GELENEK DİN DEĞİLDİR

 

GELENEK  DİN DEĞİLDİR


Geleneğe din muamelesi yapmak aklı devre dışı bırakarak hisse teslim olmak ve tahkik yerine taklidi yüceltmektir. Bu sürecin bir sonucu olarak; otoritesi tartışılmayan, peygamberden fazla yetki kullanan, sorgulanamaz binlerce ‘masum’ önder ortaya çıkmıştır!

Geleneğe din muamelesi yapmakla Kuran’ın otoritesi kırılmıştır.  Hz. Peygamberin vefatından itibaren kültür dinleşmeye başlamış gün geçtikçe de zincirin halkaları kalınlaşmış ve uzamıştır. Çünkü yalanların, hurafelerin ‘profesör’leri de yetişti ve yetişiyor. Kuran’dan uzak olan bu kültürün üniversitede yer alması ve din kisvesine bürünmesi artık kolaylaşmış; zihinleri tutsak etmiş, sorgulayanları acımasızca devre dışı bırakma gücüne ulaşmıştır.

Allah’ın indirdiği, Kur'an’ın açıkladığı, Hz. Peygamber’in öğrettiği din yerine atalarından devraldıkları kültürel mirasa din muamelesi yapan günümüz Müslümanları bu durumdan çok da rahatsız görünmemektedir.

Kültürel birikime din muamelesi yaparak asılsız rivayetleri iman esası gibi benimseyen bireyler ve yapılar günden güne çoğalıyor.

Bugün İslam aleminde yaşanan din, Kuran’dan kaynaklanan din değildir. Kuran’ın arkada bırakıldığı, devre dışı kaldığı ve dikkate alınmadığı bir din anlayışı ve uygulaması hüküm sürmektedir. Dinin biricik kaynağı Kur'an önceki vahiyler gibi tahrif olmadı. Fakat Müslümanlar yabancı kültürlerin istilasını durduramamış, neticede o anlayışları İslam dini olarak kabullenmişlerdir. Kur'an’dan uzak kalan nesiller, bu kültüre din olarak sarılmış ve sarılıyorlar.

Kur'an sadece okunmuş (seslendirilmiş), anlamına bakılmamış, böylece Müslümanın hayatından koparılmıştır. Hayattan uzaklaştırılan Kur'an’ın yerini yabancı kültürler doldurmuştur. Nesiller boyu sürüp giden bu durum, kültürün dinleşmesine sebep olmuştur. Sözde din alimleri Allah’ın Kur'an’da ne dediğine, konuları nasıl çözümlediğine bakma, öğrenme ve öğretme yerine, geçmiş alimlerin görüşlerini din olarak insanlara öğretmişlerdir.

Taklit insan zihnini kirleten ve körelten oradan toplumu çürümeye götüren cehalet ürünü bir davranıştır. Hiçbir şey üretmeden, geçmiş nesillerin söylediğini olduğu gibi aktarmak anlamında taklit kötü neticeler doğurur, toplumları yıkıma sürükler. Bir bakıma taklit, insanın zihnine vurulan bir zincirdir. Yüce Allah bu konuyu Kur'an’da defalarca gündeme getirmektedir. Ataları körü körüne taklit etmeyi Kuran yermiştir:

“Onlara, ‘Allah’ın indirdiğine uyunuz’ dendiğinde, ‘hayır, biz atalarımızı üzerinde bulduğumuz şeye uyarız’ derler. Ya ataları akıllarını kullanamamış, doğruyu da bulamamış idiyseler de mi?” (Bakara 2/170).

“Onlara, ‘Allah’ın indirdiğine ve peygamberine geliniz’ denildiğinde, ‘babalarımızı üzerinde bulduğumuz yol bize yeter‘ derler. Ataları hiçbir şey bilmiyor ve doğru yol üzerinde bulunmuyor iseler de mi?” (Mâide 5:104).

Delil yerine atalarının uydukları sisteme göre dini yaşayan ve düşüncelerini şekillendirenlerin Lokman31:21; İbrahim14:10; Hud11:62,109; Maide5:104 ve Araf7:28 ayetlerini okumaları gerekir.

Taklitçiler öylesine sabit fikirlidirler ki, dünyaları değişse bile kendilerini asla değiştirmezler. Geçmiş düşünce ve davranışlarının tutsağı haline gelmişlerdir.

Taklitçi zihinler sürülmemiş tarla gibi yabani otların (hurafe) istilasına uğrar geçmişi sorgulamadan ona teslim olmakta, geçmişin işe yaramayan yığınları içinde kaybolup gitmektedir.

Müslümanların tarihi dinleştirilmiş gelenek örnekleriyle doludur. Bu örneklerin başında asabiyet/kavmiyetçilik yer alır. Atalarının faziletinden yola çıkarak onların her yaptığını doğru bulup gelenek haline getirmişler.  Bu gelenek süreç içerisinde itikada (inanç esasına) dönüştürmüştür.

Müslümanlar, tarih boyunca yapa geldiklerini mutlaklaştırdılar. Onları terk edilmez kılarak nesiller boyu sürüp gelen bir olguya dönüştürdüler. Adına “gelenek” denilen ve kaynağı ‘din’den bağımsız olan söz konusu olgu, bu süreçte, insanın dinin yerine ikame ettiği bir gerçeklik kazandı.

Yaşar Nuri ÖZTÜRK mezhep konusunda üç noktanın çok önemli olduğunu şöyle ifade ediyor:

1. Mezhep din değildir, kutsal değildir; din bilimleriyle uğraşan bilim adamlarının kişisel yorumlarıdır. Bu yorumlar, onları üretenlerin hayatlarında bile birçok kez değişebilmiştir.

2. Bir toplumda bilim ve düşün faaliyeti ne kadar zengin ve canlı ise o toplumda mezhep faaliyeti ve sayısı da o ölçüde zengindir. Çünkü bilen ve düşünen insanların çokluğu, daha çok yorumun doğmasıyla eşanlamlıdır. Daha çok yorum, daha çok mezhep demektir.

3. Mezhep yorumları içinden herkes istediğini seçebilmelidir. Bu seçim engellenip “sadece bir kişinin yorumunu esas alabilirsiniz” dendiği anda mezhep dinleştirilmiş ve ikinci bir din yaratılmış olur. Bir insan, İslam’ı sadece filan ya da falan mezhebin temsil ettiğini söylerse dinden çıkar. Çünkü böyle bir söylem, Allah’ın dinine karşı yeni bir din ortaya sürmenin ta kendisidir.

“Mezheplerin dini tamamladığı” yolundaki iddia Maide suresi, 3. ayete açıkça aykırı bir Kur'an dışılıktır. Allah’ın: “Bugün mükemmel hale getirdim, tamamladım….” dediği bir din, ancak anlaşılmak için incelenir, eksiklerini tamamlamak için değil.

Mezheplerin kabullerine uymayan ayetleri tevil eden veya mensuh (hükümden düşmüş) sayan ekoller ve fırkalar vardır. Ubeydullah el-Kerhî (Ö. 340/951) denen mezhepperest Hanefi fakih bunun tipik örneklerinden biridir. Sözlerine buram buram şirk tüten bu adama göre, mezhebin kabullerine uymayan ayetler ve hadisler ya tevil edilip yahut da mensuh sayılır. Aynen şöyle diyor: “Mezhebimizin hükümlerine uymayan her ayet ya tevil edilmiştir yahut mensuhtur. Her hadis de böyledir.” (Bk. Kerhî’nin er-Risalesi’nden naklen Hayreddin Karaman, İslam Hukuk Tarihi, s.251)[2]

Mezhep yorumlarının artık değişmeyeceğini, din hakkında son sözün bu yorumlar olduğunu, içtihat kapısının kapandığını iddia etmek mezhepleri mezhepleri din haline getiren zihniyetin işlediği en büyük suçtur.

Din Algısı Haline Getirilen Mezhep Taassubunun Sosyal Hayata Etkileri

Din İslam’dır, mezhep görüştür, mezhep din değildir.

Din Nedir? Kuran’ı Kerim, dini Allah’ın koyduğu, insanın inanç ve davranışlarına ait kanunların bütünü anlamında kullanıyor.

“Sizin için din olarak İslam’ı/Allah’a teslim olmayı seçtim.”[3]

Kur'an’da anlatılan bu dinin adı İslam olarak tanımlanmaktadır. Tanımlandığı şekliyle İslam’dan başka bir dinin Allah u Teâlâ’nın katında kabul görmeyeceği yine Kuran’ı Hâkimde belirtilmiştir:

”Kim İslam’dan/Allah’a teslim olmaktan gayrı bir din ararsa artık o, ondan asla kabul edilmeyecektir. Ve o, ahirette hüsrana düşenlerdendir.”[4]

Kuran bize İslam’a uymamızı emrederken başka dinlere, bozulmuş aslından uzaklaşmış ya da insan eliyle uydurulmuş dinlerden de uzak kalmamızı ders veriyor.

“İyi bilin ki, halis din yalnız Allah’ındır. O’nu bırakıp da başka dostlar edinenler, “Biz onlara sadece, bizi Allah’a daha çok yaklaştırsınlar diye ibadet ediyoruz” diyorlar. Şüphesiz Allah, ayrılığa düştükleri şeyler konusunda aralarında hüküm verecektir. Şüphesiz Allah, yalancı ve nankör olanları doğru yola iletmez.”[5]

Mezhep Nedir? Mezhep, gidilen yol tarzı, tavır, yorum, tutum anlamına gelmektedir.

Mezhep, insanların oluşturduğu bir kurumdur; Yorumu kim getirmişse mezhep onun malıdır ve onu bağlar. Mezhepleri dokunulmaz, tartışılmaz ilan etmek, mezhep önderlerini yanılmaz, aşılmaz kabul etmektir. Tartışılmazlık ve dokunulmazlık niteliklerini Kuran ve Hz. Muhammed dışında kimseye verilemez.

“Mezheplerin dini tamamladığı” yolundaki iddia “Bugün sizin için dininizi kemale erdirdim, üzerinizdeki nimetimi tamamladım ve sizin için din olarak İslam’ı/Allah’a teslim olmayı seçtim.”[6] Ayeti kerimesine ters düşmektir, Kuran’a aykırı gitmektir. Mezhepler din’ haline getirildi. Kuran-ı Kerim’i egemen kılarsak, mezhepler dökülecek. Kuran’dan bilgiyi alırsak, hataları ortaya çıkacak.

Beşeri nitelik taşıyan bütün dini oluşumlar tabiatı gereği her türlü tenkit ve tahlile açık olmalıdırlar.  Bu sebeple mezheplerin din gibi algılanması veya geleneğin din haline getirilmesi dinin etki alanının daraltılması anlamına gelmektedir.

Mezhep taassubu ve bilgisizlik sebebiyle söz konusu çatışmaların yol açtığı olumsuzluklar ortaya çıktıkları zaman dilimini de aşarak yüzyıllar boyunca etkisini devam ettirmiş ve hatta devam ettirmektedir.

Hz. Muhammed’in sağlığında her hangi bir mezhep, tarikat, cemaat veya din anlayışını merkeze alan faklı bir zümreleşme söz konusu değildir.

Mezhepler sonradan ortaya çıkan ve dinin anlaşılma biçiminin tezahürleridir. Bu sebeple mezhepler, din değil, dinin anlaşılma biçimleridir, insan ürünüdür. Hiçbir şahıs, mezhep, kurum İslam inanç esaslarını belirleme yetkisine sahip değildir. Bu hususta tek otorite Allah’ın bizzat kendisidir. İslam düşünce tarihinde ortaya çıkan mezheplerin tamamı içinde doğup, geliştikleri toplumun ve dönemin sorunlarına çözüm üretme refleksinin bir neticesi olarak karşımıza çıkmaktadır.

Sonuç

Hiç bir mezhep din değildir ancak dinin anlaşılma biçimlerinden ibarettir. Mezheplerin insan ürünü olduğu ve hiçbir mezhebin İslam’la özdeşleştirilemeyeceği düşüncesi etrafında şekillenen “Mezhepler üstü yaklaşımla” hareket ederek Müslümanların, mezhep taassubundan kurtulmaları ve birbirlerini ötekileştiren tutum ve davranışlardan uzak durmaları gerekmektedir.

Emeviler dönemiyle başlayıp Abbasilerle devam eden yabancı kültür akımı Müslümanların maalesef ilmin gerçek kaynağı Kuran’dan uzaklaşarak farklı mecralara girmelerine zemin hazırlamıştır. Prof. Celalettin Vatandaş ”Vahiyden Kültüre” isimli eserinde;  Hulefa-i Raşidin döneminde başlayan fetih hareketlerinin hızlı gelişmesi sonucu, İslam dinini sahabe gibi özümsemeden Müslüman olan topluluklar, kendi inanışlarındaki bazı eski dini anlayışlarını sanki İslam’danmış gibi terk etmediler. Emeviler’in baskıcı politikaları Yunan (Helenistik), İran, Hint ve diğer felsefi eserlerin yoğun çevirisi ve hemen akabinde Müslümanların büyük bir bölümünün Kur'ani çizgiden ayrılarak, başta tasavvuf olmak üzere çeşitli ekollere yöneldikleri bir hakikattir.

Kültürün dinleşmesinin önüne geçmek için ortaya konacak metodolojinin düzeltmesi gerekli olan en temel sorunlar şunlardır:

1.Haberi vahidlerin dindeki otoritesinin kaldırılması. 2. Mezhep mukallidliği ile din anlama alışkanlığının ortadan kaldırılması. 3. Dinsel alanı genişleten “sahte otoritelerin” deşifre edilmesi.


[1] Yaşar Nuri Öztürk, Star Gazetesi, 26 Nisan 2002 “Mezhepleri Dinleştirme Şeytancılığı”

[2] Yaşar Nuri Öztürk,  İslam Nasıl Yozlaştırıldı, s.448; Yaşar Nuri Öztürk,  İslam Nasıl Yozlaştırıldı, s.450

[3] Maide,5/3; Tevbe,9/29; Yunus,10/105; Beyyine,98/5                   

[4] Al-i İmran,3/ 85                             

[5] Zümer,39/3

[6] Maide,3                                                       


Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

MEKKİ SURELERDE SALÂT KAVRAMININ SEMANTİĞİ

SALAT’IN NAMAZ ANLAMI ÜZERİNE

KEVSER SURESİNİN İNCELENMESİ