MÜSLÜMANLARI FELÇ EDEN DÜŞÜNCE KRİZLERİ
MÜSLÜMANLARI FELÇ EDEN DÜŞÜNCE KRİZLERİ
Müslüman dünyasını "felç eden
düşünce krizleri" konusu, hem tarihsel hem güncel birçok boyutu olan,
derinlikli bir meseledir. Bu krizler, bireylerin düşünce üretimini, toplumsal
gelişimi, dini anlayışı ve siyasal yapıları etkileyen ciddi zihinsel ve
kültürel durgunluklara işaret eder. Aşağıda bu krizlerin bazı temel başlıkları
şunlardır.
1. Vahiy-Rivayet Gerilimi
Müslümanlar akıl-vahiy ve rivayet-gelenek arasında sağlıklı bir
denge kuramamışlardır. Ya akıl tamamen dışlanarak taklitçiliğe düşülüyor ya da
nakil reddedilerek sekülerleşme eğilimleri ağır basıyor. Her Müslüman düşünmeye, anlamaya ve
yorumlamaya ehildir. Akıl, vahyin düşmanı değil; onun
taşıyıcısıdır. Bu da dinî metinlerin modern sorunlara yönelik
yorumlanamamasını netice veriyor.
Kur’an, Müslümanlar için en yüksek otorite olarak kabul edilir;
ancak rivayetler pratikte çoğu zaman aynı ya da daha yüksek bağlayıcılık
kazanmıştır. Bu durum, insanların hangi kaynağı “asıl ölçü” alacakları
konusunda tereddüt yaşamasına yol açar. Rivayetler üzerinden şekillenen bir din
anlayışı, zamanla vahyin asıl mesajını gölgede bırakabilir; bu da insanların
din algısını tarihsel anlatılara bağımlı hale getirir. Rivayetleri sorgulamak
çoğu zaman “iman zayıflığı” ile etiketlendiği için, Müslüman düşünce dünyasında
özgür sorgulama sınırlanır.
2. Taklit ve İçtihad Krizi
İslam düşüncesinde uzun süre içtihat
kapısının kapandığı düşüncesiyle, geçmiş âlimlerin görüşlerinin sorgusuzca
tekrar edilerek taklit edilip bütün çağlara kafi geleceği ütopya düşüncesiyle
boğuşuyor. Yeni fikirlerin üretilememesi, sosyal ve bilimsel gelişmelere
karşı durağanlığı doğuruyor. Dini yorumlar zamanla "dinle eşdeğer" görülmeye başlanmıştır. Bu
da düşünce tembelliği ve eleştirel düşüncenin kaybına yol açıyor. Taklit,
mevcut otoriteyi ve düzeni sorgulamayı zorlaştırır. Böylece zalim yönetimlere
karşı “itaat” fetvaları meşruiyet kazanır. İnsanlar, delil araştırmak yerine
“hoca böyle dedi”, “mezhep böyle söylüyor” anlayışına sığınır. Bu da zihinsel üretkenliği
bitirir.
3. Mezhepçilik ve Fırkalaşma
Mezhepler kimlik unsuruna dönüşerek
birliğin önüne geçmiştir. Farklı düşünenlere tahammülsüzlük, entelektüel
çeşitliliğin bastırılması sonucunu doğurmuştur. Mezhep imamları, hadis kitapları, fıkıh
külliyatı adeta sorgulanamaz hale getirilip kutsallaştırılmıştır. Bu da
ayrışmaya dayalı bir zihin yapısı ve evrensel bir İslam düşüncesinin önünü
tıkıyor.
Mezhepcilik ve
fırkalaşma dinin özünden kopmaya neden olur. Mezhepçilik, vahyin evrensel
mesajını dar bir yorumun içine hapseder. Bir mezhebin görüşü “tek doğru” olarak
sunulduğunda, diğer bakışlar din dışı sayılır. Bu, Kur’an’ın “Hepiniz
Allah’ın ipine sımsıkı sarılın, ayrılmayın” (Âl-i İmrân 3/103) uyarısına
ters düşer. Din yerine mezhep kimliği, Müslüman kimliğini ikinci plana atıp,
“Şafiîyim”, “Hanefîyim”, “Caferîyim” gibi aidiyetler birincil hâle gelir.
Böylece iman, mezhep aidiyetine indirgenir.
Mezhepçilik psikolojik
ve ahlâkî krize neden olur. Mezhepçilik,
“Benim mezhebim en doğru” inancı, kibir ve taassub gibi üstünlük
kompleksine yol açar. Karşı mezhepten biri hata yaptığında
bağışlamak yerine, “Zaten sapıktı” gibi
empati kaybına yol açar.
Tarihte olduğu gibi
bugün de mezhep ayrılıkları, dış güçler veya yerel otoriteler tarafından siyasî
çıkar için kullanılır, sömürüye açık hale gelir. Bu, Müslüman toplumları
içeriden zayıflatır.
4.Moderniteyle Hesaplaşamama
Moderniteyi toptan reddetmek (selefilik gibi) veya kayıtsız
şartsız benimsemek (sekülerleşmiş İslam) iki uç tepkidir. Müslümanların yapması
gereken: Modernitenin
değerlerini sorgulamak (özgürlük, bireycilik, tüketim vb.) Ama
aynı zamanda bilimi,
teknolojiyi, insan haklarını faydalı yönleriyle ayırt etmek
gerekir. Bilimsel devrim, sanayi toplumu, bireycilik gibi modernite unsurlarına
karşı ya reddiyeci ya da körü körüne taklitçi yaklaşımlar arasında gelgitler
yaşanıyor. Modern bilimi, teknolojiyi ve siyaseti kendi düşüncesine entegre
edemiyor. Bu da gelişen dünyayla entegre olamama, kendi meselelerine çağdaş
çözümler üretememeye sebep oluyor.
5. Dini Popülizm ve Sloganlaştırma
Derinlikli dini düşüncenin yerini sloganlar ve yüzeysel
yaklaşımlar almıştır. Din üzerinden kimlik inşa edilirken ahlaki, epistemolojik
ve felsefi derinlik kaybolmuştur. Din,
halkın duygularına hitap edecek şekilde araçsallaştırılmıştır. Dini söylemleri,
siyasi veya sosyal kazanç elde etmek için kullanılmaktadır. Din öznelikten
çıkarılmış, kitlesel sempati ve destek kazanma aracına indirgenmiştir. Bu
da dinin araçsallaştırılması, hakikat arayışının zayıflamasını
yaygınlaştırıyor.
Slogan, tartışmayı kapatır; sorgulamayı değil tekrarı teşvik eder.
Bu da Müslümanların kendi kaynaklarını derinlikli anlamasını engeller.
Sloganlar genellikle “biz ve onlar” dilini pekiştirir. Müslüman toplumlarda farklı
görüşe sahip kesimler kolayca “hain”, “sapık” veya “kâfir” gibi etiketlerle
dışlanır. Sloganların sürekli tekrarı ama hayatı dönüştürmemesi, zamanla
toplumsal bir umutsuzluk ve “dinden soğuma” etkisi yaratır.
6. Eleştirel Düşüncenin Bastırılması
Halifelik kurumu
zamanla dini otoriteye müdahale eden bir güç haline geldi. Özellikle
Abbasiler ve sonrasında dini, meşruiyet aracı olarak kullandılar.
Muhalif fikirler “fitne”, “bidat” ya da “zındıklık” ile yaftalandı. Eleştiriye kapalılık, fikir ayrılığına
düşmanlık, “bid’at” yaftalamasıyla yeni düşünceler bastırılıyor. Düşüncede
tekdüzelik ve yenilikten korkuluyor. Bu da entelektüel üretkenliğin durması,
genç kuşakların entelektüel bakıştan uzaklaşmasına sebep oluyor.
İnsanlar “soru sormanın iman zayıflığı” olduğu fikrine kapılır, böylece
kendi inancını bilinçli şekilde değil, taklit yoluyla yaşar. Sorgulama
mekanizması olmadığı için, tarih boyunca eklenmiş yanlış inanç ve uygulamalar
dinin ayrılmaz parçası gibi kabul edilir. Eleştirel düşünce yerine itaati
dayatan kültür, farklı fikirleri “tehdit” olarak görür. Bu da çatışma ve baskı
ortamı oluşturur. Sorgulamanın bastırıldığı yerde, dini otorite ile siyasi
otorite birbirini besleyerek eleştirel sesleri susturur.
7. Bilim ve Felsefe ile Kopukluk
Zamanla din anlayışı
sadece ibadet ve helal-haram çerçevesine indirildi. Ahlak, metafizik,
bilim, doğa ve insan kavramları fıkıh içinde ikincil meseleler haline ge(tiri)ldi.
Bu, disiplinler arası düşüncenin çökmesine yol açtı. Bilim ve felsefenin "dünyevi" görülüp
dinle ilişkisiz olduğu kabullenildi. Müslümanlar bilimsel devrimden geri
kalmışlardır. Bu da yüzeysel
bilgi anlayışı, hakikat arayışının daralmasını körüklüyor.
8. Otorite Problemi
Dini yorumda kimin yetkili olduğu belirsizliği hüküm sürüyor.
Akıl-vahiy mi, rivayet-gelenek mi? Herkesin kendi yorumunu “tek doğru” gibi
sunması; otorite boşluğu meydana getiriyor. Otorite boşluğu "Kime inanacağız?" sorusunu gündeme
getiriyor. Bir konuda 10 farklı fetva ortaya çıkıyor. Ya herkes kendi yorumunu
din zannediyor ya da bir otoriteye körü körüne bağlanarak aşırı
bireyselleşme ortaya çıkıyor. Yorum
farkları insanlar arasında gerilime yol açıp toplumsal ayrıştırma meydana
getiriyor. Bu da karmaşa ve düzensiz bir
dini söylem ortamını; güven kaybı ve radikalleşmeyi çoğaltıyor.
9. Ahlak Krizi ve Amelî Boşluk
Bilgi ve düşünce üretimi ile ahlaki pratik arasında kopukluk
yaşanmaktadır. Bilgili ama eylemsiz veya eylemci ama düşüncesiz bir toplum
yapısı ortaya çıkmıştır. Ahlaki değerlerin kaynağı olan Kur’an merkeze
alınmalıdır. Ahlak, sadece bireysel bir erdem değil; toplumsal adalet,
merhamet, emanet, dürüstlük ve liyakat gibi ilkelerle birlikte ele alınmalıdır.
Ahlaklı liderler, öğretmenler, ebeveynler ve kanaat önderleri büyük önem taşır.
Gençlerin önünde örnek olacak dürüst, alçakgönüllü, adaletli insanlar
çoğaltılmalıdır. Aksi durumda düşüncenin hayata temas etmemesi, ahlakî
meşruiyet kaybını hızlandırıyor.
10. Ümmet Bilinci Yerine
Milliyetçilik ve Siyasî Aidiyetler
İslam'ın evrenselliğinin yerini dar
millî, etnik ya da hizipsel çıkarların yer almıştır. Parçalanmış ve
çatışmalı bir Müslüman toplum yapısı günden güne büyüyor. Bu da ortak değerler ve
iş birliği zemininin çökmesine sebep oluyor.
Sonuç: Bu düşünce krizleri, Müslüman
toplumlarda zihinsel donma, üretkenlik kaybı ve dünyaya yön verme iddiasından
uzaklaşma gibi etkiler yaratmıştır. Krizlerin aşılması için: Eleştirel
düşünceye alan açılması, geçmişle sağlıklı bir bağ kurularak içtihat
mekanizmasının canlandırılması, dini düşüncenin felsefe, bilim ve
ahlakla yeniden buluşturulması gibi adımlar gerekli kılmaktadır.
Kur’an merkezli düşünceye dönüş
gerçekleştirilmelidir. Kur’an, İslam’ın asli ve değişmez kaynağı olarak merkeze
alınmalıdır. Tefsirlerde tarihsel
bağlam, makâsıd (amaç) ve evrensel değerler gözetilmelidir. Kur’an’ın evrensel mesajı, hayatla buluşan
ilkeler olarak anlaşılmalıdır.
Yorumlar
Yorum Gönder