istendi. Bu da bakmaktan ve
gözetmekten gelir.[2] Nesefi ayetin tarihsel
arka planını böyle izah etmektedir. Bu ayet müminlerin Müslüman olmayanların
oyununa, tuzağına gelmemelerini ders vermektedir. Ayet Müslümanlara İslam dışı
kelime ve kavramlarla düşünmeme uyarısı yapmaktadır.
“Sana hilalleri soruyorlar. De ki "O insanlar ve hac için
belirlenmiş vakitlerdir. Evlere arkalarından girmeniz erdem değildir. Gerçek
erdem kişinin takvasıdır. O halde evlere kapılarından girin.[3] Allah’a karşı takvalı
olun, umulur ki kurtuluşa erersiniz.” (Bakara/189)
İslam öncesi cahiliye adetlerinden hac ile ilgili bir uygulamayı
düzelmek için indirildiği söylenen bu ayet, açıkça görüldüğü üzere bugün
karşılığı bulunmayan bir hususa işaret ettiği söylenerek tarihsel olduğu kabul
edilmektedir.
Bu ayetin yorumunda Muhammed Esed şöyle söylemektedir: “Yani,
gerçek erdemlilik, imanî meselelere “arka kapıdan” yaklaşmak, yani yalnızca
çeşitli dinî vecîbelerin ifası için konulmuş şekil ve sürelere uymaktan ibaret
değildir (karş. 2:177). Bu şekil ve süre sınırlamaları, kendi başlarına ne
kadar önemli de olsalar, her eyleme onun ruhsal “giriş kapısı”ndan, yani
Allah'a karşı sorumluluk bilinci duyarak yaklaşılmadıkça, gerçek hedeflerine
ulaşmış olamazlar. Bâb (“kapı”) kelimesi, mecazî olarak “bir şeye nüfûz
etmenin, yahut ona ulaşmanın yolları”nı gösterdiğinden (bkz. Lane I, 272), “bir
eve (ön) kapısından girme” mecazı, klasik Arapça'da çoğunlukla bir probleme
doğru yaklaşımı anlatmak için kullanılır (Râzî).”[4]
Kısaca ayette batıl inançların terk edilmesi ve bir işi usulüne
göre yapmaya mecaz yoluyla işaret edilmektedir.
“… Onlar size karşı savaşmadıkça Mescid-i Haram yanında onlarla
savaşmayın. Sizinle savaşırlarsa siz de onları öldürün. Kâfirlerin cezası işte
böyledir.” (Bakara/191)
“Haram aylara saygı ve bu aylardaki saldırmazlıklar karşılıklı
olmalıdır. Öyleyse kim size bu aylarda saldırırsa, siz de aynı şekilde onlara
karşılık verin. Allah'a karşı takvalı olun ve bilin ki Allah, muttakilerle
beraberdir.” (Bakara/194)
“Sana haram olan ayı ve onda savaşmayı soruyorlar. De ki
"Onda savaşmak büyük bir günahtır. Ancak insanları Allah yolundan
alıkoymak, onu inkâr etmek, Mescid-i Haram’ın ziyaretini engellemek ve halkını
oradan çıkarmak ise, Allah katında (günah olarak) daha da büyüktür. Fitne
öldürmekten daha beterdir. Eğer güçleri yetse, sizi dininizden geri çevirinceye
kadar sizinle savaşmayı sürdürürler. Sizden kim dininden geri döner ve kâfir
olarak ölürse, artık onların bütün amelleri dünyada da, ahirette de boşa
çıkmıştır. Onlar cehennemliklerdir ve orada sürekli kalacaklardır.”(Bakara/217)
Bu üç ayet için Kur’an’ın nüzul dönemindeki olayların muhatapları
olan aktörler hakkındadır ve o muhataplar bugün mevcut değildir diye ayetleri
tarihsel saymaktadırlar.
Haram aylarda savaşmamak üzere Mekkeli müşriklerle Medineli
Müslümanlar arasında anlaşma yapılmıştır. Mekkeli müşrikler anlaşmayı bozarak
Müslümanların Mescid-i Haram’ı ziyaretini engellemek istemişlerdir. Allah da bu
ayetlerde Müslümanların kendilerini savunmalarına izin vermektedir. Ayetlerde
haram aylarda savaşmamaya vurgudan daha çok anlaşmanın bozulmasına vurgu
vardır. Dolayısıyla ayetlerin mesajı evrenseldir.
“Sana içkiyi ve kumarı sorarlar. De ki "Onlarda hem büyük
günah, hem de insanlar için çıkarlar vardır. Ama günahları çıkarlarından daha
büyüktür. Yine sana neyi infak edeceklerini sorarlar. De ki "İsteyerek
vazgeçtiklerinizi. "Böylece, Allah dünya ve ahiret hakkında derin
düşünesiniz diye size ayetlerini açıklıyor.” (Bakara/219)
Ayetteki kumarı ifade eden “meysir”, veresiye alınan bir deve 10
veya 28 parçaya ayrılıyor, kurada kazananlar bu parçalardan alır, kura
çıkmayanlar ise devenin parasını öderlerdi. Bu Kur’an’ın indirildiği dönemdeki
bir kumar çeşidini anlatıyor diye ayetin tarihsel olduğu iddia edilmektedir.
Ayette, bir kumar çeşidinden bahsediliyor. Bu ayete göre diğer
kumar çeşitleri kıyas edilerek Müslümanların bütün kumar çeşitlerinden uzak
durmaları öğüt verilmektedir. Örneğin günümüzde toto, loto, at yarışı ve milli
piyango gibi uygulamaların da kumar bir tür kumar olduğu gibi.
“İşleriyle ilişkiye girmemeye yemin edenler için dört ay bekleme
süresi vardır. Eğer bu süre içinde vazgeçerlerse, Allah bağışlayıcıdır,
merhametlidir.” (Bakara/226)
Müslümanların bugün bu ayetin varlığından haberleri yok veya İslam
coğrafyasında böyle bir uygulama yok diye ayetin tarihsel olduğu iddia
edilmektedir.
Müslümanım diyen birisinin Kur’an’dan haberi olmaması kabul edilir
bir şey değildir. Bütün İslam coğrafyasında böyle bir araştırma yapılmış mı? Ayet
kadınların hukukunu korumak, erkeğe ağzına geleni söyleme ve aklına geleni
yapma keyfiliğine son vermesini öğütlemektedir.
“Boşanmış kadınlar kendi kendilerine üç âdet süresi kadar
beklerler. Eğer o kadınlar Allah'a ve ahiret gününe inanıyorlarsa, Allah'ın
rahimlerinde yarattığını (:hamile olduklarını) gizlemeleri onlara helal
değildir. Kocaları da bu arada barışmak isterlerse, onları geri almaya
(başkalarından) daha çok hak sahibidirler. Kadınların örfe uygun biçimde
sorumluluklarına benzer hakları da vardır. Kocalar eşleri üzerinde önceliğe
sahiptirler. Allah Azîz’dir, Hakîm’dir.” (Bakara/228)
“İçinizden ölenlerin geride bırakmış olduğu hanımlar, kendi
başlarına dört ay on gün beklerler. Bekleme süreleri sona erdiğinde, onların
kendi haklarında uygun olanı yapmalarında size bir sakınca yoktur. Allah
yaptıklarınızdan haberdardır.”(Bakara/234)
Teknoloji devrinde bu kadar beklemeye ne gerek var! Ultrason ile
kadınlar hamile olup olmadığını öğrenebilirler diye ayetin tarihsel olduğu
iddia edilmektedir. Kadınların çoğu hamile olduklarında adet görmezler. Bu
Allah’ın koyduğu biyolojik bir yasadır. Bu zamana kadar kadınlar bu ve diğer
biyolojik yasaya göre hamile olduklarını öğrenmişledir. Ayette boşanmış
kadınlara beklemeleri gereken süre onların tekrar evlilik kurumunu kurtarmaları
için tanınan bir süredir.
“De ki "Eğer Allah'ı seviyorsanız bana tâbi olun ki Allah da
sizi sevsin ve suçlarınızı bağışlasın.” Allah bağışlayıcıdır, merhametlidir.” (Al-i
İmran/31)
Ayetin asıl muhataplarının, kendilerinin Allah’ın çocukları ve
sevgilileri olduklarını iddia eden Yahudi Ka’b ve arkadaşları olduğu, yani
ayetin Müslümanlara yönelik olarak inen bir ayet olmadığı iddia edilerek
tarihsel olduğu iddia edilmiştir.
Ayetin sebeb-i nüzulü bu şekilde olabilir. Fakat bu anlamının
evrenselliğine mani değildir. Allah sevgisi sadece sözle yerine getirilecek bir
sorumluluk değildir. Allah’ı sevdiğini söyleyen kişi Hz. Peygamberle gönderilen
Kur’an vahyini kendisine hayat rehberi edinir. Bu Müslümanlardan olur, gayr-i
Müslimlerden olur fark etmez.
"Ey kitap ehli! İbrahim
konusunda ne diye tartışıyorsunuz? Tevrat da, İncil de ondan sonra
indirilmiştir. Hiç aklınızı kullanmıyor musunuz?" (Al-i İmran/65)
“Kitap ehlinden öyleleri vardır ki,
yüklerle emanet etsen onu sana geri verir; onlardan öylesi de vardır ki, ona
bir dinar emanet etsen, sen onun tepesine dikilip durmadıkça onu sana ödemez.
Bu onların "Ümmiler konusunda üzerimizde bir sorumluluk yoktur."
demelerindendir. Onlar, bile bile Allah hakkında yalan söylerler.” (Al-i İmran/75)
“Onların hepsi bir değildir. Kitap
ehlinden, istikametli bir ümmet vardır ki Allah’ın ayetlerini okuyarak gece
vakitlerinde secdeye kapanırlar. Allah'a ve ahiret gününe inanırlar, mârufu
emreder, münkerden menederler ve hayırlarda yarışırlar. İşte onlar
salihlerdendir.” (Al-i İmran/75)
“Kitap ehlinden Allah'a, size
indirilene ve kendilerine indirilene huşu duyarak inananlar vardır. Onlar
Allah'ın ayetlerini az bir değere satmazlar. İşte bunların mükâfatları Rableri
katındadır. Allah hesabı çok çabuk görendir.” (Al-i İmran/199)
Dört ayette Hz. Peygamber döneminde
yaşamış bir takım kitap ehlinin davranışından bahsedilmektedir. Dolayısıyla
günümüze dair bir şey ifade etmiyor ve söylemiyor diye ayetler tarihsel olarak
kabul edilmektedir.
Bu ayetlerde bir topluluğun, bir
milletin veya bir ülkenin bütün bireylerinin hepsinin kötü veya hepsinin iyi
olmadığı gerçeğinin altı çizilmektedir. Bir topluluğun içindeki kötü bir insanın
bulunması o topluluğu kötü yapmaz. Ya da iyi bir topluluğun içindeki kötü bir
insan, o topluluk iyi diye o kötü insan da iyi sayılmaz. “…Hiç kimse
başkasının sorumluluğunu yüklenmez…” (7/164, 17/15, 35/18, 39/7, 53/38). Yukarıdaki
ayetler bu ayetteki ilke üzerinden değerlendirilmelidir. Bu ayette ilke
yukarıdaki dört ayette de örnekler ortaya konulmuştur.
“Eğer yetim kızlar konusunda adaleti
yerine getiremeyeceğinizden korkarsanız, bu durumda, uygun gördüğünüz
kadınlardan iki, üç ve dörde kadar nikâhlayın. Şayet aralarında adaleti
sağlayamayacağınızdan korkarsanız, o zaman bir eşle; yani, (nikah yoluyla)
meşru olarak sahip olduklarınızla yetinin.
Bu adaletten ayrılmamanız için daha uygundur.” (Nisa/3)
“İçinizden hür mü’min kadınları
nikâhlamaya güç yetiremeyenler, o zaman sağ ellerinizin malik olduğu mü’min
kızlarınızdan alsın. Allah sizin imanınızı daha iyi bilendir. Sonuçta mü’min
olarak hepiniz birbirinizdensiniz. Öyleyse iffetli yaşamaları, fuhuşta
bulunmamaları ve gizli dost edinmemeleri şartıyla ailelerinin izniyle onları
nikâhlayın. Onlara mehirlerini mâruf bir şekilde verin. Evlendikten sonra,
fuhuş yapacak olurlarsa, özgür kadınlar üzerindeki cezanın yarısını uygulayın.
Bu, sizden sıkıntıya düşmekten endişe edip korkanlar içindir. Sabrederseniz
sizin için daha hayırlıdır. Allah bağışlayıcıdır, merhametlidir.” (Nisa/25)
“Allah'a kulluk edin, hiçbir şeyi
O'na ortak koşmayın. Anne babaya güzellikle davranın. Yakın akrabaya,
yetimlere, yoksullara, yakın komşuya, uzak komşuya, yanınızdaki arkadaşa, yolda
kalmışa ve gücünüz altındakilere de güzellikle davranın. Allah büyüklük taslayıp
böbürlenenleri sevmez.” (Nisa/36)
Bu üç ayetteki “ma meleket
eymanukum / ellerinizin altında bulunanlar” ifadesi tefsir ve meallerde yanlış
olarak cariye diye çevrilmektedir.
“Sağ elinin sahip olduğu”, deyimi
“antlaşma yoluyla sahip olunan” demektir. El, “güç” demektir. Bu deyim; güç
yolu ile üzerinde tasarruf etme hakkına sahip olduğunuz, antlaşma yoluyla sahip
olunanlar, sorumluluğu üstlenilenler, bakmakla yükümlü olunanlar, meşru şekilde
sahip olunanlar, himayeniz altında olan, sorumluluğunu üstlendiğiniz gibi
anlamlara gelmektedir.[5]
Kölelik (boyunduruk altında olma)
Kur’an’ın nüzul ortamında toplumsal bir vaka idi. Kur’an zihar ve adam öldürme
gibi durumlarda kefaret olarak bir köleyi özgürlüğüne kavuşturmayı
emretmektedir. Hz. Peygamber hayatta iken Kur’an ile faiz, zina, içki, kumar, boşama,
insan öldürme, hırsızlık, kölelik gibi ahkâma dair ve namaz, oruç, hac, umre
gibi ibadetlere dair meseleleri çözmüştür. Ancak Emevi iktidarının Kur’an’a
parçacı ve pragmatik yaklaşımı sonucu sonradan gelenler kölelik Kur’an’ın bir
emriymiş gibi devam ettirme gayreti içinde olmuşlardır. Üstelik tarihi
bilgilere bakıldığında Hz. Peygamberin vefatından sonra “Falan sahabenin veya
alimin şu kadar kölesi vardı. Onlardan şu kadarını azad etti.” tibi tezat
oluşturan anlatımlarda cömertlik adı altında anlatılmaktadır.
“Erkekler kadınları gözetirler. Zira
Allah’ın birini diğerine tercih etmesi, erkeklerin mallarından harcaması
nedeniyledir. Saliha kadınlar, gönülden
itaat edenler, Allah’ın korumasını emrettiği mahremiyetlerini koruyanlardır. Nüşuzundan korktuğunuz kadınlara öğüt verin, yataklarda yalnız
bırakın, bir süreliğine ayrılın. Size itaat ederlerse aleyhlerinde bir yol
aramayın. Allah yücedir, büyüktür.”
(Nisa/34)
Ayetteki “qavvamûn” kelimesine tefsir
ve meallerde erkeğin aile reisi olduğu, dolayısıyla bu ayetin indiği toplumdaki
erkeğin ailenin geçiminde sorumlu olduğu için sosyal yapıyı ve paradigmayı
ortaya koyduğu, günümüzde ise kadının da aile bütçesine katkıda bulunmasından
dolayı bunun söz konusu olmadığı iddia edilerek ayet tarihsel kabul
edilmektedir.
Ayete erkeğin aile reisliğinden
bahsedilmemektedir. Ailenin yönetimi eşler arsındaki anlaşmaya bağlıdır. Bu
anlayış, erkek egemen yorumların Kur’an’ın emriymiş gibi gösterilmesi
sonucudur.
“Kendilerine kitaptan bir pay
verilenleri görmez misin? Onlar, cibt’e ve tağuta inanıyorlar ve inkâr edenler
için, "Bunlar, iman edenlerden daha
doğru yoldadır." diyorlar.” (Nisa/51)
Günümüzde cibt ve tağuta tapan
Yahudiler söz konusu olmadığı için ayetin tarihsel olduğu iddia
edilmektedir. Cibt ve tağutun cansız
putlar olduğu doğru değildir. Bunlar insanı Allah’ın yolundan alıkoyan her
şeydir. Bu kimi zaman put, kimi zaman bir insan, kimi zamanda bir sistem
olabilir. Allah Yahudiler üzerinden bir mantığı açıklıyor. Hiçbir zaman inkar
edenler, iman eden müminlerlerden tevhidi kabul etmekte doğru yolda olamazlar.
“Ey iman edenler! Allah'a itaat edin,
resule itaat edin ve sizden olan emir sahiplerine de. Eğer bir şeyde
anlaşmazlığa düşerseniz, -Allah'a ve ahiret gününe de inanıyorsanız- artık onu
Allah'a ve resule götürün. Bu, daha hayırlı ve sonuç bakımından da daha
güzeldir.” (Nisa/59)
Ayette “resule itaat edin” ifadesi
Hz. Peygamber hayatta iken ona itaati içerdiğinden dolayı tarihsel kabul
edilmektedir. Oysa ayette anlatılan Hz. Peygamber hayatta iken size bildirdiği
vahye peygamber üzerinden itaattir. Bugün Müslümanlar da vahye itaat üzerinden
Hz. Peygambere itaat etmektedirler.
“İçlerinde olup onları namaza
kaldırdığında, onlardan bir grup, seninle birlikte kalksın ve silahlarını
alsınlar, bunlar secde ettiklerinde, diğerleri arkanızda olsunlar. Namaz
kılmayan diğer grup gelip seninle namaz kılsın, onlar da korunma araçlarını ve
silahlarını alsınlar. İnkâr edenler, size aniden bir baskın yapabilmek için
silahlarınızdan, erzak ve mühimmatınızdan ayrılmış olmanızı isterler. Yağmur
dolayısıyla bir güçlüğünüz varsa veya hastaysanız, silahlarınızı bırakmanızda
bir sakınca yoktur. Tedbirinizi alın. Allah kâfirler için alçaltıcı bir azap
hazırlamıştır.” (Nisa/102)
Bu ayet, ayetin indiği dönemdeki
savaş şartlarından bahsettiği, günümüzde bu şartlar olmadığı için tarihsel
olduğu iddia edilmektedir.
Ayet her durumda namazın kılınmasına
vurgu yapmaktadır. Müslümanlar Kur’an’da savaş böyle anlatılıyor diye tarih
boyunca savaşta savaş düzeni, savaş
biçimi ve savaş araç gereçleri hususunda yerinde saymış değillerdir.
“Ey iman edenler! Allah’ın
nişanelerine, haram aya, süslenmiş kesilecek hayvanlara, Rablerinden bir lütuf
ve rıza isteyerek Beyt-i Haram’a gelenlere saygısızlık etmeyin. İhramdan
çıktığınız zaman avlanabilirsiniz. Mescid-i Haram’a girmenizi engellediği için
bir topluma olan kininiz, sizi aşırı gitmeye sevk etmesin. Erdem ve takvada
yardımlaşın, günah ve düşmanlıkta
yardımlaşmayın. Allah’a karşı takvalı olun. Allah, cezası şiddetli olandır.”
(Maide/2)
Ayette süslenmiş kesilecek hayvanlar,
ihramdan sonra avlanabilirsiniz, ifadeleri vahyin nüzul ortamına ait vakıalar
olduğundan dolayı tarihsel olduğu iddia edilmiştir.
Ayette Allah’ın koyduğu şeaire saygı
gösterilmesi emredilmiştir. Allah’ın
koyduğu şeaire her zaman saygı gösterilmelidir. İhramdan sonra
avlanabilirsiniz, ifadesi ise o zaman insanların hayatlarını devam ettirebilmesi
rızıklarını avlayarak elde etmeleri bir zorunluluktu. Bugün insanlar
hayatlarını devam ettirmek için avlanmaları gerekmiyor, hem de imkânsızdır,
gereksizdir. Günümüzde gıda endüstrisi gelişmiştir. Hayatını avcılıkla devam
ettirmek için avcılık yapanlar hariç. Ayet Mekke-Medine bulunup hac vazifesini
yerine getirmek isteyenlerin ihramdan çıktıktan sonra hayatlarını devam ettirebilmek
için işlerinin başına dönmelerine işaret ediyor.
“Leş, kan, domuz eti, Allah’tan
başkası adına kesilen, boğulmuş, bir yerine vurularak öldürülmüş, düşüp ölmüş,
boynuzlanmış, yırtıcı hayvanlar tarafından kısmen yenilmiş olanlar -ölmeden
önce yetişip kestikleriniz hariç- ve dikili taşlar adına kesilen hayvanlar ve
fal oklarıyla kısmet aramanız size haram kılınmıştır. Bunlar fısktır (:yoldan
çıkma). Bugün kâfirler, sizin dininize karşı ümitlerini kesmişlerdir. Onlardan
çekinmeyin, benden çekinin. Bugün dininizi kemale erdirdim, üzerinizdeki
nimetimi tamamladım ve sizin için din olarak İslam’a razı oldum. Kim, şiddetli
açlık dolayısıyla zorda kalırsa, günaha istekle yönelmeden bu hayvanlardan
yiyebilir. Allah bağışlayıcıdır, merhametlidir.” (Maide/3)
Sana, kendilerine neyin helal
kılındığını soruyorlar. De ki “Temiz olanlar size helal kılınmıştır. Allah’ın
size öğrettiği şekilde yetiştirdiğiniz avcı hayvanların sizin için tuttukları
avlar üzerine Allah’ın adını anarak yiyin. Allah’a karşı takvalı olun. Allah
hesabı çok çabuk görendir.” (Maide/4)
“O, size sadece leşi, kanı, domuz
etini ve Allah'tan başkası adına kesilmiş olanı haram kıldı. Fakat kim mecbur
kalırsa, haksızlığa sapmamak ve sınırı aşmamak üzere yiyebilir. Çünkü Allah
bağışlayıcıdır, merhametlidir.” (Nahl/115)
Ayetlerde günümüzde gıdalarda domuz
etinden başka bir yasağın geçerliği kalmamış diye tarihsel olduğu kabul
edilmiştir.
Vahyin koyduğu bu yasaklar her zaman
geçerlidir. İnsanın mecbur kaldığında sınırı aşmamak üzere bu yasaklanan
şeylerden yenmesi ise istisnai durumlardır.
“Biz Hıristiyanlarız diyenlerden de
misak almıştık. Onlar da kendilerine hatırlatılandan birçoğunu unuttular. Bu
yüzden aralarına kıyamete kadar sürecek düşmanlık ve kin saldık. Allah
işleyip durduklarını kendilerine haber verecektir.” (Maide/14)
Bu ayetteki Hıristiyanların vahyin
iniş sürecindeki Hıristiyanlar olduğu ileri sürülerek ayetin tarihsel olduğu
iddia edilmiştir.
Ayet Hıristiyanlar üzerinden insanın
verdiği söze sadık kalması vurgulanmıştır. İnsanların verdikleri sözü yerine
getirmemeleri durumunda Allah’ın bunu kendilerine haber verip hesap soracağı
vurgulanmaktadır.
“Yahudiler “Allah’ın eli sıkıdır”
dediler. Söylediklerinden dolayı elleri bağlandı ve lanetlendiler. Oysa
Allah’ın elleri açıktır, dilediği gibi harcar. Rabbinden sana indirilenler,
onların çoğunun azgınlığını ve inkârını artıracaktır. Onların arasına kıyamete
kadar sürecek düşmanlık ve kin saldık. Savaş ateşini ne zaman körükleseler
Allah onu söndürür. Yeryüzünde fesat çıkarırlar. Allah fesat çıkaranları
sevmez.” (Maide/64)
“İman edenlere düşmanlıkta insanların
en şiddetlisi olarak Yahudileri ve şirk koşanları bulursun. İman edenlere
sevgice en yakın olarak da "Biz Hristiyanız." diyenleri bulursun. Bu,
onların arasında büyüklük taslamayan keşişler ve rahipler bulunmasındandır.”
(Maide/82)
“Resule indirileni işittiklerinde,
hakkı tanıdıklarından dolayı onların gözlerinin yaşla dolduğunu görürsün.
Derler ki “Rabbimiz! İman ettik, bizi de şahitlerle beraber yaz.” (Maide/83)
“Rabbimizin bizi salihler
topluluğuyla bir araya getirmesini umarken ne diye Allah’a ve bize gelen
gerçeğe iman etmeyelim ki?” (Maide/84)
Maide/64 teki Yahudilerin Kur’an’ın
indiği dönemdeki Yahudiler olduğu için ayetin tarihsel olduğu iddia edilmiştir.
Ayet, vahyin indirildiği dönemden
sonra da değişik milletlerin Allah hakkında yakışık almayan sözlerine karşı,
Kur’an bütünlüğünde cevap verilip müminlerin Allah tasavvurlarını sağlam tutmak
üzere müminlere bir örnek ve sorumluluk vermektedir. Mesela Türkler, evlenen
gençlere ve ebeveynlerine “Allah
utandırmasın.” demektedirler. Allah kimseyi utandırmak için insanı yanlış
yapmaya zorlamamaktadır.
Maide/82 de müminlerin en azılı
düşmanları olarak belirtilen Yahudiler ve müşriklerin Kur’an’ın indirildiği
dönemdeki Yahudiler ve müşrikler olduğu ileri sürülerek ayetin tarihsel olduğu
iddia edilmiştir.
Tarihçe sabittir ki özellikle
Yahudiler ve kısmen de müşrikler sadece inananların değil bütün insanlığın
başına bela olmuşlardır. Günümüzde Yahudilerin Filistin halkına yaptıkları,
Osmanlı Devletini parçalamaları bunun en bariz örneklerindendir.
Maide /82. Ayetten başlayarak Hz.
Peygambere gelen vahyi kabullenen Hıristiyanlardan bahsedilerek Allah’ın
tevhide teslim olanları överek diğer ehli kitabı imana teşvik etmektedir.
Müellefe-i kuluba sadaka verilmesini emreden ayetler de müminlere temiz fıtrat
üzere olan ehl-i kitabı gözetmeleri vurgulanmıştır.
Yorumlar
Yorum Gönder