KUR’AN’DA AKIL
Kur’an’da
Akıl
İnsan aklı olan bir varlıktır. Onu
vahye ve dolayısıyla da sonunda ceza ya da mükâfatın olduğu bir sorumluluk
sürecine elverişli kılan da bu akıldır. Bu yeti sayesinde insan gerek duyular
gerekse haberler aracılığıyla aldığı verileri toplar, delilleri kullanarak
fizikî dünyayı kavrar, metafizik bir âlemin varlığını fark eder. Eşyanın
hakikatini anlar, geçmişi hatırlar, şu anı bilir ve geleceği kurgular. Hatta
insan, aklı sayesinde duyum âlemini müşahedeyle idrâk ettiği gibi deliller
aracılığıyla duyum ötesi bir âlemin var olduğunun bilgisine de ulaşır. Akıl
ontolojik yapısı gereği kâinattaki sebep-sonuç ilişkisine ve duyularla
algılanan şehadet âlemindeki incelemelerine dayanarak görünen âleme varlık
veren görünmeyen bir yaratıcının varlığını farkeder. O soyut olmasına rağmen
nasıl ki somut tecelli ve eserlerle varlığını izhar ve ispat ediyorsa, mükemmel
tecellilerle dolu olan kâinat eserinin, müessirinin varlığına işaret ettiği de
aşikârdır. Ancak nasıl ki; akıl ile onun eseri arasında bir benzerlik mevzu bahis
değil ise kâinat eserinin var edicisi, var olanların hiçbirine benzeyemez. İşte
akıl, maddeden soyutladığı kavramlarla eşyanın hakikatini anlayabilme gücüne
sahip oluşu sebebiyle görünen eser üzerinde düşünerek görünmeyen bir müessirin
var olduğunu anlar.
Kur’an, doğru bir iman için düşünceye
önem verir. Kur’an’a göre, imanın yeri kalptir; ancak onun sözünü ettiği kalp,
bizim akıl dediğimiz şeydir. Kur’an, imana giden yolda işlevsel akla, onun
önemine vurgu yapar. O, aklı kullanarak imana ulaşmayı önerirken, özellikle
yaratılışa, evrene ve evren içinde gerçekleşen olaylara dikkat etmemizi ister.
Çünkü Allah’ın varlığı ve birliği bilgisine, bu suretle ulaşılabilir. Neyin iyi-kötü, neyin doğru-yanlış olduğu bilgisine bizi
ulaştıran akıldır. Kur’an’a, göre akıl, iman için gerekli işlevsel bir unsur
olmaktadır.
Akıl-iman ilişkisi konusu, Kur’an’ın,
önemsediği bir konudur. Kur’an, imanın şekillenmesinde akla önem verir. Allah’a
imanın konu edildiği hemen bütün ayetlerde, akletmeye, tefekküre önem verilmekte; böylece iman için,
akletmenin önemime vurgu yapılmaktadır. Kur’an, doğrudan akıl sözcüğünü bir
isim olarak kullanmaz; onun yerine o, akıl ile aynı anlama gelen kalp sözcüğünü
kullanır. Kur’an’ın; “Onların kalpleri vardır, onlarla anlamazlar” (7/179); “Yeryüzünde
dolaşmazlar mı ki düşünecek kalpleri olsun!” (22/46); “Kur’an üzerinde
düşünmüyorlar mı? Yoksa kalpleri kilitli mi!”(47/24) gibi ayetlerinde
Kur’an, kalbi, akıl yerine kullanmaktadır. Kur’an’ın akıl yerine kullandığı
kalp, aklın eylemleri olan anlamayı, düşünmeyi gerçekleştiren bir merkez
olmaktadır. Nitekim çıkarımla (istidlâl) eş anlamlı olarak kullanılan ve bir
bilgi elde etme ve akıl yürütme biçimi kabul edilen nazar kavramı da kalbin
eylemi olarak görülmektedir. İşte bundan dolayıdır ki, kalbin, delile dayalı
çıkarımından (istidlâl), akıl yürütmesinden (nazar) ve düşünmesinden (teemmül)
bahsedilmekte ve böylece, “bilginin yerinin kalp olduğu” na vurgu
yapılmaktadır. Düşünme (tefkîr),
inceleme-araştırma (bahs) ve geniş, derin, etraflıca düşünme (teemmül,
tedebbür, reviyye), kalp ile yapılan akıl yürütmenin işlevleri olarak
görülmektedir. İmanın merkezi olan
kalbin, akıl yürütme, derin düşünme gibi işlevleri dikkate alındığında, akıl
ile iman arsındaki ilişkinin önemi ortaya çıkmaktadır. Çünkü akıl, Kur’an’ın
kalp bağlamında söyledikleri de göz önüne alındığında görülecektir ki, iman
için gerekli bir unsurdur. İnsanlar, İmam A’zam Ebu Hanife’nin de belirttiği
gibi, kendilerine bahşedilen akılları sayesinde, kanıtlarıyla birlikte Allah’ın
varlığını ve birliğini onaylamışlardır ki, işte bu, onların imanı olmaktadır.
Kur’an’da Akıl
“Akıl” ismi Kur’an’da asla geçmez.
Fakat (a-k-l) maddesi mazi, muzari ve ism-i fail formlarında sıklıkla
zikredilmiştir. Siga ve siyâkının onca çeşitliliğine rağmen bu maddenin
müştakları Kur’an’da daima sabit anlamda kullanılmıştır. Kur’an’da “akıl”
kavramının sadece şu iki anlamdan birinde kullanılmış olduğu söylenebilir:
1- “Nefiste ilmi kabul etmeye hazır
bulunan kuvvet” ki kelam ve fıkıh terminolojisinde “fıtrî akıl”, felsefe
terminolojisinde ise “potansiyel akıl” (bi’l-kuvve akıl) olarak
isimlendirilmiştir.
2- “İnsanın bu potansiyel sayesinde
elde ettiği ilim” ki ıstılahta kazanılmış, “müktesep akıl” veya deneysel,
“tecrübî akıl” olarak ifade edilir.
Akıl sözcüğü, İslam öncesinde olduğu
gibi, İslam sonrası dönemde de kullanılmıştır. Ancak Kur’an, diğer pek
çoklarında olduğu gibi, bu kelimeye de önceki anlamlarından farklı bir takım
yeni anlam boyutları kazandırmıştır.
Kur’an’ın akla yüklediği işlevsel
görevlerden biri de akıl yürütmedir (nazar). Nitekim, “Göklerin ve yerin
hükümranlığı, Allah’ın yarattığı şeyler üzerine düşünmediler mi? ”(7/185) ayeti
bu hususu açıkça vurgulamaktadır. Ayrıca Kur’an’da geçen ve bulup görerek
anlamaya çalışmak (tabassur) (51/20-21), derinliğine düşünmek (tedebbür) (4/82;
23/68; 38/29, tefekkür (2/266; 3/191;
30/8), ince bir kavrayışa sahip olmak (tefakkuh) ( 9/81; 17/46), düşünüp
anlamak (tezekkür) (2/269; 6/126; 39/9, 27) gibi anlamlara gelen kavramlar da
aklın işlevsel boyutunu gösteren kelimelerdir.
Kur’an’da, isim olarak “akıl” sözcüğü
geçmemekle birlikte, onunla hemen hemen aynı anlamı içeren lübb,[1]
hilm,[2] nühâ[3]
ve fuâd[4]
kavramları bir bakıma aklın yerine kullanılmaktadırlar.
Lübb, bir şeyin özü demektir. İnsanın
özünü oluşturduğu için akla da “lübb” denmiştir.[5]
Dolayısıyla lübb, duyulara sığınmaksızın her türlü şüpheden arınmış ve
hakikatleri değerlendirmede olgunlaşan akıl demektir.[6]
“Hilm” (çoğulu: ahlâm), Kur’an’da bir
yerde akıl anlamında (52/32); “nühâ” sözcüğü de Kur’an’da iki
ayette geçmekte olup, akıl anlamında (20/54,128) kullanılmıştır.
Bu kavramlar, akıl kavramının semantik
anlam alanı içinde yer almaktadırlar. Dolayısıyla akıl, bir bakıma onlar
vasıtasıyla Kur’an’da yer edinmiş olmaktadır. Akıl sözcüğü isim olarak doğrudan
geçmese de, onun (akıl) türevi olan fiil şeklindeki kelimeler, Kur’an’da sıkça
geçmektedir. Çünkü Kur’an, işlevsel aklı önemsemektedir. Kur’an, düşünen, bilen,
anlayan, yani bir fonksiyon icra eden işlevsel aklın önemine vurgu yapmaktadır.
Çünkü bu tür fonksiyonlar icra eden bir akıl, hak ile bâtılı birbirinden ayırt
edebilir. İnsanı diğer varlıklardan üstün kılan da işte bu işlevsel akıldır (Örneğin
bkz. 2/164; 6/151; 7/179). Kişiyi doğru imana ve bu imanın gereği olan
yararlı eylem ve ahlâki davranışlara yönelten de işlevsel akıldır.
“Kur’an’ın aklı”, soyut bir akıl veya
kendi zatıyla var olan bir cevher değildir. Bu yüzden Kur’an, Yunan
felsefesindeki anlamıyla aklın ontolojik yapısından farklı olarak onun
epistemolojik yönüne önem verir. Bundan dolayı Kur’an aklın kendisini değil,
onun yansıması olan eylem ve davranışlarını konu edinir. Böyle olunca da aklın
ne olduğundan ziyade onun görev ve işlevinin neler olduğu konusu daha çok önem kazanır.
İlgili Kur’an ayetleri incelendiğinde, “akletme”nin, salt zihinsel bir faaliyet
olmayıp, aksine onun, daha çok, faal kalbin bir işlevi olduğu görülecektir. Kur’an’ın akla yüklediği önemli bir takım
işlevsel görevleri vardır. Evreni ve evrende gerçekleşen olayları gözlemleyerek
onlar arkasındaki hikmeti ve mantıksal ilişkiyi keşfetmeye yönelik akli çabalar
bunlardan birisidir. Kur’an bunu, ibret almak (itibâr) olarak değerlendirmekte
ve akıl sahiplerini bunu yapmaya çağırmaktadır (Bkz. 24/44; 12/105; 16/66).
Kur’an bağlamında akıl ve türevleri
daha çok işlevsel akla işaret ettiğine göre, düşünüp akletme işlevini yerine
getiren “şey” nedir? O “şey” bedenimizin bir organı mıdır; yoksa daha farklı
fonksiyonel bir unsur mudur? Akledip düşünen o “şey”, bedenimize ait bir organ
ise neresidir? Kalp midir; yoksa beyin midir? Ya da akletme eylemi, her iki
organımıza da ait işlevsel bir şey midir? Kur’an’a göre akletme işlevini
gerçekleştiren “kalp”tir. Çünkü Kur’an, yürüme işlevini ayaklara (7/195) isnat
ettiği gibi, akledip düşünme işlevini de kalplere (22/46) isnat etmektedir.
Buna göre her işlevin bir organı olduğuna göre akletmenin de bir organı vardır
ve bu da kalptir. Ancak burada şu sorun ortaya çıkmaktadır. Peki, Kur’an’ın
bahsettiği akletme ve düşünme organı olan “kalp”, gerçekte hangi organdır?
Göğüste bulunan organ mı, beyin mi, yoksa her ikisinin ortak bir fonksiyonu mu?
Pek çok İslam bilginine göre, akletme fonksiyonu icra eden organ, göğüs
içindeki kalptir. Nitekim Kur’an da, işiten kulaklar ve düşünen kalplerden
bahsettiği ayetin devamında, göğüslerin içindeki kalplerden bahsetmektedir
(22/46) ki, bu da, söz konusu kalbin, göğüste bulunan organ olduğuna delalet
eder, denmektedir. Ancak, İslam düşünürleri arasında, Kur’an’da geçen kalp
kavramını beyin olarak yorumlayanlar bulunduğu (Ebu Hanife) gibi; akletmenin,
hem beyin hem de kalple ilişkili olduğu görüşünde olanlar da vardır. Buna göre
düşünme ve akletmenin, yani nazarın asıl yeri beyin, iradenin asıl yeri ise
kalptir. Kalp, irade edendir, tasarlayandır; ancak irade edileni, tasarlananı
gerçekleştiren asıl organ beyindir. Dolayısıyla iş beyinde son bulmaktadır.
Buna göre akletme eylemi, kalbin kendi tercihi ve özgür iradesiyle tasarlanıp
beyin tarafından gerçekleşen bir süreç olmaktadır. Burada esasen Kur’an’daki
kalp kavramının semantik analizini yapmanın gerekli olduğu görülmektedir.
Kur’an’da geçen “kalb” kavramı, göğsün
solunda bulunan “yürek” dediğimiz organı mı (Ragıb), ya da beyini mi işaret
etmektedir; yoksa Kur’an’ın söz konusu ettiği kalpten kasıt, Mücahid ve İbn
Abbas gibi ilk dönem müfessirlerin dediği gibi “akıl” mıdır?
Ya da Kur’an’ın bahsettiği “kalb”,
bütün bunları kapsayan, dolayısıyla kapsam alanı geniş olan bir kavram mıdır?
Akıl kavramıyla kesin bir ilişkisi olan “kalp” sözcüğü, değişik türevleri ile
Kur’an’da 132 defa geçmektedir. Kur’an’ın ifadesiyle vahyin iniş yeri (2/97)
olan kalp, aynı zaman da “iman” ile onun zıddı olan “inkâr”ın da merkezidir
(5/49; 16/22). Kur’an’da geçen “kalb”, ayrıca anlama (9/87) ve imtihanın (49/2)
da bir merkezi olduğu gibi, bunlar dışında o, temizlik (5/41), tatmin olma
(5/113) ile; kin, öfke (49/2) ve hastalık (8/49) gibi olumlu-olumsuz pek çok
faaliyetin de merkez alanıdır. Doğrusu kalp, akıl ve vicdanı da içeren bir
kullanım alanına sahiptir. İman ve inkârın merkezi olan kalbin en önemli
işlevsel özelliklerinden birisi akletmektir, düşünmektir (22/46). Dolayısıyla
onun görevi derinlemesine düşünmek, olayların önünü ve arkasını görmek; onların
sebep ve hikmetini anlamaktır. Çünkü sahih ve sağlam bir imana ancak sağlam bir
akletme sonucu ulaşılabilir. Salih amel ve güzel ahlaki davranışlar, ancak
temeli sağlam bilgiye dayalı doğru bir imanın tezahürleri olabilir. Bütün akıl
yürütme biçimleri kalp ile ilişkilendirildiğine ve söz konusu bu faaliyetler,
aynı zamanda aklın birer eylemi olduğuna göre, buradan da anlaşılmaktadır ki,
imanın merkezi sayılan kalbin akıl ile önemli bir ilişkisi vardır. Diyebiliriz
ki, burada söz konusu edilen kalp, esasen bütün bilişsel faaliyetlerin merkezi
olan teorik akıldır.
“Onların kalpleri vardır, onlarla anlamazlar”(7/179),
“Yeryüzünde dolaş-mazlar mı ki düşünecek kalpleri olsun!”(22/46) gibi ayetler de
gösteriyor ki, imanın kendisi vasıtasıyla gerçekleştiği tasdikin merkezi olan
kalp, akılla aynı anlamda kullanılmaktadır.
İdeal aklediş, eylemini kalpte
tamamlayan bir ilişki kurma ve hıfız işidir. Kalp ise dini dünyanın özgün
mantığının makarrıdır. Bu gerçekten dolayıdır ki Yüce Allah: “Kur’ân’ı
düşünmüyorlar mı? Yoksa onların kalplerinin üzerinde kilitler mi var?” (47/24)
buyurarak vahyin anlaşılması konusunda karşılaşılan problemlerin asıl kökeni
konusunda kalbe işaret etmiştir. Çünkü her ne kadar iman akli bir temele ve
imana ulaştırıcı düşünce serüveni rasyonel bir başlangıca sahip olsa da iman
konuları akıl için değil kalp için duyulandır.
Kur’ân salt bakma ile görmenin salt
duyma ile işitmenin arasını ayırır. Bakan her ne kadar göz, işiten her ne kadar
kulak olsa da hakiki gören ve işiten, imanın etkinliği ile organize olmuş
kalptir. Bu bağlamda Kur’ân: “Gözler değil göğüslerin içinde bulunan kalpler kör
olur.”[7]
ifadesiyle bu körelmenin mahiyetinden bahseder.
Vahyin anlam örgüsünü gerçek manada
anlamak da Kur’ân’da kalbe izâfe edilerek (22/46) itaatsizlikleri sebebiyle
kalpleri mühürlenmiş kimselerin vahyi anlama kabiliyetlerini nasıl
kaybettikleri: “Onların kalplerine mühür vuruldu. Artık onlar anlamazlar.”
(9/87,93) şeklinde ifade edilmiştir. Gerçek şu ki kalp; akla ve düşünceye
sağladığı olanaklar itibariyle iman dogmatik usullü kör bir teslimiyeti değil,
maddi olandan manayı, görünenden olandan görünmeyeni fark ettiren vahyin
önerdiği düşünme formatına aklı taşıyan bir tefekkür enerjisini ifade
etmektedir.
[1] Kur’an’da,
lübb sözcüğünün çoğulu olan “elbâb”
kullanılmaktadır. Bkz. Bakara, 2/179,
197, 269; Âl-i İmrân, 3/8, 190; Mâide, 5/100; Yûsuf, 12/111; Ra’d, 13/19;
İbrahim, 14/52; Sâd, 38/29, 43; Zümer, 39/9, 18; Gâfir, 40/54; Talak, 65/10
[2] Hilm sözcüğünün de, Kur’an’da, çoğulu olan “ahlâm” şekli geçmektedir. Bkz. Tûr, 52/32.
[3] Tâhâ, 20/54, 128.
[4] İsrâ, 17/36; Necm, 53/11.
[5] Isfahânî, el-Müfredât,
[6] Güneş, Abdulbaki, Kur’an’da
İşlevsel Akla Verilen Değer
[7] Hacc
22/46, ayrc. bkz. Enfâl 18/21, Yûnus 10/42-43, Hâkka 69/12.
Yorumlar
Yorum Gönder