HZ. PEYGAMBER HAKKINDA DOĞRU BİLİNEN YANLIŞLAR (1)

 

Hz. Peygamber Hakkında Doğru Bİlİnen Yanlışlar (1)

 

Peygamberimize Sahip Çıkmak Ne Demektir?

 

Bir Müslüman’ın Allah’a ve kitaba iman ettiğini söylemesine rağmen Hz. Peygamberi yok saydığını söylemesi mümkün değildir. Ancak geleneği dinselleştirmeye çalışanların istediği şey, Allah’ın indirdiği din ile yetinmeyerek dini, işlerine geldiği gibi şekillendirmek. Sorsanız cevapları da hazırdır: “Biz peygamberimize sahip çıkıyoruz” derler. Oysa farkında olmadan Hz. Peygambere en büyük ihaneti ederler. Çünkü Hz. Peygambere gerçek anlamda sahip çıkmak, din adına sadece getirmiş olduğu vahye sarılmakla ve bu anlayışı sonraki nesillere doğru aktarmakla mümkündür.

 

İnkâr edilmesi gereken peygamberimiz değil, ona ait olduğu iddia edilen ancak vahiyden, akıldan ve Hz. Peygamberin uygulamalarından onay almayan söz ve uygulamalardır. Allah’a ve resulüne ait olmayan bir şeyi inkâr etmeyip de ne yapacaktık? Şayet Kur’an’ı ve aklımızı bir kenara koyarak uydurulmuş bunca şeye inanırsak, hesap günü bunların hesabını nasıl vereceğiz?

 

Dini konularda Kur’an dışında hüküm koyanlar, Allah ve elçisini birbirinden ayırarak dinde ikilik oluşturuyorlar. Din adına Allah’a söyletemeyecekleri şeyleri elçisi üzerinden uyduruyorlar. Bu durumu eleştirenleri ise “Peygamber düşmanı” ya da “Peygamberi aradan çıkartanlar” olarak tanımlıyorlar. Böylece tanımadan tanımlama yanlışına düşüyorlar. Oysa buradaki asıl mesele, peygamberimize isnat edilen ve “hadis”, “sünnet” başlığı altında bize servis edilen şeylerin gerçekten peygamberimize ait olup olmadığıdır. Bunu tespit etmek için de vahiy ve akıldan başka çıkar yol yoktur. Vahiyden onay alan şeyleri Hz. Peygamber  kişisel bir tercih olarak yapmış olabilir. Vahyin açıklamayarak serbest bıraktığı konularda peygamberimizin kişisel olarak yapmayı sevdiği ya da tercih ettiği şeyler olabilir. Bu son derece doğaldır. Bunları yapmak isteyenler için bir engel yoktur.

 

Örneğin peygamberimizin küçükken yüzdüğü, yüzmeyi sevdiği rivayet edilir. Şimdi buradan hareketle kimileri “Yüzmek sünnettir” diyerek yüzmekten sevap umabilir. Ancak Kur’an’da yüzün ya da yüzmeyin şeklinde bir açıklama olmadığına göre kimse yüzdüğü için sevaba girmeyeceği gibi, yüzmeyi sevmiyorum diyen biri de peygamberinin dini bir uygulamasına muhalefet etmiş olmaz.

 

Peygamberimizin vahyi insanlara bildirme dışındaki kişisel bilgi ve buyruklarının dini anlamda bir bağlayıcılığı ve kesinliği yoktur. Yine güvenilir kabul edilen kaynaklarda geçen bir hadis rivayeti, Kur’an’da açıkça ifade edilen bu gerçeği desteklemektedir: “Resulullah Medine’ye geldiğinde, Medineliler hurma aşılıyorlardı: ‘Ne yapıyorsunuz?’ diye onlara sordu. Medineliler: ‘Bu, eskiden beri yapmakta olduğumuz bir şey!’ deyip (açıkladılar). Hz. Peygamber de: ‘Eğer bunu yapmasanız belki de sizin için daha iyi olur!’ buyurdular. Bunun üzerine Medineliler o işi bıraktılar. Hurma ağaçları o yıl meyve vermedi. Durum Hz. Peygambere haber verilince şöyle buyurdular: Bilin ki, ben bir beşerim. Size dininizle ilgili bir emirde bulunursam onu derhal alın. Eğer kendi görüşüme dayanan bir şey emredersem, bilin ki ben bir insanım!”[1] Ancak her zamanki gibi geleneksel duruştan taviz vermemekte ısrar edenler her ne hikmetse kaynaklardaki bu tür rivayetleri görmezler.

Kur’an’da Allah’ın apaçık hükümleri dışında hüküm arayanlara peygamberimizin nasıl karşılık verdiği ifade edilir: “Allah size Kitap’ı ayrıntılı kılınmış bir halde indirmişken, Allah’ın dışında bir hüküm koyucu mu arayayım?..” (En’am/114). Yine ayetler net bir biçimde vurgularlar: “Hüküm yalnız Allah’ındır.” (Yusuf/40), “O, hükmüne hiç kimseyi ortak etmez.” (Kehf /26).

 

Peygamberleri, hususen Hz. Peygamberi, Allah’ın belirlemiş olduğu sınırların dışına çıkarmak, Allah tarafından kendilerine verilmemiş yetkiler ile donatmak Allah’a ve Hz. Peygambere iftiradır zulümdür.  Dini anlamda, vazifelendirildikleri vahyin dışında hareket edebileceklerine inanmak, Allah’ın apaçık ayetlerine rağmen mümkün olmayacak söz ve eylemleri onlara isnat etmek ve üstelik tüm bunları “peygamber sevgisi” olarak tanımlamak kabul edilemez. Allah’ın rızasına uygun bir yaşam sürmenin ve peygamberimize olan sevgi ve muhabbetimizi göstermenin yolu, onun bize ulaştırdığı Kur’an’a sarılmak ve din adına ortaya çıkan tüm aksaklıkları onunla gidermek dini aslına (vahye) döndürmektir.  Ya Hz. Peygamberin bize ulaştırdığı Kur’an yoluna tabi olarak Allah tarafından indirilen dini yaşayacağız ya da uydurulan dinin savunucusu olacağız. Din adına Kur’an’ın yeterli olduğunu bilmemiz ve Kur’an’ı doğru bir şekilde anlayabilmek için en başta doğru bir peygamber tasavvuruna sahip olmamız gerekir.

 

Peygamberimizin De Dinini Öğrendiği ve Sorumlu Olduğu Kitap: Kur’an

 

Peygamberimiz de dini Allah’tan öğrenmekte, Allah’ın ayetleri geldikçe neyi nasıl yapacağı hakkında bilgilenmekte ve Allah’ın ayetlerini en güzel şekilde uygulayarak insanlara örnek olmaktadır. “Sen bundan önce herhangi bir kitap okumuyordun; onu sağ elinle de yazmıyorsun. Eğer öyle olsaydı bâtıla saplananlar mutlaka kuşku duyacaklardı.” (Ankebut Suresi 48). Buna rağmen tıpkı peygamberimizin dönemindeki insanların işlerine gelen şekilde bir ayet gelmediğinde peygamberimizden o konu ile ilgili bir ayet derlemesini beklemeleri gibi bugün de insanlar, işlerine gelmediği için Allah’ın ayetleri ile yetinmiyorlar. “Sonra sana da emrimizden bir şeriat (yasa) belirledik; artık ona tabi ol, bilmeyenlerin arzularına tabi olma!” (Casiye/18).

 

Kur’an’da Hz. Peygambere sadece Allah’tan kendisine ne vahyedilirse ona uyduğunu söylemesi emredilmektedir: “Onlara bir ayet getirmediğinde, ‘Onu da şuradan buradan derleseydin ya’ diye konuşurlar. De ki: Ben sadece Rabbimden bana vahyedilene uyuyorum. Bu, Rabbinizden gelen gönül gözleridir, doğruya kılavuzdur, iman eden bir toplum için rahmettir. (A’raf/203).

 

Bu ayet açıkça gösteriyor ki peygamberimizin Kur’an dışındaki konuşmaları ilahi değildir. Eğer Hz. Peygamberin her söylediği Allah’tan bir vahiy olsaydı, ayette “Onlara bir ayet getirmediğinde…” denmezdi. Peygamberin ağzından çıkan her söz Allah’tan bir vahiy olsaydı, inanmayanlar, peygamberimizin günlük hayatta ağzından çıkanlar ile Kur’an’ı birbirinden ayırt edemezlerdi ve yeni bir ayet getirmediği için peygamberi eleştiremezlerdi. Bu ayet gösteriyor ki peygamberimiz insanlara vahiy olarak sadece Kur’an ayetlerini getirmektedir.

 

Ey peygamber, eşlerinin isteyerek, Allah’ın sana helal kıldıklarını niçin haram kılıyorsun? Allah çok bağışlayandır, çok esirgeyendir. (Tahrim/1) ayetinden de görüldüğü üzere peygamberimizin her söylediğinin ve her yaptığının vahiy olmadığı görülmektedir. Belli ki peygamberimiz kimi zaman kişisel meselelerinde kendi aldığı kararlarla hareket etmiştir. Aksi takdirde peygamberimiz, Allah’ın helal kıldığı bir şeyi kendisine yasaklamaz, Allah da Hz. Peygamberi uyarmazdı.

 

Ayetlerde açıkça görüldüğü gibi peygamberimizin kişisel ve ailevi kimi durumları da kendisine vahiy ile bildirilmiştir. Eğer peygamberimizin Kur’an vahyi dışında Allah ile dini anlamda bir irtibatı olsaydı, kendisinden sonra eşleriyle evlenilmesinin veya bundan sonra kendisinin de başka kadınlar ile evlenmesinin ya da onları başka eşler ile değiştirmesinin yasaklanması gibi konular doğrudan peygamberimize bildirilebilirdi. Yine ayetlerde peygamberimizin uyarıldığını görmekteyiz. Şayet Kur’an vahyi dışında Allah tarafından peygamberimize bir bildirim söz konusu olsaydı peygamberimizin Kur’an ayetleri ile uyarılmasına gerek kalmadan uyarılar doğrudan kendisine bildirilirdi: “Ey Peygamber! Allah’tan kork ve küfre batmışlarla münafıklara boyun eğme! Kuşkusuz, Allah Âlim ve Hakim’dir. Sana Rabbinden vahyedilene uy. Şüphesiz Allah, yaptıklarınızdan haberdardır. Allah’a dayanıp güven! Vekil olarak Allah yeter.” (Ahzab/1-3). “Emin ol, bu Kitab’ı biz sana hak olarak indirdik. O halde, dini yalnız Allah’a özgüleyerek O’na kulluk/ibadet et!” (Zümer/2). “Ey resul! Kalpleri inanmamış olduğu halde ağızlarıyla ‘inandık’ diyenlerin inkarda yarışırcasına koşanları seni üzmesin.” (Maide/41). “Sen de aralarında, Allah’ın indirdiğiyle hükmet. Onların keyiflerine uyma. Dikkat et de Allah’ın sana indirdiğinin bir kısmından seni uzaklaştırıp fitneye düşürmesinler.” (Maide/49). Ey resul! Rabbinden sana indirileni tebliğ et. Eğer bunu yapmazsan O’nun verdiği peygamberlik görevini yerine getirmemiş olursun. Allah seni insanlardan korur. Allah, küfre batmış topluluğa kılavuzluk etmez.” (Maide/67).

 

Hz. Peygamberin sadece Allah’tan aldığı ayetleri tebliğ ettiği ve Allah dilemedikçe beklenti içinde olanlara kendiliğinden herhangi bir ayet ve mucize getirmesinin mümkün olmadığını ifade eden ayetler vardır: “Eğer onların yüz çevirmesi sana ağır geldiyse haydi gücün yetiyorsa yerin içine (inebileceğin) bir delik ya da göğe (çıkabileceğin) bir merdiven ara ki onlara bir ayet (mucize) getiresin! Allah dileseydi, elbette onları hidayet üzerinde toplardı. O halde cahillerden olma!” (En’am /35).

 

Peygamberimizin Her Söylediği Vahiy Midir?

 

Hz. Peygamberin dini tebliğ ederken arzusuna göre konuşmadığı ve din adına söylediklerinin indirilmiş vahye dayandığı görülmektedir: “Arkadaşınız ne saptı ne de azdı. O arzusuna göre de konuşmuyor. İndirilmiş bir vahiyden başkası değildir o.”(Necm/2-4). Ayette kastedilen vahyin Kur’an olduğu son derece net olmasına rağmen hadis rivayetlerini kurtarmaya ve peygamberimize isnat etmeye çalışanlar bu ayeti çarpıtarak ayette kastedilen şeyin peygamberimizin Kur’an dışındaki sözleri yani hadisler olduğunu iddia etmektedirler. Halbuki delil olarak sundukları bu ayetin doğrudan ifade ettiği şey Hz. Peygamberin insanlara dini bildirimde bulunurken kendinden değil Allah’ın kendisine vahyetmiş olduğu ayetlerden bildirimde bulunduğudur.

 

Allah, Kur’an ayetlerinde peygamberimize Kur’an’da dikkat çekilmeyen işler hakkında diğer inananlara danışmasını olanların görüşlerini almasını söylemektedir. Eğer peygamberimizin her söylediği ve yaptığı vahye dayansaydı, Allah peygamberinden inananlara danışmasını istemezdi: “Yapılacak işler hakkında onlara danış. Kararını verdiğin zaman da artık Allah’a dayanıp güven. Çünkü Allah, kendisine dayanıp güvenenleri sever.” (Al-i İmran/159). Söz konusu ayetler açıkça göstermektedir ki Hz. Peygamberin günlük hayattaki konuşmaları ve kararları vahiy değildir. Hz. Peygambere indirilen tek vahiy Kur’an-ı Kerim’dir. Allah, peygamberimize, hikmet yani bilgelik ve basiret nasip etmiştir. Peygamberimiz de dini konularda sadece Kur’an ile din dışı konularda ise Kur’an’ın yol göstericiliğinde kendi bilgelik ve basireti ile hareket etmiştir. “Sen de aralarında, Allah’ın indirdiğiyle hükmet. Onların keyiflerine uyma. Dikkat et de Allah’ın sana indirdiğinin bir kısmından seni uzaklaştırıp fitneye düşürmesinler.” (Maide/49). Ey resul! Rabbinden sana indirileni tebliğ et. Eğer bunu yapmazsan O’nun verdiği peygamberlik görevini yerine getirmemiş olursun. Allah seni insanlardan korur. Allah, küfre batmış topluluğa kılavuzluk etmez.” (Maide/67).

 

Şu iki ayette “Sen de aralarında, Allah’ın indirdiğiyle hükmet.” ve   Ey resul! Rabbinden sana indirileni tebliğ et.”  ifadeleriyle dikkat çekildiği gibi eğer Hz. Peygamberin her söylediği vahiy olsaydı, bu ifadelere ihtiyaç kalmaz,  inananlar dinle ilgili sorularının cevaplarını Kur’an’da aramak zorunda kalmazlardı. Yalnızca Kur’an indirilirken değil her ne zaman peygamberimize bir soru sorsalar ilahi bir karşılık alabilirlerdi. İnananlardan, sorularının cevaplarını Kur’an’da aramalarının istenmesi gösteriyor ki peygamberimizin her söylediği vahye dayanmaz: “Ey iman sahipleri! Size açıklandığında canınızı sıkacak şeylerle ilgili soru sormayın. Kur’an indirilmekteyken onları sorarsanız size açıklanır. Allah onları affetmiştir. Allah çok bağışlayıcıdır, çok yumuşak davranandır.” (Maide/101).

 

Peygamberimize Verilen Hikmet Nedir?

 

Hz. Peygambere vahyedilen şeyin yalnız Kur’an olduğu gerçeğine dikkat çekildiğinde: “Rivayet edilen hadisler de peygamberimize vahyedilmiştir” ya da “Peygamberimize Kur’an dışında bir de hikmet verilmiştir” denilir. Oysa Kur’an ayetleri incelendiğinde Hz. Peygamberin  Kur’an dışında bir vahiy ile muhatap olmadığı, hikmetin tüm peygamberlere ve Allah’ın dilediği kişilere verdiği bir bilgelik olduğu ve aynı zamanda Kur’an’ında hikmetlerle dolu bir kitap olarak tanımlandığı görülecektir: “İşte sana, o hikmetlerle dolu Kitab’ın ayetleri.” (Lokman/2).

 

Şüphesiz Allah’ın bir lütfu olarak peygamberimize hikmet yani bilgelik, kavrayış ve doğru hüküm verme yeteneği de verilmiştir. Çünkü peygamberimiz Allah’ın mesajını insanlara en doğru şekilde iletmek üzere görevlendirilmiş elçisidir: “Eğer Allah’ın fazlı ve rahmeti senin üzerinde olmasaydı, onlardan bir grup, seni de saptırmak için tasarı kurmuştu. Oysa onlar, ancak kendi nefislerini saptırırlar ve sana hiçbir şeyle zarar veremezler. Allah, sana Kitab’ı ve hikmeti indirdi ve sana bilmediklerini öğretti. Allah’ın üzerinizdeki fazlı çok büyüktür.” (Nisa/113).

 

Ayetten de görüldüğü gibi bir grup, peygamberimizi de saptırmak için plan yapmıştır. Ancak Allah’ın lütfu sonucu kendisine verilen hikmet yani kavrayış ve farkındalık sayesinde bu türlü tuzaklara karşı peygamberimiz korunmuştur. Ayette hikmetin indirildiğinin söylenmesi Kur’an’dan ayrı bir bilgi kaynağının da indirildiğine delil olarak kullanılamaz. Benzer şekilde ayetler, ayeti bu şekilde anlamanın mümkün olmadığını ortaya koyar: “Gerçeğe ilişkin Kitab’ı ve mizanı (adalet ölçüsünü, doğru ile eğrinin tartılacağı teraziyi) indiren o Allah’tır.” (Şura /17). Bu ayetten de görüldüğü gibi Kur’an ile mizanın da indirildiği ifade edilmektedir. Bu mizan da aynen verilen hikmette olduğu gibi Kur’an’dan ayrı bir bilgi kaynağı ya da vahiy değil, doğru ile eğri olanı birbirinden ayırma kavrayışıdır. Her ikisi de Allah’ın insanda yaratmış olduğu akıl melekesinin kullanılması sonucu vahyin desteği ile insanın kavrayışını artıracak nimetlerdir. “O’dur ki ümmiler (kitap bilgisi olmayanlar) içinde, kendilerinden olan ve onlara Allah’ın ayetlerini okuyan, onları yücelten, Kitab’ı ve hikmeti (isabetli hüküm vermeyi) öğreten bir elçi gönderdi. Oysa onlar, önceden, açık bir sapıklık içinde idiler.” (Cuma/2). “Kime dilerse hikmeti ona verir; şüphesiz kendisine hikmet verilene büyük bir hayır da verilmiştir. Temiz akıl sahiplerinden başkası öğüt alıp-düşünmez.” (Bakara/269).

 

“O Zaman Peygamber Neden Geldi Ki?”

 

Rivayet kültürüne tabi olan insanlar genelde sanki Allah’ın hükümleri dışında davranmış gibi o güzide elçisini Allah’ın dinine ortak kılıyorlar. Bir de “Peygamber neden geldi öyleyse sadece kitap gelseydi ya” şeklinde tutarsız sorular soruyorlar. Kitap gökten pat diye yere mi inecekti? Öncelikle ayetlerin dikkat çektiği gibi vahiy tek seferde değil, zaman içinde parça parça geldi. Hz. Peygamber ömrünü Kur’an’ı tebliğ etmeye adadı, hayatı pahasına mücadele etti.  Kur’an’ı en güzel şekilde yaşayarak, hal ve davranışı ile insanlara örnek oldu. Buna rağmen yine de ne çok insan ondan yüz çevirdi. Hz. Peygamber, ayetlerin ifadesiyle insanlara bir tanık, müjdeleyici ve uyarıcı ve ayetleri okuyan olarak tanıtılmaktadır: “Biz seni, şahit, müjdeleyici ve uyarıcı olarak gönderdik.” (Fetih/8). “İman edip salih amellerde bulunanları karanlıklardan nura çıkarması için Allah’ın apaçık ayetlerini size okuyan bir elçi de (gönderdik)…” (Talak/11).

 

Kendi kendine kitap inse kim onu okuyup dikkate alacaktı? Ayetler açık bir şekilde peygamberimize vahyin veriliş nedeninin, vahyin insanlara bir bildiri, bir duyuru olması için olduğunu söylemektedir: “İşte bu (Kur’an) uyarılıp korkutulsunlar, gerçekten O’nun yalnızca bir tek ilah olduğunu bilsinler ve temiz akıl sahipleri iyice öğüt alıp düşünsünler diye bir bildirip-duyurma (bir belağ) dır.” (İbrahim/52).

 

Bunca apaçık ayete rağmen “Peygamberimiz sadece Kur’an’ı tebliğ etmek için mi geldi?” diye soruyorlar. Peki niçin gelecekti? Allah’ın dinine ilave yapmak ya da eksik gördüğü yerleri tamamlamak için mi gelecekti?

 

Din Allah’ın dinidir ve bu dinde sadece Allah’ın kuralları geçerlidir. Allah’ın bu dini tebliğ etmek üzere seçtiği elçisi ise Allah’tan aldığı vahyi en başta en güzel şekilde insanlara bildirip duyurmak, sonra da en güzel şekilde uygulayarak onlara örnek olmak durumundadır. Aksi halde Allah’ın kendisine vermiş olduğu elçilik görevini gerektiği gibi yerine getirmemiş olur. “Ey Elçi! Rabbinden sana indirileni tebliğ et. Eğer bunu yapmazsan O’nun elçiliğini yapmamış olursun. Allah seni insanlardan koruyacaktır. Doğrusu Allah, kâfirler topluluğuna rehberlik etmez.” (Maide/67).

 

Peygamberler Allah’tan aldıkları mesajları insanlara bildirdikleri için Allah’ın elçiliği vazifesini yerine getirirler. Onlar insanlara kendi heves ve arzularından konuşmadıkları gibi kendiliğinden bir şey teklif edenlerden de değildirler: “O arzusuna göre de konuşmuyor. İndirilmiş bir vahiyden başkası değildir o.” (Necm/3-4). “De ki: ‘Tebliğime karşılık sizden bir ücret istemiyorum. Ben size kendiliğimden/zorlamayla yükümlülük getirenlerden de değilim. Bu (Kur’an), âlemler için yalnızca bir zikirdir (öğüt ve hatırlatmadır).” (Sad/86-87).

 

Allah’ın insanlara mesajlarını iletme yöntemi, seçtiği bir elçi vasıtasıyla gerçekleşir. Oysa ayetlerin dikkat çektiği gibi kimi insanlar bizzat o ayetlerin kendilerine verilmesini isterler: “İçlerinden her kişi de istiyor ki, kendisine açılıp saçılmış sayfalar verilsin. Hayır, öyle şey olmaz! Doğrusu şu ki, ahiretten korkmuyorlar. Hayır, (iyi bilsinler ki) bu (Kur’an) bir hatırlatıcıdır. Dileyen düşünür onu, öğüt alır.” (Müddessir/52-55).

 

Bununla birlikte esasen görevlendirilen peygamberler, gönderildikleri toplumlar içinde bir anlamda devrim yaparlar. Tüm haksızlık, zulüm ve adaletsizliklere yönelik başkaldırışların daima bir liderin önderliğinde yapılmış olduğu da bir gerçektir. Peygamberler aynı zamanda gönderildikleri toplumlara önderlik eder inananları bir arada tutar, onlara destek olur, zor zamanlarda Allah’ın ayetlerini onlara hatırlatır.  Vahiyle iyi olanı tavsiye ederek kötü olandan sakındırmak, olası bir fitne durumunda bunun önüne geçmek, savaş gibi durumlarda kendilerini müdafaa etmeleri için onları teşvik etmek ve onları bir arada tutarak kenetlenmelerini sağlamak gibi görevleri de vardır. “Nitekim kendi içinizden, size ayetlerimizi okuyan, sizi temizleyen, size Kitab’ı, hikmeti (bilgeliği) ve bilmediklerinizi öğreten bir Elçi gönderdik.” (Bakara/151).

 

Peygamberimiz son peygamber olduğuna göre tekrar bir peygamberin gelmesi ve din adına uydurulan şeyler ile mücadele etmesi mümkün değildir. Ancak elimizde peygamberimizin tebliğ ederek bizzat yaşadığı şekli ile Kur’an vahyi bulunmaktadır. İnananlara düşen vahyi tek ölçü bilerek, din adına uydurulan şeyler ile en güzel şekilde mücadele etmektir. “Biz seni onlar üzerine bekçi yapmadık. Sen onlara vekil de değilsin.” (En’am/107). “Sen sadece bir uyarıcısın. Her şeye vekil olan Allah’tır.” (Hud/12).



[1] Müslim, Fezail

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

MEKKİ SURELERDE SALÂT KAVRAMININ SEMANTİĞİ

SALAT’IN NAMAZ ANLAMI ÜZERİNE

KEVSER SURESİNİN İNCELENMESİ