HZ. PEYGAMBER HAKKINDA DOĞRU BİLİNEN YANLIŞLAR (1)
Hz. Peygamber Hakkında Doğru Bİlİnen Yanlışlar (1)
Peygamberimize
Sahip Çıkmak Ne Demektir?
Bir Müslüman’ın Allah’a ve kitaba iman ettiğini söylemesine
rağmen Hz. Peygamberi yok saydığını söylemesi mümkün değildir. Ancak geleneği
dinselleştirmeye çalışanların istediği şey, Allah’ın indirdiği din ile
yetinmeyerek dini, işlerine geldiği gibi şekillendirmek. Sorsanız cevapları da hazırdır:
“Biz peygamberimize sahip çıkıyoruz” derler. Oysa farkında olmadan Hz.
Peygambere en büyük ihaneti ederler. Çünkü Hz. Peygambere gerçek anlamda sahip
çıkmak, din adına sadece getirmiş olduğu vahye sarılmakla ve bu anlayışı
sonraki nesillere doğru aktarmakla mümkündür.
İnkâr edilmesi gereken peygamberimiz değil, ona ait olduğu
iddia edilen ancak vahiyden, akıldan ve Hz. Peygamberin uygulamalarından onay
almayan söz ve uygulamalardır. Allah’a ve resulüne ait olmayan bir şeyi inkâr
etmeyip de ne yapacaktık? Şayet Kur’an’ı ve aklımızı bir kenara koyarak
uydurulmuş bunca şeye inanırsak, hesap günü bunların hesabını nasıl vereceğiz?
Dini konularda Kur’an dışında hüküm koyanlar, Allah ve
elçisini birbirinden ayırarak dinde ikilik oluşturuyorlar. Din adına Allah’a
söyletemeyecekleri şeyleri elçisi üzerinden uyduruyorlar. Bu durumu eleştirenleri
ise “Peygamber düşmanı” ya da “Peygamberi aradan çıkartanlar” olarak
tanımlıyorlar. Böylece tanımadan tanımlama yanlışına düşüyorlar. Oysa buradaki
asıl mesele, peygamberimize isnat edilen ve “hadis”, “sünnet” başlığı altında
bize servis edilen şeylerin gerçekten peygamberimize ait olup olmadığıdır. Bunu
tespit etmek için de vahiy ve akıldan başka çıkar yol yoktur. Vahiyden onay
alan şeyleri Hz. Peygamber kişisel bir
tercih olarak yapmış olabilir. Vahyin açıklamayarak serbest bıraktığı konularda
peygamberimizin kişisel olarak yapmayı sevdiği ya da tercih ettiği şeyler
olabilir. Bu son derece doğaldır. Bunları yapmak isteyenler için bir engel
yoktur.
Örneğin peygamberimizin küçükken yüzdüğü, yüzmeyi sevdiği
rivayet edilir. Şimdi buradan hareketle kimileri “Yüzmek sünnettir” diyerek
yüzmekten sevap umabilir. Ancak Kur’an’da yüzün ya da yüzmeyin şeklinde bir
açıklama olmadığına göre kimse yüzdüğü için sevaba girmeyeceği gibi, yüzmeyi
sevmiyorum diyen biri de peygamberinin dini bir uygulamasına muhalefet etmiş
olmaz.
Peygamberimizin vahyi insanlara bildirme dışındaki kişisel
bilgi ve buyruklarının dini anlamda bir bağlayıcılığı ve kesinliği yoktur. Yine
güvenilir kabul edilen kaynaklarda geçen bir hadis rivayeti, Kur’an’da açıkça
ifade edilen bu gerçeği desteklemektedir: “Resulullah Medine’ye geldiğinde,
Medineliler hurma aşılıyorlardı: ‘Ne yapıyorsunuz?’ diye onlara sordu.
Medineliler: ‘Bu, eskiden beri yapmakta olduğumuz bir şey!’ deyip
(açıkladılar). Hz. Peygamber de: ‘Eğer bunu yapmasanız belki de sizin için daha
iyi olur!’ buyurdular. Bunun üzerine Medineliler o işi bıraktılar. Hurma
ağaçları o yıl meyve vermedi. Durum Hz. Peygambere haber verilince şöyle
buyurdular: Bilin ki, ben bir beşerim. Size dininizle ilgili bir emirde
bulunursam onu derhal alın. Eğer kendi görüşüme dayanan bir şey emredersem,
bilin ki ben bir insanım!”[1]
Ancak her zamanki gibi geleneksel duruştan taviz vermemekte ısrar edenler her
ne hikmetse kaynaklardaki bu tür rivayetleri görmezler.
Kur’an’da Allah’ın apaçık hükümleri dışında hüküm arayanlara
peygamberimizin nasıl karşılık verdiği ifade edilir: “Allah size Kitap’ı
ayrıntılı kılınmış bir halde indirmişken, Allah’ın dışında bir hüküm
koyucu mu arayayım?..” (En’am/114). Yine ayetler net bir biçimde
vurgularlar: “Hüküm yalnız Allah’ındır.” (Yusuf/40), “O, hükmüne
hiç
kimseyi
ortak etmez.”
(Kehf /26).
Peygamberleri, hususen Hz. Peygamberi, Allah’ın belirlemiş
olduğu sınırların dışına çıkarmak, Allah tarafından kendilerine verilmemiş
yetkiler ile donatmak Allah’a ve Hz. Peygambere iftiradır zulümdür. Dini anlamda, vazifelendirildikleri vahyin
dışında hareket edebileceklerine inanmak, Allah’ın apaçık ayetlerine rağmen mümkün
olmayacak söz ve eylemleri onlara isnat etmek ve üstelik tüm bunları “peygamber
sevgisi” olarak tanımlamak kabul edilemez. Allah’ın rızasına uygun bir yaşam
sürmenin ve peygamberimize olan sevgi ve muhabbetimizi göstermenin yolu, onun
bize ulaştırdığı Kur’an’a sarılmak ve din adına ortaya çıkan tüm aksaklıkları
onunla gidermek dini aslına (vahye) döndürmektir. Ya Hz. Peygamberin bize ulaştırdığı Kur’an
yoluna tabi olarak Allah tarafından indirilen dini yaşayacağız ya da uydurulan
dinin savunucusu olacağız. Din adına Kur’an’ın yeterli olduğunu bilmemiz ve Kur’an’ı
doğru bir şekilde anlayabilmek için en başta doğru bir peygamber tasavvuruna
sahip olmamız gerekir.
Peygamberimizin
De Dinini Öğrendiği ve Sorumlu Olduğu Kitap: Kur’an
Peygamberimiz de dini Allah’tan öğrenmekte, Allah’ın
ayetleri geldikçe neyi nasıl yapacağı hakkında bilgilenmekte ve Allah’ın ayetlerini
en güzel şekilde uygulayarak insanlara örnek olmaktadır. “Sen bundan
önce herhangi bir kitap okumuyordun; onu sağ elinle de
yazmıyorsun. Eğer öyle olsaydı bâtıla saplananlar mutlaka
kuşku duyacaklardı.” (Ankebut Suresi 48). Buna rağmen tıpkı peygamberimizin
dönemindeki insanların işlerine gelen şekilde bir ayet gelmediğinde
peygamberimizden o konu ile ilgili bir ayet derlemesini beklemeleri gibi bugün
de insanlar, işlerine gelmediği için Allah’ın ayetleri ile yetinmiyorlar. “Sonra sana
da emrimizden bir şeriat (yasa) belirledik; artık ona tabi ol, bilmeyenlerin
arzularına tabi olma!” (Casiye/18).
Kur’an’da Hz. Peygambere sadece Allah’tan kendisine ne
vahyedilirse ona uyduğunu söylemesi emredilmektedir: “Onlara bir
ayet getirmediğinde, ‘Onu da şuradan buradan derleseydin ya’ diye konuşurlar.
De ki: Ben sadece Rabbimden bana vahyedilene uyuyorum. Bu, Rabbinizden gelen
gönül gözleridir, doğruya kılavuzdur, iman eden bir toplum için rahmettir.” (A’raf/203).
Bu ayet açıkça gösteriyor ki peygamberimizin Kur’an dışındaki
konuşmaları ilahi değildir. Eğer Hz. Peygamberin her söylediği
Allah’tan bir vahiy olsaydı, ayette “Onlara bir ayet getirmediğinde…” denmezdi.
Peygamberin ağzından çıkan her söz Allah’tan
bir vahiy olsaydı, inanmayanlar, peygamberimizin günlük hayatta ağzından
çıkanlar ile Kur’an’ı birbirinden ayırt edemezlerdi ve yeni bir ayet
getirmediği için peygamberi eleştiremezlerdi. Bu ayet gösteriyor ki peygamberimiz
insanlara
vahiy
olarak sadece Kur’an ayetlerini getirmektedir.
“Ey peygamber, eşlerinin isteyerek,
Allah’ın sana helal kıldıklarını niçin haram kılıyorsun? Allah çok
bağışlayandır, çok esirgeyendir.” (Tahrim/1)
ayetinden de görüldüğü üzere peygamberimizin her
söylediğinin ve her yaptığının vahiy olmadığı görülmektedir. Belli ki
peygamberimiz kimi zaman kişisel meselelerinde kendi aldığı
kararlarla hareket etmiştir. Aksi takdirde peygamberimiz, Allah’ın helal
kıldığı bir şeyi kendisine yasaklamaz, Allah da Hz. Peygamberi uyarmazdı.
Ayetlerde açıkça görüldüğü gibi peygamberimizin kişisel ve
ailevi kimi durumları da kendisine vahiy ile
bildirilmiştir. Eğer peygamberimizin Kur’an vahyi dışında Allah
ile dini anlamda bir irtibatı olsaydı, kendisinden sonra eşleriyle
evlenilmesinin veya bundan sonra kendisinin de başka kadınlar ile evlenmesinin
ya da onları başka eşler ile değiştirmesinin yasaklanması gibi konular doğrudan
peygamberimize bildirilebilirdi. Yine ayetlerde peygamberimizin uyarıldığını
görmekteyiz. Şayet Kur’an vahyi dışında Allah tarafından peygamberimize bir
bildirim söz konusu olsaydı peygamberimizin Kur’an ayetleri ile uyarılmasına
gerek kalmadan uyarılar doğrudan kendisine bildirilirdi: “Ey
Peygamber! Allah’tan kork ve küfre batmışlarla münafıklara boyun eğme!
Kuşkusuz, Allah Âlim ve Hakim’dir. Sana Rabbinden vahyedilene uy. Şüphesiz Allah,
yaptıklarınızdan haberdardır. Allah’a dayanıp güven! Vekil olarak Allah yeter.” (Ahzab/1-3). “Emin ol,
bu Kitab’ı biz sana hak olarak indirdik. O halde, dini yalnız Allah’a
özgüleyerek O’na kulluk/ibadet et!” (Zümer/2). “Ey resul!
Kalpleri inanmamış olduğu halde ağızlarıyla ‘inandık’ diyenlerin inkarda
yarışırcasına koşanları seni üzmesin.” (Maide/41). “Sen de
aralarında, Allah’ın indirdiğiyle hükmet. Onların keyiflerine uyma. Dikkat et
de Allah’ın sana indirdiğinin bir kısmından seni uzaklaştırıp fitneye
düşürmesinler.” (Maide/49). “Ey resul!
Rabbinden sana indirileni tebliğ et. Eğer bunu yapmazsan O’nun verdiği
peygamberlik görevini yerine getirmemiş olursun. Allah seni insanlardan korur.
Allah, küfre batmış topluluğa kılavuzluk etmez.” (Maide/67).
Hz. Peygamberin sadece Allah’tan aldığı ayetleri tebliğ
ettiği
ve
Allah dilemedikçe beklenti içinde olanlara kendiliğinden herhangi bir
ayet ve mucize getirmesinin mümkün olmadığını ifade eden
ayetler vardır: “Eğer onların yüz çevirmesi sana ağır geldiyse haydi
gücün yetiyorsa yerin içine (inebileceğin) bir delik ya da göğe (çıkabileceğin)
bir merdiven ara ki onlara bir ayet (mucize) getiresin! Allah dileseydi,
elbette onları hidayet üzerinde toplardı. O halde cahillerden olma!” (En’am /35).
Peygamberimizin Her Söylediği Vahiy Midir?
Hz. Peygamberin dini tebliğ ederken arzusuna göre
konuşmadığı ve din adına söylediklerinin indirilmiş vahye dayandığı
görülmektedir: “Arkadaşınız ne saptı ne de azdı. O arzusuna göre de konuşmuyor.
İndirilmiş bir vahiyden başkası değildir o.”(Necm/2-4). Ayette kastedilen
vahyin Kur’an olduğu son derece net olmasına rağmen hadis rivayetlerini
kurtarmaya ve peygamberimize isnat etmeye çalışanlar bu ayeti çarpıtarak ayette
kastedilen şeyin peygamberimizin Kur’an dışındaki sözleri yani hadisler
olduğunu iddia etmektedirler. Halbuki delil olarak sundukları bu ayetin
doğrudan ifade ettiği şey Hz. Peygamberin insanlara dini bildirimde bulunurken
kendinden değil Allah’ın kendisine vahyetmiş olduğu ayetlerden bildirimde bulunduğudur.
Allah, Kur’an ayetlerinde peygamberimize Kur’an’da dikkat
çekilmeyen işler hakkında diğer inananlara danışmasını olanların görüşlerini
almasını söylemektedir. Eğer peygamberimizin her söylediği ve yaptığı vahye
dayansaydı, Allah peygamberinden inananlara danışmasını istemezdi: “Yapılacak
işler hakkında onlara danış. Kararını verdiğin zaman da artık Allah’a
dayanıp güven. Çünkü Allah, kendisine dayanıp güvenenleri sever.” (Al-i İmran/159).
Söz konusu ayetler açıkça göstermektedir ki Hz. Peygamberin günlük hayattaki
konuşmaları ve kararları vahiy değildir. Hz. Peygambere indirilen tek vahiy
Kur’an-ı Kerim’dir. Allah, peygamberimize, hikmet yani bilgelik ve basiret
nasip etmiştir. Peygamberimiz de dini konularda sadece Kur’an ile din dışı
konularda ise Kur’an’ın yol göstericiliğinde kendi bilgelik ve basireti ile
hareket etmiştir. “Sen de aralarında, Allah’ın indirdiğiyle hükmet.
Onların keyiflerine uyma. Dikkat et de Allah’ın sana indirdiğinin bir kısmından
seni uzaklaştırıp fitneye düşürmesinler.” (Maide/49). “Ey resul!
Rabbinden sana indirileni tebliğ et. Eğer bunu yapmazsan O’nun verdiği
peygamberlik görevini yerine getirmemiş olursun. Allah seni insanlardan korur.
Allah, küfre batmış topluluğa kılavuzluk etmez.” (Maide/67).
Şu iki ayette “Sen de aralarında, Allah’ın
indirdiğiyle hükmet.” ve “Ey resul! Rabbinden sana
indirileni tebliğ et.” ifadeleriyle
dikkat
çekildiği gibi eğer Hz. Peygamberin her söylediği vahiy olsaydı, bu ifadelere
ihtiyaç kalmaz, inananlar dinle ilgili
sorularının cevaplarını Kur’an’da aramak zorunda kalmazlardı. Yalnızca Kur’an
indirilirken değil her ne zaman peygamberimize bir soru sorsalar ilahi bir
karşılık alabilirlerdi. İnananlardan, sorularının cevaplarını Kur’an’da
aramalarının istenmesi gösteriyor ki peygamberimizin her söylediği vahye
dayanmaz: “Ey
iman
sahipleri!
Size açıklandığında canınızı sıkacak şeylerle ilgili soru
sormayın. Kur’an indirilmekteyken onları sorarsanız size açıklanır. Allah
onları affetmiştir. Allah çok bağışlayıcıdır, çok yumuşak davranandır.” (Maide/101).
Peygamberimize
Verilen Hikmet Nedir?
Hz. Peygambere vahyedilen şeyin yalnız Kur’an olduğu
gerçeğine dikkat çekildiğinde: “Rivayet edilen hadisler de peygamberimize
vahyedilmiştir” ya da “Peygamberimize Kur’an dışında bir de hikmet verilmiştir”
denilir. Oysa Kur’an ayetleri incelendiğinde Hz. Peygamberin Kur’an dışında bir vahiy ile muhatap olmadığı,
hikmetin tüm peygamberlere ve Allah’ın dilediği kişilere verdiği bir bilgelik
olduğu ve aynı zamanda Kur’an’ında hikmetlerle dolu bir kitap olarak
tanımlandığı görülecektir: “İşte sana, o hikmetlerle dolu Kitab’ın ayetleri.” (Lokman/2).
Şüphesiz Allah’ın bir lütfu olarak peygamberimize hikmet
yani bilgelik, kavrayış ve doğru hüküm verme yeteneği de verilmiştir. Çünkü
peygamberimiz Allah’ın mesajını insanlara en doğru şekilde iletmek üzere
görevlendirilmiş elçisidir: “Eğer Allah’ın
fazlı ve rahmeti senin üzerinde olmasaydı, onlardan bir grup,
seni de saptırmak için tasarı kurmuştu. Oysa onlar, ancak kendi nefislerini
saptırırlar ve sana hiçbir şeyle zarar veremezler. Allah, sana Kitab’ı ve
hikmeti indirdi ve sana bilmediklerini öğretti. Allah’ın üzerinizdeki
fazlı çok büyüktür.” (Nisa/113).
Ayetten de görüldüğü gibi bir grup, peygamberimizi de
saptırmak için plan yapmıştır. Ancak Allah’ın lütfu sonucu kendisine verilen
hikmet yani kavrayış ve farkındalık sayesinde bu türlü tuzaklara karşı
peygamberimiz korunmuştur. Ayette hikmetin indirildiğinin söylenmesi Kur’an’dan
ayrı bir bilgi kaynağının da indirildiğine delil olarak kullanılamaz. Benzer
şekilde ayetler, ayeti bu şekilde anlamanın mümkün olmadığını ortaya koyar: “Gerçeğe
ilişkin Kitab’ı ve mizanı (adalet ölçüsünü, doğru ile eğrinin
tartılacağı teraziyi) indiren o Allah’tır.” (Şura /17). Bu ayetten de
görüldüğü gibi Kur’an ile mizanın da indirildiği ifade edilmektedir. Bu mizan
da aynen verilen hikmette olduğu gibi Kur’an’dan ayrı bir bilgi kaynağı ya da
vahiy değil, doğru ile eğri olanı birbirinden ayırma kavrayışıdır. Her ikisi de
Allah’ın insanda yaratmış olduğu akıl melekesinin kullanılması sonucu vahyin
desteği ile insanın kavrayışını artıracak nimetlerdir. “O’dur ki ümmiler
(kitap bilgisi olmayanlar) içinde, kendilerinden olan ve
onlara Allah’ın ayetlerini okuyan, onları yücelten, Kitab’ı ve
hikmeti (isabetli hüküm vermeyi) öğreten bir elçi gönderdi. Oysa onlar,
önceden, açık bir sapıklık içinde idiler.” (Cuma/2). “Kime
dilerse hikmeti ona verir; şüphesiz kendisine hikmet verilene büyük
bir hayır da verilmiştir. Temiz akıl sahiplerinden başkası öğüt alıp-düşünmez.” (Bakara/269).
“O Zaman
Peygamber Neden Geldi Ki?”
Rivayet kültürüne tabi olan insanlar genelde sanki Allah’ın
hükümleri dışında davranmış gibi o güzide elçisini Allah’ın dinine ortak
kılıyorlar. Bir de “Peygamber neden geldi öyleyse sadece kitap gelseydi ya”
şeklinde tutarsız sorular soruyorlar. Kitap gökten pat diye yere mi inecekti?
Öncelikle ayetlerin dikkat çektiği gibi vahiy tek seferde değil, zaman içinde
parça parça geldi. Hz. Peygamber ömrünü Kur’an’ı tebliğ etmeye adadı, hayatı
pahasına mücadele etti. Kur’an’ı en
güzel şekilde yaşayarak, hal ve davranışı ile insanlara örnek oldu. Buna rağmen
yine de ne çok insan ondan yüz çevirdi. Hz. Peygamber, ayetlerin ifadesiyle
insanlara bir tanık, müjdeleyici ve uyarıcı ve ayetleri okuyan olarak
tanıtılmaktadır: “Biz seni, şahit, müjdeleyici ve uyarıcı olarak gönderdik.” (Fetih/8). “İman edip
salih amellerde bulunanları karanlıklardan nura çıkarması için Allah’ın apaçık
ayetlerini size okuyan bir elçi de (gönderdik)…” (Talak/11).
Kendi kendine kitap inse kim onu okuyup dikkate alacaktı?
Ayetler açık bir şekilde peygamberimize vahyin veriliş nedeninin, vahyin
insanlara bir bildiri, bir duyuru olması için olduğunu söylemektedir: “İşte bu
(Kur’an) uyarılıp korkutulsunlar, gerçekten O’nun yalnızca bir tek
ilah olduğunu bilsinler ve temiz akıl sahipleri iyice öğüt alıp düşünsünler
diye bir
bildirip-duyurma
(bir belağ) dır.” (İbrahim/52).
Bunca apaçık ayete rağmen “Peygamberimiz sadece Kur’an’ı
tebliğ etmek için mi geldi?” diye soruyorlar. Peki niçin gelecekti? Allah’ın
dinine ilave yapmak ya da eksik gördüğü yerleri tamamlamak için mi gelecekti?
Din Allah’ın dinidir ve bu dinde sadece Allah’ın kuralları
geçerlidir. Allah’ın bu dini tebliğ etmek üzere seçtiği elçisi ise Allah’tan
aldığı vahyi en başta en güzel şekilde insanlara bildirip duyurmak, sonra da en
güzel şekilde uygulayarak onlara örnek olmak durumundadır. Aksi halde Allah’ın
kendisine vermiş olduğu elçilik görevini gerektiği gibi yerine getirmemiş olur.
“Ey
Elçi!
Rabbinden
sana indirileni tebliğ et. Eğer bunu yapmazsan O’nun
elçiliğini yapmamış olursun. Allah seni insanlardan koruyacaktır. Doğrusu
Allah, kâfirler topluluğuna rehberlik etmez.” (Maide/67).
Peygamberler Allah’tan aldıkları mesajları insanlara
bildirdikleri için Allah’ın elçiliği vazifesini yerine getirirler. Onlar
insanlara kendi heves ve arzularından konuşmadıkları gibi kendiliğinden bir şey
teklif edenlerden de değildirler: “O arzusuna göre de konuşmuyor.
İndirilmiş bir vahiyden başkası değildir o.” (Necm/3-4). “De ki:
‘Tebliğime karşılık sizden bir ücret istemiyorum. Ben size
kendiliğimden/zorlamayla yükümlülük getirenlerden de değilim. Bu
(Kur’an), âlemler için yalnızca bir zikirdir (öğüt ve hatırlatmadır).” (Sad/86-87).
Allah’ın insanlara mesajlarını iletme yöntemi, seçtiği bir
elçi vasıtasıyla gerçekleşir. Oysa ayetlerin dikkat çektiği gibi kimi insanlar
bizzat o ayetlerin kendilerine verilmesini isterler: “İçlerinden
her kişi de istiyor ki, kendisine açılıp saçılmış sayfalar verilsin. Hayır,
öyle şey olmaz! Doğrusu şu ki, ahiretten korkmuyorlar. Hayır, (iyi bilsinler
ki) bu (Kur’an) bir hatırlatıcıdır. Dileyen düşünür onu, öğüt alır.” (Müddessir/52-55).
Bununla birlikte esasen görevlendirilen peygamberler,
gönderildikleri toplumlar içinde bir anlamda devrim yaparlar. Tüm haksızlık, zulüm
ve adaletsizliklere yönelik başkaldırışların daima bir liderin önderliğinde
yapılmış olduğu da bir gerçektir. Peygamberler aynı zamanda gönderildikleri
toplumlara önderlik eder inananları bir arada tutar, onlara destek olur, zor
zamanlarda Allah’ın ayetlerini onlara hatırlatır. Vahiyle iyi olanı tavsiye ederek kötü olandan
sakındırmak, olası bir fitne durumunda bunun önüne geçmek, savaş gibi
durumlarda kendilerini müdafaa etmeleri için onları teşvik etmek ve onları bir
arada tutarak kenetlenmelerini sağlamak gibi görevleri de vardır. “Nitekim
kendi içinizden, size ayetlerimizi okuyan, sizi temizleyen,
size Kitab’ı, hikmeti (bilgeliği) ve bilmediklerinizi öğreten
bir Elçi gönderdik.” (Bakara/151).
Peygamberimiz son peygamber olduğuna göre tekrar bir peygamberin
gelmesi ve din adına uydurulan şeyler ile mücadele etmesi mümkün değildir.
Ancak elimizde peygamberimizin tebliğ ederek bizzat yaşadığı şekli ile Kur’an
vahyi bulunmaktadır. İnananlara düşen vahyi tek ölçü bilerek, din adına
uydurulan şeyler ile en güzel şekilde mücadele etmektir. “Biz seni
onlar üzerine bekçi yapmadık. Sen onlara vekil de değilsin.” (En’am/107).
“Sen
sadece
bir
uyarıcısın. Her şeye vekil olan Allah’tır.” (Hud/12).
Yorumlar
Yorum Gönder