TARİHSEL OLDUĞU İDDİA EDİLEN AYETLER ÜZERİNE (1)

 

TARİHSEL OLDUĞU İDDİA EDİLEN AYETLER ÜZERİNE (1)

Son iki yüzyıldır siyasi, askeri, ekonomik, toplumsal ve kültürel pek çok alanda Batı karşısında büyük sarsıntılar geçiren İslam dünyası, bir çıkış yolu bulmanın yol ve yöntemini aramış, mevcut durumu aşma noktasında çeşitli yaklaşımlar ve tavır alışlar ortaya koymuştur. İşte bunlardan biri olan tarihselci yaklaşımdır.

Öncelikle şunu kaydetmek gerekir ki, Batı menşeli olan tarihselci yaklaşım bu haliyle tamamen modern seküler paradigmanın bir ürünü olarak zuhur etmiştir. Aslında böyle bir düşüncenin arkasında yatan en belirleyici etken hiç kuşkusuz ilahi olanın sorgulanmasıdır. İster ilahi bir kaynağın olamayacağını vehmederek tüm vahyi verileri tarihsel kabul etsin, isterse ilahi bir kaynağı kabul etmekle birlikte vahyi verilerin tarihsel bir yapıda olduğunu düşünsün en temelde bu yaklaşım Batı'nın kendi iç çelişkilerinden doğan bir yaklaşımdır. Fakat aynı yaklaşımı Müslümanların Kur'an'a yönelik olarak göstermeleri anlaşılır ve izah edilir görünmemekledir. Kur'an ne kendi kendisiyle ne de dış gerçeklikle bir çelişki içerisinde değildir. Tabiidir ki bugün Batı'nın ürettiği tüm değerleri evrensel görmek Kur'an'la bunların bir çelişki oluşturduğunu kabul etmek demek olur. Bu anlaşılabilir de. Oysa tarihselci yaklaşanların tutarlı olmak için modern değerleri de tarihsel görmeleri gerekmektedir. Zaten modern değerlerin tarihsel kabul edilmeleri sorunu kökünden çözecektir.

Bugün ise tarihselciler açısından asıl problem, Kur'an'ın Batı'nın ürettiği bilimsel verilerle çatışır görülmesinden daha çok onun sosyal, siyasi, hukuki ve ekonomik değerleriyle çatışır olmasında yatmaktadır, Kur'an'ın modernitenin asli değerleriyle çatıştığı bir gerçektir. İslam ile moderniteyi uzlaştırmak istemek ve bunun için tarihselciliğe başvurmak ne moderniteyi kendinde bırakır, ne de İslam'ı.

Müslüman olduğunu söyleyen insanların Batı değerlerini baz almaları ve düşüncelerini onun üzerine temellendirmeleri oldukça tutarsızdır. Çünkü Kur'an modern paradigmaya karşın kendisi tamamen farklı bir tasavvur ve dünya görüşü önermektedir. Bu nedenle iki ayrı dünyayı aynı merkezde toplayan eklektik bir yaklaşım bütünüyle yeni problemler getirecektir. Aslında bu eklektik tutumun nedeni ifade edildiği gibi, Batı değerlerini yüceltmekten kaynaklanmaktadır.

Kur’an’ın tarihsel bir metin olduğu seklindeki tartışmalar, ilk defa 19. Yüzyılın ikinci yarısından itibaren Hint Alt Kıtasındaki klasik İslâm modernistleri tarafından başlatılmıştır. Bu düşünce daha sonra aralarında farklılıklar bulunmakla beraber Fazlur Rahman, Hasan Hanefî, Muhammed Arkoun ve Nasr Hâmid Ebû Zeyd tarafından günümüze kadar taşınmıştır.

 

“Bu Allah’ın sözüdür” diyerek bir metnin (Kuran’ın) İlahiliğini kabul edip de sonra bu metinle “ciddiyetsiz” ve “onda açık arar” tarihselci bir yaklaşımla ilişki kurmak ve söylemlerde bulunmak bir çelişkidir.

 

Bir metne iki açıdan bakılır. Biri metnin “neliği” diğeri “tutarlılıktır”. Kur’an “neliği” onun Allah’ın sözü olmasıdır. Kur’an’ın “tutarlılığı” ise şüphe ve çelişki içermemesidir.

 

Tarihselcilik, nesih teorisinin modern söylemidir. Nesih teorisine göre ayet ayeti, hadis ayeti ve ictihat ayeti nesheder. Nesih teorisi de tarihselcilik teorisi de öngörüsüz bir Allah tasavvurunun tezahürüdür.

 

Her öğreti yerelde tarihin bir kesiminde doğra bu onun tarihsel olduğu anlamına gelmez. Ve her öğreti ilkelerini, değerlerini, hükümlerini yereldeki örneklerden alır. Örneğin Allah ayette “Devenin nasıl yaratıldığına bakmıyorlar mı?” (Gaşiye/17)  diyerek yaratmasındaki mükemmelliğe dikkat çekerek deve üzerinden kendisinin Alîm, Kadîr, Hakîm isimlerine dikkat çekiyor. Siz kutup ayısı, zürafa, fil, kartal, balina vb. kainat ayetlerini vahiy üzerinden okuyup üretebilirsiniz. Deve nasıl çöl şartlarına uygun yaratılmışsa kutup ayısının da o iklime uygun ayartıldığını üretilebilir, düşünülebilir. Allah Mekke toplumunun hiç bilmediği kutup ayısını örnek verseydi bu mesajı anlaşılmaz kılardı. Kadının hukukunu korumak için zihar örnek veriliyor. Vahiy İran, Çin veya Afrika ülkelerinden birisinde gelseydi oradaki kadının hukukunu korumak için yerelden örnek verilirdi. Asıl olan mesajın verildiği zamandaki olguya takılıp kalma değil ortaya konulmak istenen ilke, hukuk, adalet ve erdeme yönelmektir.

 

Tarihselciliğin doğuşuna dair süreci, batıdaki tarihselcilerin görüşlerini ve İslam dünyasındaki tarihselci düşünürlere dair uzun izahatlar yazımızın çerçevesini aşacaktır. Bu konulara dair çalışmalar piyasada mevcuttur. Biz burada mushaf sırasına göre tarihsel olduğu iddia edilen ayetlerin tarihsel olmadığına dair açıklamalarda bulunacağız.

 

“Ey İsrailoğulları! Size verdiğim nimetimi hatırlayın, bana verdiğiniz sözü yerine getirin ki ben de size vadettiklerimi vereyim. Yalnızca benden korkun.” (Bakara/40)

“Ey İsrâiloğulları! Size verdiğim nimetimi ve sizi insanlara üstün kıldığımı hatırlayın.” (Bakara/47)

“Yazıklar olsun kitabı kendi elleriyle yazıp sonra onu az bir değere satmak için "Bu Allah katındandır." diyenlere. Yazıklar olsun elleriyle yazdıklarından dolayı onlara, yazıklar olsun kazanmış olduklarından dolayı onlara.” (Bakara/79)

“İsrailoğullarına sor, onlara nice açık ayet verdik. Kendisine geldikten sonra kim Allah'ın nimetini değiştirirse, Allah cezası şiddetli olandır.” (Bakara/211)

Bu ayetlerin muhataplarının Medine döneminde Müslümanlarla ilişki içinde olan İsrailoğulları olup bugünkü İsrailoğullarıyla ilgisi yoktur diye tarihsel olduğu iddia edilmektedir.

Bakara/40 ve 47. ayetlerde insan(lar)a verilen nimetler İsrailoğulları üzerinden hatırlatılmakta sizlerde onlar gibi nimetlere nankörlük etmeyin denilmektedir.

Bakara/79. ayette yine İsrailoğulları üzerinden insanların (alimlerin) ürettikleri dini metinlere vahiy muamelesi yapılmaması uyarısı yapılmaktadır. Müslümanların da mevcut metinlerden dolayı bugün fırkalara ayrılmaları buna şahittir.

“Hitap Yahudileri göz önüne almasına rağmen, önceki peygamberlerin ümmetlerinin düştüğü durumlara karşı müminleri de uyarmayı amaçlar. Bu nedenle bir taraftan Yahudilerin ahlâkî zayıflıkları, din hakkındaki yanlış kanaatleri, çarpık düşünce şekilleri ve bâtıl hayat tarzlarına teker teker değinilirken, diğer taraftan Müslümanların hak yolu açıkça görüp, sapık yollardan sakınmaları için gerçek dinin ne olduğu gözler önüne serilmektedir.”[1]

“Ey iman edenler! ‘Bizi güt’ demeyin.  ‘Bizi gözet’ deyin ve dinleyin. Kâfirler için elim bir azap vardır.” (Bakara/104)

Bu ayetin Medine dönemindeki Müslümanlara yönelik bir hitap olduğunu, bugün Müslümanların Hz. Peygambere bu şekilde hitap etmesinin söz konusu olmadığı ifade edilerek ayetin tarihsel olduğu söylenmektedir.

Hz. Peygamber tarafından Müslümanlara bilgi öğretilince, Müslümanlar, "Ey Allah’ın Resulü! Bizi de gözet, bize de gerekeni yap ki, anlayabilelim de muha­faza edelim." anlamında, "Raina!" derlerdi, Yahudilerin de Süryani veya İbrani dilinde buna yakın ve sövme, küfretme manasına gelen bir kelime­leri vardı. Bu kelime, idi ve karşılıklı sövüşme, küfürleşme manasına idi. Yahudiler, Müslümanların Hz. Peygamber, bizi de gözet ve koru manasındaki bu kelimeyi duyduklarında hemen fırsatı ganimet bilerek, bu­nunla Hz. Peygamberi çağırır oldular. Ancak niyetleri Hz. Peygambere küfretmek ve hakaret idi. Müminler bu sözü kullanmaktan men olundular. Dolayısıyla, aynı anlama gelen, kelimesini kullanmaları kendilerinden istendi. Bu da bakmaktan ve gözetmekten gelir.[2] Nesefi ayetin tarihsel arka planını böyle izah etmektedir. Bu ayet müminlerin Müslüman olmayanların oyununa, tuzağına gelmemelerini ders vermektedir. Ayet Müslümanlara İslam dışı kelime ve kavramlarla düşünmeme uyarısı yapmaktadır.

“Sana hilalleri soruyorlar. De ki "O insanlar ve hac için belirlenmiş vakitlerdir. Evlere arkalarından girmeniz erdem değildir. Gerçek erdem kişinin takvasıdır. O halde evlere kapılarından girin.[3] Allah’a karşı takvalı olun, umulur ki kurtuluşa erersiniz.” (Bakara/189)

İslam öncesi cahiliye adetlerinden hac ile ilgili bir uygulamayı düzelmek için indirildiği söylenen bu ayet, açıkça görüldüğü üzere bugün karşılığı bulunmayan bir hususa işaret ettiği söylenerek tarihsel olduğu kabul edilmektedir.

Bu ayetin yorumunda Muhammed Esed şöyle söylemektedir: “Yani, gerçek erdemlilik, imanî meselelere “arka kapıdan” yaklaşmak, yani yalnızca çeşitli dinî vecîbelerin ifası için konulmuş şekil ve sürelere uymaktan ibaret değildir (karş. 2:177). Bu şekil ve süre sınırlamaları, kendi başlarına ne kadar önemli de olsalar, her eyleme onun ruhsal “giriş kapısı”ndan, yani Allah'a karşı sorumluluk bilinci duyarak yaklaşılmadıkça, gerçek hedeflerine ulaşmış olamazlar. Bâb (“kapı”) kelimesi, mecazî olarak “bir şeye nüfûz etmenin, yahut ona ulaşmanın yolları”nı gösterdiğinden (bkz. Lane I, 272), “bir eve (ön) kapısından girme” mecazı, klasik Arapça'da çoğunlukla bir probleme doğru yaklaşımı anlatmak için kullanılır (Râzî).”[4]

Kısaca ayette batıl inançların terk edilmesi ve bir işi usulüne göre yapmaya mecaz yoluyla işaret edilmektedir.

“… Onlar size karşı savaşmadıkça Mescid-i Haram yanında onlarla savaşmayın. Sizinle savaşırlarsa siz de onları öldürün. Kâfirlerin cezası işte böyledir.” (Bakara/191)

“Haram aylara saygı ve bu aylardaki saldırmazlıklar karşılıklı olmalıdır. Öyleyse kim size bu aylarda saldırırsa, siz de aynı şekilde onlara karşılık verin. Allah'a karşı takvalı olun ve bilin ki Allah, muttakilerle beraberdir.” (Bakara/194)

“Sana haram olan ayı ve onda savaşmayı soruyorlar. De ki "Onda savaşmak büyük bir günahtır. Ancak insanları Allah yolundan alıkoymak, onu inkâr etmek, Mescid-i Haram’ın ziyaretini engellemek ve halkını oradan çıkarmak ise, Allah katında (günah olarak) daha da büyüktür. Fitne öldürmekten daha beterdir. Eğer güçleri yetse, sizi dininizden geri çevirinceye kadar sizinle savaşmayı sürdürürler. Sizden kim dininden geri döner ve kâfir olarak ölürse, artık onların bütün amelleri dünyada da, ahirette de boşa çıkmıştır. Onlar cehennemliklerdir ve orada sürekli kalacaklardır.”(Bakara/217)

Bu üç ayet için Kur’an’ın nüzul dönemindeki olayların muhatapları olan aktörler hakkındadır ve o muhataplar bugün mevcut değildir diye ayetleri tarihsel saymaktadırlar.

Haram aylarda savaşmamak üzere Mekkeli müşriklerle Medineli Müslümanlar arasında anlaşma yapılmıştır. Mekkeli müşrikler anlaşmayı bozarak Müslümanların Mescid-i Haram’ı ziyaretini engellemek istemişlerdir. Allah da bu ayetlerde Müslümanların kendilerini savunmalarına izin vermektedir. Ayetlerde haram aylarda savaşmamaya vurgudan daha çok anlaşmanın bozulmasına vurgu vardır. Dolayısıyla ayetlerin mesajı evrenseldir.

“Sana içkiyi ve kumarı sorarlar. De ki "Onlarda hem büyük günah, hem de insanlar için çıkarlar vardır. Ama günahları çıkarlarından daha büyüktür. Yine sana neyi infak edeceklerini sorarlar. De ki "İsteyerek vazgeçtiklerinizi. "Böylece, Allah dünya ve ahiret hakkında derin düşünesiniz diye size ayetlerini açıklıyor.” (Bakara/219)

Ayetteki kumarı ifade eden “meysir”, veresiye alınan bir deve 10 veya 28 parçaya ayrılıyor, kurada kazananlar bu parçalardan alır, kura çıkmayanlar ise devenin parasını öderlerdi. Bu Kur’an’ın indirildiği dönemdeki bir kumar çeşidini anlatıyor diye ayetin tarihsel olduğu iddia edilmektedir.

Ayette, bir kumar çeşidinden bahsediliyor. Bu ayete göre diğer kumar çeşitleri kıyas edilerek Müslümanların bütün kumar çeşitlerinden uzak durmaları öğüt verilmektedir. Örneğin günümüzde toto, loto, at yarışı ve milli piyango gibi uygulamaların da kumar bir tür kumar olduğu gibi.

“İşleriyle ilişkiye girmemeye yemin edenler için dört ay bekleme süresi vardır. Eğer bu süre içinde vazgeçerlerse, Allah bağışlayıcıdır, merhametlidir.” (Bakara/226)

Müslümanların bugün bu ayetin varlığından haberleri yok veya İslam coğrafyasında böyle bir uygulama yok diye ayetin tarihsel olduğu iddia edilmektedir.

Müslümanım diyen birisinin Kur’an’dan haberi olmaması kabul edilir bir şey değildir. Bütün İslam coğrafyasında böyle bir araştırma yapılmış mı? Ayet kadınların hukukunu korumak, erkeğe ağzına geleni söyleme ve aklına geleni yapma keyfiliğine son vermesini öğütlemektedir.

“Boşanmış kadınlar kendi kendilerine üç âdet süresi kadar beklerler. Eğer o kadınlar Allah'a ve ahiret gününe inanıyorlarsa, Allah'ın rahimlerinde yarattığını (:hamile olduklarını) gizlemeleri onlara helal değildir. Kocaları da bu arada barışmak isterlerse, onları geri almaya (başkalarından) daha çok hak sahibidirler. Kadınların örfe uygun biçimde sorumluluklarına benzer hakları da vardır. Kocalar eşleri üzerinde önceliğe sahiptirler. Allah Azîz’dir, Hakîm’dir.” (Bakara/228)

“İçinizden ölenlerin geride bırakmış olduğu hanımlar, kendi başlarına dört ay on gün beklerler. Bekleme süreleri sona erdiğinde, onların kendi haklarında uygun olanı yapmalarında size bir sakınca yoktur. Allah yaptıklarınızdan haberdardır.”(Bakara/234)

Teknoloji devrinde bu kadar beklemeye ne gerek var! Ultrason ile kadınlar hamile olup olmadığını öğrenebilirler diye ayetin tarihsel olduğu iddia edilmektedir. Kadınların çoğu hamile olduklarında adet görmezler. Bu Allah’ın koyduğu biyolojik bir yasadır. Bu zamana kadar kadınlar bu ve diğer biyolojik yasaya göre hamile olduklarını öğrenmişledir. Ayette boşanmış kadınlara beklemeleri gereken süre onların tekrar evlilik kurumunu kurtarmaları için tanınan bir süredir. 

“De ki "Eğer Allah'ı seviyorsanız bana tâbi olun ki Allah da sizi sevsin ve suçlarınızı bağışlasın.” Allah bağışlayıcıdır, merhametlidir.” (Al-i İmran/31)

Ayetin asıl muhataplarının, kendilerinin Allah’ın çocukları ve sevgilileri olduklarını iddia eden Yahudi Ka’b ve arkadaşları olduğu, yani ayetin Müslümanlara yönelik olarak inen bir ayet olmadığı iddia edilerek tarihsel olduğu iddia edilmiştir.

Ayetin sebeb-i nüzulü bu şekilde olabilir. Fakat bu anlamının evrenselliğine mani değildir. Allah sevgisi sadece sözle yerine getirilecek bir sorumluluk değildir. Allah’ı sevdiğini söyleyen kişi Hz. Peygamberle gönderilen Kur’an vahyini kendisine hayat rehberi edinir. Bu Müslümanlardan olur, gayr-i Müslimlerden olur fark etmez.

"Ey kitap ehli! İbrahim konusunda ne diye tartışıyorsunuz? Tevrat da, İncil de ondan sonra indirilmiştir. Hiç aklınızı kullanmıyor musunuz?" (Al-i İmran/65)

“Kitap ehlinden öyleleri vardır ki, yüklerle emanet etsen onu sana geri verir; onlardan öylesi de vardır ki, ona bir dinar emanet etsen, sen onun tepesine dikilip durmadıkça onu sana ödemez. Bu onların "Ümmiler konusunda üzerimizde bir sorumluluk yoktur." demelerindendir. Onlar, bile bile Allah hakkında yalan söylerler.” (Al-i İmran/75)

“Onların hepsi bir değildir. Kitap ehlinden, istikametli bir ümmet vardır ki Allah’ın ayetlerini okuyarak gece vakitlerinde secdeye kapanırlar. Allah'a ve ahiret gününe inanırlar, mârufu emreder, münkerden menederler ve hayırlarda yarışırlar. İşte onlar salihlerdendir.” (Al-i İmran/75)

“Kitap ehlinden Allah'a, size indirilene ve kendilerine indirilene huşu duyarak inananlar vardır. Onlar Allah'ın ayetlerini az bir değere satmazlar. İşte bunların mükâfatları Rableri katındadır. Allah hesabı çok çabuk görendir.” (Al-i İmran/199)

Dört ayette Hz. Peygamber döneminde yaşamış bir takım kitap ehlinin davranışından bahsedilmektedir. Dolayısıyla günümüze dair bir şey ifade etmiyor ve söylemiyor diye ayetler tarihsel olarak kabul edilmektedir.

Bu ayetlerde bir topluluğun, bir milletin veya bir ülkenin bütün bireylerinin hepsinin kötü veya hepsinin iyi olmadığı gerçeğinin altı çizilmektedir. Bir topluluğun içindeki kötü bir insanın bulunması o topluluğu kötü yapmaz. Ya da iyi bir topluluğun içindeki kötü bir insan, o topluluk iyi diye o kötü insan da iyi sayılmaz. “…Hiç kimse başkasının sorumluluğunu yüklenmez…” (7/164, 17/15, 35/18, 39/7, 53/38). Yukarıdaki ayetler bu ayetteki ilke üzerinden değerlendirilmelidir. Bu ayette ilke yukarıdaki dört ayette de örnekler ortaya konulmuştur.

 

“Eğer yetim kızlar konusunda adaleti yerine getiremeyeceğinizden korkarsanız, bu durumda, uygun gördüğünüz kadınlardan iki, üç ve dörde kadar nikâhlayın. Şayet aralarında adaleti sağlayamayacağınızdan korkarsanız, o zaman bir eşle; yani, (nikah yoluyla) meşru olarak sahip olduklarınızla yetinin.  Bu adaletten ayrılmamanız için daha uygundur.” (Nisa/3)

 

“İçinizden hür mü’min kadınları nikâhlamaya güç yetiremeyenler, o zaman sağ ellerinizin malik olduğu mü’min kızlarınızdan alsın. Allah sizin imanınızı daha iyi bilendir. Sonuçta mü’min olarak hepiniz birbirinizdensiniz. Öyleyse iffetli yaşamaları, fuhuşta bulunmamaları ve gizli dost edinmemeleri şartıyla ailelerinin izniyle onları nikâhlayın. Onlara mehirlerini mâruf bir şekilde verin. Evlendikten sonra, fuhuş yapacak olurlarsa, özgür kadınlar üzerindeki cezanın yarısını uygulayın. Bu, sizden sıkıntıya düşmekten endişe edip korkanlar içindir. Sabrederseniz sizin için daha hayırlıdır. Allah bağışlayıcıdır, merhametlidir.” (Nisa/25)

 

“Allah'a kulluk edin, hiçbir şeyi O'na ortak koşmayın. Anne babaya güzellikle davranın. Yakın akrabaya, yetimlere, yoksullara, yakın komşuya, uzak komşuya, yanınızdaki arkadaşa, yolda kalmışa ve gücünüz altındakilere de güzellikle davranın. Allah büyüklük taslayıp böbürlenenleri sevmez.” (Nisa/36)

 

Bu üç ayetteki “ma meleket eymanukum / ellerinizin altında bulunanlar” ifadesi tefsir ve meallerde yanlış olarak cariye diye çevrilmektedir.

“Sağ elinin sahip olduğu”, deyimi “antlaşma yoluyla sahip olunan” demektir. El, “güç” demektir. Bu deyim; güç yolu ile üzerinde tasarruf etme hakkına sahip olduğunuz, antlaşma yoluyla sahip olunanlar, sorumluluğu üstlenilenler, bakmakla yükümlü olunanlar, meşru şekilde sahip olunanlar, himayeniz altında olan, sorumluluğunu üstlendiğiniz gibi anlamlara gelmektedir.[5]

 

Kölelik (boyunduruk altında olma) Kur’an’ın nüzul ortamında toplumsal bir vaka idi. Kur’an zihar ve adam öldürme gibi durumlarda kefaret olarak bir köleyi özgürlüğüne kavuşturmayı emretmektedir. Hz. Peygamber hayatta iken Kur’an ile faiz, zina, içki, kumar, boşama, insan öldürme, hırsızlık, kölelik gibi ahkâma dair ve namaz, oruç, hac, umre gibi ibadetlere dair meseleleri çözmüştür. Ancak Emevi iktidarının Kur’an’a parçacı ve pragmatik yaklaşımı sonucu sonradan gelenler kölelik Kur’an’ın bir emriymiş gibi devam ettirme gayreti içinde olmuşlardır. Üstelik tarihi bilgilere bakıldığında Hz. Peygamberin vefatından sonra “Falan sahabenin veya alimin şu kadar kölesi vardı. Onlardan şu kadarını azad etti.” tibi tezat oluşturan anlatımlarda cömertlik adı altında anlatılmaktadır.

 

“Erkekler kadınları gözetirler. Zira Allah’ın birini diğerine tercih etmesi, erkeklerin mallarından harcaması nedeniyledir.  Saliha kadınlar, gönülden itaat edenler, Allah’ın korumasını emrettiği mahremiyetlerini koruyanlardır. Nüşuzundan korktuğunuz kadınlara öğüt verin, yataklarda yalnız bırakın, bir süreliğine ayrılın. Size itaat ederlerse aleyhlerinde bir yol aramayın.  Allah yücedir, büyüktür.” (Nisa/34)

 

Ayetteki “qavvamûn” kelimesine tefsir ve meallerde erkeğin aile reisi olduğu, dolayısıyla bu ayetin indiği toplumdaki erkeğin ailenin geçiminde sorumlu olduğu için sosyal yapıyı ve paradigmayı ortaya koyduğu, günümüzde ise kadının da aile bütçesine katkıda bulunmasından dolayı bunun söz konusu olmadığı iddia edilerek ayet tarihsel kabul edilmektedir.

 

Ayete erkeğin aile reisliğinden bahsedilmemektedir. Ailenin yönetimi eşler arsındaki anlaşmaya bağlıdır. Bu anlayış, erkek egemen yorumların Kur’an’ın emriymiş gibi gösterilmesi sonucudur.

 

“Kendilerine kitaptan bir pay verilenleri görmez misin? Onlar, cibt’e ve tağuta inanıyorlar ve inkâr edenler için,  "Bunlar, iman edenlerden daha doğru yoldadır." diyorlar.” (Nisa/51)

 

Günümüzde cibt ve tağuta tapan Yahudiler söz konusu olmadığı için ayetin tarihsel olduğu iddia edilmektedir.  Cibt ve tağutun cansız putlar olduğu doğru değildir. Bunlar insanı Allah’ın yolundan alıkoyan her şeydir. Bu kimi zaman put, kimi zaman bir insan, kimi zamanda bir sistem olabilir. Allah Yahudiler üzerinden bir mantığı açıklıyor. Hiçbir zaman inkar edenler, iman eden müminlerlerden tevhidi kabul etmekte doğru yolda olamazlar.

 

“Ey iman edenler! Allah'a itaat edin, resule itaat edin ve sizden olan emir sahiplerine de. Eğer bir şeyde anlaşmazlığa düşerseniz, -Allah'a ve ahiret gününe de inanıyorsanız- artık onu Allah'a ve resule götürün. Bu, daha hayırlı ve sonuç bakımından da daha güzeldir.” (Nisa/59)

 

Ayette “resule itaat edin” ifadesi Hz. Peygamber hayatta iken ona itaati içerdiğinden dolayı tarihsel kabul edilmektedir. Oysa ayette anlatılan Hz. Peygamber hayatta iken size bildirdiği vahye peygamber üzerinden itaattir. Bugün Müslümanlar da vahye itaat üzerinden Hz. Peygambere itaat etmektedirler.

“İçlerinde olup onları namaza kaldırdığında, onlardan bir grup, seninle birlikte kalksın ve silahlarını alsınlar, bunlar secde ettiklerinde, diğerleri arkanızda olsunlar. Namaz kılmayan diğer grup gelip seninle namaz kılsın, onlar da korunma araçlarını ve silahlarını alsınlar. İnkâr edenler, size aniden bir baskın yapabilmek için silahlarınızdan, erzak ve mühimmatınızdan ayrılmış olmanızı isterler. Yağmur dolayısıyla bir güçlüğünüz varsa veya hastaysanız, silahlarınızı bırakmanızda bir sakınca yoktur. Tedbirinizi alın. Allah kâfirler için alçaltıcı bir azap hazırlamıştır.” (Nisa/102)

 

Bu ayet, ayetin indiği dönemdeki savaş şartlarından bahsettiği, günümüzde bu şartlar olmadığı için tarihsel olduğu iddia edilmektedir.

 

Ayet her durumda namazın kılınmasına vurgu yapmaktadır. Müslümanlar Kur’an’da savaş böyle anlatılıyor diye tarih boyunca savaşta savaş düzeni,  savaş biçimi ve savaş araç gereçleri hususunda yerinde saymış değillerdir. 

 

“Ey iman edenler! Allah’ın nişanelerine, haram aya, süslenmiş kesilecek hayvanlara, Rablerinden bir lütuf ve rıza isteyerek Beyt-i Haram’a gelenlere saygısızlık etmeyin. İhramdan çıktığınız zaman avlanabilirsiniz. Mescid-i Haram’a girmenizi engellediği için bir topluma olan kininiz, sizi aşırı gitmeye sevk etmesin. Erdem ve takvada yardımlaşın,  günah ve düşmanlıkta yardımlaşmayın. Allah’a karşı takvalı olun. Allah, cezası şiddetli olandır.” (Maide/2)

 

Ayette süslenmiş kesilecek hayvanlar, ihramdan sonra avlanabilirsiniz, ifadeleri vahyin nüzul ortamına ait vakıalar olduğundan dolayı tarihsel olduğu iddia edilmiştir.

Ayette Allah’ın koyduğu şeaire saygı gösterilmesi emredilmiştir.  Allah’ın koyduğu şeaire her zaman saygı gösterilmelidir. İhramdan sonra avlanabilirsiniz, ifadesi ise o zaman insanların hayatlarını devam ettirebilmesi rızıklarını avlayarak elde etmeleri bir zorunluluktu. Bugün insanlar hayatlarını devam ettirmek için avlanmaları gerekmiyor, hem de imkânsızdır, gereksizdir. Günümüzde gıda endüstrisi gelişmiştir. Hayatını avcılıkla devam ettirmek için avcılık yapanlar hariç.  Ayet Mekke-Medine bulunup hac vazifesini yerine getirmek isteyenlerin ihramdan çıktıktan sonra hayatlarını devam ettirebilmek için işlerinin başına dönmelerine işaret ediyor.

 

“Leş, kan, domuz eti, Allah’tan başkası adına kesilen, boğulmuş, bir yerine vurularak öldürülmüş, düşüp ölmüş, boynuzlanmış, yırtıcı hayvanlar tarafından kısmen yenilmiş olanlar -ölmeden önce yetişip kestikleriniz hariç- ve dikili taşlar adına kesilen hayvanlar ve fal oklarıyla kısmet aramanız size haram kılınmıştır. Bunlar fısktır (:yoldan çıkma). Bugün kâfirler, sizin dininize karşı ümitlerini kesmişlerdir. Onlardan çekinmeyin, benden çekinin. Bugün dininizi kemale erdirdim, üzerinizdeki nimetimi tamamladım ve sizin için din olarak İslam’a razı oldum. Kim, şiddetli açlık dolayısıyla zorda kalırsa, günaha istekle yönelmeden bu hayvanlardan yiyebilir. Allah bağışlayıcıdır, merhametlidir.” (Maide/3)

 

Sana, kendilerine neyin helal kılındığını soruyorlar. De ki “Temiz olanlar size helal kılınmıştır. Allah’ın size öğrettiği şekilde yetiştirdiğiniz avcı hayvanların sizin için tuttukları avlar üzerine Allah’ın adını anarak yiyin. Allah’a karşı takvalı olun. Allah hesabı çok çabuk görendir.” (Maide/4)

 

“O, size sadece leşi, kanı, domuz etini ve Allah'tan başkası adına kesilmiş olanı haram kıldı. Fakat kim mecbur kalırsa, haksızlığa sapmamak ve sınırı aşmamak üzere yiyebilir. Çünkü Allah bağışlayıcıdır, merhametlidir.” (Nahl/115)

 

Ayetlerde günümüzde gıdalarda domuz etinden başka bir yasağın geçerliği kalmamış diye tarihsel olduğu kabul edilmiştir.

Vahyin koyduğu bu yasaklar her zaman geçerlidir. İnsanın mecbur kaldığında sınırı aşmamak üzere bu yasaklanan şeylerden yenmesi ise istisnai durumlardır.

 

“Biz Hıristiyanlarız diyenlerden de misak almıştık. Onlar da kendilerine hatırlatılandan birçoğunu unuttular. Bu yüzden aralarına kıyamete kadar sürecek düşmanlık ve kin saldık. Allah işleyip durduklarını kendilerine haber verecektir.” (Maide/14)

 

Bu ayetteki Hıristiyanların vahyin iniş sürecindeki Hıristiyanlar olduğu ileri sürülerek ayetin tarihsel olduğu iddia edilmiştir.

 

Ayet Hıristiyanlar üzerinden insanın verdiği söze sadık kalması vurgulanmıştır. İnsanların verdikleri sözü yerine getirmemeleri durumunda Allah’ın bunu kendilerine haber verip hesap soracağı vurgulanmaktadır.

 

“Yahudiler “Allah’ın eli sıkıdır” dediler. Söylediklerinden dolayı elleri bağlandı ve lanetlendiler. Oysa Allah’ın elleri açıktır, dilediği gibi harcar. Rabbinden sana indirilenler, onların çoğunun azgınlığını ve inkârını artıracaktır. Onların arasına kıyamete kadar sürecek düşmanlık ve kin saldık. Savaş ateşini ne zaman körükleseler Allah onu söndürür. Yeryüzünde fesat çıkarırlar. Allah fesat çıkaranları sevmez.” (Maide/64)

 

“İman edenlere düşmanlıkta insanların en şiddetlisi olarak Yahudileri ve şirk koşanları bulursun. İman edenlere sevgice en yakın olarak da "Biz Hristiyanız." diyenleri bulursun. Bu, onların arasında büyüklük taslamayan keşişler ve rahipler bulunmasındandır.” (Maide/82)

“Resule indirileni işittiklerinde, hakkı tanıdıklarından dolayı onların gözlerinin yaşla dolduğunu görürsün. Derler ki “Rabbimiz! İman ettik, bizi de şahitlerle beraber yaz.” (Maide/83)

“Rabbimizin bizi salihler topluluğuyla bir araya getirmesini umarken ne diye Allah’a ve bize gelen gerçeğe iman etmeyelim ki?” (Maide/84)

 

Maide/64 teki Yahudilerin Kur’an’ın indiği dönemdeki Yahudiler olduğu için ayetin tarihsel olduğu iddia edilmiştir.

 

Ayet, vahyin indirildiği dönemden sonra da değişik milletlerin Allah hakkında yakışık almayan sözlerine karşı, Kur’an bütünlüğünde cevap verilip müminlerin Allah tasavvurlarını sağlam tutmak üzere müminlere bir örnek ve sorumluluk vermektedir. Mesela Türkler, evlenen gençlere ve ebeveynlerine  “Allah utandırmasın.” demektedirler. Allah kimseyi utandırmak için insanı yanlış yapmaya zorlamamaktadır.

 

Maide/82 de müminlerin en azılı düşmanları olarak belirtilen Yahudiler ve müşriklerin Kur’an’ın indirildiği dönemdeki Yahudiler ve müşrikler olduğu ileri sürülerek ayetin tarihsel olduğu iddia edilmiştir.

 

Tarihçe sabittir ki özellikle Yahudiler ve kısmen de müşrikler sadece inananların değil bütün insanlığın başına bela olmuşlardır. Günümüzde Yahudilerin Filistin halkına yaptıkları, Osmanlı Devletini parçalamaları bunun en bariz örneklerindendir.

 

Maide /82. Ayetten başlayarak Hz. Peygambere gelen vahyi kabullenen Hıristiyanlardan bahsedilerek Allah’ın tevhide teslim olanları överek diğer ehli kitabı imana teşvik etmektedir. Müellefe-i kuluba sadaka verilmesini emreden ayetler de müminlere temiz fıtrat üzere olan ehl-i kitabı gözetmeleri vurgulanmıştır.

 

 



[1] Mevdudi, Tefhimu’l Kur’an

[2] Nesefi, Medâriku’t-Tenzil ve Hakâikut-Te’vil

[3] Erdem; geleneklerinizi din haline getirmek değil, takvaya uygun hareket etmektir.

[4] Muhammed Esed, Tefsiru’l Mesaj

[5] Erhan AKTAŞ, Kerim Kur’an (TÜRKÇE ÇEVİRİ), Nisa/3. ayet dipnotu

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

MEKKİ SURELERDE SALÂT KAVRAMININ SEMANTİĞİ

SALAT’IN NAMAZ ANLAMI ÜZERİNE

KEVSER SURESİNİN İNCELENMESİ