KUR’AN’DA UMUT
KUR’AN’DA UMUT ANLAMINA GELEN İKİ
KAVRAM
“tam’u” ve “recâ”
Arapça’da ümit olgusunu anlatan kelimeler “ta-ma-a”
ve “recâ” kelimeleridir.
Arapça’da,
“ta-ma-a”, ümitsizliğin zıddı olan durumu ifade eder. Bu kelime, istek ve arzu
duyulan bir şeye ilişkin insanın iç dünyasında ortaya çıkan mücadeleyi anlatır.
Tam’, bir konuda hırslı, istekli ve beklenti içerisinde olmaktır. Örneğin,
insanın Allah’ın azabına maruz kalabileceğini düşünmesi korkuya, iyiliğine
kavuşabileceğini düşünmesi recâya sebep olur.[1]
Kur’an’da
“ta-ma-a” kelimesi bir şeyi ümit etmek, o şeyin gerçekleşeceği
beklentisi içerisinde olmak anlamında kullanılmıştır:
“Onların size inanacaklarını umuyor musunuz? Oysa
onlardan bir bölümü Allah'ın kelamını işitir, iyice anladıktan sonra bile bile
tahrif ederler.” (Bakara 2:75)[2]
“Ta-ma-a” kelimesi,
bir ayette,[3] işveli ve edalı kadın
sesine gösterilen cinsî eğilimi dile getirir. Bir ayette,[4]
mal artırmaya ilişkin tamah ve açgözlülüğü ifade eder. Salihlerden olma (Maide
5:84), cennete girme (A’raf 7:46, Mearic 70:38), bulutlardan yağmur beklentisi
içinde olma (Ra’d 13:12, Rum 30:2), rahmet- bağışlanma, recâ/ümit anlamında da
kullanılmaktadır (A’raf 7:56, Secde 32:16, Şuara 26:51,82). Bu anlamlar kelimenin kökünde hazza yönelme
eğilimin bulunduğunu göstermektedir.
Kur'an'da ümit ifade eden recâ, saygı bekleme
(Nuh 71:13), Allah'a kavuşma,[5]
rahmet ümidi içinde bulunma[6] ve hakkında yapılacak bir muamele beklentisi
içinde olma (Tevbe 9:106) anlamlarında kullanılmıştır. Bu kelime bir yerde
kenar, taraf anlamında olmak üzere recânın çoğulu olan ercâ şeklinde (Hakka
69:17), iki yerde de bekletmek anlamında emir şeklinde ercih olarak
kullanılmıştır (A’raf 7:111, Şuara 26:36).
Recâ
kelimesi, Kur’an’da daha çok müminlerin Allah’tan beklenti içerisinde olmalarını,
istek ve arzularının O’nun tarafından gerçekleştirilebileceğini ümit etmelerini
anlatmak üzere kullanılır:
“İnanıp Allah yolunda hicret ve cihat edenler var
ya, işte bunlar Allah’ın rahmetini umarlar. Allah bağışlayıcıdır,
merhametlidir.” (Bakara 2:218).[7] İnkârcıların Allah’tan ümitli
olamayışları, bu konuda çektikleri yoksunluk, Kur’an’da “lâ yercûne”
kelimesiyle ifade edilir.[8]
Recâ
kelimesi bazı ayetlerde, bir şeyi bekletmek, alıkoymak, geride bırakmak,
anlamındadır. Kelimenin bu anlamını ümit olgusuyla ilişkilendirdiğimizde, ümit
edilen şeyin hemen gerçekleşemeyebileceğini, gerçekleşmesinin zaman
alabileceğini, beklemede kalabileceğini söyleyebiliriz.
“Dediler ki "Onu ve kardeşini
alıkoy, şehirlere de toplayıcılar gönder.” (Şuara 26:36)[9]
Recâ kelimesi bir ayette (Tevbe
9:106), haklarındaki af ya da azap kararının Allah’a bırakılmış olan kimselerin
durumunu anlatır. Kelimenin bu tarz kullanımı, Kur’an’ın “recâ” ile anlatmaya
çalıştığı ümitli olma durumunun, daha çok kulun Allah’a karşı tutumunu
anlattığını gösterir.
“Diğerlerinin ise işi Allah’a
kalmıştır. O onları ya azaplandıracak ya da onların tevbelerini kabul
edecektir. Allah bilendir, hükmünde tam isabet edendir.” (Tevbe 9:106)
Recâ
kelimesinden türetilen ve bir ayette “ercâihâ” diye geçen ifade, bir şeyin kenarında
bulunmayı anlatır.[10]
Kişi o şeyin içerisine de girebilir, dışında da kalabilir. Ümit de bir şeyin
kenarında olmayı dile getirir. Ümit edilen şeyin gerçekleşmesi de gerçekleşmemesi
de mümkündür.
Recâ
kelimesi bir ayette, Hz. Salih hakkında halkının gelecekte topluma yararlı
olacağı –kendi dünya görüşleri doğrultusunda- beklentisi ve ümidi içerisinde
olmalarını anlatır.[11]
Bu kelime bir ayette, yaşın iyice ilerlemesi dolayısıyla evlenme arzusu kalmayan
kadınların isteksizliğini ifade eder.[12]
Ayetin bu anlamından anlaşıldığına göre, “recâ” kelimesi, bir şeyin
arzulandığını, gerçekleşmesinin istendiğini belirtir. Dolayısıyla ümit/recâ
arzulanan istenen bir şeye yöneliktir.
İnsan,
ümitlerle yaşar, ümitlerle hayata güzel bakar, hatta yaşamanın anlamını ümitle
bulur. Ümitleri tükenen insanın hayatta kalması, imtihan salonu olan bu
dünyanın zor olan imtihanıyla mücadele etmesi asla mümkün değildir. Bu yüzden
Allah insanı hep ümitli olmaya davet etmiştir. “Gevşemeyin, üzülmeyin eğer
inanıyorsanız üstün gelecek olan sizlersiniz.”( Al-i İmran 3:139) ayeti, hayatın tüm
sıkıntılarıyla mücadele edilerek ayakta kalınmasının ancak ümitle olabileceğini
vurgulamaktadır. Ümit, Allah’a güvenmeyi gerektirdiğinden insanın iç dinamiğini
inşa ederek insanı dik tutar. Eğer insan ümitsiz
olursa ayakta duracak iç dinamiğini ve takatini kaybederek yıkılır. İçsel
enerjisini kaybeden bir gezegen gibi yok olmaya mahkûm olur. Yapılan ümitler
bazen boş ve faydasız da olabilir. “(Ey Müminler!) Bu adamların daveti kabul
ile iman edeceklerini umar mısınız? Hâlbuki onların arasında Allah’ın kelâmını
işitip iyice anladıktan sonra, onu kasten tahrif ve tağyir eden bazı kimseler
buluna gelmiştir.” (Bakara 2:75) ayet hakikati bilerek gizlemeye çalışanlar bir
gün gelecek iman edecekler diye ümit beslemenin faydasız olduğunu göstermektedir.
Başka
bir ayette ise: “Keza bazı ümmî kimseler vardır ki, kitap hakkında bilgileri
yoktur. Fakat boş ümitlere (emaniyy) tâbi olurlar ve sadece zan ve tahmin üzere
sürüklenirler.” (Bakara 2:78) buyuruluyor. Kur’an’da genelde umma anlamında
kullanılan bu kelime, daha çok insanların uğraşıp ulaşamadıkları ama buna
rağmen beklenti içinde oldukları olaylar için kullanılmıştır. Kur’an,
değişik ayetlerde değişik kelimelerle umut olgusuna
dikkat çekmekte ve her seferinde de umudun farklı bir
yönüne
değinmektedir.
Kur’an ayetleri, umutlu olmayı
teşvik eder ve bireylerin en sıkıntılı zamanlarında bile umutlu olmalarını
emreder. “O, (insanlar)
umutlarını
kestikten sonra, yağmuru indiren, rahmetini her tarafa
yayandır.
O, hakiki dosttur, övülmeye lâyık olandır.” (Şura
42:28). Bu ayet, Allah'ın rahmetinin asla
ümitsizliğe izin vermeyecek derecede geniş olduğunu
açıklar.
Ayette dile getirilen “O, (insanlar)
umutlarını
kestikten sonra, yağmuru indiren, rahmetini her tarafa yayandır.” cümlesi
birey için umutsuzluğun zirvede olduğu anlarda bile
her
zaman bir çıkışın var olduğuna dair bir
işaret
taşır.
Ye’s/ümitsizlik halini nefsî
ve rûhî bir sorun olarak değerlendiren bilginlere göre bu durum, kişide her
şeyin boş görünmesine, ümit halinin tamamen yok olmasına sebep
olan ruhsal bir hastalıktır.[13]
Müminin
böyle bir duruma düşmemesi için Kur’an, bütün umut kapılarının
açık olduğunu, şirkten başka bütün günahların bağışlanabileceğini[14]
özellikle vurgular. Bu, her ne kadar günah kavramı bazında ele alınmış olsa da bütün
olaylar
karşısında da bireyin umudunu yitirmemesi gerekliliğine dair tavsiye içerir. Kur’an
bu ayetlerle (Nisa 4:48,116) umudun yitirilmemesi gereken en sıkıntılı durum
olan ahireti kaybetmemeyi örnek verir.
Kur’an'da, ye’s/umutsuzluk
aynı zamanda kâfirlerin bir özelliğidir: "İnsana
tarafımızdan bir rahmet tattırıp da sonra bunu kendisinden çekip alıversek o,
ümidini kesen bir adam, bir nankör olur." (Hûd
11:9). Bu ayette geçen nankörlük,
n-k-r kökünden geldiğinden aynı zamanda küfür
anlamında da kullanılmış ve sahibi ümitsiz olarak nitelendirilmiştir.
Ümitsizliğin bir küfür eylemi olduğu başka ayetlerde açık bir şekilde ifade
edilmektedir: 'Allah'ın rahmetinden,
sapkınlardan
başka kim ümit keser?" (Hicr 15:56)
Bir başka
ayette Allah, “Ey iman edenler! Allah'ın kendilerine karşı gazaplandığı
bir kavmi veli edinmeyin. Onlar, kâfirlerin kabir halkından umut kestiği gibi
ahiretten umut kesmişlerdir.” (Mümtehine 60:13).
Bu ayette kafirler ahiretten o kadar ümitsiz
olarak tasvir edilmişler ki, bir ölünün mezardan kalkıp geri gelmesi nasıl imkansızsa,
öylesine umutsuz oldukları ifade edilmiştir. Kur’an ayetleri, ye’s’in bir hastalık,
buna karşılık kurtuluşun da ümit
etmek olduğunu bildirmektedir.
Ümit duygusu olan insanın
Allah’ın yasaklarından uzak durması gerekmektedir. Hem günah işleyip hem de ümit
dolu olmak ahlakî açıdan tutarsızlıktır.
Allah’ın
merhameti de ancak sakınarak rahmetini umanlara olacaktır: “Benim
merhametim her şeyi kuşatmıştır.
Onu duyarlı olup arınanlar ve ayetlerimize inananlar için
göstereceğim.”
(A’raf 7:156). Kur’an’da ümitli olmanın
ancak gerekli sebepleri yerine getirdikten sonra kayda değer bir anlamı
olacağına dikkat çekilmektedir: “Ancak iman edenler,
Allah yolunda hicret ve cihatta bulunanlar Allah’ın
rahmetini ümit ederler.” (Bakara 2:218)
Kur’an, Allah’ın rahmetini
umabilmenin koşulları arasında, ilâhî değerlerin bilgisinin kaynağı olan Kur’an’ı
okumayı, salatı (:bağlılığı) yerine getirmeyi, Allah’ın rızasını umarak sahip
olunan maddî imkanlardan başkalarını da yararlandırmayı sayar:
“Allah'ın kitabını okuyanlar, salâtı
(:bağlılığı) yerine getirenler ve kendilerine rızık olarak verdiklerimizden
gizli ve açık infak edenler; kesinlikle zarar etmeyecek bir ticareti umarlar.”
(Fatır 35:29). Ümit ettiği şeyin gereklerini yapmayan insanın
istekleri ise boş bir temenniden başka bir şey değildir.
Umutlu olmayı sadece bir
duygu olarak ele almayan Kur’an, özellikle Yusuf Suresinde bu durumu kıssanın diyalogları
arasına serpiştirmektedir. Nitekim Hz. Yakup Hz.
Yusuf’u aramak için diğer çocuklarını gönderirken onlara şöyle söylemektedir:
“Oğullarım,
gidin de Yusuf ve kardeşinden bir haber getirin ve Allah'ın rahmetinden ümit
kesmeyin. Çünkü kâfirler topluluğundan başkası Allah'ın rahmetinden ümit
kesmez." (Yusuf 12:87.) Burada Hz. Yakup hem
diğer
çocuklarına umutlu olmayı tavsiye etmekte hem de umut
etmekle
beraber onları Hz. Yusuf’u aramaya göndermektedir.
Bu
çalışma azminin geriye ket vurmadan yürütülmesi için hedeflerin gerçekçi olma
şartı vardır. Çünkü geri bildirimlerin olumsuz olduğu durumlarda bireylerdeki
gayret azalır.[15]
Bunu
içindir ki Kur’an, insanların güç
yetiremeyecekleri işlerin altına girmekten Allah’a sığınmayı tavsiye etmektedir
(Bakara 2:286). Dolayısıyla altından kalkılmayan
işler, bireylerde zamanla özgüveni
zedeler. Bunun sonucunda
bireyler, hem maddi hem de manevi anlamda pozitif duygu durumlarını
kaybedebilirler.
Umutsuzluk ve buna bağlı
gelişen psikolojik durum Kur’an açısından üstesinden gelinebilecek zorlu yük
konumundadırlar. Kur’an’ın bu tür duygu/durum bozukluklarına ilk müdahalesi, o
duyguyu kötü göstermek şeklindedir. Nitekim Kur’an, inançlı bir gönlün maruz
kaldığı bu umutsuzluk hastalığını bünyeye girmemesini
(Yusuf 12:87) istemektedir.
Allah’ın Rahmetinden Ümitli
Olmanın Şartları
Ümit inanca eşlik eden bir
ruh hâlidir. Ümitlilik hâli olmaksızın inancın ayakta durması imkânsızlaşır. Ümit,
inanç temeli üzerinde var olabilir. Ümit inancın meyvesidir. İman insanı ümide
götürür, sevilen şeye karşı güçlü bir ümit telkin eder. Sağlam dinî inanç,
ümit, sabır ve dayanma gücü yaratır.
Kur’an, ümidi iman ve onun
gereklerini yerine getirmeyle ilişkilendirir. Müminlerin ümidini canlı tutan
şeyin iman olduğuna işaret eder. Gerçek anlamda ümidin imanla birlikte var
olabileceğine vurgu yapar: “Onlar ki inandılar, göç ettiler, Allah yolunda
savaştılar; işte onlar, Allah’ın rahmetini umarlar. Allah, çok bağışlayan, çok
merhamet edendir.” (Bakara 2:218)
Bu ayet müsüman(lar)a şunları
söylüyor: İmanlarında kararlılık gösterenler, Allah yolunda O’nun dininin hayata
geçirmek için hicret edenler yani ailelerini, vatanlarını terk edenler, ilâhî amaç
ve hedefler uğruna bütün gayretlerini ortaya koyanlar, Allah’ın rahmetini ve
iyiliğini umabilirler. Müminler, bütün bu tutum ve davranışlarını Allah’ın
rahmetini ummak için sergilemişlerdir.
“Allah’ın rahmetini ummak” bu
ayetin eksen kavramıdır. Ayet, Allah’ın rahmetini ummanın bağlı bulunduğu
şartları önem sırasına göre saymaktadır. Allah’ın rahmetini ummaya götüren
basamakların ilkini iman oluşturur. İnançlarından dolayı baskıya maruz kalan
insanların Allah için vatanlarını terk etmeleri ilâhî rahmeti ummanın ikinci
basamağını teşkil eder. Üçüncüsü ise, Allah yolunda üstün gayret göstermektir.
Bu tutum ve davranışlar, insanın umutlarını hayal olmaktan çıkarıp gerçekler
dünyasına getirir. Allah’tan beklenen ümidin gerçekleşmesi insanın tutum ve
davranışlarına bağlıdır.[16]
Kur’an, Allah’ın rahmetini
umabilmenin koşulu olarak, ibadetlerin yerine getirilmesini, ahiret hesabını
dikkate almayı gösterir: “Bu adam mı yoksa ahiret kaygısıyla ve
Rabbinin rahmetini umarak gece vakitlerinde secde ederek, kıyama durarak,
gönülden itaat eden kimse mi (daha iyidir)? De ki: Hiç bilenlerle bilmeyenler
bir olur mu? Ancak derin kavrayış sahipleri bunu anlar." (Zümer
39:9)
Allah’tan Ümitli Olmanın
Kazanımları
Müminlerin Allah’tan gelecek iyiliğe
karşı umut beslemeleri, ölüm sonrası hayat için ümitli olmaları, onlara pek çok
avantaj sağlar. Sahip oldukları ümit, müminleri başta zor koşullar olmak üzere
her durumda cesur, gayretli, sabırlı ve mücadeleci yapar:
“O topluluğu takip etmekte gevşeklik
göstermeyin! Eğer siz acı çekiyorsanız, onlar da sizin acı çektiğiniz gibi acı
çekmektedirler. Üstelik siz Allah’tan, onların ummadıkları şeyleri
ummaktasınız. Allah bilendir, hüküm ve hikmet sahibidir.” (Nisa 4:104)
Allah, bu ayette ümidin müminler için
bir avantaj olduğunu belirtmek için onları şöyle uyarmıştır: İnkârcıları takip
etmede onlarla savaşmada gevşeklik ve zayıflık göstermeyin, elinizden gelen her
şeyi yapınız! Eğer siz, içinde bulunduğunuz durumdan acı çekiyorsanız,
bilmelisiniz ki, düşmanlarınız da en az sizin kadar acı çekiyorsunuz. Savaş sırasında
başa gelen yaralanma ve öldürülme konusunda aranızda bir fark yoktur. Fakat
siz, Allah’tan onların ümit edemeyecekleri şeyleri umarsınız. Onlar geçici
dünya hayatıyla yetinirken, siz Allah’a yakınlaşmayı ve ahiret hayatını
istersiniz, savaşta ilahî yardım umarsınız. Onlar bunları umamazlar, sizin ümit
alanınız onlarınkine
kıyasla sınırsızdır. Dolayısıyla onlardan daha gayretli ve
mücadeleci olmalısınız. İnkârcılar kendi amaçları uğruna sabır ve cesaret
gösterebiliyorsa, siz onlardan çok daha fazla sabırlı ve cesur olmalısınız. Bu
uğurda ölüm sizin için en büyük ganimettir, oysa onlar için ölüm sonsuz bir
yıkımdır.
Özetle: Kur’an
insana kendini tanıtarak kendisine yabancılaşması ve umutsuzluğa kapılmasını
engellemeye çalışmıştır. İdeal Müslümanın kendisinde bulundurması gerektiği
özellikleri belirterek yaratılış gayesi üzerine yaşamasını sağlamak istemiştir.
Buradan da insanın kendini gerçekleştirebilmesi için Kur’an’ın insana bir umut
kaynağı olduğu sonucu çıkarılmaktadır. Umut kavramının Kur’an’da hem doğrudan
hem de dolaylı olarak geçtiği görülmektedir. İnsanın umutsuzluğa düşmemesi için
harekete geçmesini, hedeflerine ulaşmasını ve kendini gerçekleştirebilmesi için
ona yardımcı olan birçok ayetin olduğu görülmektedir.
“Umut Allah’ın her daim
yaratan anlamındaki Hallak isminin tecellisidir.”[17]
“Hallak ismine iman eden âna mahkum olmaz. Âna mahkum olmak, şimdi ve burada
olana mahkum olmaktır. Oysaki şimdi ve burada olan, hep olacak olan değildir.
Ama âna mahkum olanlar, şimdi ve burada olanı her zaman ve her yerde olmaya
mahkum gibi görürler.”[18]
“Hz. Adem, âna mahkum olmadığı için günahından dolayı tevbe etti ve adam oldu.
Zira umudunu kaybetmedi. İblis âna mahkum olduğu için günahına tevbe etmedi ve
şeytan oldu. O umudunu kaybetmişti.”[19]
Nuh umudunu kaybetmedi, karada gemi yaptı. İbrahim umudunu kaybetmedi, ateşten
çıktı. Hz. Peygambere Taif’te taşlandı umudunu kaybetmedi, Medine’de medeniyet
inşa etti. Umut bireyin ve toplumun güç kaynağıdır.
[1]
Râgıb
el-Isfahânî, el-Müfredât fî Garîbi’l-Kur’ân
[2] Bakınız:
Mâide 5:84; A’râf 7:46, 56; Ra’d 13:12; Şuarâ 26:51; Rum 30:24; Secde 32:16;
Meâric 70:38
[3] Ahzâb 33:32
[4] Müddessir 74:15
[5] Kehf 18:13,
Ankebut 29:5, Ahzab 33:21, Mümtehine 60:6
[6] Bakara 2:218,
Nisa 4:104, İsra 17:28,57, Zümer 39:9
[7] Bakınız:
Nisâ 4:104; İsrâ 17:28, 57; Kehf 18:110; Ankebût 28:5; Ahzâb 33:21; Fâtır 35:29;
Mümütehine 60:6
[8] Yûnus 10:7,
11, 15; Furkân 25:21, 40; Nebe 78:27
[9] Bakınız: A’raf 7:111
[10] Hâkka 69:17
[11] Hûd 11:62
[12] Nur 24:60
[13]
Hayrani Altıntaş, “Psikoloji Sözlüğü Üzerine Deneme”, A.Ü.İ.F Dergisi, 31, Ankara,
1989, s. 36.
[14] "Şüphesiz ki Allah, kendisine ortak koşulmasını bağışlamaz;
bundan başka (günahları) dilediği kimseler için bağışlar..."( Nisa 4:48)
ve Nisa 4:116
[15] Nevzat Tarhan,
Değerler Psikolojisi ve İnsan, Timaş yay., İstanbul 2016.
[16]
Bayraktar Bayraklı, Yeni Bir Anlayışın Işığında Kur’an Tefsîri, c. III, s.
73-83.
[17] Mustafa
İslamoğlu, Pasif İyiden Aktif İyiye, 109
[18] Mustafa
İslamoğlu, Pasif İyiden Aktif İyiye, 111
[19] Mustafa
İslamoğlu, Pasif İyiden Aktif İyiye, 111
Yorumlar
Yorum Gönder