DİNİ ANLAMA KLAVUZU (2)
DİNİ ANLAMA KLAVUZU (2)
7. Allah’a ve Resulüne İtaat Ayetleri Kur’an’a Göre
Nasıl Anlaşılmalıdır?
Peygamberimize nispet edilen hadis ve sünnetlere Kur’an’dan
deliller bulamayanlar, Allah’a ve resule itaati emreden ayetlerden hareketle
hadis ve sünnet rivayetlerine alan açmaya çalışmaktadırlar. Çoğu zaman da
ayetleri bağlamından ve amacından koparmak suretiyle kullanmaya
çalışmaktadırlar. Sadece bu ifadelerin yer aldığı ayetleri değil örneğin
savaşmadan elde edilen ganimet ve gelirlerin (fey) insanlar arasında adil bir
biçimde paylaşılmasına yönelik ayette geçen: “Resul size ne verdiyse onu alın.
Sizi neden alıkoyduysa ondan (onu istemekten) vazgeçin.” cümlesi ayetten ve
bağlamdan kopartılmak suretiyle peygamberimizin de hüküm koyabileceğini iddia
etmektedirler.[1]
Ayetlerde, elçilerin görev tanımları net bir şekilde ortaya konulur. Resul elçi
demektir. Yani Allah’ın mesajlarını insanlara iletmek üzere O’nun elçiliğini
yapan kişidir. Söz konusu ayetlerde Allah’a ve Resulü’ne itaatin vurgulanması
Allah’a itaatin elçi ile gönderilen ayetler üzerinden gerçekleşecek olacağı
vurgulanmaktadır.
Hiçbir ayette: “Allah’a ve Muhammed’e itaat edin.” şeklinde
bir kullanım yer almaz. Elçiye itaatin nedeni tebliğ ettiği mesaj nedeniyledir.
Çünkü ayetlerin ifadesiyle elçilere düşen açık bir tebliğden başka bir şey
değildir.[2]
Üstelik hesap sormak da elçiye değil Allah’a düşmektedir.[3]
Elçi dinî hüküm koymak için değil Allah tarafından konulmuş hükümleri iletmek
için gönderilmiştir.[4]
İnsanların iletilen mesajdan yüz
çevirmeleri durumunda da elçinin yapacağı bir şey yoktur çünkü kendisinin görevi
ayetleri tebliğ etmektir.[5]
Elçi, insanlar üzerine bekçi kılınmış değildir.[6]
Elçiye itaat eden doğru yolu bulur çünkü elçi Allah’ın ayetlerini tebliğ
etmektedir. Doğru yola ulaştıracak olan elçi değil tebliğ ettiği ayetlerdir.[7]
Çünkü elçi, sevdiği birini dahi doğru yola iletemez. Doğru yola iletecek olan
Allah’tır.[8]
Ayetlerdeki Allah’a ve elçiye itaat ifadeleri anlamından
uzaklaştırılmakta ve sanki elçiye itaat edilmesinin sebebi Allah’tan almış
olduğu vahiy değil de, vahiy dışında koyduğu hükümlermiş gibi Allah ile
elçisinin arası ayrılmaktadır. Ayetlerde elçiye itaat edilmesinin sebebi
Allah’ın izni iledir.
Resule uymak, onun mesajını yaymaya çalıştığı Kur’an’a
uymaktır. Bundan dolayı Kur’an’da elçiye itaat edenin Allah’a itaat etmiş
olacağı söylenir.[9] Konu ile
ilgili ayetler gösteriyor ki elçiye itaat etmek onun kişisel görüşlerine itaat
etmek değildir. Elçiye itaat, ona elçiliğinin gereği olarak indirilen Kur’an’a
itaat etmektir. Allah ve elçisi iki ayrı
kaynak değildir. Allah’a ve elçisine itaat, tek bir kaynağa, yani Allah’ın
indirdiği Kur’an’a uymakla mümkün olabilir.
Kur’an’da, peygamberimizin ismi olan Muhammed’in geçtiği dört
ayetin üçünde: “Muhammed elçidir.” vurgusu önemlidir.[10]
Kur’an’da hiçbir ayette: “Allah’a ve Muhammed’e itaat edin.” diye bir ifade yer
almaz. Kur’an’da: “Allah’a ve elçisine itaat edin.” şeklinde bir vurgunun
olması; Hz. Muhammed’e, ancak elçilik vazifesinden dolayı itaat edilmesi
gerektiğini göstermektedir. ‘Muhammed’ isminin geçtiği tüm ayetlerde
elçiliğinin vurgulanması, tek istisna ayet olan: “Muhammed’e indirilene
(Kur’an’a).” iman edilmesi vurgusu, tüm yanlış anlamalara kapıları kapatmıştır.[11]
8. Kur’an’a Göre Peygamberimize Salât Etmek Ne Demektir?[12]
Peygamberimize salât etmek, salavat getirmek yani dua etmek
ya da onu anarak selam etmek değildir. Genelde peygamberimizin ismi anıldığında
“Allahümme Salli Âla Muhammed” (Allah’ım! Muhammed’e salât eyle) denilir ve bu
şekilde denilmesinin gerekçesi olarak Ahzâb Suresi’nden bir ayet delil olarak
getirilir.[13] Oysa
ayette geçen ‘salât’ ifadesi dua etmek ya da anmak anlamında değil yardımcı ve
destek olmak anlamındadır. Dolayısıyla Allah ve meleklerinin peygamberimize
yardım etmesi ve destek olmasında olduğu gibi inananların da peygamberimize
yardım etmeleri ve destek olmaları söylenir. Söz konusu ayette Allah
peygamberimize destek olmamızı söylerken, biz “Allahümme Salli Âla Muhammed”
diyerek farkında olmadan Allah’ın peygamberimize destek olmasını isteriz.
‘Salât’ kelimesinin anlamlarından biri de yardım etmek/destek olmaktır. Ayette
dikkat çekilen şey, Allah’ın ve meleklerinin peygamberimizi destekleyip yardım
ettikleridir. Bunun nedeni ise peygamberimizin Allah’ın elçiliği vazifesini
yerine getirmesi yani vahyi tebliğ etmesidir. Dolayısıyla bugün peygamberimiz
hayatta olmadığı için peygamberimizi desteklemek, vahye sıkıca sarılmak ve
vahiy ile yol almak demektir. Üstelik yine aynı surede Allah’ın ve meleklerin
desteğinin sadece peygamberimize değil inananlara da olduğu açıkça ifade
edilir.[14]
Görüldüğü gibi Allah ve melekleri inananları da desteklemektedirler. Benzer bir
örneği Tevbe Suresi’nde de görmek mümkündür.[15]
İlgili ayette bu kez de peygamberimizin inananlara destek olması söylenir.
Ancak bu ayete de “Onlar için dua et.” anlamı verilerek benzer bir hataya
düşülmektedir. Dolayısıyla peygamberimize salat etmek ismi her okunduğunda
ardından “Allahümme Salli Âla Muhammed” diyerek salavat getirmek değildir.
Vahye en güzel şekilde bağlanarak onun hayatını adadığı davasına gerçek anlamda
destek olmak için otomatiğe bağlanmış ezber söylemler değil, hayırlı eylemler
gerçekleştirmek gerekir. Çünkü Allah’ın dini ve davasına yardım edene Allah da
yardım edecektir.[16]
Üstelik bu yardım hem dünya hayatında hem de ahirette gerçekleşecektir.[17]
9. Kur’an’a Göre Bir Cemaat Ya da Tarikata Bağlı Olmak
Gerekli midir?
Cemaat ve tarikatlarda liderlere/şeyhlere biçilen insanüstü
özellikler sayesinde olağanüstü güçler (keramet) sergilediklerine inanılır.
Dolayısıyla aslı esası olmayan yığınla iddianın havalarda uçuştuğu, aklını en
az kullanarak sorgusuz teslim olan müridin en fazla takvaya sahip olduğu, adeta
insanların mal ve namuslarının sömürüldüğü oldukça açıktır.
Tarikatların, genel itibariyle bakıldığında dine yarardan çok
zararı olduğunu söylemek yanlış olmaz. Geleneksel yaklaşım dikkate alındığında
tarikata bağlı olmanın dini inanç ile özdeş kılındığı görülür. Bu durum, pek
çok insanın farkında olmadan dinden uzaklaşmasına sebep olmuştur. Kur’an
incelendiğinde her ne kadar inananların bir arada ve dayanışma içinde hareket
etmeleri tavsiye edilse de mutlaka bir tarikat ya da cemaat altında faaliyet
yapılması gibi bir zorunluluğun bulunmadığı açıktır. Tarikatlar, gerek yaşam
tarzı gerekse şekil itibariyle toplum nazarında olumsuz izlenimler bırakmıştır.
İnsanların maddi manevi değerlerini sömürerek dini hassasiyetlerini suistimal
etmektedirler.
İslam, bir tarikat değildir. Peygamber, bir şeyh olmadığı
gibi, Kur'an da bir tarikat kitabı değildir. Tarikatlar, mezhepler ve
cemaatlerin hiçbiri, ilahi ve kutsal bir niteliğe sahip değildir.
Tarikatlar, kendilerini insan yapımı kurumlar olarak değil,
ilahi ve kutsal nitelikte yapılar olarak sunmaktadır. Kutsal ve ilahi nitelikte
olduklarını sunmak suretiyle tarikatlar, kendilerini sorgulanmaz, eleştirilmez
ve dokunulmaz hale getirmektedir.
Tarikatlarda kullanılan bazı temel deyimlerin Kur’an’daki
kullanılışlarına baktığımızda, aradaki büyük farkı ve alakasızlığı fark ederiz.
Örneğin, “şeyh” kelimesi Kur’an’da “ihtiyar adam” manasında kullanılmıştır.[18]
Kur’an’da “veli” kelimesi ise “dost, yakın, yetkili, koruyup gözeten ” gibi
manalarda kullanılır. “Evliya” bu
kelimenin çoğuludur. Kur’an’a göre; her Müslüman Allah’ın velisidir, Allah da
onların velisidir.[19]
Kâfirler ise şeytanın velisidir, tüm kâfirler de birbirinin velisidirler.[20]
Mutlak anlamda gerçek dost sadece Allah’tır. Tüm dostlar ona nispetledir. O
halde ondan başka gerçek veli yoktur.[21]
Görüldüğü gibi Kur’an’da 80’den fazla yerde geçen “veli” veya “evliya”
kelimeleri, hiçbir yerde günümüzde halka takdim edilen süpermen insanlar
manasında kullanılmamıştır. Bu evliyaların, şeyhlerin gösterdiği olağanüstü
haller manasında “keramet” kelimesinin kullanılmasına da Kur’an’da
rastlamıyoruz. Bu kelimeyle aynı “KRM” kökünden birçok fiil Kur’an’da geçer ve
bu kelimelerle Allah’ın cömertliği, verdiği rızıkların bolluğu anlatılır ama
“süper adamların süper olağanüstülükleri” anlatılmaz.[22]
Veliler zümresinin başkanı olarak kabul edilen ve darda kalındığında
sığınılacak, yardımı ve himmeti dilenecek bir kudret olarak konumlandırılan
Gavs, özellikle sûfîlerin ve tarikat ehlinin dara düştüğünde yardıma çağırdığı,
âlem üzerinde tasarruf sahibi olduğuna inanılan kudrettir. Bunun nasıl bir
sapma ve ne büyük bir iftira olduğunu anlamak için Kur’an ayetlerine bakmak
yeterlidir: “Darda kalan biri yardım istediğinde ona karşılık verip
sıkıntılarını gideren, sizi yeryüzünün hâkimleri yapan kimdir? Allah ile
birlikte başka bir ilah mı var? Bilginizi ne kadar az kullanıyorsunuz!” (Neml/62)
10. Allah Dilediğini Doğru Yola İletip, Dilediğini Saptırır
mı?
İnsan Allah’ın dilemesine rağmen bir şey yapamaz. Ancak Allah’ın
dilemesi, insanın ne dilediğine bağlıdır. İnsan Allah’a inanmak ve inancının
gereklerini yerine getirmek için erdemli bir hayat yaşamayı isteyip buna göre
hareket ediyorsa Allah da kulunun bu yöndeki dileğini destekler ve işini
kolaylaştırır. İnsan Allah’ı inkâr etmeyi, dini gereklilikleri dikkate almamayı
ve kendi nefsine göre bir hayat yaşamayı isteyip tercih ediyorsa Allah bu
kişinin dilek ve tercihinden razı olmaz ancak ona engel de olmaz. Yani başka
bir ifade ile Allah, sapmayı dileyenin sapmasına engel olmaz ve kişinin bu
konudaki seçimine izin verir. Kendisine yönelen kimseyi de doğru yola yöneltir.
“Allah dileyen kimsenin sapmasını diler, kendisine yönelen
kimseyi ise doğru yola yöneltir.” Rad/27
“Allah, yoldan sapmışlardan başkasını saptırmaz.” Bakara/26
Kim ahiret kazancını elde etmek isterse, onun bu alandaki
yatırım (şevkini) artırırız; kim de bu dünya kazancını elde etmek isterse, ona
da onu veririz: ama onun ahirette bir payı olmaz. Şura/20
Allah iman ya da inkâr noktasında kulunu zorlamaz. Zorla
ettirilmiş imanın değeri, zorla ettirilmiş inkârın da Allah katında sorumluluğu
olmaz. Bu yüzden ayetlerde “Allah’ın sizin için dileyip takdir ettiklerini
yapın” değil, “Dilediğinizi yapın; nasıl olsa O yaptığınız her şeyi
görmektedir.” denilmiştir: “Dilediğinizi yapın; nasıl olsa O yaptığınız her
şeyi görmektedir.” Fussilet/40
Yine ayetlerde “Allah’ın dilediği iman etsin, dilediği de
inkâr etsin” değil, “Gerçek Rabbinizdendir. Artık dileyen kimse iman etsin,
dileyen kimse de inkâr etsin” denilmiştir: “De ki: Bu gerçek Rabbinizdendir.
Artık dileyen kimse iman etsin, dileyen kimse de inkâr etsin.” Kehf/29
Kur'an’da, kalplerin mühürlenmesini gerektiren sebepleri şöyle sıralayabiliriz: Allah’ın ayetlerini inkâr etmeleri (Nisa/155), hiçbir ayet onları inandırmamaktadır (En’am/25), Kur'an’a eskilerin yazılı hikâyeleridir demeleri (En’am/25), verdikleri sözlerden bile bile dönmeleri (Nisa/155), savaştan kaçmak (Tevbe/93), haddi aşmaları (Yunus74), anlamamakta direnmek (Rum/59), Hz. Peygamber’e büyülenmiş nazarıyla bakmaları (İsra/47) , büyüklenen zorbalar (Mü’min/35), batıla yaslanarak, hakkı ortadan kaldırmaya çalışmaları (Kehf/56), Allah'ın ayetleriyle alay etmeleri (Kehf/56), kendilerine Allah'ın ayetleri hatırlatılınca yüz çevirmeleri (Kehf/57), mü'minler cihada çıkarken, kadınlarla beraber geride kalmaya razı olmaları (Tevbe/87), peygamberleri haksız yere öldürmeleri (Nisa/155) , kalplerimiz kılıflıdır demeleri (Nisa/155), hevalarını ilah edinmeleri (Casiye/23), önce iman edip sonra inkar etmeleri (Münafikun/3), resulleri yalanlamaları (A’raf/101).
Kur’an’da Allah’ın saptırdığını,[23] insanların birbirlerini dalâlete sürüklediğini,[24] insanların dalâlete düşmelerinin yine kendi hür iradelerine bağlı olduğunu,[25] insanları şeytanın,[26] putların[27] ve cinlerin[28] saptırdığını gösteren ayetler bulunduğu gibi insanların davranışları neticesinde dalalete düştüklerini ortaya koyan ayetler de vardır.[29]
Bu ayetler dikkatlice okunduğunda, mührü Allah'ın değil, kâfirlerin kendilerinin bastığı anlaşılmaktadır. Çünkü onlar, kalplerinin mühürlenmesi için gereken her türlü şartı yerine getirmiş, geriye sadece Allah'ın onların küfürlerini tespit anlamında ki mühür basması, tercihlerini onaylaması kalmıştır. Bu da Allah’ın sünneti gereğidir.
Netice
itibariyle, Allah'ın mühür basması, sebep değil, sonuçtur; başlangıç değil,
bitiştir. Zaten mühür insan hayatında ‘son’a basılır; bir meselede sona gelindiğine,
nihai karara delalet eder. Hz. Peygamber’e de, ‘nebîlerin sonuncusu’ anlamında “hâtemu’n-nebîyyîn”
(Ahzab/40) denmiştir. Kâfirlerin de (tıpkı mü'minler gibi) kalpleri mevcuttur
ama hakikati sezip düşünüp bulmaya, dinleyip işitmeye, istek ve arzuları kalmamıştır.
Yaratılışlarında var olan iyilikleri, kötü alışkanlıkları ile onu örten bir
tabiat kazanmışlardır, bu kazanımlarını da Allah infaz etmiştir.[30]
Hamdi Yazır’ın bu ‘infaz’ terimi, meseleyi en iyi açıklayan bir tespittir. Yüzde
yüz adil olduğunu tasavvur ettiğimiz bir mahkemenin takdir ettiği bir cezayı
infaz eden otorite, cezaya çarptırılan kimseye bir haksızlık yapmamış, bilakis
layık olduğu akıbete onu duçar etmiştir. Kalplerin mühürlenmesi de aynen bunun
gibidir.
[1]
Allah’ın, beldeler halkından, Resul’üne verdiği feyler; aranızda zenginliğe
neden olan, elden ele dolaşan bir zenginlik olmasın diye; Allah, Resul,
yakınlık sahipleri (Allah için malını ve mülkünü kaybetmiş olanlar), yetimler,
miskinler ve yol oğlu (Allah için mücadele etmeyi seçtiği için muhtaç duruma
düşenler) içindir. Resul size ne verdiyse onu alın. Sizi neden alıkoyduysa
ondan (onu istemekten) vazgeçin. Allah’a karşı takva sahibi (duyarlı) olun.
Kuşkusuz Allah, cezalandırması çok şiddetli olandır. Haşr 59/7
[2]
Allah’a itaat edin, elçiye itaat edin, sakının. Eğer yüz çevirirseniz şunu
bilin: Bizim elçimize düşen sadece apaçık bir tebliğdir. Maide 5/ 92 ; Elçiye
düşen, tebliğden başka bir şey değildir. Allah sizin açığa vurduklarınızı da
gizlediklerinizi de bilir. Maide 5/ 99
[3]
Ya onlara vadettiğimiz şeylerin bir kısmını sana gösteririz yahut da seni vefat
ettiririz. O halde tebliğ etmek sana, hesap sormak bize düşer. Rad 13/40
[4] Elçilere
düşen, açık bir tebliğden başkası değildir. Nahl 16/35
[5] Yine de
yüz çevirirlerse artık sana düşen, açık bir tebliğden başka şey değildir. Nahl
16/82
[6] Yüz
çevirirlerse biz seni onlar üzerine bekçi göndermedik. Sana düşen, tebliğden
başkası değildir. Şura 42/48
[7]
De ki: Allah’a da itaat edin, elçiye de. Eğer yüz çevirirseniz, onun görevi ona
yüklenen, sizin göreviniz de size yüklenendir. Eğer ona itaat ederseniz doğru
yolu bulursunuz. Elçiye düşen, açık bir tebliğden başkası değildir. Nur 24/54
[8]
Sen, sevdiğin kimseyi doğru yola iletemezsin; ama Allah dilediğini (yola
gelmeyi tercih edeni) doğru yola iletir. O, doğru yolu seçenleri daha iyi
bilir. Kasas 28/56; Şu bir gerçek ki, sen ölülere duyuramazsın. Arkasını dönüp
giden sağırlara da çağrıyı duyuramazsın. Rum 30/52; Sen, körleri
sapkınlıklarından kurtarıp doğru yola iletemezsin. Sen, ayetlerimizi ancak iman
edeceklere duyurabilirsin; zira onlar teslim olmuş kimselerdir. Rum 30/5
[9] Elçiye
itaat eden Allah’a itaat etmiş olur. Kim yüz çevirirse çevirsin; biz seni
onların üzerine bekçi göndermedik. Nisa 4/80
[10]
Muhammed yalnızca bir elçidir. Âli İmran 3/144 ; Muhammed Allah’ın elçisi ve
peygamberlerin sonuncusudur. Ahzâb 33/40 ; Muhammed Allah’ın elçisidir. Fetih
48/29
[11] İman
edip iyi davranışlarda bulunanların ve Muhammed’e indirilenin Rableri
tarafından hak (gerçek) olduğuna inananların günahlarını (Allah) örtmüş ve
hallerini düzeltmiş (olacak)tır. Muhammed 47/2
[12] Bu
başlık ve içerik Emre Dorman’dan alıntıdır. 101 Soruda Kur’an s.275-276
[13] Şu
kesin ki Allah ve O’nun melekleri Peygamber’i desteklerler (salat ederler); ey
iman edenler, siz de onu destekleyin ve tam bir teslimiyetle (onun örnekliğine)
teslim olun! Ahzâb 33/56
[14] O, odur
ki sizi karanlıklardan aydınlığa çıkarsın diye sizi destekler (salat eder).
Melekleri de öyle yapıyor. Zaten O, inananlara karşı çok merhametlidir. Ahzâb
33/43
[15] Onların
mallarından sadaka al; bununla onları temizleyip arındırırsın. Ve onlara salli
(destek) ol, kuşkusuz senin salatın (desteğin) onlara güven/dinginlik verir.
Allah, her şeyi duyan, her şeyi bilendir. Tevbe
9/103
[16] Ey iman
edenler! Eğer siz Allah’a (Allah’ın dinine/davasına/yoluna) yardım ederseniz, O
da size yardım eder, ayaklarınızı sabit tutar/kaydırmaz. Muhammed 47/7 ; Allah,
kendisine yardım edene mutlaka yardım eder. Hac 22/40
[17]
Resullerimize ve iman edenlere hem dünya hayatında hem de tanıkların şahitlik
edecekleri günde hiç şüphesiz yardım edeceğiz. Mümin 40/51
[18]
Bakınız: 11/72, 12/78, 28/23, 40/67
[19]
Bakınız: 2/257, 3/68, 5/55, 7/196, 9/71
[20] Bakınız:
4/119, 4/76, 7/27, 16/16
[21]
Bakınız: 2/107, 9/116, 25/18, 39/ 3, 42/9
[22] Bakınız: 27/40, 8/4, 17/70, 36/11
[23] A’raf
155, 186 ; Ra’d 27, 33 ; İbrahim, 4 ; Nahl, 37, 93; Fatır, 8 ; Müddessir, 31.
[24] En’am,
116, 119, 144 ; A’raf, 38 ; Taha, 79, 85 ; Şuara 99 ; Ahzab, 67 ; Nuh, 24, 27;
Mâide, 77.
[25] Ali
İmran, 69 ; Bakara, 16, 175 ; Maide, 105, 140 ; İbrahim, 4 ; Nebe’, 92.
[26] Nisa,
60, 119 ; Meryem, 83 ; 22, Hac, 44 ; Furkan, 29 ; Neml, 24 ; Yasin 62.
[27] 14,
İbrahim, 36 ; 25, Furkan, 17 ; 20, Taha 92, 93.
[28]
Fussilet, 29.
[29] Nisa,
44, 136, 167 ; Mâide, 12 ; Ahzab, 36 ; Gafir, 34 ; Mumtehine, 1.
[30] Elmalı , Hak Dini Kur’ân Dili, 1:212
Yorumlar
Yorum Gönder