DEĞERLER EREZYONU
DEĞERLER EREZYONU
Değer ve değerler; hem felsefede hem de başta
sosyoloji, psikoloji ve antropoloji olmak üzere diğer sosyal bilimler
literatüründe sıkça tartışılan konulardan biridir. Değerler, üzerinde çok durulan
bir konu olmasına rağmen henüz kavramsal olarak yeterince açıklığa
kavuşturulmuş değildir.
Değerler genelde inanılan, arzu edilen ve bir ölçüt
olarak kullanılan olgulardır. Bir başka deyişle değerler genelleştirilmiş
davranış prensipleridir. Bu sebeple değerler, yüklenmiş bir anlam ve kıymeti
ifade ederler. Mesela bir taşın değer (mesela Haceru’I-Esved) olması böylesi
bir değer yüklemeye bağlıdır. Bu tür atfetme ve yüklemeden soyutlandığı zaman
bu taş sadece bir nesne olarak ortaya çıkar. Bu durum dinî değerler için olduğu
kadar profan değerler için de böyledir.[1]
Değerler, yapılanları içselleştirme imkânı veren, inanışlar
ve alışkanlıklar taşıyan, arzu edilen, her alanla ilgili, sosyalleşmiş olgulardır
ve işlevsel olarak belirleyicidirler. Her türlü değerin bir içkin-nesnel, bir
de aşkın (fiziksel çerçevede olup bitmeyen, daha öteye uzanan) bir yönü vardır.
Ancak bu aşkınlığın toplum ve toplum üstü olmak üzere iki dayanağı vardır: Dinî
değerler özü itibariyle toplum üstü bir kaynağa (ilahi olana dayanan) değerlerdir,
genel sosyal değerler Durkheim’in toplumsal yasak veya kolektif bilinç olarak
nitelediği bir aşkınlığa dayansa da sosyal etkileşimlerin ürünüdürler. Özetle
belirtmek gerekirse, değerler ya toplumsal ya da ilahi kaynaklıdırlar. Bu son
nokta bizi değer türlerine ve bunların sınıflandırılmasına götürmektedir.[2]
Değerler, bireylerin doğru ve erdemli davranışlarda bulunmasının
yanı sıra dengeli ve sağlıklı bir kişilik oluşturmasına da yardımcı olurlar.
İnsanın hayatında sergilediği bütün duygu, düşünce ve davranışlarının altında
değerler yatmaktadır. Bir insanın ahlaki yapısını anlamak için onun hayatında
sergilemiş olduğu davranışlara bakılarak anlaşılabilir. Bu da ahlak ve davranışlar
arasında bir bağın olduğunu göstermektedir. Ayrıca ahlaki değerler, bireyleri
umutsuzluk ve şiddete başvurma gibi olumsuz davranışlardan alıkoyacak bir yapıya
sahiptir.
İnsan,
hem iyiliğe hem de kötülüğe eğilimli olarak yaratılmıştır. “Nefse ve onu
biçimlendirene, sonra ona fücurunu ve takvasını (:isyan/kötülük ve itaati/iyilik)
ilham edene yemin olsun.” (Şems Suresi/7-8) Bununla birlikte yaratılışı gereği olan ahlaki yatkınlıktan
sapıp ahlak dışı davrandığında ve bu davranışının sonunda herhangi bir kimseye
hesap vermek zorunda olmasa da kendi kendini kınayan bir yargıcın/vicdanın
sesini içinde duyacaktır. İnsanın içindeki bu ahlak duygusu, onu en yüksek
iyiliği ve mutluluğu gerçekleştirmek için çaba sarf eder, onu ahlaken olgunluğa
ulaştırmaya çalışır. Ancak, insani nitelikler ile yaratılmış olmanın
beraberinde getirdiği eksiklikler ve olumsuzluklar, yüksek düzeyde ahlaki
olgunluğa ulaşabilmeyi, en yüksek iyiliği ve mutluluğu yakalayabilmeyi
engelleyen faktörlerdir.
Değer
belirli bir durumu bir diğerine tercih etme eğilimi olarak anlaşılmaktadır.
Rokeach, değeri özel bir davranış biçimine ya da zıtlık içindeki bir duruma karşı
bireysel veya toplumsal tercihleri gösteren inanç olarak görmektedir. Ona göre üç
tip inanç vardır:
Bunlardan
birincisi; tanımlayıcı ya da varoluşçu inançlardır. Bunlar doğrulanabilir
ya da yanlışlanabilir inançlardır. İkinci tip inançlar; “değerlendirici inançlardır”, bunlar takdire bağlıdırlar.
Bireyler nesneleri ya da olayları “iyi” veya “kötü” şeklinde tanımlarken bu inançlara dayanırlar. Üçüncüsü
ise örf ve adetlerle yaşamımıza yerleşmiş olan inançlardır. Bu tür inançlar,
bireyin, davranış ya da amaçlarının arzu edilir ya da edilmez olduğuna karar vermesinde
etkili olan inançlardır. Rokeach’a göre değerler bu üçüncü tip inançlardandır.
Bu şekilde değerleri, bireylerin ideal davranış tarzları veya yaşam amaçları
hakkındaki inançlar ve davranışa farklı şekillerde rehberlik eden çok yönlü
standartlar olarak gören Rokeach onları iki grupta ele almıştır; amaçsal değerler
ve araçsal değerler. Amaçsal değerler yaşamın temel amaçları; araçsal değerler
ise bu amaçlara ulaşmak için başvurulan davranış tarzları ile ilgilidir. Her
birey, önem hiyerarşisi içinde düzenlenmiş, kendi değer sistemini oluşturan amaçsal
ve araçsal değerlere sahiptir.[3]
Din, üst bir değer olmasından dolayı değerleri sıralar
ve değerler hiyerarşisi oluşturur. Yani toplum veya herhangi bir grupta var
olan bireylerin değerler karmaşası yaşamasını engeller ve bu kişilerin yaşadığı
yer ve zamanda, değerleri önem sırasına göre ele alıp tasniflerde bulunmasına
da yarımcı olmaktadır. Örnek vermek gerekirse, bireylerin içinde bulunduğu aile
değeri ile ailevi değerlerin, ekonomi değeri ile ekonomik değerlerin çatışmasını
önler. Aslında dinin en etkili işlevlerinde birisi de toplum ve bireylerde
problemlerin kaynağı olarak ortaya çıkacak değer çatışmasını önlemektir.[4] Buradan hareketle din ve dine ait değerler,
nihai ve yüksek değerler olarak da kabul edilebilir. Nihai dediğimiz bu değerler,
toplumsal değerleri de belirler ve toplum içinde yaşayan bireylerin bu değerlere
göre davranış geliştirmesine yardımcı olur.
Manevi değerler ya da dini değerlerin bir sonucu
olarak ortaya çıkan bireysel tecrübeler bazı evrensel değerlerin anlaşılmasında
yardımcı olabilmektedir. Burada bahsedilen dini değerle evrensel değerler arasında
bir paralellik söz konusudur. Örnek olarak dinde bulunan değerlerle, insanın kendi
iç yaşantısı sonucu meydana gelen değerlerin ortak bir paydası bulunmaktadır.
Bunların her ikisi de genel anlamıyla evrensel nitelik taşımaktadır diyebiliriz
Din, insanının sahip olduğu hakkaniyet, tutarlılık, dürüstlük, insan onuru, koşulsuz
sevgi, sabır, yardım etme ve destek olma gibi değerlerin farkına varmasını sağlamaktadır.[5]
Değerlerin hayata geçirilmesinin en büyük ve münbit
alanı eğitimdir. Eğitim sistemimiz maalesef çocuklarımızı yıllardır test ve
tost arasına sıkıştıran bir yol izlemiştir. İşin mutfağında olan öğretmen
sorulmadan durmadan değiştirilen sistem günden güne tıkanmaktadır. Anne-babalarda
kendilerini bu rüzgara kaptırarak eve gelen misafirlere hoş geldin demeyi
bilmeyen, akrabalarının adını unutan, marketten ekmek almayı bilmeyen,
annesinin peşinde gezerek patates kızartması yedirdiği, çantasını annesinin
okula getirip götürdüğü, öğretmenine “oha” diyen, psikolojisi pamuk ipliğine
bağlı çocuklarıyla başı dertte. Nerede hat yaptırdılar? Eğitim hususunda
sınıfta kaldığımızı Mustafa İSLAMOĞLU şu şekilde izah etmiştir:
I - Modern eğitimin esasa dair yanlışları
1- Modern eğitim,
değer değil fiyat esasına dayalıdır. Vücudu değil mevcudu
öncelemektedir. Eşyanın mahiyetini atlayarak hüviyetine yoğunlaşmış,
orada da durmayıp işlevinde karar kılmıştır. Dolayısıyla eşyanın hakikatini
bilmeye ilişkin bir derdi yoktur. Eşyanın kullanımına göz dikmiştir.
Oysaki yer, gök, toprak, su vd. “mevcud”u temsil ederler. Bunlar arasındaki ortak nokta “vücud”dur.
Modern eğitim meyveyi nasıl taşlayacağımızı öğretiyor, ağacın bütün içindeki
anlamını merak bile etmiyor. Modern akıl mevcuda kilitlenip vücudu göremiyor.
Oysaki formda ayrı ayrı, alakasız görünenler vücutta bir olur. Varlık,
yaratanına şahittir. Bu şahitlik eşyanın mevcudu ve hüviyeti üzerinden değil,
eşyanın vücudu ve mahiyeti üzerinden kavranabilir.
2- Tek dünyalıdır. Bilgiye
sahipsiz bir şey muamelesi yapar. Bunun için de bilginin çalınabilecek bir şey
olduğunu düşünür. Bilgiyi saklamayı mubah görmesinin sebebi de budur. Modernler
bilginin “hayrına”
değil, “yararına”
ve “hazzına”
taliptirler. Bilgi de onlara hayır değil yarar ve haz vermektedir. İnsanlık tarihi
boyunca bilgi hiç bu kadar depolanmadı, ama bu kadar bereketsiz olduğu bir
zaman da yaşanmadı.
3- İlim ile âlimin
arasını ayırmıştır. Bu ayrım bilgiyi ahlaktan mahrum etmiştir.
Ahlaksız bilginin artışı erdem artışını getirmemiş, “öğretilmiş vahşi”
(el-vahşu’l-mu’allem) çıkarmıştır. Bilen ile bilinenin arasındaki bağın kopması
sadece bilgiyi ahlaktan (yani hayattan) mahrum bırakmamış, talebeyi de üstattan
mahrum bırakmıştır. Zira bilgiye ambardan aşırılacak darı muamelesi
yapılmıştır.
4- Bilgi
dünyevileşmiştir. Böylece bilginin aşkınla, yani Allah’la bağı
koparılmıştır. Bilgi edinmek bir ‘iş’ ve ‘meslek’ haline gelmiştir. Oysa,
Allah’la bağlantısı kurulan bir bilgiyi elde etmek ibadettir. Bunun sonucunda
bilgisi artanın erdemi, vicdanı, sabrı, ahlakı, sorumluluk bilinci artmamakta,
tersine azalmaktadır.
5- Değersizleştiricidir.
Varlık kategorilerini izah ederken her üst kategoriyi alt
kategoriye nispetle açıklamaya çalışır. Mesela lahana büyüyen taş, köpek
havlayan lahana, insan konuşan hayvandır. Bu da insanın eşrefiyyetini yok
ederek istatistik bir varlığa indirgenmesine yol açar. Bu pozitivizmin ve
materyalizmin bilginin başına ördüğü çoraptır. Marx, Freud ve Darwin birer
indirgeme operatörüdür. İlki insanlık tarihini maddeye, ikincisi insan
psikolojisini şehvet güdüsüne (libido), üçüncüsü insan adlı şerefli varlığı
maymuna indirgemiştir.
6- İnsanı her şeyin
ölçüsü olarak gören bir hümanizme dayanır. İnsanı her şeyin
ölçüsü ilan etmek, aslında hiçbir şeyin ölçüsünün olmadığını söylemekle
eşdeğerdir. Zira bu, insanın beşeri arzu, şehvet, içgüdü ve benliğini
putlaştırmak, tanrılaştırmaktır. İnsana yapılacak en büyük kötülük ona Tanrılık
yakıştırmaktır. Bu insanı asla Tanrı yapmaz, fakat kesinlikle insanlıktan
çıkarır.
7- Bilgi ahlakından
yoksundur. Eski Yunan’da ateşi tanrılardan çalan Prometheus
efsanesi, Pavlusyen Hıristiyanlık tarafından Âdem’in cennetten kovuluşuna
uyarlanmıştır. İnsanoğlu bilgiyi Tanrı’dan aşırabiliyorsa, eşyadan ve tabiattan
zorla ve işkence ederek almasında ne beis olabilir? Bu yamuk tasavvur, bilgiyi insanın
Tanrı’ya karşı rekabet ve “özgürleşme/bağımsızlaşma” aracı olarak görmesi
sonucunu doğurmuştur. Bugün dünyayı tabii felaketlerin eşiğine getiren sebepler
zincirinin arkasında yatan tasavvur budur.
8- Rekabetçi ve
yarışmacıdır. “Ben çaldım, sen de git çal” mantığı hâkimdir.
Rekabetçilik giderek aracı bilgi olan bir savaşa dönüşmüştür. Bilgi bu savaşın
silahları, bilginler bu savaşın tezgâhlayıcılarıdır. “Bilgi toplumu” adı
altında kutsanan rekabettir. Rekabet ile hasımlık arasındaki hassas çizgi her
an ihlal edilmeye hazırdır.
9- Tekelcidir. Bilenin
ahlakı bilgisine paralel artmadığı için, bilen bilgiyi tanrılaşmak için
kullanır. Böylece bilgi masum bir “bilgi” olmaktan çıkıp dogma haline gelmekte,
bilim dinine dönüşmektedir. Bu yönelişin tipik örneklerinden biri “Bilim Dini”
diye bir din icat eden Auguste Comte’tur. O, Pozitivizm Dini adlı
eserinde bilimi temsilen 23 yaşındaki genç bir kıza tapınmayı önerecek kadar
kendinden geçmişti.
10- Bölücüdür. Okula,
ekole dayanır. Bizse camiye dayanırız. Okul, bir fikrin diğerlerine karşı
savunulduğu mekân, toplum, tarz ve usuldür. Cami ise toplayandır.
11- Hayatı
kompartımanlara ayırır. Oysa bizde hayat ırmak gibidir. Bir su
ancak denize katılarak sadık kalır, yatağına dönerek değil. Batı’da bebeklik,
çocukluk, gençlik, yetişkinlik, yaşlılık hepsi ayrı kompartımanlardır,
materyalleri de ayrıdır. Bizde bu bir bütündür. Bu yüzden batıda tecrübe
sıfırlanmıştır. Hep gençliğe oynar. Çünkü istismarcıdır. Bilgi ve okul manipüle
etmek için kullanılır. Çünkü kişinin nefsine yenilmeye en elverişli olduğu
dönem gençliktir. Eğitmek için değil, azgınlaştırmak ve ticarete elverişli hale
getirmek için gencin bedenini ve beşer yönünü istismar eder.
12- Siyasi istismara
açıktır. Batı bin pareye bölünmüş kendi bünyesini okulla
birleştirip bütünleştirirken, doğuyu okulla paramparça edip dağıtmıştır.
Ortaçağda bizdeki her bir siyasi birime karşılık onların iki yüz birimi vardı.
200 yıl sonra durum tersine döndü. Okulun siyasi istismar için kullanılışına
Beyrut Amerikan Üniversitesi tarihi tipik bir örnektir. Yine 1870-1900 arasında
Anadolu’yu bıtırak gibi kaplayan ve toplam sayısı 435’i bulan Anadolu’daki
Amerikan Misyoner Okulları (American Board of Comissioners
for Foreign Mission) bunun ibretamiz örneğidir.
13- Tektipleştiricidir.
Ulus devlete hizmet ettiği için farklılıkları tehdit olarak görür, zekâları
eşitlemeye çalışır. Her bir insanın biricik ve orijinalliği üzerine değil,
farklılıkların tektipleştirilmesi düşüncesine dayanır. Sonuçta okullar, korkunç
bir zekâ israfına yol açar ve entelektüel soykırım arenasına dönüşür.
14- Bilmişlik durumunu
yaşanmışlık durumuna önceler. Anneliğin bilgisini anneliğin
kendisine, erdemin bilgisini erdemli olmaya, hikmetin bilgisini hikmetli
davranmaya önceler.
15- Bireyleştirici ve
başarı odaklıdır. Bu sistemde bireyin bilgisi artıkça
bencilliği de artar. Bilgi erdemi değil, egoyu büyütür. Nihayet bilgi bir
tahakküm aracına dönüşür. Başarı odaklı eğitim, “kazan da nasıl kazanırsan
kazan” düşüncesini meşrulaştırır. Başarı tapınılan bir put haline geldiği için,
kimse elde edilen başarının ödenen maliyeti karşılayıp karşılamadığını
hesaplamaya yanaşmaz. Bu ise bir başarı için bin iyiliğin feda edilmesine zemin
hazırlar.
16- Görsel ve
görselleştiricidir. Görünürlük her şeyin önündedir. Bir
şeyin nasıl olduğundan çok nasıl göründüğüne odaklanır. İyi görünmek iyi olmaya
öncelenir. Sonuçta bu sistem manevi duyuları yok saymış, maddi duyuları da göze
indirgemiştir. Bu, gözümüzü açmamış, aksine gözü bozmuş, kulağı da bitirmiştir.
Modern eğitim dinlemeyi işbu sayede unutturmuş, böylece sözün değeri de
düşmüştür. Sözden boşalan yeri güç ile doldurmaya yeltenmiştir. Bunun en vahim
sonucu kulağın bitiyor oluşudur.
17- Kalpsizdir. Sonuçta,
kalpsiz akletmeye kalkıştığı için sadece akılcı olabilmiştir. Muhatabını önce
‘bilgiç’e, sonra kendini bilmeze dönüştürmüştür.
18- Tanıyıcı değil
tanımlayıcıdır. Tanımak için, merak gerekir. Tanımak için,
farklılığın peşinen kabulü gerekir. Farklılığı peşinen kabul etmeyen bir
tasavvur, tanımak yerine tanımlamaya kalkışacaktır. Tanımlayan kendini özne
görüp karşısındakini nesneleştirir. Bu durumda diyalog zayıflar, tanımlayanın
tanımlanana üstünlüğü gündeme gelir.[6]
Müellif “Modern eğitimin esasa dair yanlışları”nı tespitten sonra çözüm olarak
şunları önermiştir:
II –
Yeni bir eğitim modelinin üzerinde yükseleceği esaslar
1. Değer odaklı
olmalıdır, fiyat odaklı değil. Bunun için de bilginin sadece “bilişsel” (kognitif) veya
“inşa edici (konstrüktif) yanını değil, ontolojik olduğunu itiraf etmelidir.
Unutulmamalı ki vücut mevcuttan önce gelir.
2. Çift dünyalı
olmalıdır. Bilgiye ambardan aşırılacak darı muamelesi yapmak yerine
hesabı sorulacak/verilecek bir emanet olarak bakmalıdır. Böyle bir paradigma
bilgi stokçuluğunu ve hırsızlığını mubah göremez.
3. Bilgi, bilinen ve
bilenin/Alim, malum ve talibin arası açılmamalıdır. Bilgi elde
etme sadece öğretime indirgenmez, eğitim ayağı da en az öğretim ayağı kadar
önemsenir.
4. Merhamet ve şefkat
temelinde yükselmelidir. Tıpkı Rahman Sûresi’nin girişinde
işaret buyrulduğu gibi temeli şefkat, merhamet ve muhabbete dayanmalıdır.
5. İlmin el-Alîm
tarafından bahşedilmiş bir emanet olduğu unutulmamalıdır. İlmin
bir mevhibe-i ilahiye oluşunu peşinen kabul etmelidir. Talimu’l-Esma bunu ifade
eder.
6. İnsanlığın
değişmez değerlerinden neş’et etmelidir. Fiyatları değil
değerleri artırmayı hedeflemelidir. Bilgi ölçme ve değerlendirme sadece
‘rakamlara’, sınav sadece ‘test’e indirgenmemeli, bilginin sahibine yüklediği
ahlak, erdem ve sorumluluk bilinci ölçme ve değerlendirmede ilk sırayı
almalıdır.
7. İnsanı
tanrıyla savaşan bir ‘hırsız’ olarak değil ‘şeref’ ve ‘keramet’ sahibi bir
şaheser olarak tanımlamalıdır.
8. Ahlaktan bilgiye
doğru bir seyir izlemelidir. Bilgiyi ne sebep ne sonuç, sadece ‘iyi, doğru, hak ve
güzel’ olanı bulmak için elverişli bir ‘araç’ bilmelidir.
9. Paylaşımcı
olmalıdır. Zira bilgi bir emanettir her emanet gibi hesabı
sorulacaktır. Bilginin de zekâtı ve sadakası vardır.
10. Parçalayıcı değil
bütünleştirici (cami) olmalıdır. Ötekini tanımlayıcı değil
tanıyıcı olmalıdır. Hem her şeyin her şeyle bağlantısını, hem sebeplerle
sonuçlar arasındaki bağlantıyı, hem var edenle varlık arasındaki bağlantıyı
öğretmeyi hedeflemelidir.
11. Bilgi bir ibadet
olarak kabul edilmelidir. Hiçbir örgütlü gücün ideolojik aygıtı olarak
kullanılmasına izin verilmemelidir. Eğitimin en yüksek amacı hakikati bilmek
olmalıdır.
12. Her insan tekinin
benzersizliğini peşinen kabullenmelidir. Birey değil şahsiyet
odaklı olmalıdır. Farklı zekâlara, mizaçlara, yeteneklere saygı göstermelidir.
Bunun için de fıtratı tahrip eden, yeteneği körelten, mizacı yok sayan her
türlü müdahaleden uzak durmalıdır. Var olan yeteneği olgunlaştırma, eğitme,
kışkırtma ve tekâmül ettirmeyi amaçlamalıdır.
13. Tecrübeye
bilginin en değerli katmanı olarak saygı duymalıdır. Geçmişin
usulünü almalı ve geleceğe uzanmalıdır. Önceki nesillerin tecrübesinden
bağımsız bir eğitim ne kadar yanlışsa, tamamen eskinin kalıplarına mahkûm olmak
da o kadar yanlıştır. Bugünü anlamak için dünden yola çıkmalı, mazi-Hal ve
istikbali birlikte kucaklamalıdır.
14. Dinlemeye dayalı
olmalıdır. Kulağı en az göz kadar kullanan, sözü ait olduğu müstesna
yere koyan bir model olmalıdır.
15. Öğrenen-öğreten ilişkisine dayalı
olmalıdır. Kitabı bile hocadan okumalıdır. Öğreten yılların
birikimi olan bilgi ve tecrübe evreni içerisinde öğrenciyi eğitir. Bakış, duyuş
ve algı biçimini/yöntemini öğrenciye yaşatarak öğretir.
16. Özgürlükçü ve hür
düşünceye dayanmalıdır. Özgürlüğün olmadığı yerde ilim ve
fikir hareketi olmaz. Özgür irade kullanılamaz ise şahsiyet de gelişmez.
Dolayısıyla her ilim talibi için ahlak ve saygı zemininde sınırlama olmadan
irade beyanı kaçınılmazdır. Aksi durumda, düşünemeyen ve üretemeyen insan
tipine mahkûm olunur.
17. Süreklilik esas
olmalıdır. Her disiplin zamanla tekâmül ederek gelişir. Usule
bağlı kalınarak zamanın ruhuna ve yeni ihtiyaçlara göre eğitimin, ilmi ve fikri
üretimi sürgit devam eder. Yeni imkân ve sorunları dikkate alarak kendisini
yeniler.
18. Zamanın meşru olan
tüm yöntemlerini kullanmalıdır. Gelişmeler karşısında
savunmacı ve içe kapanarak geri çekilme yerine, aktif ve aksiyoner bir tutumu
esas almalıdır. Yeni icat edilen iletişim araçlarından da gerekli ölçüde
yararlanmayı bilmelidir.[7]
Eğitim
sistemimizin adı eğitim sistemi oysa yapılan –oda tam anlamıyla
gerçekleştiriliyor mu tartışılır- öğretimdir. Eğitim yapılmayınca bilgi değere
evirilmez. Bilginin değere evirilmeyişinin sonuçları da maalesef ortada!
Eleştiri bizlere kör noktalarımızı gösterir. Eleştiri yaptırmayanlar. Neslin
geleceğini öncelemeyenlerdir. Mevcudun doğrularını savunmak erdemdir.
Yanlışlarda uyarmak ise adalet, dostluk ve kardeşliktir. Mevcudu savunanlar ve
eleştirilmesine müsaade etmeyenler ise mevcuttan çıkar elde edenlerdir.
[1]
Mustafa Aydın, “Gençliğin Dini ve Ahlaki
Değerleri”, Gençlik Dönemi ve Eğitimi
Sempozyumu,, Ensar Yayınları, Bursa
18-20 Nisan 2003, s. 243.
[2]
Mustafa
Aydın, “Gençliğin Dini ve Ahlaki Değerleri”, Gençlik Dönemi ve Eğitimi
Sempozyumu,, Ensar Yayınları, Bursa 18-20 Nisan
2003, s. 244.
[3]
Nermin Uyguç, “Cinsiyet, Bireysel
Değerler ve Meslek Seçimi”, Dokuz Eylül
Üniversitesi İİBF Dergisi, İzmir 2003, Cilt 18, Sayı
1, s.93.
[4]
Mustafa Aydın, Kurumlar Sosyolojisi 2.
Basım, Vadi Yayınları, Ankara 2000, s. 112-113.
[5]
Öznur Özdoğan, “Dindarlıkla İlgili Bazı Faktörlerin Kendini Gerçekleştirme Düzeyine
Etkisi”, Araştırma Dergisi,
Ankara 1997, Sayı 2, s.113.
[6]
Mustafa İSLAMOĞLU, Kur’anî Hayat Dergisi, Ocak-Şubat Sayısı Baş Makale
[7]
Mustafa İSLAMOĞLU, Kur’anî Hayat Dergisi, Ocak-Şubat Sayısı Baş Makale
Yorumlar
Yorum Gönder