ÖTEKİ VE ÖTEKİLEŞTİRME
KUR’AN’A GÖRE ÖTEKİ VE ÖTEKİLEŞTİRME
Düşman yaratmak veya var olan bir
düşman ile kavga etmek egemen güçlerin, hükümranlıklarını tesis edip devam
ettirmek için başvurduğu yöntemlerden birisidir.
Ötekileştirme; bireyin sahip olduğu
her türlü farklılıklara olumsuz anlamlar yüklenerek, günlük yaşamda bu
farklılıkların bir tehdit unsuru olarak algılanması sonucunda ortaya çıkaran
süreçtir.
‘Öteki’ mahiyetine dayalı olarak
oluşturulmuş pek çok olumsuz toplumsal akım ve olgu vardır. Irkçılık, soykırım,
yabancı düşmanlığı, İslamofobi, vb. akımlar; ötekiyi aşağılama, dışlama ve
onlara kinci yaklaşma şeklinde tezahür eden ve sosyal hayatı etkileyen
olgulardır.
Ayrı dinlere mensup olanların
birbirlerini “öteki” olarak saydığı gibi aynı dinin temel kaynaklarını kullanan
her bir fırka; sosyolojik, politik, ekonomik ve etnik farklılıklardan dolayı
kendi dışındakilerini “öteki” sayabilmektedir.
Yapılan araştırmalar, önyargının ve
bunun sonucu olarak ortaya çıkan ötekileştirme anlayışının fıtrî olmayıp
öğrenilen bir davranış olduğunu göstermektedir.
Kur’an, hatalı kimseyi
ötekileştirmeden ona müsamaha göstermeyi ve müşrik dahi olsa insanlara iyi
davranmayı emretmiştir. “Sen af yolunu tut, iyiliği emret, cahillerden yüz
çevir.” (A’râf 7:199). Böylece Kur’an, bir arada yaşamın ilkesini belirlemiştir.
Kur’an’ın “Öteki”ye Yaklaşımı
Kur’an, temel ilkelerini ortaya koyarken, kendi dışındaki
kültür ve değerleri yok saymamış, herhangi bir toplumda var olan gelenekler konusunda
da genel prensipler belirlemiştir. Tevhide ve İslam’ın temel ilkelerine aykırı
olmayan unsurları olabildiğince hoş görmüştür. Kur’an’da yer alan “Ehl-i Kitap” kavramı bu anlayışın pratiği olmuştur. Böylece
İslam toplumlarında farklılık toplumsal yaşamın bir parçası haline gelmiştir.
Kur’an’ın mücadele ettiği alanlardan
birisi de ötekileştirme anlayışıdır. Kur’an; insanı değerli görmekte, fıtri ve
beşeri farklılıklardan ötürü başkasını ötekileştirip hor görmeyi yasaklamakta
ve insanların yaratılışta eşit olduğunu ortaya koymaktadır. Andolsun, biz
insanoğlunu şerefli kıldık. (İsrâ 17:70), Ey iman edenler! Bir topluluk bir
diğerini alaya almasın. (Hucurât 49:11), Ey insanlar! Şüphe yok ki, biz sizi
bir erkek ve bir dişiden yarattık ve birbirinizi tanımanız için sizi boylara ve
kabilelere ayırdık (Hucurât 49:13). Bu ayetlerde açıklandığı gibi insan
doğuştan değerlidir, atası birdir, biri diğerine üstün değildir. Bireyler,
toplumlar, kavimler, milletler vs. hepsi eşittir. Hatta Kur’an’ın bu
yaklaşımından dolayı vahyin ilk dönemlerinde toplumsal yapı tarafından
ötekileştirilen fakir, engelli, köle, kadın vs. İslam dinini kabul etmiş,
kendilerini üstün ırk ve yüce din mensubu olarak gören kimselerin büyük bir
kısmı ise Müslüman olmayı reddetmiştir.
İnsanların yaratılışta eşit olduğunu,
köken itibarıyla kimsenin ötekileştirilemeyeceğini ortaya koyan Kur’an, herkese
hitap eden perspektifiyle de kimseyi “öteki” olarak kabul etmez. (Ey
Muhammed!) Seni ancak insanlığa rahmet olarak gönderdik.” (Enbiyâ 21:107). Bu
ayette dikkat çeken iki mesaj vardır. Birincisi Hz. Peygamber’in bütün
insanlığa gönderildiğidir. Bundan kimse müstesna değildir. İkincisi ise öteki
yoktur. Kur’an, evrensel bir kitap olması dolayısıyla bütün zamanlara ve
toplumlara hitap etmektedir. İçerdiği inanç ilkeleri, hukuk ve ahlaki
değerlerden, hitabının geneli kapsamasından ve “insanlığa” vb. kavramlardan
anlaşılacağı üzere Kur’an’ın muhatabı bütün insanlıktır. Bu manada öteki
yoktur.
Kur’an’a göre Müslüman, zulme uğradığında
karşı tarafa gücü yetse bile zulmetmez, itidalli davranır, öfke ve intikam
duygusuyla değil affedici yaklaşır ve üstelik kötülüğe karşılık iyilik yapar.
“Onlar bollukta ve darlıkta Allah yolunda harcayanlar, öfkelerini yenenler,
insanları affedenlerdir. Allah iyilik edenleri sever.” (Âl-i İmrân 3:134). Ahlaki
öğretiler ile eğitilmemiş insanlar, haksızlığa uğradıklarında kötülüğe misliyle
hatta daha fazlasıysa karşılık veririler. Mekke döneminde Müslümanlar,
kendilerine her türlü eziyeti yapan kişilerden intikam almak istediler. Ancak
Allah, onları kötülük yapmaktan, intikam duygusuyla hareket etmeyi yasakladı ve
kötülüğe karşı iyilik yapmayı emretti. “İyilikle kötülük bir olmaz. Kötülüğü
en güzel bir şekilde sav. Bir de bakarsın ki, seninle arasında düşmanlık
bulunan kimse sanki sıcak bir dost oluvermiştir. Bu güzel davranışa ancak
sabredenler kavuşturulur.” (Fussilet 41/34-35). “Sen şimdi güzel bir şekilde
hoşgörü ile muamele et.” (Hicr 15:85).
Kur’an’da
İslam dışındaki dinlere hukuki bir statü verilerek temel hak ve özgürlüklerini
güvence altına almaya çalışmıştır. Bunun en iyi örneği Medine Sözleşmesidir.
Kur’an’i
çizginin varlık algısında, bilgi kodlamalarında, kurtuluş ideallerinde, değer
normlarında ve pratiklerinde ontolojik bir ötekileştirme mevcut olmadığı gibi;
aksine tüm öteleme ve ötekileştirme pratiklerine karşı ve bunları sürekli
üreten kültlere rağmen kendi değerler dünyasını örer. Dolayısıyla, İslâm’da
ontolojik olarak alt-üst varlık dilimlemesi olmadığı gibi ontik/varlık hiyerarşisi
de yoktur. Bu da, “İslâm” da sanılanın aksine olması ve oluşturulması gereken
bir “ontolojik öteki”nin olmadığı temel prensibini doğrular.
Kur’an,
kafirler, münafıklar, fâsıklar ve zâlimleri "vasıfsal ötekiler"
olarak görür ve onları reel tarihte
oturtur; ama bu durumu ve oluşturduğu vasfı, ontolojik duruma tahvil etmez.
Yani Kur’an; vasıfsal olarak kurduğu "ötekileri", hiç bir zaman
"ontolojik öteki"ne dönüştürmeyi istemez.
Kur’an’ın
öngördüğü varlık teorisinde, ontik aşağıdakiler ve yukarıdakiler yoktur; yüce
oluş veya düşük oluş birey veya toplumların Allah ile ilişkilerinin mahiyetine
bağlıdır. Yani isimler, sıfatlar, zahiri özelliklerin ilâhî planda hiçbir kıymeti
yoktur. Üstünlük ancak takva ekseninde değer kazanır (Hucurat 49:13).
Zulüm
Ötekileştirme Aracıdır
Kur’an
ötekileştirmeye karşı Müslümanlara üç sorumluluk yüklemektedir: Zulmetmemek, kendine
zulmettirmemek, başkalarına zulmettirmemek.
1.
Zulmetmemek. Kur’an,
mensuplarından güç ve otoriteye sahip olduklarında kendi dışındakileri aşağı
görmemeyi ilke edinmelerini söyler. İslam hiç kimseyi ontik kategorilerle
baştan mahkûm ederek, değişim ve dönüşüm imkân ve fırsatlarını ortadan
kaldırmaz. Kur’an’ın değerlerler dünyasında inşa etmek istediği varlık, bilgi,
kurtuluş beklentisi, değer manzumesi ve tecrübeler bireyin her şeyden önce diğerlerine
zulmetmemeyi emreder.
“Dinde
zorlama yoktur; Artık hak ile batıl iyice ayrılmıştır. Tağutu (saptırıcıları) inkâr
edip Allah’a inanan kimse, kopmak bilmeyen sağlam bir kulpa sarılmıştır. Allah
işitendir, bilendir.”(Bakara 2:256)
“Ey
iman edenler! Bir topluluk bir diğerini alaya almasın. Belki onlar
kendilerinden daha iyidirler. Kadınlar da diğer kadınları alaya almasın. Belki
onlar kendilerinden daha iyidirler. Birbirinizi karalamayın, birbirinizi (kötü)
lakaplarla çağırmayın. İmandan sonra fasıklık ne kötü bir namdır! Kim de tövbe
etmezse, işte onlar zalimlerin ta kendileridir.” (Hucurat 49:11)
2. Kendine
Zulmettirmemek: Kur’an’ın birey ve topluma verdiği değerin bir
ifadesi olarak karşımıza çıkar. İnsanların yaratılış itibarıyla kardeş, hak ve
hürriyetlerde eşit yapıyı ve anlayışı öngören bir duruma karşılık gelir.
Diğerlerinin açık veya gizli tüm ötekileştirme hedeflerini ve mahiyetlerini
önceden fark edip bunlara engel olma, şayet ötekileştirme süreçleri devam
ediyorsa tüm varlığıyla buna direnme mecburiyetini öngörür.
“Ey
İnananlar! Kendilerine sizden önce kitap verilenlerden, dininizi alaya ve
eğlenceye alanları ve inkârcıları dost olarak benimsemeyin. İnanıyorsanız
Allah’tan sakının.” (Mâide 5:57)
3. Başkalarına
Zulmettirmemek: Tarih boyunca adaletin çiğnenip, zulmün
hâkim olduğu pek çok zaman dilimleri vardır. İslâm bulunduğu zaman ve mekânda
kendi prensiplerinin hâkim olmasını ister. İslam kendi varlığı ve meşruiyeti
için bir otoriteye eklemlenen bir yapı değildir. Tarihteki politik, ekonomik ve askerî
yükselişlere baktığımızda gücün ve otoritenin zirve yaptığı her yapı dünya
hâkimiyetini kendi başına gerçekleştirmeye doğru bir süreç takip etmiştir. Bu
durum bugün de böyle devam etmektedir. Soğuk Savaş olarak iddia edilen çatışma
ve ihtilâflar dünyayı kendi saflarında konumlandırmak ve dolayısıyla bağımlı
kılmak üzere kurgulanmış çatışma oyunlarıdır. Çağımızdaki Modern Dünya
Sistemi’nin kurgusu da aslında bundan çok farklı değildir.
Oysa
Kur’an zulme uğrayanları korumayı emretmektedir:
“Size
ne oluyor da, Allah yolunda ve "Ey Rabbimiz! Bizleri halkı zalim olan şu
memleketten çıkar, katından bize bir dost ver, bize katından bir yardımcı
ver" diye yalvarıp duran zayıf ve zavallı erkekler, kadınlar ve çocukların
uğrunda savaşa çıkmıyorsunuz?” (Nisa 4:75)
Bu
ayette; Medine’ye göç edemeyip Mekke’de kalan ve fetihten önce büyük işkence ve
sıkıntılara uğramış olan mü’minlerin yaptıkları duaya işaret edilir. Ayetin
genel anlamına göre ise, dünyanın neresinde olursa olsun, zulme ve haksızlığa
uğrayan, güçsüz bırakılan, ezilen Müslüman toplumlara, diğer İslâm
toplumlarının yardım etmesi ve gerekirse onların uğrunda savaşmaları bildirilmiştir.
Ötekileştirmeye
yönelik yapılan araştırmalar, ötekileştirmeye neden olan faktörlerin başında
etnik köken ve din olguları gelmektedir.
Kur’an’ın bazı kesimlere
ötekileştirici bir yaklaşımının olduğu konusunda tartışmalar vardır. Potansiyel
olarak öteki görülenlerden iki kesim vardır. Bunlar: Birincisi; inanç yönünden
(kafir, münafık, müşrik, Yahudi, Hristiyan); ikincisi etnik yapı yönünden
(ırklar).
Kur’an inanç gruplarıyla ilişkiler
sınırlar koyar:
1.Farklı İnanç Gruplarıyla İlişkilerin
Sınırlandırılması:
Kur’an, toplumsal düzeni kurarken öncelikle sağlam bir inancı temele
yerleştirmekte, toplumu birleştiren esas harcın iman olduğunu ortaya koymakta
ve bu dairenin dışında kalanlar ile ilişkileri sınırlandırmaktadır:
“Müminler, müminleri bırakıp
inkârcıları dost edinmesin.” (Âl-i İmrân 3:28). “Ey inananlar! Yahudi ve Hristiyanları
dost edinmeyin.” (Mâide 5:51). “Sizin dostunuz ancak Allah'tır, Resulüdür ve
Allah'ın emirlerine boyun eğerek namazı kılan, zekâtı veren müminlerdir. Kim
Allah'ı, onun peygamberini ve inananları dost edinirse bilsin ki şüphesiz Allah
taraftarları galiplerin ta kendileridir. Ey iman edenler! Sizden önce
kendilerine kitap verilenlerden dininizi alaya alıp oyuncak edinenleri ve öteki
kâfirleri dost edinmeyin.” (Mâide 5:55-57).
Müşrik ile Savaş: Savaş ayetleri ekseninde yapılan bazı
yorumlara bakılırsa İslam’da savaş, sadece savunma temellidir. Buna binaen
“savaşan ile savaş, savaşmayan ile barış” yapmak ilahi bir emirdir. “Ey iman
edenler! Hepiniz topluca barış ve güvenliğe (İslam'a) girin.” (Bakara 2:208).
“Allah sizi, din konusunda sizinle
savaşmamış, sizi yurtlarınızdan da çıkarmamış kimselere iyilik etmekten, onlara
âdil davranmaktan men etmez. Şüphesiz Allah âdil davrananları sever.”
(Mümtehine 60:8). “Eğer onlar sizden uzak durur, sizinle savaşmayıp size barış
teklif ederlerse; Allah, onlara saldırmak için size bir yol (yetki)
vermemiştir.” (Nisâ 4:90).
Bir Arada Yaşamanın İlkelerinin
Konulması: Kur’an,
onların inançlarına hakaret içerikli yaklaşmayı yasaklamıştır. “Onların,
Allah'ı bırakıp tapındıklarına sövmeyin, sonra onlar da haddi aşarak,
bilgisizce Allah'a söverler…” (En’âm 6:108) uyarısını yapmış, inanmayı
özgür iradeye bağlamış, “De ki: Hak, Rabbinizdendir. Artık dileyen iman etsin,
dileyen inkâr etsin." (Kehf 18:29); "Sizin dininiz size, benim dinim
de banadır." (Kâfirûn 109:6) ve düşmana karşı dahi adil olmayı
emretmiştir. “…Bir topluma olan öfkeniz sizi adaletsizliğe sevk etmesin. Adil
olun…” (Mâide 5:8). Bu suretle inanç hürriyetinin ilkelerini belirlemiştir.
Ehl-i kitabı veli(:koruyucu) edinmeyi yasaklayan
Kur’an aynı anda onlara yaşam hakkı ve dinî özgürlükler vermiştir. “De ki: Hak,
Rabbinizdendir. Artık dileyen iman etsin, dileyen inkâr etsin." (Kehf 18:29).
“Sizinle savaşanlara karşı Allah yolunda siz de savaşın. Ancak aşırı gitmeyin.
Çünkü Allah aşırı gidenleri sevmez.” (Bakara 2:190). “O halde kim size
saldırırsa, size saldırdığı gibi siz de ona saldırın…” (Bakara 2:194).
Ehl-i kitaba dair ayetleri
incelediğimizde, Kur’an’ın Ehl-i kitaba yönelik tavrında üç tür yaklaşımdan söz
eilir: 1. Bilgilendirme 2. Tenkit. 3. Çağrı
“Bilgilendirme” ile kastettiğimiz
Ehl-i kitaba dair bir kısım tarihsel bilgilerin verildiği, geçmişte
yaptıklarına dair hatırlatmaların ifade edildiği ayetlerdir. Örneğin,
İsrailoğullarına nimetlerin hatırlatılması “Ey İsrailoğulları hatırlayan...” şeklindeki
birçok ayette yapılan, bir çeşit bilgilendirmedir. Ancak bilgilendirme, ümmi
bir toplum olan Araplar açsından verebileceğimiz bir adlandırma olabilir. Fakat
İsrailoğulları açsından ise, bu bir hatırlatmadır. Oysa Kur’an, dili açısından bakıldığında
bu bilgilendirmenin/ hatırlatmanın aslında tenkit için bir altyapı oluşturduğu
görülecektir. Bu nedenle bilgilendirme ve tenkit, çoğunlukla iç içe geçmiş
durumdadır ve bilgilendirme bir anlamda tenkit ifade etmektedir. Nitekim “Ey İsrailoğulları
hatırlayın...” ayetlerinin birer tenkit ifade ettiklerini kolayca görürüz: “Ey
İsrailoğulları! Size verdiğim nimetimi hatırlayın ve bana verdiğiniz sözü
yerine getirin ki, ben de size verdiğim sözü tutayım. O halde yalnız benden korkun!”
(Bakara 2:40). “Ey İsrailoğulları! Size verdiğim nimetimi ve sizi diğer bütün
halklara üstün kıldığını hatırlayın. Hiç kimsenin hiç kimseye hiçbir yarar
sağlamayacağı, hiç kimseden hiçbir şefaatin kabul edilmeyeceği, hiç kimseden
hiçbir karşılık alınmayacağı ve hiç kimsenin yardım görmeyeceği bir günden
sakının!” (Bakara 2:47-48.)
Kur’an’ın kitap ehline çağrı içeren ayetlerine
baktığımızda, bu soruların yersiz olmadığını görürüz. Ancak burada Batılı-oryantalist
dönüştürme ile Kur’an’ın çağrısındaki mesaj arasında göz ardı edilmemesi
gereken oldukça önemli bir fark kendini hissettirmektedir. Bu farkı en iyi
şekilde görebilmek için Âl-i İmran 3:64 ayetini tahlil etmek gerekmektedir:
“De ki: "Ey kitap ehli! Bizimle sizin aranızda
ortak bir kelimeye geliniz. Allah'tan başkasına kulluk etmeyelim, Allah’a
hiçbir şeyi ortak koşmayalım ve Allah'ın peşi sıra bir kısmımız bir kısmımızı
rabler edinmeyelim." Eğer yüz çevirirlerse "Şahit olun, biz müslümanlarız."
deyin. (Âl-i İmran 3:64)
Ayette dikkat çeken önemli iki nokta
vardır: Birincisi Hz. Peygamber’e hitaben “de” ifadesiyle Peygamber’in Ehl-i
kitabı muhatap alması istenmektedir. İkincisi ise “Ey Ehl-i kitap!” şeklindeki
muhatap ifadesine bizzat yer verilmesidir. Ayetin devamında gelen “geliniz”
kelimesi ile bir çağrı yapılmaktadır. Buradaki “geliniz” ile çağrılan merkez
nedir? Ayetin ilgili kısmı cevap vermektedir: “Bizimle sizin aranızda ortak bir
söze.” Kur’an’ın burada kitap ehlini “bizimle sizin aranızda ortak bir söz”
olarak özetlediği ortak bir zemine davet ettiğini görüyoruz. O hâlde bu “ortak
söz” nedir? Hemen ardından ortak sözün açılımı gelmektedir. Yalnız Allah’a
kulluk edelim. O’na hiçbir şeyi ortak koşmayalım, Allah’ı bırakıp da kimimiz kimimizi
ilah edinmesin. Burada adeta ortak birleşme zemini tarif edilmiş. Nitekim ayette
“biz”i vurgulayan (birinci çoğul şahıs) üslup oldukça dikkat çekicidir ve bu
ifadeler Kur’an’ın “biz”ini ifade etmesi açısından oldukça anlamladır. Burada
eğer Batılı anlamda bir “dönüştürme” söz konusu ise Ehl-i kitabın dönüşümleri asıllarına,
yani ayetin ifadesiyle “aradaki ortak söz”e doğru yönlendirilmiş görünüyor. Dahası
burada dönüştürmeden öte, bir asla irca söz konusudur demek daha isabetli olur.
Zira Kur’an, kitap ehlini “asıl”dan ayrılmış, bir kopuş yaşamış insanlar olarak
gördüğünden, onların gelişini “tekrar dönüş” olarak algılamakta, bu nedenle de
bu çağrı bir “dönüşüm” çağrısı değil “öze dönüş” çağrısı olmaktadır.
Bütün peygamberlerin temsil ettiği
evrensel din olan Allah’ın Dini[1]
geçmiş ve gelecekte insanlık için yegâne kurtuluş yoludur.[2]
Ayrıca o, aynı kaynaktan gelmiş olmasına rağmen zamanla farklı bir yapıya bürünen
Yahudilik ve Hristiyanlığı, kendi tarihsellikleri içinde hakikat olarak kabul
etmiş, nüzul dönemindekilere ise hakikat olarak değil ama dinsel ve sosyolojik realite
(vakıa) olarak değer vermiş ve tanımıştır. Kısaca İslam dışındaki yanlış ya da
batıl dinler, Allah nezdinde geçerli olmadıkları bildirilmek kaydıyla (inanç)
olarak tanınmış ve ilişki kurulmuştur.
2. Etnik Farklılık Yüzünden
Ötekileştirme: Kur’an, insanın tercihine göre şekillenmeyen
etnisite, dil, renk gibi aidiyetlerinden ötürü insanları sorumlu tutmaz,
insanları bunlardan dolayı ötekileştirmez. Kur’an, insanın tercihine göre
şekillenen inanç ve yaşam biçimi gibi kimliklerinden ise insanı sorumlu tutar.
“Ey insanlar! Şüphe yok ki, biz sizi
bir erkek ve bir dişiden yarattık ve birbirinizi tanımanız için
sizi boylara ve kabilelere ayırdık. Allah katında en değerli olanınız, O'na
karşı gelmekten en çok sakınanınızdır. Şüphesiz Allah hakkıyla bilendir,
hakkıyla haberdar olandır.” (Hucurat 49:13)
Hucurat
49:13. ayeti müslümanların dünya görüşünü dayandırdıkları ayetlerden biridir.
Fertler, gruplar, kavimler, ümmetler, milletler siyasî, kültürel, biyolojik,
coğrafî vb. farklarla birbirinden ayrılır. Bu farklara bağlı olarak farklı
kimlik sahibi olur, bu kimlikle tanınır ve tanışır. Ayet farklı yaratılmanın
fonksiyon ve hikmetini onaylıyor. Fakat farklı sosyal ve etnik gruplara
mensubiyetin üstünlük sebebi olarak kullanılmasını reddediyor. İnsanın şeref ve
değerini kendi irade ve çabasıyla elde ettiği evrensel değerlere
bağlıyor.
“Göklerin
ve yerin yaratılması, dillerinizin ve renklerinizin farklı olması da O'nun
delillerindendir. Şüphesiz bunda bilenler için elbette ibretler vardır.” (Rum
30:22)
Özetle: Ötekileştirme
anlayışı nedeniyle farklılıkları koruyarak bir arada yaşamak problem
olagelmiştir. İnsanlığa
hitapta “öteki” bırakmayan Kur’an’ın değer normlarında ötekileştirme yoktur.
Kur’an, tüm insanların yaratılışta ve hukukta eşit olduğuna vurgu yapmakta,
farklılıkları iletişim ve tesanüt vasıtası olarak görmektedir Kur’an;
cins, renk ve ırk gibi insanın tercihine bağlı olmayan fıtrat niteliklerini
üstünlük sebebi olarak görmemekte ve bundan ötürü kimseyi
ötekileştirmemektedir. Farklılıkların farkında olmak, farklılıklara değer verip
tanımak ve bunu ortak medeniyet inşasında zenginlik olarak görmek İslam’ın önemsediği
bir durumdur.
Müslümanların
ötekilerle ilişkisinde temel ölçüt adalettir. İnanç merkezli ümmet birliğini
esas alan Kur’an, düşmanına dahi adalet vadeden bir tutum ortaya koymakta ve
bir arada yaşamın imkânlarını sunmaktadır. İslam’da aslolan huzur ve barış
iklimidir; savaş ise arızî bir haldir. Hac 22:39. ayetin açık ifadesine göre
Müslüman toplumun ötekilerle savaşmaya mezun kılınması, kendilerine savaş
açılması ve dolasıyla zulme uğraması sebebiyledir. Müslümanlar, inançlarından
dolayı kendilerine savaş açmayan, kendilerini yurtlarından çıkarmaya
kalkışmayan ötekilerle iyi ilişkiler kurmak ve adaletli davranmaktan men
edilmemiş (Mümtehine 60:8), fakat ötekiler Müslüman toplumla barışa
yanaşmadıkları, saldırganlıktan geri durmadıkları takdirde karşılık verilmesi
bildirilmiştir. (Nisâ 4:91).
Günümüzde
büyük savaşlara ve sonu gelmez çelişki ve çatışmaya sebep olan ötekileştirme
anlayışı sebep olmuştur. Bunun aşılması durumunda geçmişteki kimi kavimlerden
bize miras kalan ve çağımızın derin sorunlarından olan tek inanca, tek kültüre,
tek etnik yapıya, tek cinse, tek sınıfa dayalı bu düşünceden kurtulmak kolaylaşacaktır.
Yorumlar
Yorum Gönder