KUR’AN’DA KADIN HAKLARI

 

 

KUR’AN’DA  KADIN HAKLARI

 

Bir yerde kadın sorunu varsa orada erkek sorunu vardır.

Mustafa İSLAMOĞLU

Modernizmin etkisiyle halkı müslüman olan ülkelerdeki yayınlara bakıldığında denilebilir ki 19. Asrın başından beri en çok tartışılan konuların başında “Kadın Sorunları” gelmektedir. Şer gibi görünen bu husus aslında bir yönüyle de iyi olmuştur. Çünkü genelde kadına, tarih boyunca ve tüm toplumlarda ikinci sınıf insan muamelesi yapılmıştır. Hatta bazı dönemlerde ve İslam dışı toplumlarda kadının insan olup olmadığı bile tartışılmıştır. Kişisel hakları elinden alınmış, hürriyeti kısıtlanmış, horlanmış, sosyal hayattan dışlanmış, maddi-manevi saldırıların hedefi haline getirilmiş ve şiddetin her türlüsüne maruz kalmıştır. Durumun bu gün de pek iç açıcı olduğu söylenemez… Bizim bu sürecin hepsini kısa sürede tersine çevirme şansımız yok.  Kur’an’ın kadını nereye yükselttiğini bir öz eleştiri aynası olsun diye makalenin sınırları ölçüsünce ortaya koyacağız.

Kur'an, kadın-erkek bütün insanlara gönderilen ilahi bir kitaptır Arap dilinin özelliklerinden dolayı erkeklere yapılan hitaplar, aynı zamanda kadınlara da yapılmıştır. Çünkü kadın ve erkeklere yapılacak ortak hitaplarda müzekker (erkek) sığası kullanılır. Kadın da erkek gibi inanılması gereken esaslara inanmak mecburiyetindedir. Bu konuda kadınla erkek arasında hiçbir ayırım bulunmamaktadır.


Kur'an'a göre kadın yaratılışta erkek gibidir. Her ikisi de aynı şeylerden yaratılmıştır (Nisa 4/1). Bu konuda bir ayırım olmamasına rağmen, konuyla ilgili ayetler değişik şekillerde tefsir edilmiştir. Kur'an, Hz. Adem ve Havva'nın cennetten çıkarılmalarını gerektiren suçu beraberce işlediklerini bildirir (Bakara 2/36).


Kadınlarla ilgili ayetlerin önemli bir bölümü de evlilik ve sonrasıyla ilgili konulardadır. Bu konularda da kadına önemli haklar verildiği anlaşılmaktadır. Aile hayatıyla ilgili, başta Nisa ve Talak suresi olmak üzere Kur'an'ın değişik yerlerinde geniş açıklamalar bulunmaktadır.
Kadın insan olma açısından erkek gibidir. Bu konuda Allah’ı insanları tek bir nefisten yarattığını (Nisa 4/24 ), kadın ve erkek, iman eder ve ibadet yaparlarsa cennete gireceklerini, küfredip isyan ederlerse cezalandırılacaklarını (Nahl 16/97), erkek kadın, hiçbir çalışanın çabasını zayi etmeyeceğini (Al-i İmran 3/195) belirtmiştir. Başka ayetlerde de, müslüman erkek ve kadınlar ile mümin erkekler ve kadınlardan, itaat eden,  doğruluk sahibi, sabreden, Allah'a gönülden saygılı olan, sadaka veren ırzlarını koruyan, Allah'ı çok zikredenlere, bağış ve büyük bir mükafat hazırladığını açıklamıştır (Ahzab 33/35).

 

Kadının yaratılışı/Havva (kadın) Adem’in eğe kemiğinden yaratılmadı

Ey insanlar! Sizi bir tek nefisten yaratan, ondan eşini var eden, ikisinden de birçok erkekler ve kadınlar üreten Rabbinize karşı gelmekten sakının... (Nisa 4/1). Allah size kendi nefislerinizden (canlarınızdan) eşler yarattı. Eşlerinizden size oğullar ve torunlar oluşturdu... (Nahl 16/72).

 

Kadın, erkeğin kaburga kemiğinden mi yaratıldı? Kur'an’da böyle bir açıklama yoktur. Tevratta kadının yaratılışı şöyle anlatılır: “Rabb Allah Ademin üzerine derin uyku getirdi ve o uyudu ve onun kaburga kemiklerinden birini aldı ve yerini etle kapladı ve Rab Allah Ademden aldığı kaburga kemiğinden bir kadın yaptı ve onu Ademe getirdi.” (Tevrat-Tekvin 2/21-22).  Ayette geçen (nefs-i vahide) tek bir öz, tek bir can, tek bir şahıs, tek bir ruh demektir. Öyle anlaşılıyor ki ayet Tevrat’da geçtiği gibi, Allah’ın önce Hz. Adem’i tek bir can olarak yaratıp ondan (kaburga kemiğinden) Havva’yı yarattığını değil, Adem ile Havva’yı her ikisini birden “tek bir özden” yarattığını anlatmaktadır (Ebu Muslim).

 

Adem’i eşi Havva’nın yoldan çıkardığına inanılır. Kur’an’da ise bu şekilde bir ifade bulunmamakta, Adem’in de eşi Havva’nın da günah işledikleri anlatılmaktadır: “Şeytan, kendilerinden gizlenmiş olan bedenlerini ortaya çıkarmak için onlara (Adem’e ve havva’ya) fısıldadı: ‘rabbinizin sizi bu ağaçtan menetmesinin sebebi, ikinizin birer melek veya birer ebedi varlık olmamanız içindir,’ dedi”(A’raf 7/20). Allah, evreni ve bütün yaratılanları benzer ve zıt ikizi ile birlikte var etmiştir. Bu yasa, yaratılışın ana ilkesini teşkil eder. Yasin 36/36 da şöyle açıklamıştır : “O ne Yüce Allah'tır ki her şeyi (zevc) çift yaratmıştır; arzın çıkardıklarından, kendi nefislerinden ve daha nice bilmediklerinizden.” Ayette vurgulanan nefislerinizdeki çiftler, erkek ve kadın zıt ikizleridir. Şu halde insanın ilki olan erkek ve kadın tek nefsin çiftleştirilmesiyle ayni zamanda ve birlikte yaratılmıştır. Yani bir bütün, bütün özellikleri ile iki parçaya bölünmüştür. Şu halde erkek nasıl bir insan ise kadın da öyledir. Sonuçta kadın, erkeğin kaburga kemiğinden yaratılmamıştır, hiçbir eğriliği ve eksikliği de yoktur. Tek bir nefsin ikiye bölünmesi ile erkek ve kadın ayni zamanda var edilmiştir. Şu halde bir bütün (nefs), tüm özellikleri ile çiftleştirilerek iki parçaya ayrıldığından erkek nasıl ise kadın da aynıdır. O halde Allah katında her iki cins arasında değer ve hak açısından mutlak eşitlik vardır. Ancak kadın ve erkek yaratılış özelliklerine göre, birbirlerinin tamamlayıcısı olarak ayrı ayrı görevlendirilmiştir.

 

Yaratılıştan kaynaklanan farklar

Allah'ın sizi birbirinizden farklı kıldığı şeylere özlem çekmeyin. Erkeklere kendi kazandıklarından bir pay olduğu gibi, kadınlara da kendi kazandıklarından bir pay vardır. Allah'tan onun lütuf ve ihsanını isteyin... (Nisa 4/32). Allah katında kadınla erkek, değer ve hak açısından tamamıyla eşittir. Yüce Allah'a sorumluluklarını da ayni yükümlülükle paylaşırlar. Ancak kadın ile erkeğin birbirine karşı yaratılıştan kaynaklanan farklılık ve üstünlükleri vardır: “Herkes varlık yapısına uygun iş görür...” (İsra 17/84).  Eşlerin birbirlerini tamamlaması için kendilerine verilen ayrı özellikler, birinin diğerine hakimiyeti demek değildir. Eşler arasında görev paylaşması ve iş bölümü vardır. Görevler yaratılış yasasına uygun olarak paylaşılır. Bazı vazifelerde kadına da erkeğe de öncelik tanınmıştır. Eşler görevlerinde birbirlerine yardım edebilecekleri gibi, aralarında vazife değişikliği de yapabilirler.

 

Kadın erkek eşitliği

Kadın ve erkek insanlık hak ve değerleri açısından birbirlerine eşittirler. Allah’a kul olmanın bütün sorumluluklarını aynı yükümlülükle paylaşırlar. İnsanlar Allah katında doğuştan aynı değerdedirler. Ancak yaptığı işler neticesinde değeri artar veya eksilir. Allah katında kadın veya erkek olsun en değerli insan, hangi cinsten olursa olsun ancak takva sıfatlarına sahip olandır (Hucurat 49/13).  Al-i İmran 3/79. da “… Allah muttakileri sever” denilmekte. Ne kadın erkeğin hakimiyeti için yaratılmış ve ne de erkek kadının hakimiyeti için yaratılmıştır. Onlar, hayatta birbirlerini tamamlamak için yaratılmışlardır. Her iki cinsinde, yaratılıştan kaynaklanan farklılıkları ve üstünlükleri vardır. Bu farklılıklar, hukuk açısından birinin diğerine hükmetmesi anlamına gelmez.

 

İnanan erkekler ve inanan kadınlar birbirlerinin dostları ve yardımcılarıdır. İyiliği emrederler, kötülükten men ederler, namazı kılarlar, zekât verirler, Allah'a ve Elçisi'ne itaat ederler. İşte onlara Allah rahmet edecektir... (Tevbe 9/71). “ ...Onlar (kadınlarınız) sizin için birer elbise, siz de onlar (erkekleriniz) için birer elbisesiniz...” (Bakara 2/187). Kadın ile erkek her alanda yan yana birbirlerine yardım edecekler, hayatları boyunca toplumlarında ayni haklara sahip oldukları gibi sorumluluk ve görevleri de birlikte paylaşacaklardır. Yukarıdaki ayetler, açık olarak kadın-erkek eşitliğini vurgulamaktadır. Yaratılıştan kaynaklanan farklılıklar dışında, Allah katında kul olma sorumlulukları ile değer ve hak açısından durumları birbirine eşittir. Kadın ile erkeğin değer eşitliği; elbise benzetmesinde de açıkça belirtilmiş, giysiler nasıl insanları koruyarak sıcak tutuyorsa, eşler de birbirine karşı elbise gibi ayni durumda koruyucudur. Böylece erkek kadını, kadın da erkeği tamamlamaktadır.

 

Allah katında sorumluluklar da eşit

Erkek yahut kadın, her kim inanmış olarak barışa yönelik iş yaparsa, onu tertemiz bir hayat ile yaşatırız... (Nahl 16/97). İkiyüzlülerin erkekleri de kadınları da birbirinin aynıdır. Kötülüğü emrederler, iyilikten alıkoyarlar, harcamamak için ellerini sıkarlar. Onlar Allah'ı unutmuştur, Allah da onları unutmuştur... (Tevbe 9/67). Kadın ile erkek, kul olarak yüklendiği sorumluluklar bakımından da Allah katında eşittir. Kadın olsun erkek olsun iman ederek ilâhî yasalara uyanlar, yeryüzünde ve ahiret hayatında mutlu bir yaşam ile ödüllendirilecek, iman etmeyerek nefsine uyanlar da yaptıkları kötü işlerden dolayı hem dünya ve hem de ahirette sıkıntı çekeceklerdir.

 

Kadınların şahitliği

Kur’an, şahitlik konusunda kadın-erkek ayırımı yapmadığı halde, fıkıh geleneğinde ayrım yapılmış hatta had ve kısas davalarında şahitlerin tamamının erkek olması şart koşulmuş, diğer davalarda iki erkek veya bir erkek ile iki kadın yeterli görülmüştür. Borç doğuran hukuki ilişkileri tespit ile ilgili ayette şöyle buyrulmuştur:

 

“…Erkeklerinizden iki kişiyi şahit tutun. iki erkek yoksa kabul edeceğiniz şahitlerden bir erkekle iki kadın da olabilir. Biri yanılırsa diğeri hatırlatır…” (Bakara 2/282)

 

Bağlama bakılmadan ayetin şahitlik konusunda kadın erkek ayırımı yaptığı kanaatine varılabilir. Ayetin devamı şöyledir: “…şahitler çağrıldıklarında gelmezlik etmesinler. Borç, ister büyük, ister küçük olsun, vadesi ile birlikte yazmaktan üşenmeyin. Böylesi; Allah yanında daha doğru, şahitlik için daha sağlam, şüpheye düşmemeniz için daha uygun olur…” “…böylesi, şahitlik için daha sağlamdır…” ifadesi, borcu yazıyla tespit açısından da şahitlik nisabı açısından da değerlendirilebilir. “daha sağlam” sözü “sağlam”ın karşıtıdır. Sağlam olan iki şey karşılaştırılınca birine daha sağlam denebilir. “bir erkek ile iki kadının şahitliğine” daha sağlam deniyorsa, bu şarta uyulmadan yapılan şahitliğin sağlam sayılması gerekir.

 

Vasiyete şahitlikle ilgili ayetler konuya açıklık getirmektedir (Maide 5/106-107). Bu iki ayette de herhangi iki şahitten bahsediliyor.  Kur’an, kadın ile erkeğin şahitliğini bir tutar, hiçbir yerde “bir erkeğin şahitliği iki kadına eşittir” demez. Örneğin zinanın tespitinde 4 şahit gerekir der ve bunun şu kadarı erkek şu kadardı kadın olacak demez. Yani herhangi 4 şahit işlevi yeterlidir. Yanlış anlaşılan konu ise Bakara suresi 282. ayette, vadeli borçlanmalarla ilgili konuda geçer. Ticaretle tarihin her döneminde daha az alakalı olan kadın, ticaretle alakasının azlığı veya baskıya uğraması sonucu doğru şahitlikten saparsa diğer kadının hatırlatması sonucu, bu zorluğu aşabilir ve mesuliyeti paylaşıp mesuliyetini azaltır. Ayette “Yazana da, şahitlik edene de zarar vermeyin. Yapacak olursanız doğru yoldan sapmış olursunuz.” şeklindeki ifadeyi, şahide ve yazıcıya yapılan baskıyı ve bu bağlamda ayetin mantığını anlamak için göz önünde bulundurmamız gerekmektedir.

 

Özel günlerinde onları rahatsız etmeyin 

Sana ‘kadınların aybaşı halini' sorarlar. De ki: "O bir rahatsızlık (eza)dır. Aybaşı halinde kadınlardan ayrılın ve temizlenmelerine kadar onlara (cinsel anlamda) yaklaşmayın. Temizlendiklerinde Allah'ın size emrettiği yerden onlara gidin. Şüphesiz Allah, tevbe edenleri sever, temizlenenleri de sever" (Bakara 2/222).

 

Erkek kafasına esince onu sözle boşayamaz

Kadınlarından uzaklaşmaya yemin edenler için dört ay bekleme süresi vardır. Eğer (bu süre içinde eşlerine) dönerlerse, şüphesiz Allah, bağışlayandır, esirgeyendir (Bakara 2/226). Eğer boşamada kararlı davranırsa (boşanırlar). Şüphesiz Allah, işitendir bilendir (Bakara 2/227). Boşanmış kadınlar, kendi kendilerine üç ‘ay hali ve temizlenme süresi' beklerler. Eğer Allah'a ve ahiret gününe inanıyorlarsa Allah'ın rahimlerinde yarattığını saklamaları onlara helal olmaz. Kocaları bu süre içinde barışmak isterlerse onları geri almada (başkalarından) daha çok hak sahibidirler. Onların lehine de aleyhlerindeki maruf hakka denk bir hak vardır. Yalnız erkekler için onlar üzerinde bir derece var. Allah Aziz'dir. Hakim'dir (Bakara 2/228).

 

Kadına verilen geri alınmaz

Boşanma iki defadır. (Sonra) Ya iyilikle tutmak veya güzellikle bırakmak (gerekir). Onlara (kadınlara) verdiğiniz bir şeyi geri almanız size helal değildir; ancak ikisinin Allah'ın sınırlarını ayakta tutamayacaklarından korkmuş olmaları (durumu başka). Eğer ikisinin Allah'ın sınırlarını ayakta tutamayacaklarından korkarsanız bu durumda (kadının) fidye vermesinde ikisi için de günah yoktur. İşte bunlar Allah'ın sınırlarıdır; onlara tecavüz etmeyin. Kim Allah'ın sınırlarına tecavüz ederse onlar zalimlerin ta kendileridir (Bakara 2/229).

 

Kadınları boşamak zorlaştırılıyor

Yine onu (kadını üçüncü defa) boşarsa (kadın) onun dışında bir başka kocayla nikahlanmadıkça ona helal olmaz. Eğer (bu koca da) onu boşarsa onlar (ilk koca ile karısı) Allah'ın sınırlarını ayakta tutacaklarını sanıyorlarsa tekrar birbirlerine dönmelerinde ikisi için günah yoktur. İşte bunlar Allah'ın sınırlarıdır; bilen bir topluluk için bunları (böyle) açıklar (Bakara 2/230). Kadınları boşadığınızda, bekleme sürelerini tamamlamışlarsa onları ya güzellikle tutun ya da güzellikle bırakın. Fakat haklarını ihlal edip zarar vermek için onları (yanınızda) tutmayın. Kim böyle yaparsa artık o kendi nefsine zulmetmiş olur. Allah'ın ayetlerini oyun (konusu) edinmeyin ve Allah'ın size verdiği nimeti ve size öğüt olarak indirdiği Kitabı ve hikmeti anın. Allah'tan korkup-sakının ve bilin ki Allah her şeyi bilendir (Bakara 2/231). Kadınları boşadığınızda, bekleme sürelerini de tamamlamışlarsa -birbirleriyle maruf (bilinen meşru biçimde) anlaştıkları takdirde- onlara kendilerini kocalarına nikahlamalarına engel çıkarmayın. İşte içinizde Allah'a ve ahiret gününe iman edenlere bununla (böyle) öğüt verilir. Bu sizin için daha hayırlı ve daha temizdir. Allah bilir de siz bilmezsiniz (Bakara 2/232).

 

Boşanmış annenin süt emen çocuğu varsa

Emzirmeyi tamamlamak isteyenler için anneler çocuklarını iki tam yıl emzirirler. Onların (annelerin) yiyeceği giyeceği bilinen (örf)e uygun olarak çocuk kendisinin olana (babaya) aittir. Kimseye güç yetireceğinin dışında (yük ve sorumluluk) teklif edilmez. Anne, çocuğu çocuk kendisinin olan baba da çocuğu dolayısıyla zarara uğratılmasın; mirasçı üzerinde (ki sorumluluk ve görev) de bunun gibidir. Eğer (anne ve baba) aralarında rıza ile ve danışarak (çocuğu iki yıl tamamlanmadan) sütten ayırmayı isterlerse ikisi için de bir güçlük yoktur. Ve eğer çocuklarınızı (bir süt anneye) emzirtmek isterseniz vereceğinizi örfe uygun olarak ödedikten sonra size bir sorumluluk yoktur. Allah'tan korkup-sakının ve bilin ki Allah, yaptıklarınızı görendir (Bakara 2/233).

 

Beraber olmadan ve mehir belirlemediğiniz boşadığınız eşlerinizi maddi olarak yararlandırın

Kendilerine el sürmediğiniz, mehirlerini tespit etmediğiniz kadınları, boşamanızda sizin için bir sakınca yoktur. Onları yararlandırın, zengin olan kendi gücü darda olan da kendi gücü oranında maruf (meşru ve örfe uygun) bir şekilde yararlandırsın. (Bu) iyilik edenler üzerinde bir haktır (Bakara 2/236).

 

Beraber olmadan ve mehir belirledikten sonra boşadığınız eşlerinizin mehirlerinin yarısı onlarındır, hepsini vermeniz takvaya daha yakındır

Eğer onlara mehir tesbit eder de, el sürmeden boşarsanız bu durumda -kendileri veya nikah bağı elinde olanın bağışlaması hariç- tesbit ettiğiniz (mehr)in yarısı onlarındır. Sizin (tümünü veya fazlasını) bağışlamanız takvaya daha yakındır. Aranızdaki üstünlüğü (derece farkını) unutmayın. Şüphesiz Allah, yapmakta olduklarınızı görendir (Bakara 2/237).

 

Ölen erkekler bir yıl yararlanmaları için eşlerine vasiyet bıraksınlar

İçinizde ölüp de (geride) eşler bırakanlar (evlerinden) çıkarılmaksızın bir yıla kadar yararlanmaları için eşlerine vasiyet (bıraksınlar). Ama onlar, (kendiliklerinden) çıkarlarsa artık onların maruf (meşru) olarak kendileri için yaptıklarından dolayı size sorumluluk yoktur. Allah, güçlü ve üstün olandır. Hüküm ve hikmet sahibidir (Bakara 2/240).

 

 

Kocası tarafından boşanan kadınların nafaka hakları vardır

(Kocası tarafından) Boşanan (kadın)ların maruf (meşru) bir tarzda yararlanma (ve geçim pay)ları vardır. Bu sakınanlar üzerinde bir hak (borç) tır ( Bakara 2/241).

 

Tek eşlilik

Eğer yetimler konusunda adaleti yerine getiremeyeceğinizden korkarsanız, bu durumda, (onlarla değil) size helal olan (başka) kadınlardan ikişer, üçer, dörder olmak üzere nikahlayın. Şayet adaleti sağlayamayacağınızdan korkarsanız, o zaman bir (eş) ya da sağ ellerinizin malik olduğu (cariye) ile (yetinin). Bu sapmamanıza daha yakındır  (Nisa 4/3).

 

İhsan ELİAÇIK’ın bu ayete dair yorumunu okuyalım. Çok eşliliğe ruhsat verildiği söylenen ayete girişte neden  üç kez “yetimlerin malı” denmektedir? Dahası neden “verin” (fe’tû) ve “yemeyin” (la te’kulû) denmektedir? Bunların çok eşlilikle ne alakası vardır? Bu soruların cevabını  kaynaklardan birsinde geçen şu rivayette çok açık bir şekilde görüyoruz: “İkrime’den gelen rivayete göre o şöyle demiştir:  Bir adamın yanında hem hanımları, hem de yetimler bulunurdu. Kendi malını hanımlarına harcayıp, hiç malı kalmayarak muhtaç duruma düşünce, bu sefer hanımlarına yetimlerin malını harcamaya başlar. İşte bundan dolayı Cenabı Hak “Zevceler çok olduğu zaman eğir yetimler hakkında adaleti yerine getiremeyeceğinizden korkarsanız, biliniz ki, bu korkunun yok olması için dörtten fazla kadın nikahlamanız size haram kalınmıştır. Dört kadının hukukuna riayet edememekten korkarsanız, o zaman bir kadın kafidir.” buyurmuştur. Allah burada fazla tarafı yani dördü; eksik tarafı yani biri zikretmiştir. Böylece de bu iki sayı arasındaki sayılara dikkat çekmiş ve adeta “Eğer dörtten korkarsanız üç; üçten korkarsanız iki; ikiden korkarsanız bir hanım size yeter demiştir. Bu en uygun görüştür. Buna göre Allah çok kadınla evlenmesi halinde daha fazla harcamada bulunmak zorunda kalacağından, bu sebeple de yetimin malına el uzatması muhtemel olacağından, veliyi çok kadınla evlenmekten sakındırmıştır.” (Razi; Tefsir-i Kebir; c. 7, s. 328).

 

Görüldüğü gibi konu “yetimlerin malı” ile ilgilidir. Zaten çok eşliler vardı -ki bunu için ayet gelmesine gerek yoktu örfen caizdi-.  Onları geçindirmek sorun olunca yanlarındaki yetimlerin malına yöneliyorlar ve onların malı ile hanımlarını geçindirmeye kalkıyorlar. Ayet tam bu anda geliyor ve “Yetimlerin malını verin. Onların malını kendi mallarınıza katarak yemeyin” diyor. Bundan mütevellit sorun yaşadıkları “çok eşlilik problemine” değiniliyor ve “Yetimlere böyle haksızlık yapmaktan korkuyorsanız onların malına el uzatmayın, aldıklarınızı geri verin, onlara kendi malınız gibi davranamazsınız” deniyor. Peki, “Bu durumda bu kadar çok kadını nasıl geçindireceğiz?” diye sorarsanız, “Önce dörde indirin bakalım, sonra üçe, sonra ikiye hatta bire kadar… Veya yanınızdaki esir kadınlardan biri ile evlenin. O zaman sıkıntıya girmezsiniz. Bu, ilave yapıp durmaktan kaynaklanan haksızlıkların bir daha olmaması için sizin daha uygundur” deniliyor.

 

Buna “ruhsat” deniyorsa ruhsatın ne olduğu bilinmiyor demektir. Ruhsat sıkışana verilir. Domuz eti yemek gibi bir şey önce yasaklanır fakat zaruret hali (açlık gibi) olunca ruhsaten izin verilir ve açlık giderilinceye kadar yiyebilirsiniz denir. Aynen böyle, burada da önce çok eşliliğin yasaklanmış olması, sonra bir zaruret halinin ortaya çıkması, örneğin erkeklerin “tek eşle yetinememe” gibi bir sorunlarının ortaya çıkması, ortada dulların yetimlerin kalması, bunun son sınırlarına dayanması, artık çaresiz iki, üç, dört kadınla evlenmenin açlık gibi bir zaruret halini alması gerekir. Böyle bir zaruret yok ki? Zaten çoğu çok eşli. Toplum poligaminin (çok eşliliğin) yaygın ve legal olduğu bir toplum. Savaşlar olmuş, Bedir’de, Uhut’da dullar ve yetimler ortada kalmış, bir Arap örfü olarak onlarla zaten evlenilmiş, yetimler yanlarına alınmış, bütün bunlar olmuş… Ayet bunların yarattığı sorunları çözmeye geliyor. Çok eşliliğin yaygın olduğu bir topluma hitap ediyor. Köleci bir topluma her fırsatta köleleri azat edin, zengin-yoksul uçurumun had safhada olduğu bir topluma verin, infak edin, eşitlenin dendiği gibi, çok eşli olan bir topluma da güç yetiremezsiniz, azaltın, teke indirin deniliyor. Yukarıda İkrime rivayetinde geçtiği bir “bir” (vahid) dışındaki bütün sayılar, buna gelmek içindir. Başka bir tabirle tarihseldir, evrensel olan “bir” veya “tek” eşliliğin yerleştirmesi ve yaygınlaştırılmasıdır. Eğer çok eşlilik ruhsat olacaksa bu fıkhî tabirle “örfen” caiz olur, “şer’an” caiz olmaz. Çünkü Kur’an gelmeden önce de örfen (Arap geleneğinde) çok eşlilik vardı. Kur’an’dan izin alarak bunu yapmadılar. İzin almaları da gerekmiyordu, yürüyen bir toplumsal akıl ve örf vardı. Ama Kur’an bunun haksızlıklara yol açtığını görünce müdahale etti ve yönlendirdi. Nereye doğru yönlendirdiği ise ortadadır…

 

Yine Nisa 129. ayetle çok eşliliğin “emredilmediği” ve emredilemeyeceği ortaya çıkar. Çünkü Allah güç yetiremeyeceğimiz şeyi bize emretmez. Buna kelamcılar teklif-i ma la yutak derler;

“Kadınlar arasında adaleti sağlamaya asla güç yetiremezsiniz.” (Nisa; 129). Bu bütün erkekler için geneldir. Herkesi kapsamaktadır. Şimdi, burada soru şu: Allah adaletsizliğin olacağını te’kid-i nefy istikbal (len testati’û) ile yani  ‘gelecek bütün zamanlar boyunca güç yetirmeniz mümkün değil’ diyerek uyardığı bir şeyi başka bir yerde emreder mi?  Emretmez!

Bu nedenle hicri 4. yüzyılda yaşamış olan Kadi Abdülcebbar  (öl. 415/1025),  bu ayetin, erkeklerden çok eşlilik teklifini düşürdüğünü söylemiştir. Artık ne böyle bir emir, ne de böyle bir teklif vardır. Yine  Ahzab suresinin 52. ayetinde “Bundan sonra kadınlar sana helal olmaz” denilerek çok eşlilik yolu kapatılmıştır. Artık çok eşlilikler geride kalmıştır. “Bundan sonra” gidişat tek eşliliğe doğru olacaktır. Hükümler geriye doğru işlemeyeceğine göre biz “Bundan sonra” sından sorumluyuz. Nitekim Peygamberimiz “Bundan sonra” bir daha hiç evlenmemiştir. (İhsan ELİAÇIK)

 

Kadınlar mirastan pay alırlar

Anne ve baba ile akrabaların bıraktıklarından erkekler için bir pay vardır; anne ve baba ile akrabanın bıraktıklarından kadınlar için de bir pay vardır. Bunun azından ve çoğundan farz kılınmış bir pay vardır (Nisa 4/7).

 

Kadına emeğinin karşılığı verilmelidir

Allah'ın kendisiyle kiminizi kiminize göre üstün kıldığı şeyi (malı) temenni etmeyin. Erkeklere kazandıklarından pay (olduğu gibi) kadınlara da kazandıklarından pay vardır. Allah'tan onun fazlını (ihsanını) isteyin. Gerçekten Allah her şeyi bilendir ( Nisa 4/32).

 

Mirasta eşitlik

“Çocuklarınız(ın varisliği) konusunda Allah size (şunu) emreder: Erkek, iki kadının hissesine eşit (bir miktar) alacaktır; ama ikiden fazla kadın varsa, onlara, (ebeveynlerinin) geride bıraktıklarının üçte-ikisi verilecektir; sadece bir tane varsa, onun yarısını alacaktır. (Ölenin) anne-babasına gelince, geride bir çocuk bırakması durumunda, her biri terekenin altıda-birini alacaktır; ama hiç çocuk bırakmamışsa ve anne-babası onun (tek) mirasçısı ise, annesi üçte-birini alacaktır; eğer (ölenin) erkek ve kız kardeşleri varsa, o zaman annesine, yapmış olduğu herhangi bir vasiyeti veya (ödemek zorunda olduğu) borcu düşüldükten sonra (terekenin) altıda-biri verilecektir. Anne-babalarınıza ve çocuklarınıza gelince, hangisinin sizin bırakacağınız fayda ve imkanlara daha layık olduğunu bilemezsiniz. (İşte bu nedenledir) Allah'tan gelen emirler... Şüphesiz Allah her şeyi bilendir, hikmet sahibidir. (Nisa 4/11). “Çocukları olmayan kadınlarınızın terekelerinin yarısı sizin olacaktır; ama bir çocuk bıraktılarsa, yapmış oldukları vasiyet veya (ödemek zorunda oldukları) borçları (düşüldük)ten sonra terekelerinin dörtte-birini alacaksınız. Eğer çocuğunuz yoksa dul zevceleriniz, terekenizin dörtte-birini alacaktır; ama eğer geride çocuğunuz varsa, yapmış olduğunuz vasiyet veya (ödemek zorunda olduğunuz) borçlar düşüldükten sonra terekenizin sekizde-birine sahip olacaklardır. Eğer kadın veya erkek, birinci dereceden bir mirasçıya sahip değilse, ama bir erkek veya kız kardeşi varsa, bunların her birine altıda-bir düşer; ama ikiden fazla kişi varsa, o zaman, yapılmış olan vasiyetler veya (ödenmekle yükümlü olunan) borçlar (düşüldük)ten sonra (kalan mirasın) üçte-birini alacaklardır. Bu her iki durumda da (mirasçılar) bir zarara uğratılmamalıdır. (Bu), Allah'ın bir emri(dir); ve Allah, her şeyi bilendir, Halîm’dir. (Nisa 4/12).

Bu konuda Hayri Kırbaşoğlu’nun izahlarını okuyalım: İnsan haklarına aykırı olduğu düşünülen hususlardan bir diğeri ise Kur'an'ın miras konusunda kadına erkeğin alacağı hissenin yarısını verdiği şeklindeki yaygın, ancak eksik ve yanlış kanaattir. Bu yanlış kanaatin ortaya çıkmasının sebebi de, aynen şahitlik konusunda olduğu gibi, Kur'an'ın yöntemsiz ve yüzeysel bir biçimde okunmasından başka bir şey değildir. Zira kadının miras konusundaki konumunu ele alan ayetler bütünlük içerisinde ele alındığı takdirde, onun mirastaki payının erkeğin payının yarısı olmasının genel geçer bir kural olmadığı kolaylıkla görülecektir. Şimdi önce konuyla ilgili ayetleri bir bütün olarak görelim: "Allah size, çocuklarınız hakkında şunu emreder: (Mirasta) erkeğin payı, kadınınkinin iki katıdır. (Çocuklar) kız olup ikiden fazla iseler, ölenin bıraktığı mirasın üçte ikisi onlarındır; tek bir kız ise mirasın yarısı onundur. Ölenin çocuğu var ise, o takdirde ana babadan her birine mirasın altıda biri hisse verilir. Eğer çocuğu yok da, ana baba ona varis olmuş ise, annesine üçte bir hisse düşer. Eğer ölenin kardeşleri varsa, annesine altıda bir hisse düşer.(Bu hisseler) ölenin yapmış olduğu vasiyetin yerine getirilmesinden ve borçlarının ödenmesinden sonra taksim edilir. Babalarınız ve oğullarınızdan hangisinin fayda bakımından size daha yakın olduğunu bilemezsiniz. 

Öncelikle şu hususu belirtelim ki, Kur'an'ın kadına mirastan erkeğin payının yarısı kadar hisse verilmesini emrettiği şeklindeki genelleme konuyla ilgili ayetlerin sathi olarak okunmasından kaynaklanan bir iddiadır. Zira, yukarıdaki ayetler dikkatlice ve herhangi bir önyargıdan uzak olarak okunduğu takdirde, bu iddianın hiçte gerçekleri yansıtmadığı açıkça görülür. Ayetler dikkatlice incelendiğinde, karşımıza şu gerçeklerin çıktığı görülecektir:

a-Mirastan kadına erkeğin yarısı kadar hisse verilmesi, kadının mirasçı olarak sahip olabileceği bütün konumlar için değil, sadece kadının aynı ana babanın çocuğu olarak erkek kardeşiyle birlikte mirasçı olması durumunda söz konusudur. Nitekim ayette de "Allah size çocuklarınız hakkında şunu emreder" (Mirasta) erkeğin payı kadınınkinin iki katıdır" buyrulmuştur ki bu, erkeğe kadının iki katı pay verilmesinin, kadının bir anne babaya, erkek kardeşi ile birlikte mirasçı olması durumuyla sınırlı olduğunu gösterir. Binaenaleyh kadına erkeğin mirastaki hissesinin yarısının verilmesinin genel bir kural olmadığı açıkça anlaşılmaktadır. Bu sebeple kadına erkeğin yarısı kadar pay verilmesinin, mirasçı olarak kadının konumu ne olursa olsun, değişmez bir hüküm olduğunu iddia etmek, Kur'an'ın yukarıda zikredilen ayetini saptırmaktan başka bir anlama gelmez.

b) Kadının mirastaki payının durumu, sadece iddia edildiği gibi erkeğin yarı hissesi değildir. Bilakis yukarıdaki ayetlerde açıkça ifade edildiği gibi, ölenin sadece kız çocukları varsa ve sayıları da ikiden fazla ise, o zaman mirasın üçte ikisi onların olur. Şayet ölenlerin mirasçısı tek bir kız çocuğu ise, o takdirde mirasın yarısını almaya hak kazanır. 

c) Yine yukarıdaki ayetlere göre şayet bir anne babanın çocuğu vefat eder de miras bırakırsa, ölenin çocukları da varsa, anne babanın her birine mirasın altıda biri verilir. Burada görüldüğü gibi bir anne olarak kadına, çocuğunun mirasından verilen pay, bir baba olarak erkeğe verilen paya denktir. Bu da açıkça göstermektedir ki, kadına erkeğin payının yarısı kadar hisse verilmesi genel bir hüküm değildir.

d) Hatta yukarıdaki ayetler, ölenin çocuğu yok ise, annenin mirasın üçte birini alacağını da açıkça ifade etmektedir. 

e) Kadının mirastaki payının, durum ne olursa olsun daima erkeğin yarısı kadar olduğuna dair iddianın asılsızlığının açık bir delili de şudur: Yukarıdaki ayetlerde, bir erkeğin veya kadının, anne veya babası vefat etmişse ve çocuğu da yoksa, sadece bir erkek veya kız kardeşi varsa, mirastan her birine eşit olarak altıda bir hisse düşeceği ifade edilmekle, bu durumda kadın ile erkeğin eşit hisse alacakları hükme bağlanmıştır. Bu hususta, kadının hangi durumda olursa olsun, mirastan erkeğin payının yarısı kadar pay alacağı iddiasının ne derece sathi bir iddia olduğunu açıkça gözler önüne sermektedir."  (M. Hayri Kırbaşoğlu, Kadın Konusunda Kur'an'a Yöneltilen Başlıca Eleştiriler , (İslamî Araştırmalar, V, 4, Ankara, 1991), s. 277-278)

Mustafa İslamoğlu da bu konuda şunları söylemektedir: Kur’an vahyi ilk defa kadına mirastan pay ayırdı. Bu, erkeğe ayrılan payın yarısı idi (Nisa 4/11). Bu yarım pay dahi, henüz vahyi tam sindirememiş bazıları tarafından gönülsüz karşılandı. “Bizimle savaşa mı gidiyorlar ki mirastan pay alacaklar?” diyenler bile oldu. Tüm gelir kaynaklarının “savaş-ticaret-miras” gibi üç alana münhasır olduğu, bu üç alana da erkeklerin hâkim olduğu bir sosyal yapıda, bu anlaşılabilir bir durum.

 

Fakat “vahyin teşri yönü” açık. Sanki önceden kadına erkekle aynı oran veriliyormuş da, Kur’an bunu yarıya indirmiş gibi. Ama bu haksızlık. Kur’an hiç almayan kadına erkekten kestiği yarıyı vererek süreci başlattı. Vahyin teşri yönü dediğim bu. Şimdi soru şu: Kur’an’ın erkek ve kadın için koyduğu ½ oranı haddi mutlak mıdır, haddi mukayyet midir? Cevabımız haddi mukayyet ise, bu kez soru şu: Haddi ala ; (en yüksek sınır) mıdır,  haddi edna ( en alt sınır) mıdır?

 

Bu sualin cevabı, bu hükmün “illete mebni bir hüküm” olup olmadığına bağlı olarak değişir. Eğer bu hüküm illete mebni değilse, oran “haddi mutlak”tır, hiçbir hal ve şartta değişmez. Eğer illete mebni hükümse, genel kural gereği illeti değişince malul/hüküm de değişir.

 

Allahu a’lem, bizce bu oran illete mebnidir. Zira miras hukukunda maksat “hakkın tahakkuku” ve “adaletin ifası”dır. Miras hukukunu beyan eden Nisa 4/11-12. ayetlerde mirasın vasiyetten arta kalandan” yapılması vurgulandığı halde, “artık varise vasiyet yoktur”   sözü nü de, Ömer b. Abdulaziz dahil bir çok müçtehidin dede yetimine varislerin iznine bakılmaksızın “zorunlu vasiyet” (el-vasiyyetü’l-vacibe) uygulanmasını da, “maksada riayet” bağlamında anlamak icap eder.

 

Bizce hükmün illeti, aynı surenin 32. ayetindeki “iktisab” (kazanç)tır. Orada erkeğin de kadının da kazandıklarından kendilerine pay olduğu vurgulanmıştır. Dolayısıyla, kadının erkeğe nispetle ½ olan hakkı “haddi mutlak” değil, “haddi edna”dır (en aşağı had); fakat “haddi a’la” (en yüksek had) değildir. Bunun bir başka bir delili de Nisa suresinin 7. ayetidir: “Ana-baba ve akrabalarının bıraktıklarında, kadınların da bir payı olmalıdır: (Allah tarafından ) farz kılınan bir paydır bu.” Bu ayet kadının payının erkeğin ½ si olarak beyan eder. 11. ayetten önce yer alır. ½ oranının mutlak olmadığının en açık delili bu ayetteki “az ya da çok” ibaresidir. Teşri süreci dikkate alındığında, bu ibare şimdi az olur ileride çok olur” anlamına yorumlanabilir. Allah en doğrusunu bilir.  (Mustafa İSLAMOĞLU, Tesettür Yazıları, 61-62)

 

 

 

 

Kadın kadına cinsel ilişkide Kur’an hukuku

Kadınlarınızdan fuhuş yapanların aleyhinde olmak üzere içinizden dört şahit tutun. Eğer şahadet ederlerse, onları ölüm alıp götürünceye veya Allah onlara bir yol kılıncaya kadar evlerde alıkoyun (Nisa 4/15).

 

 

Kadınlara zorla mirasçı olmayın

Ey iman edenler, kadınlara zorla mirasçı olmaya kalkışmanız helal değildir. Apaçık olan ‘çirkin bir hayasızlık' yapmadıkları sürece onlara verdiklerinizin bir kısmını gidermeniz (kendinize almanız) için onlara baskı yapmanız da (helal değildir.) Onlarla güzellikle geçinin. Şayet onlardan hoşlanmadınızsa belki bir şey hoşunuza gitmez ama Allah onda çok hayır kılar (Nisa 4/19). Yani; “Ey iman edenler! Cahiliye Araplarının yaptığı gibi dul kadınları, kocası ölür ölmez üzerine elbise atıp “kapatma”nız, onu baskı ve zorbalıkla miras kabul etmeniz, mehir vermeden kapatma yoluyla evlenmeniz, kadını başkasıyla evlendirmeniz, alıp satmanız helal değildir.

 

Boşadığınız kadınlara yüklerle mal vermiş olsanız da almayın ve Babalarınızın nikahladıklarını nikahlamayın

“Eğer eşinizden boşanıp başka biriyle evlenmek istiyorsanız önceki eşinize hazineler bile vermiş olsanız hiç birini geri almayın. Ona özel verdiğiniz bir şeyi yalancı çıkarak, erdemsizlik yaparak geri almak olur mu? Nasıl alırsınız ki, yıllarca aynı yastığa baş koymuşsunuz ve sizin sağlam sözünüze güvenmişler. Babalarınızın evlenmiş olduğu kadınlarla da evlenmeyin. Öncekiler geçmişte kaldı. Bu, çok çirkin, rezil bir şeydi ve ne kötü bir adetti!”  (Nisa 4/20-22). Ayetin “Bir eşin üstüne başka bir eş daha almak istiyorsanız” şeklinde değil “Eşinizden  boşanıp onun yerine başka birisiyle evlenmek istiyorsanız” şeklinde gelmesi, surenin başındaki tek eşliliğe doğru yönlendirmeye önemli bir işarettir. Keza boşandıktan sonra verdiği malı geri almaya kalkmak, üvey anneleri ile evlenmeye yeltenmek de ayette geçtiği gibi “erdemsiz ve rezil” uygulamalardı.

 

Erkeğe evlenilmesi haram olan kadınlar

Sizlere anneleriniz, kızlarınız, kız kardeşleriniz, halalarınız, teyzeleriniz, erkek kardeşlerin kızları, kız kardeşlerin kızları, sizi emziren (süt) anneleriniz, süt kız kardeşleriniz, kadınlarınızın anneleri ve kendileriyle (gerdeğe) girdiğiniz kadınlarınızdan olup koruyuculuğunuz altında bulunan üvey kızlarınız -onlarla gerdeğe girmemişseniz size bir sakınca yoktur- sizin sulbünüzden olan oğullarınızın eşleri ve iki kız kardeşi bir araya getirdiğiniz (evlilik) haram kılındı. Ancak (cahiliyede) geçen geçmiştir. Şüphesiz Allah, bağışlayandır, esirgeyendir (Nisa 4/23). Nisa 4/23-24 ayette evlenilmesi haram kılınan kadınlar emriyle; başta insanlığın olmak üzere kadının onuru korunmuştur.

 

Kadınları dövmeyin

Allah'ın bazısını bazısına üstün kılması ve onların kendi mallarından harcaması nedeniyle erkekler kadınlar üzerinde ‘sorumlu gözeticidir.' Saliha kadınlar gönülden (Allah'a) itaat edenler, Allah nasıl koruduysa görünmeyeni koruyanlardır. Nüşuzundan korktuğunuz kadınlara önce öğüt verin sonra yataklarda yalnız bırakın nihayet onları evden çıkarın/bulundukları yerden başka yere gönderin. Size itaat ederlerse aleyhlerinde bir yol aramayın. Doğrusu Allah yücedir, büyüktür (Nisa 4/34). Bu konuda Mehmet OKUYAN’ın “KADINA YÖNELİK ŞİDDETE KUR’ÂN’IN BAKIŞI” makalesi okunabilir. Ayetin en çok tartışılan kısmı “dövün” olarak çevrilen “vadrıbûhunne” ifadesi arapçada en çok anlamı olan kelimelerden biridir. Drb kökünden türemiştir. Kur’an içinde “seyahat etmek, dışarı çıkmak (2/273, 3/156, 4/101), vurmak (2/60,73, 7/160, 8/12, 20/77, 24/31, 26/63, 37/93), dövmek (8/50, 47/27), ortaya koymak (43/58, 47/27), örnek vermek (14/24,45, 16/75,76, 16/112, 18/32,45), sorumluluğu kaldırmak (43/5), mahkum olmak (2/6), kapamak, vurmak, (18/11), örtmek (24/31), açıklamak (13/17) gibi birçok farklı anlamda kullanılmıştır. Cümleye uygun düşen anlam “göndermek” olarak gözükmektedir. Hz. Peygamberin’in Hz. Aişe’ye atılan iftira sonrasında Hz. Aişe’yi gerçek ortaya çıkana kadar babasının evine gönderdiği tarihsel bilgiler arasındadır.

 

Kadına erkeğe ayrı hitap

Erkek olsun kadın olsun inanmış olarak kim salih bir amelde bulunursa onlar cennete girecek ve onlar bir ‘çekirdeğin sırtındaki tomurcuk kadar' bile haksızlığa uğramayacaklardır (Nisa 4/124). Mü'min erkekler ve mü'min kadınlar birbirlerinin velileridirler. İyiliği emreder kötülükten sakındırırlar namazı dosdoğru kılarlar zekatı verirler ve Allah'a ve Resulü'ne itaat ederler. İşte Allah'ın kendilerine rahmet edeceği bunlardır. Şüphesiz Allah üstün ve güçlüdür hüküm ve hikmet sahibidir (Tevbe 9/71). Allah mü'min erkeklere ve mü'min kadınlara içinde ebedi kalmak üzere altından ırmaklar akan cennetler ve Adn cennetlerinde güzel meskenler vaat etmiştir. Allah'tan olan hoşnutluk ise en büyüktür. İşte büyük kurtuluş ve mutluluk budur (Tevbe 9/72). Hırsız erkek ve hırsız kadının (çalıp) kazandıklarına bir karşılık Allah'tan ‘tekrarı önleyen kesin bir ceza' olmak üzere ellerini kesin. Allah üstün ve güçlü olandır hüküm ve hikmet sahibidir (Maide 5/38).

 

Kadın kocasının kötü muamelesinden korkarsa

Eğer bir kadın, kocasının kötü muamelesinden veya kendisini terk etmesinden korkarsa (iki taraf) arasında anlaşarak sorunlarını çözebilirler; zira karşılıklı anlaşma en iyi yoldur ve bencillik, insan ruhunda her zaman mevcuttur. Fakat iyilik yapar ve Ona karşı sorumluluğunuzun bilincinde olursanız, bilin ki Allah yaptığınız her şeyden haberdardır. (Nisa 4/128).

 

Ayrılmak isteyen kadına Allah genişlik verir

Eğer ikisi ayrılacak olurlarsa Allah her birine ‘genişlik (rızık ve ihsan) kaynaklarından' kazandırır (ihtiyaçlardan korur.) Allah (rahmetiyle) geniş olandır, hüküm ve hikmet sahibidir (Nisa 4/130).

 

 

Kız kardeşe miras

Senden fetva isterler. De ki: "Allah ‘çocuksuz ve babasız olanın (kelale'nin)' mirasına ilişkin hükmü açıklar. Ölen kişinin çocuğu yok da kız kardeşi varsa geride bıraktıklarının yarısı kız kardeşinindir. Ama (ölen) kız kardeşinin çocuğu yoksa kendisi (erkek kardeşi) ona mirasçı olur. Eğer kız kardeşi iki ise geride bıraktıklarının üçte ikisi onlarındır. Ama (mirasçılar) erkekler ve kız kardeşler ise bu durumda erkek için dişinin iki payı vardır. Allah -şaşırıp sapmayasınız diye- açıklar. Allah her şeyi bilendir" (Nisa 4/176). (Boşadığınız) Kadınları gücünüz oranında oturmakta olduğunuz yerin bir yanında oturtun, onlara ‘darlık ve sıkıntıya düşürmek amacıyla' zarar vermeyin. Eğer onlar hamile iseler yüklerini bırakıncaya (doğumlarını yapıncaya) kadar onlara nafaka verin. Şayet sizler için (çocuğu) emzirirlerse onlara ücretlerini ödeyin. (Durum ve ilişkilerinizi) Kendi aranızda maruf (güzellikle ve İslam'a uygun bir tarz) üzere görüşüp-konuşun. Eğer güçlük içine girerseniz bu durumda (çocuğu) onun (babası) için bir başkası emzirebilir (Talak 65/6).

 

 

Cariyelik kalktı

Meşru şekilde (nikah yoluyla) sahip olduklarınız dışında bütün evli kadınlar (size haramdır). Bu, üzerinize farz olan Allahın buyruğudur. Bunların dışında kalan bütün (kadınlar), kendilerine mal varlığınızdan (bir kısmını) vermeniz ve gayri meşru bir ilişki ile değil de evlilik bağı yoluyla meşru şekilde almak kaydıyla size helaldir. Kendileriyle evlenmek istediğiniz kadınlara hak ettikleri mehirlerini verin; ama bu meşru yükümlülük (üzerinde anlaştık)tan sonra (başka) bir şey üzerinde serbestçe anlaşmanızda sizin için bir sakınca yoktur. Şüphesiz Allah her şeyi bilendir, hikmet sahibidir. (Nisa 4/24). Ayette geçen (meleket eymanukum) deyimi sözlükte “Sağ ellerinizin sahip oldukları” demektir. Bu deyimle iki mana kastedilmiştir: 1- Veli, şahitler vb. meşru şartları yerine getirerek nikâh sahibi olmak. 2- Savaş sonucu esir kadınlara sahip olmak. Bu ayette ister hür ister esir böyle “meşru nikâh sahibi olmadan” hiç kimseyle evlilik ilişkisine girilemeyeceği anlatılmak isteniyor. “Sağ elin sahip olduğu” deyiminden maksat nikâh mülkiyeti veya nikâh sahibi olmaktır. Çünkü bu tabir henüz savaş ve esir kadın ele geçirmenin söz konusu olmadığı Mekke dönemi ayetlerinde de geçmektedir (ör. (Mearic 70/30). Bu ayetin maksadı insanları zinadan menetmek ve yeni bir nikâh bulunmaksızın veya eğer kadın memluke (esir, cariye) ise nikâh sahibi olmaksızın onlara cinsi temasta bulunmaktan men etmektir. Cenab-ı Hak bunu “sağ elin sahip olduğu”  ile ifade etmiştir. Çünkü “sağ elin sahip olduğu” hem nikâh ile evlenilen kadınlar hem de mülk olarak sahip olunan kadınlar hakkında söz konusudur (Razi).  Demek ki savaşta esir alınan kadınların siyasi ve sosyal sahibi olunabilir ama cinsel sahibi olunamaz.  Bunun için her normal kadınla yapıldığı gibi ayrıca nikâh yapılması gerekir. İslam vicdanı her ne şekilde olursa olsun “nikâhsız” ilişkiye cevaz vermez. (İhsan ELİAÇIK)

 

Hasıl-ı kelam: Kur’ân’daki bu gerçeklere rağmen halkı müslüman ülkelerde, özellikle de ülkemizde kadın sorunlarının sona ermediği aşikardır. Hz. Peygamber’in yaşadığı asırda Allah’ın vahiyle yol göstermesi, Hz. Peygamber’in de üsve-i hasene/güzel örnekliği ile eğitilen Müslümanlar arasında kadın lehine büyük gelişmeler olmuştu. Sahabe, hakkımızda ayet iner korkusuyla, kadınlara ses çıkaramadıklarını söylüyordu... Fakat bu asırdan uzaklaşıldıkça durum kadının aleyhine dönmeye başladı. Erkek çocuklar kız çocuklarına tercih edildi. Kadın yeniden horlandı. Sosyal hayattan dışlandı; sosyal hayata girenler ise, sömürüye, haksızlığa, zulme ve şiddete maruz bırakıldı. Kadın, eşyanın fiyatını ve albenisini artırmak için meta’ gibi kullanılır oldu… Kadına özgürlük adı altında kadın; cinsel bir obje, kozmetik vitrini algısını yerleştirmek istendi ve başarılı olundu. Bunun içinde annelik aşağılandı,  cinsellik kışkırtıldı. Fitneyi önlemek, namusu korumak gibi bir takım muhayyel düşünceler ve vehme dayalı tehlikeler gerekçe gösterilerek hakları yeniden gasp edildi. Farazi bir takım tehditler nedeniyle hakkında hadisler uyduruldu, bir kısım ayetler yanlış değerlendirildi. Mesela “Kadınlara okuma-yazmayı öğretmeyin. Öğrenirlerse sevgililerine mektup yazarlar!” “Evden dışarı çıkarmayın, toplumu bozarlar”(!) “Kadınların sesi haramdır”(!) gibi İslam’la ilgisi olmayan safsatalar uyduruldu. Kadını nesne konumuna indiren dişiliği değil, özne konumuna yükselten kişiliği olacak; iffet, fıtrat, sadakat, saadet, teslimiyet, hamiyyet, adalet, hikmet  boyutlarıyla konuşma zamanı gelmedi mi diye düşünüyorum! Bence gelip geçti bile...

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

MEKKİ SURELERDE SALÂT KAVRAMININ SEMANTİĞİ

SALAT’IN NAMAZ ANLAMI ÜZERİNE

KEVSER SURESİNİN İNCELENMESİ