İNSAN: TEKASÜRE(BOZULUŞ) KARŞI KEVSER(OLUŞ)

 

İNSAN: TEKASÜRE(BOZULUŞ) KARŞI KEVSER(OLUŞ)

 

Her oluş bozuluşa gebe, her bozuluş oluşa gebedir.

Mustafa İslamoğlu

 

 

Kevn ve fesat (oluş ve bozuluş) varlığın yasasıdır. Sureler bağlamında Kevser insanın oluşunu, Tekasür insanın bozuluşunu konu edinir.

 

Din, her zaman değişimin motoru olmuştur. Dinin muhafazakarlaştırılması ve değişime kapatılması, vücuttaki kanın pıhtılaşması gibidir.

 

Kur’an Rad/11. ayetiyle değişime yön veren yasalarla, değişimde etkin rol oynayan insanın birbirini tamamladığını ifade eder: “…Gerçekten Allah, kendi nefis (öz)lerinde olanı değiştirip bozuncaya kadar, bir toplulukta olanı değiştirip-bozmaz…” Dünyadaki ekolojik dengenin bozuluşundan, toplumsal hayatın bozuluşuna kadar bozuluşun merkezinde insan vardır.

 

Kur’an, hem kendi yaptıklardan sorumlu olan insan topluluklarından hem de kendilerinden kat kat hesap sorulacak insanlardan bahseder.

 

Onlar bir ümmetti; gelip geçti. Onların kazandıkları kendilerinin, sizin kazandıklarınız sizindir. Siz, onların yaptıklarından sorumlu değilsiniz.  (2/134)

 

Andolsun, kendilerine (peygamber) gönderilenlere soracağız ve onlara gönderilenlere (peygamberlere) de elbette soracağız.  (7/6)

 

Her can, kendi kazandığından hesaba çekilir. (74/38)

 

Bireysel ve toplumsal değişimin önünde aktif ve pasif engeller vardır. Bunlar: Kurumsallaşmış yapı (statüko), ön yargı, grup körlüğü, nemelazımcılıktır. Şu ayetler bu engellere işaret ederler.

 

Biz hangi ülkeye bir uyarıcı gönderdikse, mutlaka oranın 'refah içinde şımaran önde gelenleri': "Gerçekten biz, sizin kendisiyle gönderildiğiniz şeyi tanımıyoruz" demişlerdir. (34/34)

 

İşte böyle, senden önce de (herhangi) bir memlekete bir elçi göndermiş olmayalım, mutlaka onun 'refah içinde şımarıp azan önde gelenleri' (şöyle) demişlerdir: "Gerçekten biz, atalarımızı bir ümmet (din) üzerinde bulduk ve doğrusu biz, onların izlerine (eserlerine) uymuş kimseleriz." (43/23)

 

İnsan oluş ve bozuluşun kesiştiği noktada durmaktadır. Çünkü onun yapısına fucur ve takva kotlanmıştır. “Ve nihayet insan benliğine iyiyi ve kötüyü tanıyıp sorumsuz (fucur) ve sorumlu (takva) davranma yeteneğini yerleştiren şahit olsun ki.” (91/8). Takvayı  beslediğinde ahseni takvime ulaşır (Musa’laşır) ve vahdetin muşahhas bir şahsiyeti olur, fucuru beslediğinde Firavun’laşır kesret, tekasür ve benlik vadilerinde boğulan küfrün muşahhas bir ferdi/tohumu olur.

 

Yemin olsun incire (kesrete)  ve zeytine (vahdete)! Ve tur-u sinîn’e! Ve bu beled-i emin’e! Ki, insanı en güzel potansiyelde yaratıp, sonra onu potansiyelini kullansın diye sıfır noktasına bıraktık. Ancak buna iman edip imanın gereği eylemler (salihat) işleyenler ulaşır. İşte bunu başaranlara kesintisiz bir ecir vardır. Öyleyse ey insan! Hesap gününü sana yalanlatan nedir? Şimdi söyle: (Sen Firavun’laşırsan) ve Allah da koyduğu yasaya göre hükmederse; hükmedenlerin en iyi hükmedeni (hakimler hakimi) değil midir? (95 Tin/1-8)

 

Allah, çekirdeklere koyduğu yasayı insana da yerleştirmiştir. Meyvelerdeki çekirdek, insanlardaki benliktir. Çekirdeğin içindeki potansiyelin ortaya çıkması nasıl yasalara bağlı ise; insanın da benlik çekirdeğindeki potansiyeli ortaya çıkarması, iman ve salih amel eylemine bağlıdır. Hesap gününe inanmamak; aklın düşük yapmasıdır. Yani imansızlık ve karşıt eylem bir yanılsamadır, arızi bir durumdur. Kur’ân insana inmiştir, insan için inmiştir. Kur’an’ın sebebi nüzulü insandır. Kur’ân, insana değer kazandıran, onun davranışlarını değerlendiren bir kitaptır. Kur’ân’ın muhatabı insandır, onun ana konusu da insandır. Kur’an, çok yönlü olarak insanın üstün ve zaaf yönlerini ele alır.

 

OLUŞ: İNSANIN ÜSTÜN YANLARI

 

İnsan yeryüzünün halifesi olarak yaratılmıştır: “O sizi yeryüzünün halifeleri kıldı ve size verdikleriyle sizi denemek için kiminizi kiminize göre derecelerle yükseltti. Şüphesiz senin Rabbin, sonuçlandırması pek çabuk olandır ve şüphesiz O, bağışlayandır, esirgeyendir.” (6/165).[1] Yüce Yaratıcı insanı en donanımlı[2]  bir biçimde kendi elleriyle bizzat yaratmış[3], ona kendi ruhundan üfürmüş[4]  ve melekleri ona saygı secdesinde bulundurarak[5]  onun üstünlüğünü âleme tescil ettirmiştir. İnsana düşen ise, kendisine bahşedilen bu misyonun hakkını vermek, kendisine uygun görülen bu konumun saygınlığını korumak ve o makamın adamı olmaya çalışmaktır.

 

İnsan şerefli yaratılmıştır. “Gerçek şu ki, Biz Âdemoğullarını üstün ve onurlu kıldık; karada ve denizde onların ulaşımını sağladık; temiz besinlerle onları rızıklandırdık ve onları yarattıklarımızın pek çoğundan üstün tuttuk.” (17/70). O halde insan bu şeref ve saygınlığını korumalıdır. Bu ise Yüce Allah’a karşı yükümlülükleri yerine getirdiği ölçüde yani takvaya sarıldıkça mümkün olacaktır. Zira bunun formülü de açık bir şekilde Kur’ân’da belirtilmiştir: “Allâh yanında en üstün olanınız, günâhlardan en çok korunanınızdır.”[6]

 

İnsan, zorluklar içerisinde ve zorluklara dayanma gücü içerisinde yaratılmıştır:Gerçek şu ki, Biz insanı acı, sıkıntı ve imtihan (ile yüklü bir hayat)a gönderdik.” (90/4). İnsan kendisine verilen bu güzellikleri korumak, bu konum ve saygınlığını artırarak devam ettirebilmek için zorlu bir sınava tâbi tutulmuştur. Bu sınav, göklerin, yerin ve dağların kaldıramayacağı kadar zorlu olsa da altından kalkılamaz değildir. İnsan isterse, azmederse bu zorlukları aşabilir, onlarla baş edebilir ve sınavın zor sorularından başarıyla çıkabilir. Yüce Yaratıcı, insanı tabi tuttuğu bu sınava uygun bir donanımda yaratmıştır. Çünkü Allah, hiç kimseye gücünün yetmeyeceği şeyi yüklemez[7]  ve O, kulları için kolaylıklar diler, asla zorluk dilemez.[8]

 

İnsan kendi kontrol edebilir şekilde yaratılmıştır: “Özürlerini sayıp dökse de, insanoğlu, artık kendi kendinin şahididir. (75/14-15).  Evet insan kendi kendinin şahididir, kendini kontrol eder, gözetler, o nefsine hakim olabilir ve kendini istikamet çizgisinde tutabilir. Yüce Yaratıcı ona, kendini istikamette tutabilecek bir irade ve güç bahşetmiştir. “.. Ki Allah sizden inananları ve kendilerine ilim verilenleri derecelerle yükseltsin.”[9]  “Biz dilediğimizi derecelerle yükseltiriz. Her bilgi sahibinin üstünde daha bir bilen vardır.”[10] İşte insan, bu yarışta en ileri noktada yerini alabilmek için çalışıp çabalamalı ve zirveye ulaşabilmek için koşturmalıdır. “Rabbinizden bir bağışlanmaya ve genişliği göklerle yer arası kadar olan, korunanlar için hazırlanmış cennete koşun!”[11] “İşte yarışanlar, bunun için (Allah’a yakın olmak için, en yüce makamlara ermek için, cennete girmek için) yarışsınlar.”[12]

 

Her şeyin farkına varma yetisi olan bilinç, sadece insanda var. Fark etme, fark ettiğini ifadeye dönüştürme, isteme, istekleri doğrultusunda iş üretme, yaratılıştan güzel olan kâinata sanat anlamında değer üreterek daha da güzelleştirme, hayatı ve varlığı anlamlı hâle getirme kabiliyeti sadece insanda vardır. Halife kılınması ile ilgili ayetler bunu gösteriyor. Allah insana bütün varlıklar adına temsilcilik vazifesi vererek, onu sorumlu kılarak ona hem büyük bir yük hem de büyük bir önem vermiştir. Nitekim Cenab-ı Allah ayette şöyle diyor: “Biz o emaneti göklere, yere ve dağlara arz ettik, onlar, onu yüklenmeye yanaşmadılar, ondan korktular da onu insan yüklendi. O gerçekten çok zalim ve çok cahildir.” (33 Ahzab/72)

 

Yine Kur’ân, insanın zaaflarını ele alır ve bu zaafların giderilmesi için çözümler ortaya koyar. Kur’ân, indiği dönemde çok değişik seviye ve konumda olan insanları etkilemiş, onları düşündürmüş, donatmış, değiştirmiş ve yetiştirmiştir. İkbal’in deyişi ile Kur’ân ile eşkıyalar evliyaya dönüşmüştür. Onun sayesinde cahiliye insanından, saadet çağının altın nesli yetişmiştir. Bugün de Kur’ân iyi okunur ve doğru anlaşılırsa; dünyanın, özlemini çektiği ideal insanlar yetişebilir. Bunun için Kur’ân’ın insanı ele alıp değerlendirişi ile ilgili ayetleri doğru okumak ve anlamak büyük önem taşımaktadır.

 

BOZULUŞ: İNSANIN ZAAFLARI

 

Kur’ân’da pek çok ayette  insanın zaaflarına işaret edilmiştir. Bu ayetler, insanı doğru tanımamızı, insanın zaaf yönlerini bize açıklar. İnsan zaaflarından bahseden ayetler, davetçiler için daha bir önem arz eder. Çünkü davetçi, davetine konu olan insanı bu ayetler sayesinde daha kolay ve doğru tanır, ondaki zaafları iyi bilir, ona göre davetini daha sağlıklı bir zeminde yapabilir ve insanları daha kolay eğitip kazanabilir.

 

Kur’an’ın bütünü bozuluşun panzehiridir. Fakat bazı sureler bunu daha konsantre olarak verirler.  Bunlar: Tekasür, Maun, Kevser, Asr, Şerh sureleridir.

 

Kevser ve tekasür aynı kökten gelmektedir. Kevser, insanın niteliklerine; tekasür, insanın niceliklerine işaret eder. Kevser teriminin iki anlamı var. Birincisi, cennetteki bütün ırmaklara kaynaklık eden ana ırmak olarak tanımlanır.[13] İkincisi bütün hayırlara ve iyiliklere kaynaklık eden ve değer üreten insanları tanımlar. Bu değerler insanı insan yapan, onu diğer varlıklardan ayıran temel niteliklerdir.

 

Tekasür, insan benliğini maddenin esir almasıdır. İnsan, maddeye bağımlılık düzeyinde sarılır ve onu hayatın vazgeçilmezi olarak görür. Hatta maddi kayıplara uğrayanların intihar etmelerine sebep olan ciddi bir bağımlılık durumudur. İnsanın niceliğin egemenliğine girmesi Kur’an tarafından eleştirilmiştir.

 

“Çoğaltma tutkusu sizi oylayıp durdu, taki siz mezarlara varıncaya dek. Ama hayır! Vakti gelince, gerçeği (burada) öğreneceksiniz; daha da olmadı, o zaman vakti gelince gerçeği o zaman öğreneceksiniz. Hayır, hayır! Eğer bu (tutkunun neye mal olduğunu) tam kavramış olsaydınız, elbet (dünyayı) cehenneme (çevirdiğinizi) de görürdünüz; (tutun ki burada göremediniz), ama daha sonra (ahirette) onu zaten gözlerinizle göreceksiniz; nihayet o gün, ebedi nimetlerden vazgeçip (geçici nimetlere yönelmenizden) dolayı hesaba çekileceksiniz.” (102 Tekasür/1-8)[14]

 

Surenin ana konusu, modern zamanların en yaygın hastalığı olan güç tutkusudur. Bu tutkuya esir olan, sürekli biriktirir ve yığar. Sonunda yığdıklarının altında ezilerek kendini kaybeder ve varoluş amacını yitirir. Sure insanı dünyevileşme belasına karşı uyararak söze başlar: “Çoğaltma tutkusu siz oyalayıp durdu.”  Mesele geçici ile kalıcı olanı değeri olanla, fiyatı olanı ayırt edecek yakin bir bilgiye sahip olma meselesidir. Bu bilgi imanın eseri olacaktır; Allah’a O’nu görür gibi kulluğa götürecek diri ve diriltici bir imanın eseri. Böyle bir iman, sahibinin yüreğine cehennem tehlikesini haber veren bir uyarıcı yerleştirecektir.  Değilse, hakikati ancak  iç yangının vicdan perdesini yakıp gerçeği bütün çıplaklığıyla gördüğü gün anlayacaktır. Fakat iş işten geçmiş olacaktır.[15]

 

Tekasür kavramının çağımızda “kapitalist yarış” denilen şeye tekabül ettiğini söylemekte mümkündür. Çünkü kapital eldeki anaparayı  (sermaye) çoğaltma, artırma, biriktirme demektir. Kapitalizm de, sermayeye dayanan, onu çoğaltmayı (kâr) yegane gaye bilen, sermayedarların üretim araçlarının sahibi olduğu, alım satımın sırf zenginleşme ve kâr maksadıyla yapıldığı, biriktirme ve çoğaltma dışında hiçbir değerin geçer akçe olmadığı, bu iktisat görüşünün toplumsal düzen haline geldiği sistem demektir. Demek ki bu açıdan bakıldığında Tekasür Suresi’nden kapitalist anlayışa esaslı eleştiriler getirmek mümkündür. Fakat bu eleştiri, ekonomi-politik bir eleştiri olmaktan ziyade metafizik-ahlaki bir eleştiri olmak durumundadır.[16]

 

İncir çokluğa(kesrete), zeytin birliğe(vahdete) işaret ediyor. İncir çokluğa(kesrete) işaret ediyorsa; Tekasür Suresi incirin tefsiri oluyor. Seni bu çoğaltma tutkusuna/tekasür krizine sokan nedir, Ey İnsan! Seni buna düşmekten koruyacak sureler Kevser ve  İnşirah Suresi değil mi?

 

(Tuttuğun yolun tutarsızlığına dair vahiyle)senin gönlüne ferahlık vermedik mi?[17] Ve (kesrette boğulma) yükünü sırtından kaldırmadık mı? Ki o yük belini iki büklüm etmişti! Biz kalbini aç(ıp ferahlat)madık mı, ve üzerinden yükü kaldırmadık mı, o belini büken (yükü)? Şerefini ve itibarını yükseltmedik mi? Elbette her güçlükle birlikte bir kolaylık vardır: Şüphesiz, her güçlükle bir kolaylık! Öyleyse (sıkıntıdan) kurtulduğun zaman sağlam dur, ve yalnız Rabbine sevgi ile yönel. (Şerh Suresi)[18]

 

“Hiç bütün bir ahlakî değerler sistemini yalanlayan (birini) tasavvur edebilir misin? İşte böyle biridir, yetimi itip kakan, yoksulu doyurma arzusu/gayreti duymayan. Yazıklar olsun şu sahte dindarlara, onlar ki dindarlıklarında ihmalkardırlar, onlar ki niyetleri yalnızca görülüp takdir edilmektir, ve üstelik onlar, (insanlara) en ufak bir yardımı bile reddederler!” (Maun Suresi)

 

“Bak, Biz sana bol nimet verdik: O halde (yalnız) Rabbine ibadet et ve (yalnız O'nun adına) kurban kes. Şu gerçek ki, senden nefret eden, (her türlü iyilik ve güzellikten) kesilmektedir!” (Kevser Suresi)

 

İnsan çok nankördür: “Ve size kendisinden isteyebileceğiniz her türlü şeyden (bazısını) veren O'dur; (öyle ki) Allah'ın nimetlerini saymaya kalksanız sayamazsınız. (Yine de) insanoğlu zulmünde pek ısrarlı, nankörlüğünde pek inatçıdır!” (14/34). [19] Nimeti örtmek ve onu görmezden gelmek (küfran-ı nimet), gerçeği ötmek ve onu inkâr etmek (küfür-inkar) şeklinde kendisini gösteren bu nankörlükten kurtulmalı. Bunun için hakikatin tanıkları olmalı, nimetlere şükredilmelidir.

 

İnsan pek zalimdir. [20] O halde insan zulmün her çeşidinden uzak olmalı, her alanda ölçülü olmalı, adaleti ayakta tutanların yanında yer almalıdır. İnsan isterse âdil olabilir. Bunun yolu ise, Adil-i Mutlak olan Yüce Yaratıcıya bağlanmak ve O’nun adalet ölçülerini uygulamaktır.

 

İnsan çok cahildir: “Gerçek şu ki, Biz (akıl ve irade) emaneti(ni) göklere, yere ve dağlara sunmuştuk; ama (sorumluluğundan) korktukları için onu yüklenmeyi reddettiler. O (emanet)i insan üstlendi; zaten o, daima haksızlığa ve akılsızlığa son derece meyyal biridir.” (33/72). İnsan bu cehaletini, bilgi ile yenmeli, bunun için ilk emre kulak vermeli, Yüce Yaratıcının eğitim halkasına girmelidir. İlk emri ‘oku’ olan bir dinin muhatapları için cahillik ve cehalet söz konusu olamaz.

İnsan, kendisini Rabbinden müstağni görür ve bu yüzden azar: “O, hiç kimsenin kendisine asla güç yetiremeyeceğini mi sanıyor? O: "Yığınla mal tüketip-yok ettim" diyor.” (90/5-6). Oysa Rabbine varan yolda çabalayıp durmakta olan insan, sonuçta O'na dönüp varacaktır.[21] İnsan her zaman ve her şartta Allah’a muhtaçtır. O’nun maddî gıda ve nimetlerine muhtaç olduğu gibi, O’nun manevî gıda ve nimetlerine de muhtaçtır. İnsan, Rabbinin bu maddî ve manevî gıdalarından beslendiği ölçüde güçlü ve üstün olacaktır. Onlara karşı duyarsız ve kayıtsız kaldığı zaman ise, gücünü kaybedecek, insanî saygınlığını yitirecek, aşağılara yuvarlanacak, cehalet ve günah çukurlarında kalacaktır.

 

İnsan zayıf yaratılmıştır: “Allah yüklerinizi hafifletmek ister; zira insan zayıf yaratılmıştır.” (4/28). İnsan yaratılışça zayıftır, sabırsızdır, nefsin eğilimlerine ve şehvetine düşkündür. Ama o bu acziyet ve zafiyetini vahyin ölçülerini kuşanarak yenebilir. Gönlünü, beynini, dilini vahiyle besleyip donatan insan güçlüdür. Böyle bir kişi, nefis ve şeytan başta olmak üzere tüm iç ve dış düşmanlarıyla baş edebilir, onları yenebilir.

 

İnsan pek acelecidir: “İnsan tezcanlı bir yaratıktır; (fakat yakında) mesajlarımı(n işaret ettiği gerçeği) size göstereceğim; şimdi (bunu) Benden acele istemeyin!” (21/37). [22] İnsan, zamanı iyi kullanmadığı için, yapması gerekenleri vaktinde yapmadığı için acele eder. Bunun için kendisine emanet edilen zaman nimetini yerli yerince ve en güzel bir biçimde kullanmalıdır. Kur’ân adamı, vaktin çocuğu (ibnü’l-vakit) olmalıdır.

 

Gerçekten insan çok cimridir: “De ki: "Rabbimin bağış ve bolluk hazinelerine eğer siz sahip olsaydınız, o zaman (onlara), harcayıp tüketme korkusuyla, mutlaka sımsıkı sarılırdınız: çünkü insan gerçekten çok tamahkardır, (sınırsız cömert olan ise sadece Allah'tır)".(17/100). İnsan, bu cimriliğini, kendisine emanet edilen nimetleri başkalarıyla paylaşarak yenmelidir. Sahip olduğu nimetlerin asıl sahibinin Yüce Allah olduğunu, o nimetlerin elinden alınıvereceğini asla unutmamalıdır.

 

İnsan, tartışmaya her şeyden daha çok düşkündür: “İşte bunun gibi, Biz bu Kuran'da insanlar(ın yararlanması) için çeşitli açılardan türlü türlü dersler ortaya koyduk. Bununla birlikte, insan her şeyden çok tartışmaya düşkündür:” (18/54). İnsan, kendi eksiklerini ve kusurlarını örtmek için savunma mekanizmalarına sığınır, yaptığı yanlışları savunabilmek için çırpınır durur Oysa ona düşen, doğruya teslim olmak, hep doğruları konuşmak ve doğruları işlemektir. Yanlışta ısrar etmeyip hatadan dönmek de en büyük erdemlerdendir.

 

İnsan, Rabbine hasım kesilir: “İnsan, bizim kendisini bir damla sudan yarattığımızı görmüyor mu? Şimdi o, apaçık bir düşman kesilmiştir.” (36/77). Onun düşmanlığı yaratıcısına ve hemcinslerine karşıdır. Oysa insan Yaratıcısına bağlı ve O’na teslim olmakla huzur bulacak, hem cinslerini kardeş bilmekle rahata erecektir. İnsan düşmanlık tutkusunu, şeytan başta olmak üzere tüm kötülük odaklarına saklamalıdır.

 

İnsan hırslı ve huysuz yaratılmıştır: “Gerçekten, insan, 'bencil ve haris' olarak yaratıldı. “(70/19). İnsan günaha, harama, kötülüğe, cimriliğe düşkündür. Ama bu insanın bir yönüdür. O, isterse bu hırs ve düşkünlüğünü hayra ve güzelliklere yöneltebilir. Bu ise, vahyin aydınlığında yönünü Yüce Yaratıcıya çevirmekle, O’nu sevmekle, O’nun huzuruna çıkacağı günü düşünüp buna hazır olmakla mümkündür. Yüce Allah’ın hoşnutluğunu gaye edinenler, hayır ve güzelliklerin tiryakisi olurlar. Böyleleri için ibadet ve taat  anları en fazla haz ve lezzet aldıkları anları olur.

 

İnsan kendisine kötülük dokundu mu sızlanır: “Kendisine bir şer (kötülük) dokunduğu zaman feryadı basar.” (70/20). Oysa insan, önce iyilik ve güzellikleri hak etmek için çalışmalı, sonra da karşılaştığı olayları hayra yormasını bilmelidir. Şer gördüklerinde hayrın, hayır gördüklerinde ise şerrin olabileceğini[23] asla unutmamalıdır. Bir de başına gelenlerin kendi elleriyle işledikleri yüzünden olduğunu,[24] her insanın kader kuşunun (işledikleriyle) ahrette kendi boynunda asılı olarak diriltileceği[25] göz ardı etmemelidir.

İnsan hep zarardadır:Düşün zamanın akıp gidişini! Gerçek şu ki, insan ziyandadır; meğer ki imana erip doğru ve yararlı işler yapanlardan olsun, ve birbirlerine hakkı tavsiye edenlerden, birbirlerine sabrı tavsiye edenlerden...” (Asr Suresi). Ancak bu zarardan kurtulmanın yolu açık ve nettir: İman edip salih amel işler, hep hakkı tavsiye eder ve bu uğurda karşılaştığı güçlüklere katlanıp başkalarına da sabrı tavsiye ederse.. İşte o zaman zarardan kurtulmuş olur.

Aklın ve iradenin kaybedilmesi yahut unutulması, bizzat insan benliğinin unutulması demektir. Bunun Allah’ın unutulmasıyla da doğrudan ilişkili olduğunu ifade etmek gerekir. Ayette ifade edilen Allah’ı unutanlara Allah’ın da benliklerini unutturacağı yönündeki uyarısını  (59: 19) tersinden okumak da gayet mümkündür. Kendilerini unutanlar Allah’ı da unuturlar; başka bir ifadeyle kendilerini Allah’a ulaştıracak yeteneklerini devreye sokmayanların, yarı yolda karanlığa gömüleceklerinde hiçbir şüphe yoktur. Buna göre, hasret yani benlik unutkanlığı hüsran sonucunu doğurmaktadır. Asıl kaynaktan ko­puş ve irtibatsızlık, insanda bir hasret hissi yaratır. Hasretin Kur’an’da bir ıstı­rap ve acı türü olduğunu hatırlamak gerekir: Kaçırılan, geri gelmez fırsatların yarattığı ıstırap. Bu hasret aynı zamanda hüsran yaratır. Hüsran, insanların bu bağlantısızlıklarının yarattığı bir sonuçtur. Aklı işletmeyerek bu bağı kopar­manın  bir cezası olarak, Sysiphus gibi, tam dağın zirvesine çıkardım derken elindeki taşı tekrar aşağılara yuvarlanan insan, böylece kısır bir döngünün sürgit mahkûmuna dönüşmektedir. Sonra da kendi eliyle, yakıtı insanlar ve taşlar olan cehenneme çevirdiği dünyada huzuru mumla arayacaktır.

 



[1] 2/30, 6/165, 7/69, 74, 10/14, 27/62,  35/39, 38/26.

[2] “O Rab ki seni yarattı, seni düzenledi, sana ölçülü bir biçim verdi. Senin organlarını dilediği şekilde birbirine ekledi.” 82/7-8.

[3] “Rabbin ona dedi ki: ‘Ey İblis, iki elimle yarattığıma secde etmekten seni alıkoyan nedir? Büyüklük mü tasladın, yoksa yücelerden mi oldun?’ " 38/75.

[4] “Onu düzenleyip insan şekline koyduğum ve ona ruhumdan üflediğim zaman hemen ona secdeye kapanın!” 15/29, 38/72, 32/9.

[5] 2 /34,7/11, 17/61, 18/50, 20/116.

[6] 49/13.

[7] 2/233, 286, 6/152, 7/42, 23/62.

[8] 2/185, 65/7, 94/5-6.

[9] 58/11.

[10] 12 /76.

[11] 3/133.

[12] 83/26.

[13] Ragıb, Müfredat

[14] Mustafa İslamoğlu’nun  mealinden

[15] Mustafa İslamoğlu Meali, Tekasür Sueresi’nin girişi

[16] İhsan Eliaçık, Yaşayan Kur’an (Meal-Tefsir), 79

[17] Göğsü genişletip ferahlatmaktan söz eden bu ayet, Cibril'in kalp ameliyatı yaparak Hz. Muhammed'in kalbini temizlediği biçimindeki uydurma rivayetlerle çarpıtılmıştır. Bu ayetin muhatabı sadece Hz. Muhammed değil, tüm inananlardır. Bak 6:125; 20:25; 39:22.

[18] Muhammed Esed Meali

[19] 17/67, 22/66, 42/48, 43/15, 100/6.

[20] 14/34, 33/72

[21] 84/6.

[22] 17/11

[23] 2/216

[24] 4/79

[25] 17/13

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

MEKKİ SURELERDE SALÂT KAVRAMININ SEMANTİĞİ

SALAT’IN NAMAZ ANLAMI ÜZERİNE

KEVSER SURESİNİN İNCELENMESİ