KUR’AN HALKALARI İÇİN OKUMA KLAVUZU

 


KUR’AN HALKALARI İÇİN OKUMA KLAVUZU

 

Müslümanların tasavvurları bozulmuş durumdadır. Tasavvur; hakikatin, anlamın zihinde doğru olarak iz düşümüdür. Bardak deyince zihnimize bardağın suretinin gelmesi, kitabın gelmemesidir. Tasavvuru dik olamayanın eylemi yamuk olur. Eylem tasavvurun çocuğudur. Yörüngesinden çıkan İslam aklının tekrar yörüngesine oturması için Kur’an halkaları birer maya, bir fidanlık görevi görmelidir.

Kur’an halkaları “adamın adam doğurduğu” ortamlar olmalıdır. Halkaya insanlar bir cd gibi dolmaya değil, fikirlerin tartışıldığı ve yeni fikirlerin ortaya çıktığını görerek ayrılmalıdır. Bu ortamlar insanların entelektüel birikimlerini sergilediği birliktelikler de olmamalıdır. Kur’an halkalarının misyonundan birisi de Kur’an’ı hayata taşımak olmalıdır. Bu da fikir ve eylem birlikteliğini öngörür. Hz. Peygamber ve sahabesinin hayatındaki fikri ve ameli bütünlük onları başarıya ulaştıran amillerden en önemlileridir. Onlar ilim ve amel bütünlüğünü bir mühür gibi hayatlarına kazımışlardı. Bu durum diğer insanları kendilerine imrendiriyordu. Kur’an neslinin yetişmesinde okul görevi görecek Kur’an halkalarında da fikri ve ameli bütünlük sürekli vurgu yapılan hususlardan olmalıdır. Fikri ve ameli bütünlük örneklik olgusunu ortaya çıkarmaktadır.

Andolsun ki, Resûlullah, sizin için, Allah'a ve ahiret gününe kavuşmayı umanlar ve Allah'ı çok zikredenler için güzel bir örnektir.[1]

Kur’an nesli sahabeyi yetiştiren Hz. Peygamberin (as) en büyük özelliklerinin başında güzel örnekliği sayabiliriz. Onu başarıya götüren en büyük etken güzel örnekliğidir. Çünkü lisanı hal, lisanı kalden daha kuvvetlidir. Lisanı hal mümindeki ihlâs, takva, azim, sebat, güven, sabır ve sevgi gibi ahlakın habercisidir. Bir ekolu, bir cemaati ileriye taşımak yetişmiş insanlarla mümkündür. Bu insanlar temsil ve tahkik ehliyetine sahip olmalıdırlar. Temsil bir davayı bütün yönleriyle şahsiyetiyle özdeşleştirmek, tahkik ekolü delilleriyle bilip sözlü ve yazılı olarak ifade edebilmektir. Dolayısıyla Kur’an halkalarının misyonu, temsil ve tahkik ehliyetine sahip şahsiyetler doğurmak olmalıdır.

Müslümanların Allah, peygamber, hadis/sünnet, din, Kur’an, ahiret vb. hayati tasavvurları tamamen Kur’an ekseninden çık(artıl)mış, tepe taklak hale getirilmiştir. Dinin genetiğiyle oynanmıştır. Bin yıl önceki yanlışlar, algılamalar halen devam edip gitmektedir. Din, rayından çık(artıl)mıştır. Dini tekrar Kur’an’la rayına koyma eylemi hususunda Kur’an halkaları ev sahipliği yapmalıdır.

Sahabeler, diğer sahabeleri kendi nefislerine tercih ederdi. İlk Kur’an nesli olan sahabelerin bu özellikleri Kur’an halkalarının ruhu haline getirilmelidir. “Daha önceden Medine'yi yurt edinmiş ve gönüllerine imanı yerleştirmiş olan kimseler, kendilerine göç edip gelenleri severler ve onlara verilenlerden dolayı içlerinde bir rahatsızlık hissetmezler. Kendileri zaruret içinde bulunsalar bile onları kendilerine tercih ederler. Kim nefsinin cimriliğinden korunursa, işte onlar kurtuluşa erenlerdir.”[2] Ayetten din eksenindeki kırılmayı görüp Kur’an halkalarına katılanları da fikren hicret etmiş sayarak onları kendi nefislerimize tercih etmeliyiz.

Sahabeler, imanlarının bedellerini mallarıyla ve canlarıyla ödedi. “Peygamber ve onunla beraber inananlar, mallarıyla, canlarıyla cihat ettiler. İşte bütün hayırlar onlarındır ve onlar kurtuluşa erenlerin kendileridir.”[3] Dini söylem girdabından çıkararak söylemden amele/eyleme bir ahlakın doğmasına Kur’an halkaları öncülük etmeye mecburdur.

Kur’an neslini (sahabenin) insanlığın yıldızları yapan en belirgin özellikleri beklentisiz olmalarıdır. “Ey kavmim! Allah'ın emirlerini bildirmeye karşılık sizden herhangi bir mal istemiyorum. Benim mükâfatım ancak Allah'a aittir. Ben iman edenleri kovacak değilim; çünkü onlar Rablerine kavuşacaklardır.”[4]Buna karşı sizden hiçbir ücret istemiyorum. Benim ecrimi verecek olan, ancak âlemlerin Rabbidir.”[5] Bu ayet, Nuh, Hud, Salih, Lut ve Şuayb (as) dilinde tekrar edilmiştir. Beklentisiz olmak peygamber ahlakıdır. Sahabeler Darul Erkam’da bu ayetlerin gölgesinde muallimleri Hz. Muhammed (as) rahlesinde yetişmişlerdir. Onlar hizmet zamanı önde olmuş, ücret zamanı ortada görünmemişlerdir. Bunun içinde sözleri ve yaşayışları başkalarına tesir ediyordu. Kur’an halkaları kendilerine sahabelerin bu hasletlerini örnek almalıdırlar. Çünkü onlar bu hasletleri Kur’an’dan almışlardır.

Allah Rasulü ve sahabe ağır bir yükün altına girdiklerinin farkındalardı. Bunu onlara vahiy bildirmişti.  “Doğrusu biz sana (taşıması) ağır bir söz vahyedeceğiz.”[6] ve “Eğer biz bu Kur'an'ı bir dağa indirseydik, muhakkak ki onu, Allah korkusundan baş eğerek, parça parça olmuş görürdün.”[7] yükün ağır olduğu Müzzemmil, 5 te lafzen, Haşr, 21 de de temsille anlatılmıştır. Kur’an neslini yetiştirmeyi hedefleyen Kur’an halkaları, bu iki ayeti zihinlerine bir serlevha gibi kazımalıdırlar. Bir ekolü, bir davayı istikbale taşımak sorumluluğunun bilincinde şahsiyetlerle mümkündür. Bu yola girenlerin bu yolun mevsimlik ve turistik bir gezi olmadığını idrak etmeleri gerekir. Yani yolcu, yolun süreklilik arz ettiğini asla aklından çıkarmamalıdır.

Kur’an halkaları dirilten okumaların yapıldığı meclisler olmalıdır. İslami otoritelerin önemli eserleri mütalaa şeklinde okunmalıdır. Kur’an halkaları adı var kendi yok, çay içilip pastaların yendiği sohbet ortamlarından farklı olmalıdır. Kur’an halkaları yeni eylemler ve projeler üreten birliktelikler olmalıdır. Kurumsal yapılanmalar gibi.

Kur’an halkalarında Kur’an’ın bütününe dair birkaç yıl çalışmalar yapıldıktan sonra Kur’an’da ihtisaslaşmaya gidilmelidir. Kur’an’da eğitim, Kur’an’da insan psikolojisi, Kur’an’da akıl vb.

Darul Erkam’da nasıl bir eğitim sürecinin takip edildiğini, Efendimizin nereden başlayıp, neleri öncelediği, neleri sonraya bıraktığını öğrenmek için nübüvvetin ilk 6 yılında inen ayetleri incelediğimizde, bu süreci; sağlam bir akide, akli eğitim ve ruhi eğitim olmak üzere üç basamağın oluşturduğunu görüyoruz. Kur’an halkalarında da bu süreç takip edilmelidir. İdeal bir eğitim modelinde üç husus çok önemlidir: Gaye, müfredat, metot. Bu üç husus sürecin taşıyıcı sütunları olmalıdır.

Zihinsel dönüşüm olmadan diğer dönüşümlerin oluşması mümkün değildir. Kur’an halkalarında başarılması gereken ilk iş zihinsel dönüşümü sağlamaktır. Bu noktada da Mustafa İSLAMOĞLU’nun “hayatın yeniden inşası için ne yapmalı” kitabında İslam merkezli okuma listesinde isimleri geçen 66 büyük şahsiyetin ve isimleri geçmeyenler iyi bir şekilde tetkik edilmelidir. Bunun için de bir okuma klavuzu gerekmektedir. İşte bundan sonraki satırları öyle görebilirsiniz.

Bütün okuma eylemlerimizi vahyin ilk inen ayetleri kuşatmalıdır. Yaratan Rabbin adıyla oku. O, insanı bir alak'tan yarattı. Oku, Rabbin en büyük kerem sahibidir; Ki O, kalemle (yazmayı) öğretendir. İnsana bilmediğini öğretti.[8]

Unutmayınız, vahiy dışında bütün kitaplar bir “acaba” ile başlar, bir “acaba” ile biter, belki bir “acaba” için yazılır.[9]

Hayatımız sınırlı kitaplar ise pek çoktur. Bunun için; en iyi, en önemli, en gerekli olanını öne alıp okumak gerekiyor. İslamcı görünüp yazılarında laiklik, demokrasi, muhafazakârlık, ulusalcılık,  kavmiyetçilik, müdahene(yağcılık) ve sağcılık bulaşığı taşıyanları okumamaya özen gösterilmelidir.

Müslüman okuma ve ilmi faaliyetine Kur’an’la başlamalıdır. Çünkü Kur’an ölçüdür, anahtardır. Ölçüsüz olarak kitaplardan yaptığımız fikir alışverişlerinden kesinlikle zararlı çıkarız. Okuma ve araştırmaya yani din öğrenmeye ilk nesiller gibi Kur’an’dan başlamalı bunu sahih hadis takip etmeli, sonra da âlimlerin eserleri ile sürdürmeliyiz. Bugünkü kafa karışıklığının temelinde bunu tersinden başlatma yatmaktadır. Maalesef, şeyhinin, üstadının, hocasının eserlerindeki fikirleri doğrulatmak için Kur’an’ı keyfine göre tevil eden ve yorumlayan insanlar ve yapılar ortada cirit atmaktadır. 

Rivayet tefsiri: Buna me’sur veya nakli tefsir de denilir. Seleften nakledilmiş eserlere dayanan tefsirdir. Diğer bir deyimle, rivayet tefsiri, bazı ayetleri beyan ve tafsil etmek için, bizzat yine Kur’an’daki başka ayetlerle, Hz. Peygamberin sahabenin sözleriyle açıklanışı şekline denir. Hatta bazıları buna tabiunun sözlerini de ilave ederler. Rivayet tefsiri bidayette rivayet tarikiyle başlamış, Hz. Peygamberden sahabeye, onlardan tabilere intikal etmiştir. Artık tedvin devri başladıktan sonra rivayetler eserlerde toplanmaya başlamıştı. Ali b. Ebi Talha, Ebi Ravk ve İbn Cüreyc tefsirleri gibi.[10]  Kur’an’ın müfessir bir kitap olması ve Hz. Peygamber’in sahih hadis/sünnetlerinin Kur’an’ı açıklaması hususunda bir tereddüt yok ancak; Hz. Peygamber, sahabe ve tabiuna isnat edilen rivayetlerin sıhhati Kur’an’ı açıklanması ve anlaşılması hususunda tereddütler arz etmektedir. Bu açıdan rivayet tefsirleri üç noktadan eleştiriye açıktır: Uydurma rivayetlerin çokluğu, israiliyat ve isnadların hazfı. Rivayetlerle (sahih olmayan) Kur’an’ anlamaya çalışırken aklımızı esir almayalım. Esir alınan akıl eser veremez.

Rasulullah Ebu Zer’e hitaben: Oturup Allah’ın kitabından bir ayeti anlaman, senin için yüz rekat nafile namaz kılmandan daha hayırlıdır.[11]

Ancak iki kişi gıpta edilmeye değerdir: Birisi, Allah’ın kendisine Kur’an edip de gece-gündüz onu okuyarak uygulamaya çalışan; diğeri de, Allah’ın verdiği malı gece-gündüz infak eden kimsedir.[12]

Kur’an’a kendi indi mütalaalarınızı yamamaya kalkmayınız. Bir ayeti doğru anlamak için şu ilkelere dikkat ediniz: a) O ayeti açıklayan ya da tamamlayan Kur’an’dan başka bir ayet var mı? b) O ayeti Peygamberimiz nasıl açıkladı, anladı ve yaşadı? c) O ayetleri sahabenin fakihleri nasıl anladı ve yaşadı?[13]

Taassubun ana kaynağı düşünmeden okumak, okumadan düşünmenin sonucu da yanılgıdır. Doğru olan; düşünerek okumak ve okuduktan sonra düşünmektir. Düşünmeden okumak, tabloya değil ressama bakmak; okumadan düşünmek, görmediği tabloyu yorumlamaktır. Bu okuma ve düşünme tarzları bütün metinler (dini, felsefi, bilimsel) ve bütün düşünceler (mezhep, cemaat, siyaset) için geçerlidir. Doğru konusunda otoritelere değil, otorite doğrulara bakılmalıdır.

Düşünmeden okumak toptancı zihniyetin okumasıdır. Eline geçirdiği metinleri bir elemeye, tenkide, sorgulamaya tabi tutmadan okumaktır. Bu ise her okuduğu malumatı sahih bilgi kabul etmektir. Düşünmeden okuyanların zihinleri bilgi hurdalığı gibidir. Bir meseleyi izah ederken sözlerinin başlarıyla sonları çelişir. Düşünmeden okuyup yazanlar, ilmi ve düşünceyi donduranlardır. Bunlar, bilerek veya bilmeyerek hakikate zulmediyorlar. Düşünmeden okuyanlar, geçmişte yaşayan insanlardır. Bunlara göre geçmişte yaşayanlar bizim adımıza düşünmüş, günümüz meselelerine dahi çözümler sunmuştur. Düşünmeden okumak, bakım yapılmadığından içinde pıtrakların bittiği İslam bahçesine hürmetsizliktir,  pıtrakları sulamaktır. Geçmişe ait her şeyi mutlak doğru ve kutsal saymak akıl tutulmasıdır ve buna misaldir.

Toptan ret, toptan kabul mantığından kurtulmalı, seçici bir zihin yapısına kavuşmalıdır. Bir eserdeki her şeyi kabul etmek, pirinci taşlarıyla pişirip yemeğe benzer. Her defasında da böyle yaptığımızda neticeyi düşünebiliyor musunuz? İşte bizim okuma mantığımız buna benziyor. Zihin dişlerimizi kırıyor. Sonra da hazımsızlık çekiyoruz. İşte bu tetkik etmeden almak Müslümanlar arasında itikadi, siyasi, fıkhi ayrılıklara sebep olmaktadır. Bir rivayet kriterimiz olmalıdır. Bunlar: Kur’an’a arz, sahih sünnete arz, bilime arz, tarihe arz ve akıla arz olmalıdır.

İnsan Kur’an’ı doğrudan kendisine hitap ettiğini düşünerek okumalıdır. Bu Kur’an’ın insan üzerindeki tesirini ve Kur’an’dan istifadesini artıracaktır.

Âlimlerin yıllar önce,  o zamanın şartlarında –Çünkü her âlim ibnuzzaman/zamanın oğludur.- beyan ettiği bir fikir, bugün geçerliliğini kaybetmiş olabilir. Bu gerçekliği ortaya koymak âlimlere saygısızlık, geleneği reddetmek veya modernistlik olarak algılanmamalıdır. Bu bizzat âlimlerin yolunu yaşatmak, üretmeyi ve düşünmeyi dinamik tutmak ve sorumluğun yerine getirilmesi olarak görülmelidir.

Sadece geçmiş âlimlerin eserlerini okumakta –yanlışları noktasında- bir tür geçmişe tapmak, atalar dinine uymaktır. Doğrular noktasında geçmişi yok saymakta yeniye tapmaktır.

Düşüncenizi açlıktan öldürmeyiniz. Bu anlamda okumak, vahiy de almadığınıza göre, zihin açlığını gidermek için tek çıkar yoldur. Okumayan insan susuz bitki gibidir, kurur. Bilgiye sadece okuma yoluyla ulaşılmaz belki, fakat bilgiye ulaşabileceğiniz en garantili usullerden biridir okumak.[14]

Bazen alışkanlıklar, gelenekler, atalar dini, taklit, zan ve taassup, doğru düşünmeye engel olarak insanı mahkûm ederler. Oysa Kur’an, bir şeye inanmadan ve bağlanmadan önce o şeyin araştırılmasını ve üzerinde düşünülmesini öğütlemektedir. Hakkında bilgin olmayan şeyin ardına düşme; çünkü kulak, göz ve kalb, bunların hepsi ondan sorumludur.”[15] Bir şey hakkında bilgi sahibi olmadan fikir sahibi olmak en büyük yanlışlardandır. Bilgi sahibi olmak için önyargısız olarak okumalı ve başka düşüncelerle aramızdaki duvarları kaldırmalıyız.

Düşünmeden okumak, hissi dindarlıktır. Hisler bitince dindarlıkta biter. Her meseleyi hisse indirgemek ise mümkün değildir. Dindarlığı hissilikten ilmi dindarlığa çıkarmanın yolu anlayarak/düşünerek okumaktır. Bir öğretiyi anlayarak okumak, öğretiyi formdan –zorunluları hariç-   kurtarmaktır. Düşünmeden okumak, taassup ve ön yargı üretir. Bu ise akla kelepçe vurmaktır. Kelepçe vurulan akıl, itidali (orta yolu) bulamaz. İfrat ve tefrit vadilerinde gidip gelir. İnsan(lar)ı ölçüt alır. Oysa ölçüt doğru olandır. Hz. Ali’nin dediği gibi, doğru insanlarla değil, insanlar doğrularla değerlendirilmelidir.

Statükoların kirlerinin bulaştığı zihinlerle okumak, düşünmek ve üretmek; okuma, düşünme ve üretme değildir. Bu toplum mühendislerine ve düşünce kuruluşlarına yardım ve yataklık etmektir.  Statüko ile bütünleşmek hakikatten uzaklaşmaktır.

Kur’an’ı onun indiği insanları ve ortamı, vahye muhatap olan ilk toplumu ve vahyin büyük muhatabı Nebi Aleyhisselam’ı tanımak istiyorsanız, sahih sünnetin kaynakları olan hadis, siyer, megazi kitaplarını ve sahabe hayatını anlatan eserleri okuyunuz. Unutmayınız ki Kur’an’ı en iyi tanımanın yolu bundan geçer. Vahyin ruhunu ve özünü ancak bu şekilde kavrarsınız.[16]

Düşünmeden/anlamadan okumak, insanı sağlıksız anlamlara/anlamalara götürecektir. Anlamı/anlamayı sağlıksız kılan sebeplerden birisi bir yapıya bütüncül bakamamaktır. Örneğin, din yapısına (Kur'an, tefsir, hadis, fıkıh, kelam ve irfana ayrı ayrı oluşturulan disiplinler gözüyle ayrı ayrı bakmak) bütüncül bakmamaktır. Kelamda üretilen anlamın(!) Kur'an'a ters düşmesi gibi. Gazali'nin Kur'an'ın açık hükmüne (la yükellifullahunefsen illa vüsaha/ Allah insana gücünün yetmeyeceğini yüklemez) rağmen "Allah insana gücünün yetmeyeceği yük yükleyebilir" sözü gibi. İnançta ifrat ve tefrite düşmenin temel sebebi, akidenin Kur’an’dan alınmamasıdır. Akidenin Kur’an’a dayanmamasının temel sebebi de insanların mezheplerinin ve cemaatlerinin kendilerine sunduklarını düşünmeden okumalarıdır. Bu, kabulü gerçekliğe feda etmektir. Bu ise doğrunun hayattan dışlanmasıyla neticelenir.

Tek akla, tek yoruma bağlanmak, aklın körleşmesine sebep olur. Bu da öldürücü taklidi netice verir. Taklit ise, sürekli bir bağımlılık durumunun adıdır. Taklide yönlendirilen bireyler, cemaatler hiçbir biçimde özgür olamazlar. Taklit eden bireylerin ya da cemaatlerin kendilerini yenilemeleri, kendilerini gözden geçirmeleri, kendilerini zihinsel anlamda, düşünsel anlamda çoğaltmaları mümkün değildir. Aklın ve kalbin prangası olan taklitten, vahiyden beslenen özgün bir okuma disiplini ve okuma listesi ile aşılabilir.

Verimli okuma tekniklerinden biride grup okumalarıdır. Bu, ya bir eserin bir grup içinde bir kişi tarafından okunup diğerleri tarafından dinlenmesi yöntemiyle uygulanır, ya da herkes eseri okuduktan sonra birlikte tenkidi yapılır. İkinci yöntem birincisinden da verimlidir.  Birincisinde okuyan dışında kalanlar edilgen konumdayken ikincisinde hepsi de etkendir.[17]

Anlamı/anlamayı sağlıksız kılan sebeplerden bir diğeri tutarlı olamamaktır. İnsan tutarlılık istiyor.  Hayatı yeniden kurgulamak isteyenler, hayatı yeniden anlamlandırmalıdırlar. Çünkü eski hal muhal. Dünyayı değiştirmek, dünyaya verdiğimiz anlamlarla ilgilidir. İnsan anlamlarla algılıyor, anlamlarla düşünüyor,  anlamlarla inanıyor. Hayatı anlamlandırmada tutarsızlıklarımız vardır. Hayata verdiğimiz anlamlarda anlamlar arası boşluklar, eskiye mi şimdiye mi ait olduğu belli olmayan yamalar bizleri hayatın dışına atmaktadır. Anlam tutarsızlığımız tutuculuğumuz varsa şimdi ve geleceği yaşayamayız. Tutarlılık tutuculuk değildir.  Tutarlılık gerçeklikten koparmamalıdır. Yaşamak ve yaşatmak gerçekliği gören bir tutarlılıktır. Cemaatin işlevsel tanımı da budur. Tutarlılık ve geçeklik pergelin iki ucu gibidir. Bir ayağın(tutarlılık) sabit olması demektir. Hayat risktir. Risk alabilen insanların, gelişme ve var olma imkânı vardır. Anlam tutarsızlıklarını, anlam boşluklarını görmek için geçmişle yüzleşecek cesaretin olması gerekir. Bu da anlayarak okumayla olur. Böylece ortaya sağlıklı anlamlar çıkmış olacaktır. Sağlıklı anlamlar, her şeyi baştan aşağı değiştirmek değildir. Gerçeklikle örtüşen bir tutarlılık alanları oluşturmaktır. Rey ekolü risk almak, rivayet ekolü memurluktur.

Bazı rivayetlerin yorumunun sağlıklı yapılmaması, aklın işlevselliğini ortadan kaldırmaktadır. “…Kim de Kur’an hakkında re’yi ile söz ederse, ateşteki yerini hazırlasın.” (Tirmizi). Kur’an birçok ayetinde;  aklımızı kullanmamızı, fıkhetmemizi (derin düşünmemizi) ve tefekkür etmemizi istemektedir. Kur’an, aklını kullanamayanların üzerine pislik yağacağını açıklamıştır (Yunus,100).  Bazı âlimlerimiz, bu ayetleri göz ardı ederek bu ve benzeri hadislerden etkilenmiş ve ayetleri sağlıklı anlamanın yolunun rivayetlere sarılmak olduğunu sanmışlardır.  Oysa kastedilen kişinin görüşlerini Kur'an'a söyletmesidir. Aklını kullanamayanlar zaten Kur’an’ı da anlayamayacaklardır.

Okumadan düşünmeye çalışmak, kasabın ameliyat yapması gibidir. Kasap ameliyatta ne kadar başarılı olursa, okumadan düşünce üretmek de o derece isabetli olur. Okumadan düşünmek, budama ilmini bilmeden eline makası alıp sürgünleri rastgele kesmektir. Kaş yapayım derken göz çıkarmaktır. Okumadan düşünmek, niyetim halis diyerek abdestsiz namaz kılmaktır. Okumadan düşünmeye çalışanlar, doğru eylemler ortaya koyamazlar; çünkü okumak eylemin aracıdır. Araçsız iş yapılamadığı gibi, okumadan da düşünce üretilemez.        

Okumak gelişigüzel bir eylem değildir. Okumak anlamaktır. Anlama faaliyetinin beş unsuru vardır: Anlatan, anlatılan, mana ve maksat, anlaşılan, anlayan. Anlatılan her metnin iki ana unsuru olan anlatılan ile anlaşılanın kesiştiği nokta amaçtır. Mana aslında amacın kendisidir. Anlayan ile anlatanın birlikte aradıkları ya da buldukları şey ise hakikattir. Anlama eylemini gerçekleştirecek kişi öncelikle metnin kime ait olduğunu bilmelidir.  Çünkü anlatanın niyeti ile anlatılan (metin) arasında mantıkî bir ilişki vardır. Anlatanın, anlatmak istediği, metinde seçip kullandığı kelimelerle bağlantılıdır. Bu yüzden anlamın metinden çıkartılması gerekir. Gerçek anlamı/ okumayı bulmak metni bağlamından koparmamak ve metnin bağlamlarını mutlaka bilmek demektir. Bütün bunları gerçekleştirecek olan anlayanın da anlam üretmek için dil ve anlambilim alanında donanımlı olması gerekir.

Ancak düşünerek okuyanlar, gelecek için görüşler ileri sürenlerin söylemlerini anlayabilir. Okurken sadece düşünmek yetmiyor, metotlu düşünmek gerekiyor. Bu sesi güzel olanın, hiç eğitim almadan müzik yapmasına benziyor. Metotlu okumayan ve düşünmeyenler durmuş saat gibi nadiren doğruyu gösterir.

Okuyup da değişmeyen insan, okuduğunu anlamıyor ve düşünmüyor demektir. Çünkü okuma insanı düşünmeye, düşünme değişmeye, değişim üretmeye götürüyor. Düşünerek okumak, düşünce üretmek demektir. Düşünce üretenler şimdiyi değil geleceği ışıtır ve ısıtırlar. Bu yüzden düşünce geleceğe ekilmiş tohumdur. Düşünerek okumayı becerebilseydik, şimdi yüzlerce Hz. Ali, Hz. Ömer İbni Sina, Şatibi, Ebu Hanife, Bediüzzaman, Fazlurrahman, Seyyid Kutup, Şeriati ve daha niceleri yetişirdi.

İyi okumak iyi düşünmek, iyi düşünmek iyi işler ortaya çıkarmak demektir. Çünkü eylemin atası düşünmektir. Kur'an ve sünnette düşünce eylemden önce gelmektedir. Okudukları halde anlamak istemedikleri için anlamayanlardan uzak durun. Çünkü o kendi aklıyla düşünmüyor. Düşünmeyi düşünürleri anlamayanlar, toprağa atılan çekirdekte ağacı okuyamayanlardır. 

İnsanın fikirlerini güncellemesi gerekir. Güncellenemeyen fikirler paslanmaya yüz tutar. Düşünmeden okuyanları, yüksek fikirler korkutur. Acaba bu fikirlerle beni mezhebimden, cemaatimden mi ayırmak istiyor, diye içinde sorulmamış sualleri besler dururlar. İnsanda değişmeye karşı büyük bir direnç vardır. Değişiklik yapmak güç ve irade ile olur. Değişimin gereğini yerine getirmemek insanlarla ilişkimizi koparmak demektir. Değişimin anlamlı ve sağlıklı olması, gerçekliği izleyerek gerekli düzenlemeleri yapmayı gerektirir. Yani gelişmelere ve hadiselere açık, olgularla yüzleşmeyi, göze almak demektir.

Yalanlamak ve reddetmek için okuma! İnanmak ve her şeyi kabullenmek için okuma! Nutuk çekmek için okuma! Tartmak, kıyaslamak ve düşünmek için oku!

Düşünerek okumayan insanlardan, sağlam fikirler çıkmaz. Sağlam fikirleri olmayan insanlardan da bir hareket ve eylem oluşturulamaz. Çünkü fikir eylemden önce gelir. Okuyarak düşüncesini, ufkunu ve bilgisini geliştirmek isteyenler, mutlaka metotlu okumalıdır. Anlamadan okumaya devam edenler bilinç sahibi olmazlar. İnsan yediği gıdalara dikkat ettiği gibi, zehirlenmemek için okuduğu kitaplara da dikkat etmelidir. Cemil Meriç; kitap değil yazar okuyun der.

Doğru kitap seçimi, öncelikle doğru yazar seçimidir. Çünkü özellikle düşünce eserleri, müessirinden bağımsız değildir. Eser sahibinin varsa zaafları, yanlışları eserine yansıyacaktır. Bu nedenle insana ait hiçbir eseri, Allah’ın eseri gibi okumayınız, bu insan çok sevdiğiniz biri de olsa. Kendisi mükemmel olmayan insan, nasıl mükemmel bir eser verebilir? Bu manada mükemmel olan Allah’tır ve içinde şüphe taşımayan tek kitap da O’nun kitabıdır.[18]  

Okuma, sadece yazılı bir metinden gerçekleşen bir hadise değildir. Kâinatta bir kitaptır. Kâinatı okumak  "bakmakla görmek" arasındaki fark gibidir.  Okumak, anlam aramanın eylemidir. Yaşamanın amacı hayatı anlamlı kılmaktır. Hayatı anlamlı kılmanın yolu da ona anlam katacak okumalar gerçekleştirmektir. Hakikat arayışı insanla başlayan bir süreçtir. Bu arayış her insana yaratılıştan verilmiştir. Fakat herkes onu gerçek mecrasına yönlendiremiyor. Bunu ancak okuma eylemini bütün boyutlarıyla gerçekleştirenler başarmaktadır.

Okuma, bilgi ve anlam arasındaki bağ: Anlayarak okuma malumatı ilme dönüştürecek, ilmin hayatı anlamlı şekilde yeniden yorumlaması demektir. Eğitim sistemin malumatı bilgiye dönüştürmeye yönelik bir kurgusu ve yapılanması olmadığı müddetçe okullar soğuk demirin dövüldüğü fakat hiçbir şekil verilemediği mekânlar olacaktır. Pek çok insan bilgilerin üzerinden akıp gittiği iletken, durumundadır. Onlara göre bilgi diploma için, bildiğini göstermek için, statü için gereklidir. Böylece bilgilerini içselleştiremiyorlar. Varlığı anlamlandıramıyorlar. Gençlerin öğrendiklerini, anlam dünyalarına katabilmelerini, yenileyebilmelerini, değiştirmelerini sağlamak gerekiyor. Bilgi sınıf ortamında, sınav baskısıyla ruhlara enjekte edilen bir meta olarak görülmemelidir. Öğrenmenin değişme, yenilenme, gerçekliği görme, bununla beraber tutarlılık olduğu çocuktan yetişkine kadar insanlara öğretilmelidir.

Anlam arayışı, trendi yükselen değerlerdendir. Öğretisini hayatı anlamlı kılmaya uyarlayan varlığını devam ettirecektir. Yoksa hayat onu anlamsız kılacaktır. İslam dünyasında, anlam forma feda edilmiş durumdadır. Formun yüceltilmesi içinde alabildiğine bir yarış sürdürülmektedir. 

Okuma dürtüsü bilgi ve hikmet aşkından kaynaklanmalıdır. O zaman okumak bir zahmet değil bir lezzet halini alacaktır. Okuduğunuz zamanlar en dolu zamanlarınız olacaktır. Bu formasyonu kazanan biri okumayınca rahatsız olur, sanki bir tarafının eksildiğini hisseder.[19]

İslam dünyasında yaşayan ve yaşatılmaya çalışılan teoloji ortaçağda kurgulandı. 9-13. yüzyıllar arasında etkin olan ve bugün de etkisini sürdüren İslamın Sünni yorumunun “Eş’ari-rivayet”  kanadıdır. Bu teoloji 14. yüzyıldan itibaren de maalesef kendini yenileyemedi. Sünni yorumun “Maturidi-rey ekolü” ise hep teoride kaldı. Pratik hayata geçmesine siyasi erk hiçbir zaman izin vermedi.  Geçen 10 asırda gelenekçiler hüküm sürdü. Gelenekçiler; Selefiler, Eş’ariler, Rivayet Ekolü ve Sufilerdir. Selefiler(Eş’ariler, Rivayet Ekolü) müslümanları dünyadan, Eşariler ise akıldan uzaklaştırdılar. Bunların zihni bugüne değil, geçmişe dönüktür. İnsanları geçmişe ve geçmişte yaşamaya çağırırlar. Dünyacı ve akılcı değillerdir. Dinin merkezine metafizik âlemi koyarlar. Oysa metafizik alem dinin maksadı değil, neticesidir. Yenilikçiler, Rey Ekolü, Mutezile, Felsefe ve Bilim Ekolüdür. Bunların zihni geçmişe değil, bugüne ve geleceğe dönüktür. Okumalar gerçekleştirilirken geçmişe dair bu fotoğraf unutulmamalıdır.

Rey ve rivayet ekolünün farklılıkları okumalarda göz önünde bulundurulmalıdır. Rey Ekolü devrimci, rivayet ekolü statükocudur. Bundan dolayı tarihte İslam devletleri(!) kendi meşruiyetini sağlamak için hep rivayet ekolünü desteklemiştir. Rivayet aklı dışlar, Rey aklı gerekli görür. Rivayet mezhebi dinleştirir, Rey mezhepten faydalanmayı öngörür. Rivayet içtihat kapsını kapatır, Rey o kapının açık kalmasını savunur. Rivayet tarihi kutsar, Rey tarihten ders çıkarılmasını ister. Rivayetin nassı okuma şekli lafzi, reyin nassı okuma biçimi maksada yöneliktir. Rivayet dini duvar gibi geçilmez görürken, Rey dini insana çözüm ve geçiş sunan bir kapı görür. Rivayet Allah’ın fiillerinde keyfiliği savunurken, Rey ahlakiliği ve gayeliliği savunur. Örneğin Gazali ayete rağmen, “Allah insana gücünün yetmediği şeyi yükler” demektedir. Rivayet Hz. Peygamberi (as) “taklit edilen” olarak algılarken, Rey O’nu “örnek alınan”  olarak algılar. Rivayet Kuran’ı nesne, Rey ise özne olarak görür. 

Okuyacağımız kitapların et, süt, ekmek, yağ ve tahıllar gibi temel gıda kıymetinde olmalarına azami dikkat göstermeli. Kur'ân mutfağında hazırlanmış, ana sütü değerindeki kitaplar oku(t)malı.  Medeniyetimizin temel eserlerini okumalı, akıl, kalp ve ruhumuzu onlarla inşa etmeliyiz. Kırıntı türü yiyeceklere benzeyen kitaplardan uzak durmalı. Maalesef kitap dünyası bu tür eserlerin istilası altındadır.

Çok kitap okumak bir meziyet değil, ana kitapları ve onlardan türeyen eserleri çokça ve hazmedip bu malumatları ilim-iman-amele dönüştürmek okumaktır. Okuma bir seçim işidir. Maddî gıdalar nasıl bir seçime tabi tutuluyorsa, manevi gıda olan kitaplarda bir seçime tabi tutulmalıdır. İnsanın fiziki gelişimi için nasıl bir gıda disiplini gerekli ise aklen, kalben ve ruhen de beslenmek için bir okuma disiplini kurulmalıdır. 


Kur'an'ı Nasıl Okumalıyız?

1- Kur'an'ı amacına uygun okumalıyız. Kur'an'ın temel amacı rehberlik, kılavuzluk, hidayet etmektir. Gönderiliş amacı hidayet olan kitabı; galaksilerin gizlerini çözmek, fen ve felsefe çıkarmak, gizli ilimler devşirmek için okumak, sonuca götürmeyecektir.

2- Kur’an’ı sürekli okumalıyız. İrtibatı kesmemeliyiz. Bunun için Kur'an'ı salt malumat kitabı değil, şuur kazanma, bilinç yenileme, maksadı ile okumalıyız.

3- Kur'an'a sürekli başvurmalı, her kaynaktan önce Kur'an'ın görüşünü sorup, önce onu dikkate almalıyız. Başvuru kaynağı, başucu kitabı olarak okumalıyız. İnsanoğlu, sürekli hatırlamaya ve hatırlatıcıya muhtaçtır. Kur'an okundukça onun müzekkir (hatırlatıcı) sıfatı tecelli eder.

4- Kur'an'ı gereğince düşünmek, kavramak, şuurlanmak maksadıyla okumalıyız. Birçok ayetin sonunda “neden tedebbür, tefekkür, tezekkür etmiyorsunuz?” şeklinde vurgular vardır. Onu yüzeysel okuyanlar gereği gibi okumamış olurlar. Önyargı ile ilahi bildirime yaklaşanlar ondan gereğince yararlanamazlar.

5- Kuran'ı parçacı, atomik değil, bütüncül okumalıdır. Ehli Kitab'ın en önemli sapma nedeni, kitabın bir kısmını arkaya atmak, görmezden gelmektir. Sözünü ettiğimiz yanlış, Kuran bütünlüğünü esas almamaktan, linguistik, semantik yorumlarla ayetlerin lafızlarını dahi atomik bir tarzda parçalayıp bir kısmını tahrif etmekten kaynaklanmaktadır. Kur'an, hermönetiğe, linguistiğe, semantiğe, hatta Arapça sözlüklere hasredilemeyecek ilahi bir kelamdır.

6- Kur'an programlı okunmalıdır. Kur'an'ın sıfatlarından biri de tertilen indirilmiş olmasıdır. İndirilişin yirmi üç yıla yayılması bir proğrama işarettir. Rabbimiz Peygamberimize de tertilen inen Kur'an'ı tertilen, yavaş yavaş, programlı bir şekilde okumasını emretmiştir. "... Tertilen (ağır ağır) Kur'an oku!" (Müzzemmil, 73/14).

7- Kur'an, uygulamaya geçirilmek maksadıyla okunmalıdır. Akademik, entellektüel bilgilenme maksadıyla okunan Kur'an'dan gereken verim elde edilemez.

8- Meal okuyan kişi bilmelidir ki, meal Kur’an’ın kendisi değildir. Meal yanında ciddi tefsirlerde okunmalıdır.  

Bilmek, irademizi kullanmayı gerektirir. Bunun için, bildiğimizi paylaşmak ve yol arkadaşımızı seçmek için Konfüçyüs’ün şu sözü  “Aslana ot, ata et atmamak için” akıl kulağımıza küpe olmalıdır.  “Bildiğini bilenin arkasından gidin. Bildiğini bilmeyeni uyarın. Bilmediğini bilene öğretin. Bilmediğini bilmeyenden uzaklaşın.” (Konfüçyüs)

Metotsuz okuyan, araç gereçsiz maden çıkarmaya çalışan adamın misaline benzer. Kavram çalışması, nüzul sırasına göre okumak, konulu okumak ve hayatın içindeki meselelere Kur’an penceresinden bakışı sağlayan okumalar gibi.

Müslümanların düştüğü en büyük yanılgılardan birisi de üstad, hoca, şeyhinin her şeyi bildiğine inanmasıdır. Hocanız, üstadınız, şeyhiniz çok şeyi bilebilir ama her şeyi bilemez. Böyle bir zihnin son kullanma tarihi geçmiş demektir.  Dinin bekası ilimle, ilmin bekası alim iledir. Bir şeyi olduğundan fazla göstermek o şeye zulümdür.

Okunan bir eser, okuyanda zihni bir kıpırdanma meydana getiriyor, görüşlerine ilave yapıyor, yeni ufuklar açıyor, ezberlerini bozuyorsa; o kitapları tekrar okumalı ve okutmalıyız ki, yolumuz aydınlansın ve açılsın ve yol arkadaşlarımız çoğalsın.

Okumak yeni bir bilinci, yeni bir bilinç yeni bir umudu yeşertecektir.

 



[1] Ahzab, 21

[2] Haşr, 9

[3] Tevbe, 88

[4] Hud, 29

[5] (Şuara, 109, 127, 145, 164, 180).

[6] Müzzemmil, 5

[7] Haşr, 21

[8] Alak, 1-5

[9] Mustafa İSLAMOĞLU, Tavsiyeler 1, 8

[10] İsmail CERRAHOĞLU, Tefsir Usulü, 228;  İsmail CERRAHOĞLU, Tefsir Tarihi 2/131

[11] İbni Mace, Mukaddime, 16

[12] Müslim, Salatu’l-Musafirin, 266-267

[13] Mustafa İSLAMOĞLU, Tavsiyeler 1, 11

[14] Mustafa İSLAMOĞLU, Tavsiyeler 1, 7

[15] İsra, 36

[16] Mustafa İSLAMOĞLU, Tavsiyeler 1, 11

[17] Mustafa İSLAMOĞLU, Hayatın Yeniden İnşası İçin Ne Yapmalı, 110

[18] Mustafa İSLAMOĞLU, Tavsiyeler 1, 9

[19] Mustafa İSLAMOĞLU, Hayatın Yeniden İnşası İçin Ne Yapmalı, 109

 

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

MEKKİ SURELERDE SALÂT KAVRAMININ SEMANTİĞİ

SALAT’IN NAMAZ ANLAMI ÜZERİNE

KEVSER SURESİNİN İNCELENMESİ