ŞEFAAT YOKTUR
ŞEFAATLE
İLGİLİ İSTİSNA AYETLERİ üzerine
İnsanoğlunun, ucuz kurtulma formüllerine karşı hep zaafı
olagelmiştir ve kendisine göre bir yol icat etmeye çalıştığına da insanlık
tarihi şahittir. Kuran’ın şefaati konu edinmesinin sebebi; işte bu sahte
kurtuluş yollarını kaldırmaktır. Şefaat için ahit, izin ve rıza şartını ileri
süren ayetleri, bağlamından kopararak ve bu konuda muhkem olan ayetlerin üstünü
de örterek, kayırma ve fidye gibi şeylerle kurtulmaya ve ucuza kapatmaya
şartlanmış toplumlar hep var olmuştur. Kur’an ise, her meselede olduğu gibi,
şefaatte de son sözü söylemiştir: “Allah'ın peşi sıra kendilerine zarar
vermeyecek ve yararları dokunmayacak şeylere kulluk ederler ve: "Bunlar
Allah katında bizim şefaatçilerimizdir" derler. De ki: "Siz, Allah'a,
göklerde ve yerde bilmediği bir şeyi mi haber veriyorsunuz? O, şirk
koştuklarından uzak ve yücedir." (Yunus 10/18).
İnsanlık tarihi boyunca insanoğlu hep kula kulluk yüzünden
insanlığından, sırat-ı müstakimden çıkmıştır. Bir zaman salihleri ve
peygamberleri ilahlaştırmış, başka bir zaman da Nemrut ve Firavun gibi
diktatörleri ilahlaştırmıştır. Ama sonuç her iki kesim içinde kula kulluk
olmuştur. Bu aslında insanoğlunun ‘ahsen-i takvim’den, esfel-i safilin’e
yuvarlanışının hikâyesidir.
Mekkeli müşrikler Allah’a inanmakla birlikte Allah’ın peşi
sıra ilahlar da edinmişlerdi. Dünyada bu ilahlar ile Allah’a yakınlaşmayı
umuyorlar, ahirette de bu ilahların Allah’ın cezalandırmasından
kurtaracaklarına inanıyorlardı. Kur’an’da bu iki sapma şu şekilde
anlatılır: “Biz bunlara, sırf bizi
Allah’a yakınlaştırsın diye kulluk ediyoruz.” (Zümer 39/3), “İşte bunlar bizim
Allah katında şefaatçilerimizdir” (Yunus, 10/18).
Şirkin temelinde şefaatçilik anlayışı vardır. Çağdaş müşriklerin
ataları Allah’a yaklaştırmaları ve Allah katında kurtarıcıları ilah edinmişler
şimdiki şakirtleri de; “Biz günahkârız,
Allah bizim yüzümüze bakmaz. Allah’a yaklaşmak için yapılması gereken en uygun
davranış (!) Allah’ın sevdiği, ermiş kulların eteğine yapışmalıyız.” gibi
kurtuluş yolları(!) arayarak Allah’ı kandırmaya çalışmaktadırlar.
Şefaatçilik teorisi ile cehenneme hiç girmemek ya da girip
çok çabuk kurtuluvermek, Yahudilerdeki “Sayılı birkaç gün dışında kesinlikle
bizi ateş yakmayacak” (Bakara 2/80), “Ne
yaparsak yapalım bizim günahımız affolunacak” (Araf 7/169) anlayışı
arasındaki benzerlik oldukça manidardır. Nasıl onları Yahudi olmak ayrıcalıklı
yapıyorsa, bizim de Müslüman olmamız ayrıcalık görmemiz için yeterlidir(!). Amellerimiz ne olursa olsun, ismimiz,
cemaatimiz, şeyhimiz, hocamız yeter(!). Bu Yahudi mantığına sahipsek, o zaman Yahudi’den
ne farkımız kalır?
Şefaatten bahseden 25 ayetten, 22’si Mekke’de inmiştir. Bu
realite bile tek başına, Mekkelilerin şefaatçilik inancının tamamıyla yok
edilerek, yerine tevhidin yerleştirilmesini hedef alındığını göstermeye yeterlidir.
Şefaatçilik inancının doğrudan Allah’ın ulûhiyeti ile alakası
vardır. Şefaat inancı Allah’ın ulûhiyetine, hükümranlığına ve otoritesine
müdahaledir Allah’tan rol çalmadır. O yegâne ilah, otorite olduğu gibi, yegâne
Rab’tır. İlah kimse, şefaat da O’nundur. Mülk kimin ise, şefaat hakkı da
O’nundur. “Şefaat bütünüyle Allah’ındır.” (Zümer 39 /44). Şefaat ayetlerinin hemen hemen tamamında mülk
ile şefaat arasında doğrudan bir bağ kurulmuştur. Herhangi bir peygamberin,
meleğin veya evliyanın şefaat edebilmesi ancak ilah olması, mülkün sahibi
olmasıyla mümkündür. Bu ise muhaldir/ imkânsızdır.[1]
Şefaat kavramının sağlıklı bir şekilde anlaşılması için
tevhid ve şirkin ne olduğu yeterince kavranmalıdır. Kur'an'ın genel hatlarıyla
anlattığı tevhitten habersiz olan kimselerin sadece şefaat kavramını değil, tüm
akidevi kavramları anlaması mümkün değildir. Müslümanlık iddiasında bulunanlar,
Allah'ın sınırlarını ve insanların sınırlarını çok iyi bilmek zorundadırlar. İmanını
Kur’an’a göre şekillendirmeyen müminin her zaman şirke düşme ihtimali vardır.
Kur'an'ın müşrik olarak tanımladığı bir toplumun o dönemde yaşayıp, yok
olduklarını düşünmekse büyük bir yanlıştır. Muhatap olarak kendisine insanı
seçmiş olan Kur'an her zamandaki insana şirki anlatmakta ve bu tehlikeye karşı
uyarmaktadır. Şirk, inandığını söyleyen her insanın karşısına çıkabilecek olan
bir tehlikedir.
Kur'an'da anlatılan müşrik toplumun inançlarına dikkat edecek
olursak; Allah'ı inkar etmediklerini ve birçok temel İslami inanca sahip
olduklarını görürüz.
Andolsun onlara, "Kendilerini kim yarattı?" diye
sorsan, elbette: "Allah" derler. O halde nasıl çevriliyorlar?
(43/87).[2]
2.
ve 3. hicri yüzyıllarda (8. ve 9. miladî) şekillenen sünni görüşe göre de
kafirler veya gayri müslimler için şefaat mümkün değil ama günahkar müminler
için geçerli olacaktır.[3]
Şefaat'in Var Olduğuna Delil Getirilen İstisna Ayetleri
Kur’an
da “Şefaat” ibaresinin geçtiği ayet sayısı 25’tir.[4]
Bunlardan 23 tanesi “olumsuzlama” (nefy) üzerine kuruludur. Geriye kalan 2
tanesinden biri müşriklerin ağzından nakil (Yunus 10/18), diğeri de şefaati
tamamıyla Allah’a hasreden şu ayettir: “De ki: Şefaat (izin verme) yetkisi
tamamıyla ve sadece Allah’a aittir. Gökler ve yerin mutlak otoritesi (de) O’na
aittir: sonunda sadece O’na döndürüleceksiniz. (Zümer 39/44). Kur’an da
bahsedilen tüm şefaat ayetleri bu ayet ışığında anlaşılmalıdır. Bu ayet açık ve
net olarak şefaati yalnızca Allah’a tahsis etmektedir. Bu durumda “illa”
istisna edatıyla gelen ve “ancak onun izin verdikleri müstesna” gibi bir
karşılığı olan ibâreler bu ayetle çelişmeyecek bir biçimde anlaşılmalıdır.[5]
Maalesef
şefaati İslam’a dâhil etmeye çalışanlar, ayetleri Kur’an bütünlüğünden, bağlamından
koparmışlar, ayeti makaslamışlardır. Ayetler, müşriklerin şefaat beklentilerini
reddetme sadedinde gelmişlerdir.
“De
ki: Şefaatin tamamı Allaha aittir. Göklerin ve yerin hükümranlığı O'nundur.
Sonra O'na döndürüleceksiniz.” (Zümer 39/44). Ayet şefaatin tümüyle Allah’a ait
olduğunu bildirmekle “Allah’tan başka şefaat edecek kimse yoktur.” demektedir.
“Öyle
bir günden korkun ki, o günde hiç kimse başkası için herhangi bir ödemede
bulunamaz; hiç kimseden şefaat kabul olunmaz, fidye alınmaz; onlara asla yardım
da yapılmaz.” (Bakara 2/48). Ayet kimsenin şefaat etme yetkisinin olmadığını ve
kimsenin kimseye yardım edemeyeceğini bildirmektedir.
“Hakkında
azap sözü kesinleşmiş kimseye ne demeli! Ateşte olanı artık sen mi
kurtaracaksın?” (Zümer 39/19). Ayet Hz. Peygamberin kimseyi ateşten
kurtaramayacağını açıkça ifade etmektedir. Bu üç ayet şefaat kavramının
çatısını oluşturmaktadır.
İstisna
ayetlerinde anahtar kavramın izin olduğu anlaşılmaktadır. İzin; kullanıldığı
alanla ilgili olarak, Allah'ın o şeyle ilgili kendisi için belirlediği yolu,
yöntemi, ilkeyi, o şeyi kendisi yapan yasayı ifade etmektedir. Ancak yasa
anlamına gelen başka terimlerin yerine izin kelimesinin kullanılmış olması, her
an Allah'ın denetimi ve gözetimi altında olan, varlığını ve sürekliliğini daima
O'na borçlu olduğuna işaret etmek içindir. Her durumda Allah'ın izni
geçerlidir. Bu izin hangi konuda olursa, o konuda Allah'ın koyduğu yasaları
geçerlidir.
Zümer
39/44. ayete göre şefaatin tümü Allah’a aitse Allah’ın kitabında da kesinlikle
çelişki olmadığına göre izin verilenlerle ilgili ayetleri nasıl anlamamız
gerekir?
Konuyu izah için bir örnek verelim. Günümüzdeki mevcut yasalara göre zaman
zaman af (şefaat) izni çıkmaktadır. Siyasi otorite mecliste bu konuyu
tartışarak kimlerin bu af izninden yararlanabileceğini belirler. Bu af
yasasından yaralanabilecekler için izin ne anlama gelir? “Sana af izni çıktı,
hadi git bu izinle istediğin kişileri hapisten çıkar anlamına mı, yoksa sen bu
izinden yararlanıp hapisten kurtuldun anlamına mı gelir?” Elbette ki ikinci
anlama gelir. Eğer aksi olsaydı bu adaletsizlik olurdu. Hesap gününde Allah’tan
başkasına şefaat yetkisinin verildiğini kabul edecek olursak, bir insan
peygamber de olsa milyarlarca insanın dünya hayatında insanların ne kadar
iyilik ne kadar kötülük yaptığını neye göre ve nasıl bilecektir. Böyle bir güç
Allahtan başka kimde olabilir?
İzin ayetlerinin incelenmesine geçecek olursak: İzin ayetleri
İbn Teymiyye’ye göre; bildiğimiz izin/müsaade anlamında değil, bilakis huzurunda
herkesin çaresiz ve aciz kaldığı Allah’ın haşmet ve azametini tasvir etmek
içindir.
1-2. Hayy Kayyum olan
Allah'tan başka ilah yoktur. O'nu ne bir uyuklama tutar ne de uyku. Göklerde ve
yerde ne varsa hepsi O'nundur. Kimmiş onun katında O’nun izni olmadan şefaat
(: yaratılışa eşlik) edecek olan? O, önlerindekini ve arkalarındakini
bilir. (Onlar ise) Dilediği kadarının dışında, O'nun ilminden hiç birşeyi
kavrayıp-kuşatamazlar. O'nun kürsüsü (:hükümranlığı), bütün gökleri ve yeri
kaplayıp-kuşatmıştır. Onların korunması O'na güç gelmez. O, Aliyy’dir,
Azîm’dir. (Bakara 2/255).
Bu
ayetteki ‘men’ edatı; istifhami inkarîdir. Bu soru tarzı, bir şeyin yokluğunu
pekiştirmek için kullanılır. Bu asla kandırılamayacağını ifade eden birinin “Ben
de o göz var mı?” şeklinde sorduğu soruya benzer. “O’nun yanında şefaat edecek
kimdir?” sorusu da bu tür bir sorudur. Bu bir meydan okumadır. ‘Kimmiş o, ya da
‘kim buna cüret edebilir’ anlamındadır. Buradaki istisna; şefaate izin
verileceğini ispat için değil, tam aksine şefaatin olmadığını bildirmek, yok
saymak içindir.
Bakara
2/255 ve Yunus 10/3 ayetleri kevni şefaati reddeden ayetlerdendir. Yani Allah’ın yaratma işinde bir ortağının
olmadığını beyan etmektir. Bu iki ayette
Allah kendisini (2/255) ve kâinattaki icraatını (10/3) anlatmaktadır.
“Şüphesiz ki Rabbiniz, gökleri ve yeri altı gün (:evre) de yaratan,
sonra da Arş'a kurulup işleri yerli yerince düzene koyan Allah'tır. O'nun izni
olmaksızın, hiç kimse şefaat (: yaratılışa eşlik) edemez. İşte O,
Rabbiniz Allah'tır. O hâlde O'na kulluk edin. Hâlâ düşünmüyor musunuz?” (Yunus
10/3).
Ebu
Müslim, Maverdi ve Râzî gibi müfessirler bu ayeti; “yaratma işinde O’nun bir
ortağı, destekçisi yoktur.” şeklinde anlamışlardır.[6]
Bu ayetteki “şefi’ ” kelimesi; ikinci bir varlık anlamındadır. Buradan
hareketle İsfehani gibi alimler ayette Allah’ın gökleri ve yeri altı günde
yaratırken, ikinci bir varlığın yardımına ihtiyaç duymadığından, bilakis tüm
varlıkların O’nun izni/emri/dilemesiyle varlık bulduğu anlatılmaktadır.[7]
3. “Rahmânın katında ahit (:söz) almışların dışındakiler şefaate (:yardıma)
erişemeyecekler.” (Meryem 19/87).
Kişinin
imanı ve ameli Allah ile yaptığı sözleşmesidir. “O Rahman’a ile verdikleri söze
sadık kalanlar dışında hiç kimse şefaate nail olamayacak” demektir. Ayette
birilerinin şefaatçi olacağına dair bir işaret olmadığı gibi, ayet şefaatçiden
değil şefaat edilecek kimseden bahsediyor. Ayet
“Ey Kâfirler! Sizin şefaatini umduğunuz ilahlarınız O’nun huzurunda
şefaate yetkileri yoktur.” demektedir.
Ayet;
şefaatçiler tarafından çarpıtılarak “Allah’ın nezdinde, Allah’tan söz almış
olanların dışında kimse şefaat edemez.” şeklinde çevrilmektedir.
Ayetin bağlamına bakarsak; 77-78. ayetteki sorunun cevabı verilmiştir.
4. O gün, Rahmân'ın kendisine izin verip, sözünden razı olduğu kimseden
başkasına şefaat (:yardım) fayda vermez.” (Taha 20/109).
Ayetin
“O Allah onların geçmişlerini (yaptıklarını) da, geleceklerini (yapacaklarını)
da biliyor.” (Taha, 20/110) şeklinde devam etmesi çok anlamlıdır. Ayet,
“şefaatçi”den değil, “şefaat edilecek kimselerden” bahsetmektedir. Ayetteki
“men”; çokları tarafından şefaat edecek kimseler olarak anlaşılmıştır ve o
şekilde çevrilmiştir. Hâlbuki bu ayetin bağlamına ve Kur’an bütünlüğüne tamamen
aykırıdır. Ayet zaten, “O gün şefaat fayda vermez” şeklinde başlamaktadır.
Buraya nasıl olur da “şefaatçilerin şefaati fayda verir” cümlesi ilave
edilebilir? Şefaat olmadığına göre şefaatçi de olmaz. Yani şefaatçi yok ise,
şefaat de yok demektir.
Ayetin
öncesi kıyamet gününün dehşetini tasvir etmektedir. “O gün sura üfürülür ve
mücrimleri gözleri bozarmış bir halde toplarız. “Dünyada yalnızca on günkaldınız"
diye kendi aralarında fısıldaşırlar. Kavrayışça en ileri olanları “Bir günden
fazla kalmadınız.” dedikleri zaman onların söylediklerini de Biz daha iyi
biliriz. Sana dağlar hakkında soruyorlar. De ki: "Benim Rabbim, onları
darmadağın edip savuracak. Onları dümdüz, bomboş bırakacaktır. Orada ne bir
eğrilik göreceksin, ne de bir tümsek." Ogün kendisinden yan çizmek mümkün
olmayan davetçiye uyarlar. Sesler, Rahmân'ın azametinden dolayı kısılmıştır. Artık
sadece fısıltı işitebilirsin.” (Taha 20/102-108).
5. O, onların geleceğini de geçmişini
de bilir; bunlar Allah’ın razı olduğu kimseden başkasına şefaat etmezler. Ve
onlar, O'nun haşyetinden içleri titremekte olanlardır. (Enbiya 21/28).
Melekleri
Allah'ın kızları kabul edip onlara tapan müşrikler, meleklerin Allah katında
kendilerine şefaat edeceğine inanıyorlardı. Oysa Allah kimin için şefaat
(:yardım) edilmesine izin verirse ona şefaat (:yardım) edilecektir. Bu ayetteki
şefaatin de ahiretle ilgisi yoktur. Ayetin
bağlamı Mekkelilerin ilah anlayışlarını, melek anlayışlarını, şefaat
anlayışlarını reddetmektedir. Çünkü ayetin bağlamı çok açık olarak şefaat
etmeye kalkışanları “ilahlık iddia etmekle” suçlamaktadır.
Bu
ayette meleklerin şefaatçiliğine yorumlanabilecek bir ifadeye yer verilmiştir.
Ancak ilgili ayetin tahlilinden de anlaşıldığı gibi bu ifade, meleklere şefaat
görevi vermekten daha çok, onlardan böyle bir beklenti içerisinde olanların
beklentilerinin boşa çıkarıldığını ortaya koymaktadır. Özellikle peygamberlerin
şefaatinden hiç bahsedilmemektedir.
6. “O’nun katında şefaat (:yardım) işe yaramaz. Ancak izin verdiğine
yarar. En sonunda kalplerinden korku giderilince: "Rabbiniz ne
söyledi?" derler, "Hak olanı!" derler. O, Alîyy’dir, Kebîr’dir.”
(Sebe 34/23).
Ayetin
baş tarafının mealini “Allah'ın huzurunda, kendisinin izin verdiği
kimselerden başkasının şefaati fayda vermez.” şeklinde
çevirerek tahrif yapılmaktadır. Ayet açık bir şekilde, şefaatçi’den değil,
şefaat edilecek kimseden bahsetmektedir. “Allah’ın yanında, O’nun izin
verdiklerinden başkasına şefaat fayda vermez”. “(O melekler), O’nun razı
olmadığı hiç kimseye şefaat edemez.” (Enbiya, 21/28) ayeti de; şefaat edilecek
kimselerin de ancak Allah’ın kendilerinden razı olduğu kimseler olduğunu ilan
eder. Böyle kimselerin de zaten şefaate, kayırmaya ihtiyacı yoktur.
Ayetin
yine öncesi ve sonrası müşriklerin ilah anlayışlarına reddiye şeklindedir. 22.
ayette; “De ki: " Allah'ın peşi sıra öne sürdüklerinizi çağırın. Onlar
göklerde ve yerde zerre ağırlığınca bir şeye sahip değillerdir; onların bu
ikisinde hiç bir ortaklığı olmadığı gibi, O'nun bunlardan hiç bir destekçisi de
yoktur.” (Sebe 34/22).
7. “Allah'tan başkasına yakaranlar, yakardıkları şeyin şefaatine (:yardımına
)eremezler. Ancak bilerek (kitaba uyarak) hakka şahitlik edenler müstesna.”(Zuhruf
43/86).
Ayet,
“Allah’tan başka yakarılanlar asla yardım edemezler, ancak hayatıyla hakka
şahitlik edenler yardıma erişirler.” demektedir. Şefaat; hakka şahitlik edenlerin bildikleri
gibi Allah'a aittir. Onlar kimin şefaate malik olduğunu bilirler. O da yalnızca
Allah’tır. Hesaptan sonra bağışlanmayı hak edenler için şefaat (af) izni
çıkartacak. İşte bu şefaat izninden istifade edecek kimseler: Dünya hayatında
iken Allahtan başkasına yalvarıp yakarmayanlar, Allah’ın kitabına şahitlik
edenler (Zuhruf 43/86) Allah’ın söylem ve eyleminden razı olduğu kimseler (Taha
20/109) Allah’ın şefaat iznine kavuşacaklar.
Şefaatin
var olduğunu savunanlar, ayeti “Hakka şahitlik edenler şefaat etmeye malik
olurlar.” şeklinde çevirmektedirler. Oysa ayetin bağlamı müşrik ve
Hıristiyanların ilah anlayışlarını düzeltmek ile ilgilidir. Hiçbir ayet Kur’an’ın
genel bütünlüğünden koparılamaz. Allah’ın kelamında asla çelişki yoktur.
8. “Göklerde nice melekler var ki, Allah dilediği ve razı olduğu
kimseler hakkında izin vermedikçe, onların şefaati hiçbir fayda vermez.” (Necm
53/26).
Dikkat
edilirse ayette hesap gününe dair hiç bir vurgu yoktur. Allahtan başkasının
şefaatinin olmadığını bildiren ayetler de ise sürekli hesap gününe vurgu
vardır. Meleklerin şefaati (:yardımı) dünya hayatında vardır. Meleklerin
şefaatinin dünya hayatında olduğunu Kur’an’ın bütünlüğünde anlayabiliriz.[8]
Burada
geçen ‘melekler’ Mekkeli müşriklerin, hâşâ Allah’ın kızları ya da, Allah’ın
haremi olarak kabul ettikleri, onların gönlünü yaparsak O’da
kocasının/babasının gönlünü yapar dedikleri, şefaatlerini umdukları
aracılar/şefaatçilerdir. Ayetin bağlamı zaten Mekkelilerin batıl inançlarını,
dişi melek inancını ve şefaat anlayışlarını reddetmektedir. Bir önceki ayet
ise; “Yoksa insan (hakikatin) kendi arzu ve isteğine bağlı olduğunu mu
zannediyor? Ya da her dilediğini elde etme hakkına sahip olduğunu mu sanıyor?”
(Necm 53/25) şeklinde olup, hakikat sizin isteğinize göre değil, Allah’ın
bildirdiği üzeredir. Sizin canınız, keyfiniz şefaat istiyor diye, Allah böyle
bir şey takdir edecek ya da etmiş değildir. 28. ayet ise; “Oysa bu konuda
bir bilgileri yoktur. Sadece zanna tâbi oluyorlar. Zan ise hakikatten bir şey
ifade etmez.” (Necm 53/28) diye bildirmektedir.
Bu
noktada ilgili ayetler çerçevesinde müfessirlerimizin içine düştükleri ve bize
göre kritik edilmesi gereken birkaç yaklaşıma da dikkat çekmek isterim. (a)
Yaptıkları tefsirlerde müfessirlerimizin belirli bir ön kabulden hareket
ettikleri dikkat çekmektedir. Bu ön kabulün oluşmasında mezhebi yaklaşımların
ve bu yaklaşımları meşrulaştırmak için kullanıldığı çok belirgin olan hadis
rivayetlerinin etkisinin büyük olduğu tespit edilmektedir. Bu noktada dikkat
edilen, hadisin sıhhatinden ziyade, ilgili iddiayı destekler mahiyette olup
olmayışıdır. (b) Bir başka önemli husus, müfessirler arasında, her ne kadar
Kur'ân'ın Kur'ân'la tefsiri bir ilke olarak her zaman savunulmuşsa da,
uygulamada bu ilkenin pek fazla dikkate alınmadığı, bu yüzden de Kur'ân'ın
bütünlüğünün çoğu kere gözden kaybolduğu görülmüştür. Kur'ân'ın bütünlüğünün
gözden uzak tutulması, aynı zamanda Kur'ân'ın dünya ve ahiret görüşünün de
parçalanması sonucunu doğurmuştur. (c) Kur'ân'ın nüzul süreci ve bu
süreç dâhilinde tedriciliğin sadece ahkâm âyetleri kapsamında düşünülmüş
olması, gaybî birçok hususun anlatımında -gaibin şahide kıyası şeklindeki üslup
gereği var olan- haberlerdeki tedriciliğin göz ardı edilmesine sebep olmuştur.[9]
Şefaatçi
diye adlandırdıkları hayali ilahlardan medet umanlar şu sorularımıza cevap
vermelidirler: 1- Allah’ın vereceği cezaya ya da mükâfata engel
olabilecek, Allah’tan daha güçlü bir kul var mı? Bunu kabul etmek şirk olmuyor
mu? (Duhan 44/40-42). 2- Affetme konusunda Hz. Muhammed ya da bir başkası
Allah’a ortak olabilir mi? Din gününün maliki Allah ise neden bir başkasından
bir şeyler bekleyelim? (İnfitar 82/17-18). 3- “Şefaat Allah’ın izni ile
olacak” demek , “Allah izin vermezse olmayacak” demektir, öyleyse şefaat O’nun
kontrolünde gerçekleşecekse ve son sözü yine O söyleyecekse başkalarından medet
ummak “Tevhid İnancı” ile nasıl bağdaşacak? (Taha 20/108-111). 4-
Allah’ın rahmeti ve ikramı kullarına yeterli değil mi, yeterliyse neden başkalarına
ihtiyaç duyuluyor? Yoksa Allah ile aramıza güven problemi mi var? (Zümer
39/35-38). 5- Allah kullarına karşı haksızlık ya da zulmüm mü yapacak,
Allah zaten adil ve merhametli değil mi neden bir başkası devreye girip bir şeyler
yapsın ki? (Nisa 4/40). 6- Şefaat eden kişi bizi kimden kurtaracak,
nasıl kurtaracak veya onu kim kurtaracak? Nasıl olsa birileri bizi kurtaracaksa
öyleyse Allah’a ibadet etmenin ne gereği var? (Ahkaf 46/9, Cin 72/20-23). 7-
Peygamberlerin ya da Salih kimselerin birilerini kurtarma görevi ya da gücü var
mı? Şefaat edeceklerin kendilerinin kurtulduğunun delili nedir? (Bakara 2/119,
A’raf 7/188). 8- Peygamberler dahi hesap verirken nasıl olurda
birilerinin bizi kurtaracağını iddia edebiliriz, peygamberlerde olmayan güven
bize kimden gelecek? (A’raf 7/6, En’am 6/14-18). 9- Kur’an’ın ahiret ile
ilgili ayetlerini birilerinin anlattığı evliya masallarına ya da Kur’an’a uygun
olup olmadığı sorgulanmayan rivayet edebiyatına nasıl feda edeceğiz, kesin olan
ayetler kesin olmayan rivayetler için terk edilir mi? 10- Allah neden bir kulunun af edilip edilmemesini
birilerine havale etsin zaten kendisi kulları hakkında en detaylı bilgiye sahip
değil mi, bizi sözde kurtaracak olan, bizi nerden tanıyor hakkımızda ne biliyor
onun bilip de Allah’ın bilmediği ne var? (Bakara 2/ 255, Yunus 10/18). 11-
“Yetiş Ya Muhammed vs…” diyen kimsenin “Yetiş Ya İsa, İsa seni korusun “ diyen
kimseden ne farkı kalır? Hıristiyanların kendi peygamberleri için söylediğini,
biz kendi peygamberimiz için söylersek onların durumuna düşüp onların gittiği
yere gitmez miyiz? 12- Allah ile aramıza bir başkasını koymak onlardan
medet ummak, onlara yalvarmak Allah’ı dışlamak olmuyor mu Mekkeli müşriklerin
yaptığı da bu değil miydi?[10]
Müminlerin
Fatiha suresi üzerinde özellikle durmaları, anlamaları gereken konular vardır
Bunlardan bir tanesi de “din gününün sahibi” kavramıdır. Ahirette şefaatin olacağını
iddia edenlerin şu sorulara cevap vermeleri gerekmez mi? 1- Allah’ın böyle bir
ayeti var mı? 2- Allah kimlere şefaat yetkisi verdiğini belirtmiş mi? 3- Böyle
bir yetki Allah’tan başkalarına yalvarma kapısını açmaz mı? 5- Bu inanış kişiyi
şirke götürmez mi? 4- Din gününün sahibi kimdir? 5- Allah niçin kendisi
affetmiyor da birilerinin affetmesine ihtiyaç duyuyor?! 6- Mekke müşriklerinin,
Yahudilerin ve Hıristiyanların da iddiaları buna benzemez mi? 7-Allah bunların
anlayışlarına yanlış derken, Tevhid Dini’nin temeli olan Kur’an’da, temsilcisi
olan son Peygamberine ve Müslümanlara bu yanlış anlayışlara izin verecek öyle
mi?! 8- Bu anlayış Allah’ın sıfatlarına aykırı değil mi? “Onlar için ister af
dile, ister dileme, Onlar için yetmiş defa af dilesen, yine Allah onları
affetmez. Böyledir, çünkü onlar Allah’ı ve Elçisini tanımadılar; Allah, yoldan
çıkan kavmi yola iletmez.” (Tevbe, 80).[11]
Özetle: Şefaatin varlığına
delil getirilen sekiz istisna ayetinin üçü (19/87, 20/109, 34/23) şefaatçiden
değil, şefaat edileceklerden bahsetmektedir. İkisi (2/255, 10/3) kevni şefaati
(: yaratmada Allah’a ortaklığı) reddetmektedir. İki tanesi (21/28, 53/26) meleklerin dünyada
şefaatini (:yardımını) açıklamaktadır. Bir tanesi de (43/86) kitaba uyarak
hayatıyla hakka şahitlik edenlerin şefaate kavuşacağını anlamaktadır. Yani bir
cihetle 43/86 da şefaatçiden değil, şefaat edileceklerden bahsetmektedir.
Şefaatçilik
tevhit yoluna atılmış bir şirk pususudur. Şefaatçilik tevhide bulaşmış bir
virüstür. Şefaat, insanları Kur’an’la tanıştırmaktır. Bu anlayış, dünyada iyi
şefaatte (Nisa 4/85) bulunmaktır. İnsanların şirke girmesine yardımcı olmak ise
kötü şefaatte (Nisa 4/85) bulunmaktır. Şefaat dünyaya ait eylemlerdir “Kim
güzel bir işe destek olursa, onun da o işten bir payı vardır. Kim kötü bir işe
destek olursa, onun da o işten payı olur. Allah her şeyi gözetip karşılığını
verendir.” (Nisa, 85). Allah’ın insanlara doğru yolu göstermek için vahiy
göndermesi dünyadayken bir şefaattir. Kıyamet günü kimse kimseye şefaat
edemeyecektir. O gün yargı, yardım, günahları affetmek sadece Allah’a aittir.
[1] Mehmet
Durmuş, Kuran’a Göre Şefaat, s.339
[2] Bakınız:
29/61,63; 34/24
[3] Fazlur Rahman. Ana Konularıyla Kur'an, Fecr Yayınevi,
s. 96.
[4] 2/48,
2/123, 2/254, 2/55, 4/85, 6/51, 6/70, 6/94, 7/53, 10/3, 10/18, 19/87, 20/109, 21/28,
26/100, 30/13, 32/4, 34/23, 36/23, 39/43, 39/44, 40/18, 43/86, 53/26, 74/48)
[5] Mustafa
İslamoğlu, Hayat Kitabı Kur’an, Gerekçeli Meal-Tefsir, s.920
[6] Abdülkadir
Şener (Komisyon), Yüce Kur’an, Meal, s.207
[7] Mustafa
Öztürk, İslamiyat, 2005/4, s.120-1
[8] Bakınız:
8/9-12; 9/25-26
[9] Yaşar Düzenli , Üslub
ve Semantik Açıdan Kuran ve Şefaat, S. 287-291.
[10]
Saadettin Merdin, 06/25/2016
[11] İktibas
Dergisi, Abdurrahman Gümüş, Sayı 313, Aralık 2005
Yorumlar
Yorum Gönder