KUR’AN’DA KİMLİK VE KİŞİLİK
KUR’AN’DA KİMLİK VE KİŞİLİK
İman/Müslümanlık
kimlik, amal-i salih kişiliktir. Kişilik pratik kimliktir. Kimlik ve kişiliği
birbirinden ayırmak; kimliğin sıradanlaşmasına, kişiliğin yozlaşmasına sebep
olmuştur. Kişiliğin ıskalanması, kimliksiz kişilikleri ortaya çıkarmıştır.
Kişiliksiz kimlik kurtuluş vesilesi olmadığı gibi, kimliksiz kişilik de
kurtuluş vesilesi olamaz.
Kimlik-kişilik
ayrımının kökleri Emevi saltanatında “iman-amel birbirinden ayrıdır”
meselesinin ortaya atılmasına dayanmaktadır. İman-amel ilişkisi, İslam düşünce
tarihinde ilk dönemden itibaren en çok tartışılan konular arasında yer alır.
Konu, Emevi saltanatının egemenliğini meşru kılmaya çalıştığı zeminde gündeme
ge(tiri)lmiştir.[1]
İman-amel
ilişkisi hususunda Kur’an’ın konuya yaklaşımı ortaya konulurken iman ve amel
köklerinin geçtiği belli pasajlardan yola çıkmak yerine, imanın dünyevi ve
uhrevi gayesi esas alınmalıdır. Problem, uhrevi felah/fevzi azim ve uhrevi
azap/hüsranın yanı sıra, ‘Allah’ın sevdiği, razı olduğu beraber olduğu, başarılı
kıldığı’ kişiliklerle ‘sevmediği yüz üstü bıraktığı, saptırdığı, lanetlediği,
gazap ettiği’ kişiliklerin tutum ve davranışları bağlamında incelenmelidir.[2]
Kur’an
insanların imanları (kimlikleri) ile amelleri (kişilikleri) arasında hep bir
bağ kurar. Bundan dolayı da Kur’an’da inanca davet ile o inancı davranışa
dönüştürmeye çağıran ifadeler birlikte zikredilmektedir. Kur’an’da pek çok
yerde imandan sonra salih amel kavramı geçmektedir:
(Ey
Muhammed) iman edip salih amellerde bulunanları müjdele… (Bakara 2: 25)
İman
edip salih amellerde bulunanlar ise cennet halkıdırlar, orada süresiz
kalacaklardır.( Bakara 2:82)
İman
edip güzel amellerde bulunanlar, namazı dosdoğru kılanlar ve zekatı verenler;
şüphesiz onların ecirleri Rablerinin katındadır. Onlara korku yoktur ve onlar
mahzun olmayacaklardır.( Bakara 2: 277)
Sizin
tümünüzün dönüşü O'nadır. Allah'ın va'di bir gerçektir. İman edip salih
amellerde bulunanlara, adaletle karşılık vermek için yaratmayı başlatan, sonra
onu iade edecek olan O'dur. İnkâr edenler ise, küfürleri dolayısıyla, onlar
için kaynar sudan bir içki ve acı bir azab vardır.( Yunus 10:4)[3]
Kimlik,
kişinin kim ve ne olduğunu belirten bir aidiyettir. Genel olarak vatandaşlık ve
dindarlık olmak üzere iki çeşit kimliğimiz vardır. Vatandaşlık kimliğini, sahip
olduğumuz devlet verir; dindarlık kimliğimizi de dinin sahibi Allah verir. Her
ikisi de tercihlerimiz sonucunda verilmektedir.
Bir
ülkenin/devletin kimliğini taşımak nasıl o devletin yasalarına uymayı zorunlu
kılıyorsa, Müslüman kimliğini taşımak da İslam dininin yasalarına/ilkelerine
uymayı gerektirir.
“Müslümanlık”
kimliğini bize veren bizzat Allah’tır.
“O, size “Müslüman” adını verdi.” (Hac 78) Müslüman adını veya kimliğini
taşımak, İslam dininin bütün ilkelerine gönül rızasıyla “evet” demektir.
Müslüman olmak, bir tercih ve aidiyet meselesidir. Kime, neye ait olduğunu
bilip, ona göre yola koyulmaktır.
İslamın
ilkelerine gönül rızasıyla “evet” deyip Müslüman kimliğine sahip olanların
öncelikle yapması gereken, kimliğin kişiye yüklediği sorumlulukları dinin
sahibinden (kitabından) öğrenmektir. Dinin sahibinden değil de başkalarından
öğrenmeye kalkarsanız, kimliğin özüne zarar verirsiniz. Kimlik kırılmasına
neden olmamak için dinin kaynağı (Kur’an) temel referans kabul edilmelidir.
“Toplumsal
bir varlık olarak insana özgü olan belirti, nitelik ve özelliklerle birinin
belirli bir kimse olmasını sağlayan koşulların tümü”[4] olarak
tanımlanan kimlik, “Kim?” sorusunun cevabı olarak da açıklanabilir. Kişilik ise
“Bir kimseye özgü belirgin özellik; tinsel ve ruhsal niteliklerin tümü;
insanlara yakışacak durum ve davranış; bireyin toplumsal yaşam içinde edindiği
alışkanlık ve davranışların tümü”[5] olarak
tanımlanmaktadır. Bir başka deyişle, kişilik, bize “Nasıl?” sorusunun cevabını
verir.
Genel
anlamda kimlik, kategorik olarak fıtrî /irade dışı kimlikler ve iradî kimlikler
olmak üzere ikiye ayrılır. Fıtrî kimlik, bireyin beşer kimliği
başta olmak üzere, etnik ve cinsiyet kimliklerini ifade eder. İradî
kimlik ise başta inanç kimliği olmak üzere, medenî, meslekî vs. gibi bireyin
tercihine bağlı kazanılmış kimliklerdir. İnsan eşini, işini, aşını ve dinini
seçebilir ama annesini, babasını, akrabasını, cinsiyetini, ırkını seçemez. Zira
bunlara ait kimliklerin kazanılmasında insanın hiçbir etkisi ve katkısı yoktur.
Sadece Yaratıcının takdiri vardır. Bunun adı da kaderdir. İslam, irade
dışı kimlikleri ne yüceltici ne de alçaltıcı olarak görür. Buna karşılık
iradeye bağlı kazanılmış kimlik ve kişilikleri bir değer olarak kabul eder.
Mü’min, münafık ve kâfir ayrımında bu değerin varlığını görürüz. Nitekim
Kur’an’da inananlar ile inanmayanların,[6] bilenlerle
bilmeyenlerin,[7] iyilik
yapanlarla yapmayanların[8] değer
açısından bir olmadığı açıkça ifade edilir.
Kur’an’da
kişilikle ilgili verilen bilgiler dikkat çekicidir. İnsanın kimliğine yönelik
verilen bilgilere oranla kişiliğine yönelik verilen bilgilerin daha çok ve
yoğunlukta olması, kişiliğin kimlikten daha değerli olduğunu göstermektedir. İnsana
nitelik kazandıran, onun sahip olduğu kişilik özellikleri, yani nasıl
bir insan olduğudur. Çünkü insanın sahip olduğu kişiliksiz bir kimlik, onu suç
ve günah işlemekten yeterince alıkoymaz. Fakat kazanılan kişilik, insanın suç
ve günah işlemesine büyük ölçüde engel olmaktadır. Bundan dolayı Kur’an’da,
insan hedeflenirken, onun kişilik sahibi olmasına yönelik bilgilere,
kurallara ve yönlendirmelere ağırlık verildiği görülmektedir.
Kimlik, önemlidir ama
yeterli değildir. Kimlik, ancak kişilikle tamam olur ve tam bir değer ifade
eder. Kişilikli bir insan, kimliğine her zaman değer kazandırır.
Kişiliksiz bir kimlik, insana, arzu ettiği değeri
kazandırmaz. Çünkü kişilik, insanın kimliğinin gerekli kıldığı kişilik
özelliklerini eyleme dönüştürmesi ile oluşur. Bu nedenle iman, kimlik ile alakalı
olduğu halde ahlak ve bununla ilgili tutum ve davranışlar, kişilikle ilgilidir.
Bir kişinin Müslüman kimliğine sahip olabilmesi için, iman etmesi yeterli
olduğu halde, Müslüman bir kişiliğe sahip olabilmesi için sadece iman etmesi
yeterli değildir. Bunun içindir ki Allah, imanla birlikte “amel-i salih”
i de zikreder.[9]
İnsanın hüsranda olduğunu, ancak iman edip amel-i salih işleyenlerin, hakkı ve
sabrı tavsiye edenlerin hüsranda olmadığını özellikle zikretmesi[10] bunun
bir delilidir. Kur’an, bir taraftan insanın kimliğine yönelirken, diğer
yandan da onun kişilik kazanmasına yönelik bilgiler verir, kurallar getirir.
Bu bilgi, ilke ve kuralların bazısını doğrudan, bazısını da dolaylı olarak yani
peygamberler ve bazı şahıslar üzerinden sunar. Dolayısıyla Kur’an’da
kimlik-kişilik ilişkisini yansıtan pek çok ayet vardır.
Kur’an ayetleri sadece kimliğin yeterli olmadığını,
kişiliğin kimliğin tamamlayıcısı olduğunu gösterir. Kur’an imanı tanımlayıp
mümini buna göre tanımlamak yerine, mümini tanımlayıp imanı buna göre
belirlemektedir.[11]
Müminun suresinin ilk ayetleri buna delidir:
Örneğin, Mü’minun Suresi’nde Allah, bir
başlangıç cümlesi olarak sadece “Mü’minlerin kurtuluşa ereceğini” ifade
ettikten sonra, kurtuluşa erecek olan bu mü’minlerin herhangi bir mü’min
olmadığını, özellikle “Namazlarını huşu içinde eda eden; malayani
sözlerden uzak duran; arınmak için çalışan; iffetlerini koruyan; emanete ihanet
etmeyen, sözlerini yerine getiren ve salatlarını (:yönelişlerini) koruyan mü’minler olduğunu açıklar.”[12] Dolayısıyla
surenin başında yer alan mü’minûn sözcüğü insanın inanç kimliğini, bundan
sonra gelen ayetler ise o müminlerin kişiliğini ifade eder. Peşinden
gelen 10. ayet ise imanın dünyevi gaye ve hedefine işaret ederken; 11. ayet ise
imanın uhrevi hedef ve gayesine işaret etmektedir.
Yine Kur’an’a göre mü’minler, Allah anıldığında
kalpleri titreyen, Rablerine güvenen, namazlarını kılan ve kendilerine verilen rızıktan
infak eden kimselerdir.[13]
Kur’an’da “Rahman’ın
kulları” başlığı altında verilen bilgide ise bu kulların kişilik özellikleri
şöyle açıklanır: Bu kullar alçak gönüllüdürler; cahiller onlara
sataştığında “selam” der geçerler;
geceleri kıyamda dururlar; ‘Rabbimiz bizden cehennem azabını uzaklaştır’
diye dua ederler; harcamalarında dengelidirler; Allah’a ortak koşmazlar;
adam öldürmezler; tövbe ederler; yalancı şahitlik etmezler; boş laf
konuşanlara rastladıklarında vakar ile oradan uzaklaşırlar; ayetlere karşı kör
ve sağır olmazlar; göz nuru evlatlar isterler; takva sahiplerine önder olurlar
ve sabırlıdırlar.[14]
İnsanın kişiliği,
kimliğinden öte bir öneme haizdir. Kişiliği olmayan bir insan,
sureta bir insandır. Herkes insan olarak doğar, hüner insan
kalmaktır. İnsan olarak doğmada insanın iradesi yoktur ama insan
kalmasında iradesi vardır. Bu nedenle “İnsan” sözcüğü,
verilmiş bir kimliği ifade ettiği halde, “İnsan olma” kazanılmış bir kişiliği
ifade eder. İnsanı değerli kılan da ondaki bu “İnsan olma”
çabasıdır. Bu nedenle Kur’an’ın vurgusu kimlikten
ziyade, kişiliğe yöneliktir. Nasıl bir mü’min, nasıl bir kul
ve nasıl bir insan olunması gerektiğine yönelik Kur’an’da yer alan bilgilerin
tümü, kişilikle ilgili bilgilerdir. Allah’ın insanı, insan
olarak yaratması hiç şüphesiz onun için bir onurdur ama insanın da kendisine
bahşedilen bu onura layık olacak davranışlarda bulunması ve onu kazanması
gerekmektedir.
Kur’an’da “İslam”
olmanın iki farklı boyutunun olduğu görülmektedir. Bunlardan birincisi, İslam’ı
tanıma ve onun varlığını ve hâkimiyetini kabul etme; ikincisi ise bütün benliği
ile “Allah’a teslim” olmadır.
“Bedeviler “İnandık”
dediler, de ki: ‘İnanmadınız, ama İslam olduk’ deyiniz, iman henüz kalplerinize
yerleşmedi.”[15] ayeti
birinci anlama; Allah’ın Hz. İbrahim’e “Teslim ol” buyurduğunda, onun da
“Âlemlerin Rabbine teslim oldum.”[16] deyişi
de ikinci anlama örnektir. Bedevîler, sadece Müslüman olduk demekle
Müslüman olduklarını sanıyorlardı. Oysa henüz kalplerine iman yerleşmemiş ve
bütün benlikleriyle Allah’a teslim olmamışlardı. Buna karşılık Allah, Hz.
İbrahim’e “Teslim ol” dediğinde, o bütün benliği ile Allah’a teslim olmuş, bu
teslimiyetin gereklerini yerine getirmişti.
Bu nedenledir ki insan,
sadece Müslüman kimliği ile yetinmemeli, aynı zamanda Müslüman kimliğinin
gerekli kıldığı kişilik özelliklerine de sahip olmalıdır. Bu da ancak
doğru tercihlere dayalı bir çaba ve sağlam bir irade ile mümkündür.
Nitekim bu konuda Allah bize Hz. İbrahim ile Hz. Muhammed’i örnek
olarak gösterir ve “Allah’ın resulünde, Allah’ı ve ahiret gününe
kavuşmayı umanlar ve Allah’ı çok ananlar için güzel örneklerin”[17]
bulunduğunu hatırlatır. Ayette “Üsve” ifadesi yer alır. Bu,
“Benzeri yapılacak olan, benzetilmek istenen şey, model, bir şeyin benzeri,
tıpkısı, misal, durumu ve niteliği benimsenmeye değer kimse ya da şey, en iyi
biçimde olan”[18] anlamlarına
gelen örnek sözcüğünün Kur’an’daki karşılığıdır. Kur’an’da üç defa kullanılan
bu ifadenin, biri Hz. Peygamber,[19] diğer
ikisi ise Hz. İbrahim’e[20] aittir.
Kişilik, Müslüman’a ahlaki
erdem kazandıran tutum ve davranışların tümünü kapsar. Onun hayatından İslami
kişilik yoksa geriye sadece ritüel, şekilcilik, bir diğer ifade ile ruhsuz bir
beden gibi, ahlaksız, gösterişçi bir dindarlık görüntüsü kalır. Tıpkı ihlassız,
ruhsuz bir namazın jimnastikten; ihlassız, ruhsuz bir orucun aç kalmaktan
ibaret oluşu gibi. Müslüman, namaz kılıyor, oruç tutuyor, hacca gidiyor fakat
yalan söyleyerek ve çalarak bir kazanç elde ediyor; kişisel çıkarları için
hak-hukuk tanımıyor, sözünde durmuyor, insanları aldatıyor ve bundan dolayı da
becerikli ve açıkgözlü olmakla övünüyorsa, İslam’ın özünü, ruhunu
yansıtan kişilikten uzak bir hayat yaşıyor demektir.
Bugün
Müslümanların birçoğu İslam ahlâkının onaylamadığı durumlara karşı mesafe
koymakta zorlanmaktadır. Bu ise onların değişimini kolaylaştırmaktadır.
Değişimle birlikte “İslam merkez-üst kimliği”nden de uzaklaşılmaktadır. Üst
kimlikten uzaklaştıkça da kişilik yozlaşmaları baş göstermektedir. Değişimi iki
aşamalı bir süreç olarak tanımlama mümkündür. Birincisi aşama bazı
eşyaların, kıyafetlerin vs değişimidir ki bu tür değişimler hızlı ve yüzeysel
oldukları kadar bunların etkileri de sınırlıdır. İkinci aşaması ise orta
ve uzun vadede insanların, toplumların ana karakterinin ve duyuş biçiminin
dönüşmesi, başkalaşmasıdır. Bu derin değişimdir ve etkisi kalıcıdır. Değişim
ile tekâmül arasında da bir ayrım yapmak gerek. Her değişim, insanı bizatihi
tekâmüle götüren şey demek değildir. Dikey değişim, belli sabitelerin
rehberliğinde istikrarlı
bir erdemlilik mücadelesi vermeyi gerekli kılar.
Değişim
aşağıdan yukarıya doğru dikey bir dönüşüm olmakla birlikte aynı zamanda
içeriden dışarıya doğru ilerleyen bir süreçtir. Bu bakış açısı ile değişimin
kendisinden çok değişimin öznesine öncelik verilir. Yani birey ve toplumları
değişimin önünde savrulan bir nesne olmaktan çıkarır, onlara özgür bireyler
olarak sorumluluk yükler. Toplumun dönüşmesi insan özünün değişmesi ile mümkündür.
Bu nedenle Kur’an, “…Bir toplumu oluşturan fertler kendi iç dünyalarındakini
değiştirinceye kadar, Allah onların oluşturduğu toplumu değiştirmez… (Rad 13:11)
diyor. Kur’an’ın değişim anlayışı hem içeriden dışarıya hem de aşağıdan
yukarıya doğru bir tekâmül sürecini ifade etmektedir. Bu nedenle gerek dikey ve
gerekse yatay anlamda değişimin öznesi ve öncüsü birey olmak zorundadır. “Zaman
değişiyor, yapacak bir şey yok.” şeklindeki bir teslimiyetçilik, insanın
kendisini nesne yerine koymasından başka bir şey değildir.
İslâm,
dosdoğru bir kimliktir. Her yerde kendisini gören bir yaratıcının her an
kendisini imtihan ettiği bilinciyle O’nu görür gibi yaşayan bir kimliktir. Müslümanlık;
her yerde, her zaman diliminde, her müslümanın sahip olması ve hiç değiştirmemesi
gereken bir kimliktir.
Müslümanlar
bugün kimlik bunalımı yaşıyor. Yani bugün Müslümanlar deve kuşu misali çok
kimlikli bireylere dönüşmüş durumdadır. Biraz milliyetçi, biraz demokrat, biraz
sosyalist.
KUR’AN’IN
KİŞİLİK EĞİTİMİ İÇİN GEREKLİ GÖRDÜĞÜ İLKELER
Her
meselenin dayandığı temel ilkeler vardır. Kişilik eğitimi yapılırken de bir
takım ilkelere dayanmak gereklidir. İnanan insanların davranış biçimleri belirlenirken
Kur’an’ın bu konuda ortaya koyduğu ilkeler ana ilke konumunda olacaktır. Bu ilkeler
belirlenirken Kur’an’a müracaat zorunludur. Elbette ki Kur’an’da kişilik
eğitimi kapsamlı bir konudur. Biz burada en temel ilkelere değineceğiz.
1-Tevhid
Yani Allah’ı Hayatın Merkezine Yerleştirmek
“Rabbi,
O'na: "Bana teslim ol!" dediğinde; "Sana, bütün âlemlerin
Rabbine teslim oldum!" diye cevap verdi.” (Bakara, 2/131) Tevhidi
gerçekleştirmenin öncelikli ve temel ilkelerinden biridir Allah’a ve Resulüne
teslimiyet göstermek. Çünkü teslimiyet gerçekleşmeden gelen emirlerin
uygulanması söz konusu olamaz.
2-Allah
ve Resulünün Davetine İcabet
İslam’ın oluşturmak istediği kişilik,
Allah ve Resulü tarafından kendisine yarar sağlayacak bir şeye çağrıldığı zaman
ona kulak veren ve onu sahiplenen bir kişiliktir. Çünkü Allah ve Resulü insana
hayat verecek, ona değer kazandıracak şeylere çağırmaktadır. “Ey iman edenler!
Sizi hayat verecek şeylere çağırdığı zaman, Allah'a ve resulüne icabet edin.
Bilin ki, Allah kişi ile kalbi arasına girer. Sizler O’nun huzurunda
toplanacaksınız.” (Enfal 8:24)
3-Yapılan Amelin Karşılığını Sadece
Allah’tan Beklemek
Peygamberler ilahi daveti insanlara
iletirken ısrarla bu ilkeyi vurgulamışlar, yaptıkları işten dolayı kimseden bir
ücret beklemediklerini, ecri sadece Allah’tan talep ettiklerini ifade
etmişlerdir. Dünyalık işlerde de birilerine yardım yapıldığı zaman herhangi bir
karşılık beklenilmemesi gerektiği Kur’an’da vurgulanmıştır: “Ve kendi istekleri
ne kadar çok olursa olsun, muhtaçlara, yetimlere ve esirlere yedirirler, “Biz
sizi yalnız Allah rızası için doyuruyoruz: sizden ne bir karşılık, ne de bir
teşekkür bekliyoruz: doğrusu, sıkıntı ve dehşet dolu bir günde Rabbimize vereceğimiz
hesabın korkusunu duyuyoruz!” (İnsan 76:8–10)
4-Problemlerin Çözümü İçin Allah ve
Resulüne İtaat
“Ey iman edenler! Allah'a itaat edin,
resule itaat edin ve sizden olan emir sahiplerine de (otorite teslim edilmiş
olanlara). Eğer bir şeyde anlaşmazlığa düşerseniz, - Allah'a ve ahiret gününe
de inanıyorsanız- onu Allah'a ve resule götürün. Bu, daha hayırlı ve sonuç
bakımından da daha güzeldir.” (Nisa 4:59)
Allah’a teslim olmuş bir kişi ister
kendi şahsi hayatında isterse sosyal hayatında bir sorunla karşılaştığında onu Hz.
Peygamberin Allah’ın kitabına göre nasıl uyguladığına bakmak durumundadır.
5-Geçici Olanı Değil Kalıcı Olanı Tercih
Etmek
İnsanın yapısında hazır olanı tercih
etme, aceleci davranıp sonraların hesabını yapamama[21] zaafı mevcuttur. İnsanoğlu kalıcı
olanın değerini pek bilmez, tersine geçici olan ona hep daha cazip gelir.
İnsanın bu zaafından kurtulabilmesi için Allah ona kendi katında neyin daha değerli olduğunu
öğretmektedir: “Mal ve çocuklar, dünya hayatının süsüdür. Sürekli olan salih davranışlar
ise, Rabbinin katında sevap bakımından daha hayırlıdır, umut etmek bakımından
da daha hayırlıdır.” (Kehf 18:46)
6-Sözünde Ve Eyleminde Tutarlı Olmak
“Ey iman edenler! Niçin bir türlü
söylüyor, başka türlü yapıyorsunuz. Yapmayacağınız şeyi söylemeniz Allah
nazarında en tiksinti verici şeydir!” (Saf, 61/2–3).[22]
Bu ayetler, ilahî kelamın teşvik ve telkin ettiği her şeyi hayata geçirmek istediklerini
iddia eden ama sonra bu kararlılıklarında zaaf gösteren herkese hitap etmektedir.
7-Yeryüzüne Halife Olarak
Gönderildiğini Bilmek
İnsan bu dünyanın temel unsurudur. Allah
bu evren sahnesinde insana önemli bir rol vermiştir. İnsan kendisine verilen bu
rolü iradesini kullanarak oynayabilme ya da reddedebilme imkânına sahiptir. İşte
bu nedenledir ki Allah, insana bu alemdeki
en önemli olan emaneti üstlenme ve
hilafet görevini vermiştir. “Gerçek şu ki, Biz
emaneti göklere, yere ve dağlara
sunmuştuk; ama sorumluluğundan korktukları için onu yüklenmeyi reddettiler. O
emaneti insan üstlendi; zaten o, daima haksızlığa ve akılsızlığa son derece
meyyal biridir.” (Ahzab, 33/72)
Özetle, doğru sözlülük, dürüstlük, ahde vefa, adalet,
merhamet, cömertlik, sabır, tevazu, kanaatkârlık, paylaşma, iktisat,
güvenilirlik, insanların canlarına,
mallarına, namus ve şereflerine saygı gibi erdemler, Müslüman kimliğinin
gerekli kıldığı kişilik özelliklerinden bazılarıdır. Müslümana yakışan da bu erdemlere
sahip olabilme çabasında olmasıdır. Kişilik Müslüman kimliğinin
tamamlayıcısıdır. İslam toplumları kimliği olup kişiliği olamayanlardan çok
çekmiştir ve hala da çekmektedir. Bu gidişle de çekmeye devam edeceği
aşikârdır.
Müslüman kimliği taşıdığını iddia edenlerin, “sahte
kimlik” taşıyıp taşımadıklarının alameti kimlik ve kişiliğin gereklerini yerine
getirip getirmemeleriyle ölçülür. Bunun için de yapılması gereken iş, Kur’an’i
hayata sahip olup olmadıklarını test etmeleridir. Kur’an ilkeleriyle
bağdaşmayan bir hayat sergilemek, kimlik ve kişilik krizine neden olmaktadır.
Kimliğin tezahürü olmalıdır. O da kişiliktir. Güneşten
ısı ve ışık, gülden koku ve güzellik ortaya çıktığı gibi, kimlikten de kişilik
ortaya çıkmalıdır. Kimlik/iman söz, fiil ve eylemlerle kendini ortaya
koymalıdır.
Kimliksiz (imansız) kişilik insanın yapmadığı işin
karşılığını istemesi ve beklemesi demektir. Yani insanın kimliğinin sadece
Müslüman olması yetmemektedir. Fabrikada çalışan bir işçinin sadece orada
adının işçi olarak kayıtlı olmasına bağlı olarak hiçbir iş yapmadan maaş
beklemesi ile bu durum arasında fark yoktur. Ama ne kadar beklese de işçi,
doğal olarak maaş alamayacaktır.
Kimlik, kişiliğin gövdesidir. Gövdesi sağlam olmayan
bir ağaçtan meyve beklemek nasıl beyhude ise, inanç ve ilkeler üzerine
kurulmayan iman kimliği de kişilik meyvesini vermez.
[1] Fazlurrahman, İslam,
119-122
[2] Murat
SÜLÜN, Kur’an-ı Kerim Açısından İman-Amel İlişkisi, s.420
[3]
Ayrıca bakınız: Yunus 10:9; Hud 11: 23;
Bakara 2: 8; Nur 24: 47; Ankebut 29: 2-3
[4] TDK, Türkçe Sözlük,
Ankara, 1983, I/714.
[5] TDK, Türkçe
Sözlük, Ankara, 1983, I/718.
[6] Secde 32:18;
Rad13:16.
[7] Zümer 39:9.
[8] Fussilet 41:34.
[9] Bakınız:
Bakara 2:25, 82, 277; Aliimran 3:57; NİSA 4:57, 122, 173; Maide 5/9, 93; Enam
6:132, 135; Araf 7:42; Yunus 10:4,9; Hud 11:23.
[10] Asr 103:1-3.
[11] Murat
SÜLÜN, Kur’an-ı Kerim Açısından İman-Amel İlişkisi, s.304
[12] Mü’minûn
23:1-9. Ayrıca bakınız: Mearic 70:23-35.
[13] Enfâl 8:2-3.
[14] Furkan 25:63-75.
[15] Hucurat 49:14.
[16] Bakara 2:131.
[17] Ahzâb 33:21.
[18] TDK, Türkçe
Sözlük, Ankara, 1983, 2/926
[19] Ahzâb 33:21.
[20] Mümtehine 60:4,
6.
[21] Kıyamet 75:20–21; İnsan 76:27.
[22] Ayrıca bakınız: Şuara 26:226;
Bakara 2:44.
Yorumlar
Yorum Gönder