KUR’AN VARLIKTA ESMA’YI OKUTUYOR

 

                   KUR’AN VARLIKTA ESMA’YI OKUTUYOR

(YAĞMUR ÖRNEĞİ)

İçindekilerle birlikte bütün kainat,

O’nun esmasını gösteren bir şehadet parmağı hükmündedir.

Mustafa İSLAMOĞLU

 

Kur’an esmanın talimi, mahlûkat esmanın tecellisidir.

Esma,  varlığı var edene uzanan iplerdir.

Esma varlığa vurulan ilahi mühürlerdir.

Esma gayb âleminden şehadet âlemine uzatılmış nurani hidayet ipleridir.

Dilin değdiğine kalbin değmesidir esmayı okumak.

 

Kâinat sayısız varlığın birbirleriyle olan uyumu ile oluşmuş muhteşem bir eserdir. Bu eser, akılları hayrete düşüren detaylarla kusursuzca yaratılmış ve ince ayarlarla dengelenmiştir. Kâinat olağanüstü düzeni ve ölçüsü ile “Fetebarakallahu ahsenul halıkin”[1] ayetini okuyor. Ya biz? Bir ressamın, her an değişim içinde bulunan dünyanın bir anını resmettiği tablosu karşısında hayran kalıp, kâinâtın sanatkârının her an ayrı ayrı çizdiği şâheser tablolar karşısında nasıl da duyarsızız. Onu kirletmekten başka bir işe yaramıyoruz.

Yaşlı Dünyamız, Güneş çevresinde dönerken öyle bir yörünge çizer ki, her 29 km. de bir doğru çizgiden yalnızca 2.8 milimetrelik bir sapma gösterir. Eğer bu sapma 0.3 milimetre az veya 0.3 milimetre daha fazla olsa, yeryüzündeki canlılar donarak veya kavrularak ölürlerdi. Küçük bir bilye değil söz edilen, dev kütlesiyle Dünya’nın bu hareketi, milyarlarla ifade edilen büyüklükteki sistemlerin milimetrik dengelerle korunması mucizesidir.[2]

Esma açısından Kur’an, göklerde ve yerdeki(varlıktaki) esmanın hazinesi; Hz. Muhammed aleyhissalatu vesselam bu esmanın kâşifidir. Çünkü, Rasulü Ekrem Allah’ın (Kur’an’da) 99 isminin olduğunu bildirmiştir.[3]

İnsan varlığı okuma amacıyla ona baksa;  kuşun uçmak, balığın yüzmek, koyun-keçi-inek-deve gibi mübarek hayvanların süt vermek, devenin çöl için yaratıldığını rahatlıkla okuyabilir. Fakat bunlar ve diğer varlıklar niçin yaratıldıklarını bilmezler. Varlıklardaki her bir sanatın bir esmanın tecellisi olduğunu bilip okuyamazlar. Bunu okuyup anlamlandırabilecek tek varlık insandır. İnsan, varlıklar içerisinde esmanın çoğunun tecelli ettiği bir tecelligahtır. İşte bu sırdan dolayı insan yeryüzünün halifesi tayin edilmiştir.

İnsan, insan ayetini okuyarak esmaya ulaşabilir. Ben görüyorsam beni yaratan da görüyor, ben işitiyorsam beni yaratanda işitiyor, ben bilgiliysem beni yaratanda bilgilidir, ben cömertsem oda cömerttir ve hakeza… Fakat insan bilgiyi sonradan öğrenir, insan cimridir de. Kulağı sağır, gözü kör olur. İnsan, Allah’ın isimlerinin mazrufunu ancak Kur’an’dan öğrenebilir. Bu kıyaslar insanın esmaya attığı ilk adımlardır. Fakat insan adım attığı zemini de iyi bilmelidir. İnsanı uçuruma düşüren zeminler olabilir. Kur’an, esma hususunda insanın ayağını kaymaktan kurtaracak tek zemindir.

Allah Tasavvuru ve Esma

“Allah hakkında bilginiz olmayan şeyi kendisine atfetmenizi yasaklamıştır. (A’raf, 33).(Şeytan) Sizi yalnız kötülük işlemeye, iğrenç ve çirkin işler yapmaya ve hakkında bilgi sahibi olmadığınız şeyleri Allah'a isnat etmeye çağırır. (Bakara, 169).Hal böyleyken, yine de, nice insan, herhangi bir bilgiye sahip olmaksızın Allah hakkında tartışmakta ve (bu yolda,) baş kaldıran her türlü şeytanî gücün peşine takılmaktadır. (Hac, 3).Hal böyleyken, yine de insanların içinde niceleri vardır ki, herhangi bir bilgiye, herhangi bir doğru yol öğretisine ve ışık saçan bir ilahî kitaba sahip olmaksızın Allah hakkında tartışmaktadır. (Hac, 8)

İnsanın Allah tasavvurunu Kur’an inşa etmelidir. Allah tasavvuru yanlış olanın hiçbir tasavvuru doğru olmaz. Çünkü “Allah göklerin ve yerin(varlığın) nurudur”.[4] Bütün bir varlıkla O’nun bir bağı vardır. O bağ Allah’ın varlığa koyduğu; hikmet, sanat, kudret, ilim ve hayat bağıdır. İşte bunlar varlıkta Allah’ın bir mührüdür(nurudur). Eserden müessire götüren yoldaki ışık(nur)lardır. Allah tasavvuru kalbe/akla takılan bir gözlük gibidir. Kalbi/aklı miyop, hipermetrop ve astigmat kusurlarından kurtarır.

Esma, her varlığın yaratılışından nihayetine kadar onu sarmalayan gülün yaprakları misalidir. Yani varlığın vücut sahnesine çıkmasından, varlık sahnesinden silinmesine kadar bir gül goncasının yapraklarının açılıp arzı didar etmesi(yüzünü göstermesi)ne benzer varlıkta esmanın tecellisi. Yani varlığın her anı esma iplikleriyle bağlıdır.

Göklerde ve yerde bulunan her varlık O’na muhtaçtır; O her an, hayata ve varlığa dair her işe müdahildir. Varlık vücuda gelirken Allah’ın Halık, Hallak, Bedi, Falik, Bari, Musavvir ve Muhyi isimleri tecelli eder. Vücuda geldikten sonra da bu esmaların mertebeleri o varlıkta tecelli eder. Her bir canlı vücuda geldiğinde Bari isminin tecellisine, teşekkülünde Musavvir isminin tecellisine, rızıklandırıldığında Razzak isminin tecellisine, rızkının sürekli yaratılması Hallak, Kayyum isminin tecellisine, hastalandığında Şafi isminin tecellisine mazhardır.[5]

Rızka muhtaç canlılarda her an Razzak, Kerim, Ganiyy, Vahhab isimleri tecelli eder ve o varlıklar bu isimlerin tecellisine muhtaçtırlar. Bu isimler aynı anda tecelli eder. Çünkü rızık verenin cömert(Kerim), zengin(Ganiyy), karşılıksız veren(Vahhab) olması gerekir. Bunu, Allah’ın rızık taksiminde müşahede ediyoruz.  Rızka muhtaç canlılar içerisinde şuur ve irade sahibi olan insandır. İnsanlar içinde mutiler olduğu gibi asiler de vardır. Allah rızık vermekte asileri ayırt etmez. İşte burada da Sabur, Rahman, Rahim, Rauf, Halim, Hakim, Mucib isimleri tecelli eder.

Esmayı Nasıl Okuyacağız!

Göklerde ve yerde ne ayetler var ki, (insanoğlu) yanından geçip giderde onlara dönüp bakmaz bile. (Yusuf,105)

Okumayı sadece bir kağıttan bir metni okumaya indirgendiğimizde yenilmiştik.

Ayet kelimesi sözlükte "bir şeyin tanınmasına sebep olan ve varlığını gösteren İşaret, açık alâmet, delil, ibret, şaşırtıcı şey, mucize ve topluluk" anlamlarına gelir. Terim olarak, Kur'an’ın bir veya birkaç kelime yahut cümleden meydana gelen bölümlerini ifade eder. Burada ayet kelimesi alâmet, delil, mucize ve ibret veren şey manalarında kullanılmıştır. Yani gerek insanın kendisinde gerekse dış dünyada, göklerde ve yerde Allah'ın varlığına, birliğine, ilmine, kudretine ve hikmetine delâlet eden nice deliller vardır ki bunlar insanların nazarı dikkatine sunulmuştur. İnsanoğlu ilmî, fikrî, felsefî ve amelî hayatında bu olaylarla her zaman karşı karşıyadır. Bu tabiat olaylarını düşünüp bunlardaki incelikleri, bunlara hâkim olan ilahi kanunları keşfetmesi ve yaratanını tanıması gerekirken o, düşünmeden, ibret almadan bunlara sırt çevirip gider. Hâlbuki insanoğlu kevni ayetleri düşünüp dikkatli bir şekilde incelese; imanını taklitten tahkike çıkararak insanı kâmil olma yolunda ilerleyecektir. Kevni ayetler (insan, hayvan, bitkiler, güneş sistemi, galaksiler ve bunların mülk ve melekût/dış ve içlerindeki harika ölçülülük) mucizeden başka bir şey değildir. Mucize olağanüstü şey değil, insanın yapmaktan aciz kaldığı şeydir. Kevni ayetleri okuyamayanlar, rivayet edebiyatında mucize arayacaklardır. Bu; akla karşı hissin savaşıdır.

Vahiy muhataptan sadece “okumasını” değil, “Allah adına okumasını” istemektedir. Hatta emrin vurgusu “okumaya” değil, “Allah adına/adıyla okumaya” dır. Çünkü tüm akletme faaliyeti zaten bir okumadır. Gören, işiten, dokunan, tadan, düşünen, öğrenen insan, ister istemez okuma işini zaten yapmaktadır. Fakat yanlış okumaktadır. Yani, yanlış anlamakta, anlamlandırmakta, bilmekte ve bildirmektedir. Doğru okumanın en garantili anahtarı Allah adına okumaktır.[6]

Gelin, büyük bir hazinenin şifresi yazılı olan bir sayfayı onunla okuyabileceğimiz bir gözlük hayal edelim. Bu gözlükle sayfadaki belirsiz ve dağınık yazılar belirgin ve derli toplu bir hale geliyor. Çıkardığımızda sayfadaki yazılar birbirine giriyor. İşte o gözlük tevhit gözlüğüdür. O sayfa şu kâinattır. Şirk ehlince anlamasız ve karmakarışık gibi görünen kâinat sayfası, tevhit gözlüğüyle O’nun güzel isimlerinin tecellisi olarak görünür. Bunu okuyabilmenin, görebilmenin ruhu da “Allah adına” okumaktır.

Tarihte sayısız dahi derecesinde filozoflar salt akılları ile kâinatta boğulup küfür ve şirk çukurundan kurtulamamışlar. Demek ki kâinatı Kur'an ayetleriyle/Allah adına okumak iktiza ediyor. Kur'an, Allah'ın Alîm isminden gelen bir kitap olduğu için, kâinatta tecelli olarak görünen tevhit hakikatlerini bütün aksam ve inceliklerini eksiksiz ve uyumlu bir şekilde akla gösteriyor.

Kitap sadece iki kapak arasında yazılmış metinler topluluğu değildir. Kâinat okumakla bitmeyecek bir muhteşem kitaptır. Kuran pek çok ayetinde kâinatı(varlığı) okumamızı ya sarahaten ya da işari olarak istiyor. Yani kavli ayetler, kevni ayetleri okumamızı emir ve teşvik ediyor.  Kevni ve kavli ayetler birbirlerini şerh ediyorlar.

Sure-i Rum’daki şu ayetler kâinat kitabından büyük bir sayfayı önümüze açıp okumamızı istiyor.

Sizi topraktan yaratmış bulunması, O'nun ayetlerindendir; sonra siz, (yeryüzünün her yanına) yayılmakta olan bir beşer (türü) oldunuz. Onda 'sükun bulup durulmanız' için, size kendi nefislerinizden eşler yaratması ve aranızda bir sevgi ve merhamet kılması da, O'nun ayetlerindendir. Şüphesiz bunda, düşünebilen bir kavim için gerçekten ayetler vardır. Göklerin ve yerin yaratılması ile dillerinizin ve renklerinizin ayrı olması, O'nun ayetlerindendir. Şüphesiz bunda, alimler için gerçekten ayetler vardır. Geceleyin ve gündüzün uyumanız ile O'nun fazlından (geçiminizi temin için rızkınızı) aramanız, O'nun ayetlerindendir. Şüphesiz işitebilen bir kavim için gerçekten ayetler vardır. Size bir korku ve umut (unsuru) olarak şimşeği göstermesi ile gökten su indirmek suretiyle ölümünden sonra yeri onunla diriltmesi de, O'nun ayetlerindendir. Şüphesiz bunda, aklını kullanabilecek bir kavim için gerçekten ayetler vardır. Ve yerin O'nun emriyle (hareketten kesilip olduğu yerde veya bu düzen içinde) durması da, O'nun ayetlerindendir. Sonra sizi yerden (toprağın altından) bir (kere) çağırma ile çağırdığı zaman, hemencecik siz (bir de bakarsınız ki) çıkarılmışsınız. (Rum, 20-25)

Bu ayetleri ne demiş diye okursak maksadı göz ardı ederiz. Ne demek istiyor diye okursak; akıl, kalp ve vicdan ufuklarımıza Kur’an yeniden (mana olarak) nazil olacak ve varlıkta varlığı var edenin esmasını okuyacağız. Ve ayetlerdeki;  Halık, Hallak, Hayy, Muhyî, Musavvir, Razak, Kadîr, Rahman, Rahîm ve daha onlarca esmanın resmigeçidine şahit olacağız.

Gökyüzü, rüzgâr, bulut, yağmur, gök gürültüsü, dağlar, denizler, dünya, ağaçlar, bitkiler, hayvanlar[7]  ve hakeza… bütün bir varlık esmanın tecellisidir.

Sanat sanatkârının habercisidir. Sanat fiilden, fiil failden, fail isimden haber verir. İnsanların parmak ısırtan nevinden eserlerin nasıl bir sanatkârı varsa, kâinat sarayı nasıl sanatkârsız olabilir. İşte O, bütün esmanın bize tanıtmaya çalıştığı âlemlerin Rabbi Allah’tır.

Her ismin sayısız cilvesi (yansıması), ihsan, cemal ve kemal mertebeleri vardır.  Mesela Cennet;  Rahman isminin bir cilvesi, cennetin bütün nimetleri o ismin ihsan, cemal ve kemal mertebesidir. Dünyadaki bütün nimet ve rızıklar Rahman isminin bir damlası mesabesindedir.[8]

Rasuli Ekrem, “Ya Rabbi kâinat karşısında hayretimi artır.” diye dua etmektedir. Allah’ın mükemmel eseri kâinat kitabını bu hayret ve hikmet nazarı ile seyredip okursak hem imanımız artacak hem de önümüzde ufuklar açılacaktır. Nitekim suyun, rüzgârın gücünü iyi okuyan bilim adamları bunlardan elektrik üretmeyi başarmıştır. Nice teknolojik ürün kâinattaki varlıklardan ilhamla ortaya çıkmıştır. Ve bu buluşları keşfeden milletler tarihin öznesi olmuşlardır. Kâinat kitabını okumak Rabbimizin de emridir. Gaşiye süresinde: “Bakmazlar mı devenin nasıl yaratıldığına, göğün nasıl yükseltildiğine, dağların nasıl dikildiğine, yeryüzünün nasıl yayıldığına?..”(Gaşiye, 17-20)

Bütün bunları yapabilmek iç okumayı başarmakla olur. Ondan sonra dış(varlığı) okuma başlar. Peki, iç okuma nasıl gerçekleşecek. İç okuma Big Bang gibi dış okumayı netice verecektir. İnsan sanki kâinatın küçük bir kopyası gibi değil mi? Fakat insan, sömürü düzenlerinin tüketim kölesi olarak nesneleştirilmektedir.

Muhyiddin ŞEKÛR, Fatih Üniversitesi’nde 10 Mart 2012 de konuşmasında “üniversite” kavramına dikkat çekti ve üniversitelerin, kâinatı anlatan, onu okutan yerler olması gerektiğine dikkat çekti. İnsanın, kâinatın küçük bir modeli olduğuna da dikkat çeken Prof. Dr. Şekûr, çoğu eğitimci olan dinleyicileri kâinatı okumaya dâvet etti. “Bunları araştırın. Bunu yaparsanız mükemmel insanlar olursunuz. Bunu yapabilenlerin güzel bir aile yuvası da olur. Bir adım sonra barış içinde bir dünya da ancak bu yolla kurulabilir” diyen Şekûr, “Su Üstüne Yazı Yazmak” isimli kitabında bu düşüncelerini anlattığını söyledi.

Kur’an bir üniversite, esmanın her biri ise bir fakültedir. Kuran’ın 47 suresinin sonu esma ile bitmektedir.[9] Kur’an’daki esmaları varlıklardaki tecellileriyle okumak esma konusunda yapılması gereken çalışmalardandır.

Yağmurda Esmayı Okumak

Varlık yaratılırken Halık, Hallak, Bedi’ Fatır, Falik, Bari, Musavvir, Muhyi gibi yaratma ile ilgili esması ve Alim, Latif, Habir, Semi Basir, Şehîd, Karîb Hafîz, Rakîb, Muhît, Muheymin, Vekil, Hafî gibi ilim sıfatları; yaratıldıktan sonra Razzak, Ekrem, Kerîm, Ganiyy, Vehhab, gibi rızık ve ihsana dair esması; rızıklar dağıtılırken Rahman, Rahîm, Rauf, Afuvv, Tevvab, Gafur, Gaffar, Mucîb, Halîm, Şekur, Hadi, Mursil, Velî, Nâsır, Kafi, Selam, Mumin, Refi, rahmet, af ve bağışlama dair isimleri ve her varlığa vurulan bir mühür hükmündeki Nur ismi tecelli eder.

Ayet sonlarındaki esma rastgele bir şekilde gelmemektedir. Her isim ayetin konusuyla bağlantılıdır. Allah’ın rahmetinden söz eden ayetin sonunda rahmetle alakalı bir isim geçer. Azaptan bahseden bir ayetin sonunda da Allah’ın güçlü, mağlup edilemeyen ve intikam sahibi olduğuna işaret eden isimler geçmektedir. Yaratma ile ilgili bir ayetin sonunda da Allah’ın yüce ve hikmet sahibi olduğuna delalet eden bir isim zikredilir. Hüküm, emir ve nehiy bildiren ayetlerin sonunda da Allah’ın işitme ve bilme özelliğini bildiren isimler gelmektedir. Tevbeden söz eden ayetlerin sonunda da Ğafur ve Rahîm gibi isimler gelmektedir.[10]

Bitişik gelen esmalarda şu gayeler gözetilir. 1. Birbirini anlam olarak güçlendirmek için. Alîmun Habîr gibi. 2. Bir hakikatin iki yüzünü göstermek için. Azizun Hakîm gibi. 3. Bir esmanın tecellisine diğerini sebeb göstermek için. Huvel Gafurul Vedud gibi.[11]

Yağmur Allah, Rahman, Rahim Razzak, Rabb, Muhyi isimlerinin azami tecelli ettiği bir tecelligahtır. Özelde de Mursîl isminin tecellisidir.

Suyu, yüksek bir yerden aşağıya döktüğünüzde, toplu bir şekilde ve artan bir hızla yere döküldüğünü görürsünüz. Peki yağmur niçin böyle değil? Yağmurun indirilişiyle ilgili ayetlerde “indirdi, indirdik” filleri vardır. Bu kalıp, indirilme işine Allah’ın müdahil olduğunu gösteriyor. Demek ki Allah’ın yağmurun inişi için koyduğu bir yasa vardır, “enzele” ile onu bize ihsas ediyor.

Allah hayatı beslemek üzere yağmuru yağdırırken dağları da o sulara mahzen olarak yaratmıştır.  Ayette buna işaret edilmektedir. “Biz, rüzgârları aşılayıcı olarak gönderdik ve gökten bir su indirdik de onunla su ihtiyacınızı karşıladık. (Biz bunları yapmasaydık) siz onu (yeterli) suyu depolayamazdınız.” (Hicr, 22). Ayetin nazara verdiği ilk esma yağmuru gönderdiği için Mursîl, dağlar  ve denizler ise sulara mahzen olarak Hakîm,[12] Latif[13] ve Habîr[14]  esmasını okutuyor.

Yağmurun taneleri sayısınca menfaatler ve katreleri adedince Rahmani cilveler ve reşhaları miktarınca hikmetler içinde bulunuyor. Hem o şirin ve latif ve mübarek katreler o kadar muntazam ve güzel halk ediliyor ki, hususan yaz mevsiminde gelen dolu o kadar mizan ve intizamla gönderiliyor ve iniyor ki, fırtınalarla çalkanan ve büyük şeyleri çarpıştıran şiddetli rüzgârlar, onların muvazene ve intizamlarını bozmuyor; katreleri birbirine çarpıp, birleştirip zararlı kütleler yapmıyor. Ve bunlar gibi çok hakimane işlerde ve bilhassa zihayatta çalıştırılan basit ve camid şuursuz hidrojen oksijen gibi iki basit maddeden terekküp eden bu su, yüz binlerle hikmetli ve şuurlu ve muhtelif hizmetlerde ve sanatlarda istihdam ediliyor. Demek bu tecessüm etmiş ayn-ı rahmet olan yağmur, ancak bir Rahman-ı Rahim hazine-i gaybiye-i rahmetinde yapılıyor ve nüzulüyle O'dur ki, onlar umutlarını kestikten sonra yağmuru indirir ve rahmetini serip-yayar. O, Veli'dir, Hamid'dir.” (Şura, 28), ayetini maddeten tefsir ediyor.[15]

Şu ayetlerde yağmurun yüzer faydalarından bazılarına işaret etmektedir: Doğrusu suyu bol bol indirmekteyiz. Sonra yeryüzünü iyice yarmakta ve orada taneli ekinler, üzümler, sebzeler, zeytin, hurma ağaçları ve bahçelerde koca koca ağaçlı meyveler ve çayırlar bitirmekteyiz. Bunlar sizin ve hayvanlarınız için geçimliktir.(Abese, 25-32). “O, gökten su indirendir. İşte biz her çeşit bitkiyi onunla bitirdik. O bitkiden de kendisinde üst üste binmiş taneler bitireceğimiz bir yeşillik; hurmanın tomurcuğundan sarkan salkımlar; üzüm bağları; bir kısmı birbirine benzeyen, bir kısmı da benzemeyen zeytin ve nar bahçeleri meydana getirdik. Meyve verirken ve olgunlaştığı zaman her birinin meyvesine bakın! Kuşkusuz bütün bunlarda inanan bir toplum için ibretler vardır. (En’am, 99).

İşte bir bahar mevsimi, yerin lisanı hal ile ağlaması sonucu Âlemlerin Rabbi Allah’ın yeryüzünü ve içindekilerini Rahman, Rahim Razzak, Kadir, Vehhab,[16] Şekur esmasıyla güldürmesinden başka bir şey değildir. Bitkilerin ve ağaçların yağmur nimetine karşı ürünlerini çıkarması, lisanı hal ve şükür diliyle Şekur ismini tesbihtir. Yani yerden göğe bir teşekkürdür. Şekûr ismi, kulların az amellerine karşı çok mükafat veren, ecirleri kat kat artıran anlamındadır. Demek yeryüzündeki nimetler O’na az da olsa kulluk edenlere Şekûr esmasının bir tecellisidir. "Rabbiniz şöyle buyurmuştu: "Andolsun, eğer şükrederseniz gerçekten size arttırırım ve andolsun, eğer nankörlük ederseniz, şüphesiz, benim azabım pek şiddetlidir." (İbrahim, 7)  ayeti buna delildir.

Ayetlerde hangi esmaya işaretler var olduğunu anlamak için, Kur’an okyanusunun yağmur denizine bir dağlıç hassasiyetiyle girip oradan esma incilerini çıkarmak gerekir.

Ve gökten yağmur indirerek bununla sizin için (çeşitli) ürünlerden rızık çıkardı. Öyleyse (bütün bunları) bile bile Allah'a eşler koşmayın. (Bakara, 22)

Bundan bir önceki ayetin başında Rabb ismi zikredilmektedir. Rabb ismi bütün mahlûkatta istisnasız tecelli eden esmadandır. Çünkü Rabb ismi; benzeri olmayan efendi, verdiği nimetleriyle mahlûkların durumlarını düzelten, yaratma emretmenin sahibi, terbiye eden idare eden, kemale erdiren, kayyim bir şey üzerinde hak sahibi olan anlamlarına gelir.[17] Kâinatta bu ismin anlam alanı dışında kalan bir fiil var mıdır? Rabb ismi bir su gibi 21. ayetten 24. ayete kadar tesir etmektedir.

Şüphesiz göklerin ve yerin yaratılmasında, gece ile gündüzün birbiri peşinden gelmesinde, insanlara fayda veren şeylerle yüklü olarak denizde yüzüp giden gemilerde, Allah'ın gökten indirip de ölü haldeki toprağı canlandırdığı suda, yeryüzünde her çeşit canlıyı yaymasında, rüzgârları ve yer ile gök arasında emre hazır bekleyen bulutları yönlendirmesinde düşünen bir toplum birçok deliller vardır. (Bakara, 164)

Her varlıkta pek çok esma tecelli eder. Fakat her varlıkta bazı isimler azami derecede tecelli eder.  163. Ayet Rahman ve Rahim isimleriyle bitiyor. Bu ayet, Rahman ve Rahim isimlerini açıklayan isimlerin varlıktaki tecellilerine küçük bir numune gibidir. Ayet gözün gördüğü her şeyde O’nun bu iki isminin tecelli ettiğini bize okutuyor. Ve bize; kusurları örtmede gece gibi olmayı, gemi gibi yük almayı, yağmur gibi diriltici olmayı, bulut gibi ilahi emirlere hazır olmayı işari olarak ders veriyor.

Rüzgârları rahmetinin önünde müjde olarak gönderen O'dur. Sonunda onlar (o rüzgârlar), ağır bulutları yüklenince onu ölü bir memlekete sevkederiz. Orada suyu indirir ve onunla türlü türlü meyveler çıkarırız. İşte ölüleri de böyle çıkaracağız. Her halde bundan ibret alırsınız. (A’raf, 57).

Kur’an ayetlerinde öyle derin anlamlar ve mahlûkat arasında öyle bağlar var ki her bir varlığın (yağmur gibi) diğer varlıklarla ve Allah’la bağını açıklamak için ciltlerle esere ihtiyaç vardır. Bu ayette görüldüğü gibi Allah’ın rahmetinin önünde rüzgârları göndermesi, rüzgârların bulutları yüklenmesi, bulutların ölü bir memlekete sevk edilmesi, bulutlardan yağmurun yağdırılıp türlü meyvelerin çıkartılması ve bunun ölüleri diriltmeye benzetilerek ibret almaya davetle Allahu Teala düşünen insana, gökyüzü ve yeryüzü arasında akli ve kalbi bir seyahat yaptırarak eserden müessire oradan esmaya bir hat, bir işaret çiziyor. Ve Rabb, Rahman, Rahim, Hakîm, Kadir ve Muhyi(ölüleri dirilten) esmasını bizlere fillerinin arasında okutturuyor.

Şu ayetlerde de yağmurla ölü yeryüzünün diriltilmesinden mahşerde ölülerin diriltilmesine geçilerek varlığı okumaya dair örnekler sunuluyor. Yağmurla baharda yeryüzünün canlandırılmasında Rabb, Rahman, Rahim, Razzak, Kadir, Musavvir, Hakîm, Vahhab isimlerini; ölüleri diriltmeyle de Muhyi ve Kadir ismini okutturuyor. Senin yeryüzünü kupkuru görmen de Allah'ın ayetlerindendir. Biz onun üzerine suyu indirdiğimiz zaman, harekete geçip kabarır. Ona can veren, elbette ölüleri de diriltir. O, her şeye kadirdir. (Fussilet, 39).  Gecenin ve gündüzün değişmesinde, Allah'ın gökten indirmiş olduğu rızıkta (yağmurda) ve ölümünden sonra yeri onunla diriltmesinde, rüzgârları değişik yönlerden estirmesinde, aklını kullanan toplum için dersler vardır. (Casiye,5). Gökten bir ölçüye göre suyu indiren O'dur. Biz onunla (kupkuru), ölü memlekete hayat veririz. İşte siz de böylece (mezarlarınızdan) çıkarılacaksınız. (Zuhruf,11).

Hem Zuhruf, 11 ayeti yağmur dengesine şöyle işaret ediyor. Ölçümlere göre, yeryüzünden bir saniyede 16 milyon ton su buharlaşmaktadır. Bir yılda bu miktar 505 trilyon tona ulaşır. Bu, aynı zamanda bir yılda Dünya'ya yağan yağmur miktarıdır. Yani su, sürekli bir denge içinde, "bir ölçüye göre" dönüp durmaktadır. Yeryüzündeki hayatın devamı da, bu su döngüsü sayesinde sağlanır. İnsan sahip olduğu tüm teknolojik imkânları kullansa dahi bu döngüyü asla yapay olarak gerçekleştiremez.[18]

Yağmurdaki ölçü sadece miktarında değil, aynı zamanda yağmur damlalarının düşüş hızında da söz konusudur. Yağmur damlası ne kadar büyük olursa olsun, yeryüzüne düşme hızları belli bir limitin üzerine çıkmaz. Nobel ödüllü Alman fizikçi Philipp Lenard, çalışmaları sonucunda yağmur damlalarının çapları genişledikçe, düşme hızlarının arttığını tespit etmiştir. Ancak düşme hızındaki bu artış, yağmur damlasının çapı 4.5 mm olana kadar devam etmekteydi. Daha büyük yağmur damlalarında ise, düşme hızları saniyede 8 m'yi geçmemektedir. Bunun sebebi damlaların düşerken aldıkları şekildir. Yağmur damlalarının bu özel şekli, atmosferin sürtünme etkisini artırır ve damlaların belli bir hız limitini aşmalarını önler. Eğer bu miktarda en küçük bir değişiklik bile olsa, kısa bir zaman sonra büyük bir ekolojik dengesizlik ortaya çıkacak ve bu da hayatın sonunu getirecektir. Fakat hiçbir zaman böyle olmaz; yağmur, Kuran'da bildirildiği gibi, yeryüzüne her sene aynı miktarda inmeye devam eder.[19]

Ya içtiğiniz suya ne dersiniz? Buluttan onu siz mi indirdiniz, yoksa indiren biz miyiz? Dileseydik onu tuzlu yapardık. Şükretmeniz gerekmez mi? (Vakıa, 68-70). Bu ayetlerde; iki zıt elementten (oksijen ve hidrojen) hayatın kaynağı suyu yaratmak Kadir, bunu canlılara en faydalı olacak şekilde bir ölçüye göre alması O’nun Alîm, Habîr, Latîf ismini okutturmuyor mu?

Gökten suyu indiren O'dur. Ondan hem size içecek vardır, hem de hayvanlarınızı otlatacağınız bitkiler. (Nahl, 10). İşte şu ayet avamdan havasa herkesin okuyabileceği bahar da büyük harflerle yazılmış bir sayfadır. Halık,  ve Razzak esması dağ gibi kendini gösteriyor. Peşinden gelen ayette bunun üzerinde düşünmemizi isteyen ayetlerdendir. (Allah) su sayesinde sizin için ekinler, zeytinler, hurmalar, üzümler ve diğer meyvelerin hepsinden bitirir. İşte bunlarda düşünen bir toplum için büyük bir ibret vardır. (Nahl,11). Surenin 65. ayeti de yine düşünmeye çağırıyor. Allah gökten bir su indirdi ve onunla yeryüzünü ölümünden sonra diriltti. Şüphesiz ki bunda dinleyen toplum için bir ibret vardır. (Nahl, 65). Bu üç ayette  Mursîl, Halık, Razzak, Muhyî, Musavvir, Alîm, Vehhab esmasıyla varlığa nimetlerle tecellisini göstermiştir. Vedud esması, bu nimetlere sebeb olmuş, bu isimler ise seferber. Vedud (çok seven ve çok sevilen)[20] ismi Kur’an’da iki yerde geçer. Aslında Allah mahlukatına verdiği nimetleriyle “Ben Vedud’um” diye her an nida etmektedir. Az geçmesinin sırrı budur. İki defa geçmesinin sırrı ise nimete nail olduğumuzda başta “Bismillahı” ahirde “Elhamdulillahı” unutmamamız içindir.

Hacc Suresi 63-65 ayetlerde Latîf, Habîr, Ganiyy, Hamîd, Rauf, ve Rahîm esmasının yağmurda tecelli ettiğine sarahaten işaret mevcuttur.  Görmedin mi, Allah, gökten su indirdi, böylece yeryüzü yemyeşil donatıldı. Şüphesiz Allah, lütfedicidir, her şeyden haberdardır. Göklerde ve yerde her ne varsa O'nundur. Şüphesiz Allah, hiç bir şeye ihtiyacı olmayan (Gani)dır, övülmeye layık olandır. Görmedin mi, Allah, yerdekileri ve denizde onun emriyle akıp giden gemileri, sizin yararınıza verdi. Ve izni olmadıkça, göğü yerin üstüne düşmekten alıkoyar. Şüphesiz Allah, insanlara karşı şefkatlidir, çok merhametlidir. (Hacc, 63-65).

O'dur ki, onlar umutlarını kestikten sonra yağmuru indirir ve rahmetini serip-yayar. O, Veli'dir, Hamid'dir. (Şura, 28). Ayette sarahaten yağmurda Veli ve Hamîd esmasının tecellisi zikrediliyor.

Sıkışan bulutlardan şarıl şarıl akan sular indirdik. Size tohumlar, bitkiler, yetiştirmek için. Ve ağaçları(birbirine) sarmaş dolaş bahçeler. (Nebe, 16). Bütün bu nimetlendirmeler yağmur vesilesiyle olmuyor mu? İşte bu fiillerin arkasında Rahman ve Razzak ismi apaçık görünüyor. Denizlerde  gemiler su(yağmur) neticesinde yüzdürülmüyor mu? Bu da O’nun Rahman ve Razzak olduğunu göstermez mi? (O öyle lütufkâr) Allah'tır ki, gökleri ve yeri yarattı, gökten suyu indirip onunla rızık olarak size türlü meyveler çıkardı; izni ile denizde yüzüp gitmeleri için gemileri emrinize verdi; nehirleri de sizin (yararlanmanız) için akıttı. (İbrahim, 32).

Biz gökten belli bir miktarda su indirdik ve onu yeryüzünde yerleştirdik; şüphesiz Biz onu (kurutup) giderme gücüne de sahibiz. (Müminun, 18).

İçtiğimiz, kullandığımız, besinlerle aldığımız su, bize her an düzenli olarak arıtılmış şekli ile geri gelir. Çünkü su, sıcaklıktan etkilenerek 3 farklı halde bulunabilir. Katı hale gelen su, adeta rezerve edilmiş gibi kutuplarda dev buzullar şeklinde saklanmaktadır. Yeryüzünde kullanılan su ise, gaz haline dünüşebildiği için buharlaşarak havaya yükselir ve burada yeniden insanların kullanımına sunulacak şekilde sıvı hale dönüşüp yağmur olarak yeryüzüne düşer. Kısacası bizler, suya özel olarak verilmiş bu özellikler sayesinde defalarca aynı suyu içer, defalarca aynı suyu kullanırız. Su, Allah'ın dilemesi ile bizlere "arıtılmış" hali ile sürekli olarak ikram edilir. Ayet suyun O’nun iradesiyle durdurulduğunu ifade ediyor. Demek ki yağmurun indirilmesi de yeryüzünde durdurulması O’nun izniyle, iradesiyle ve hikmetiyledir.[21]

Gökten bereketli bir su indirdik, onunla bahçeler ve biçilecek daneler bitirdik. Birbirine girmiş, kat kat tomurcukları olan uzun boylu hurma ağaçları yetiştirdik. Kullara rızık olması için.Ve o su ile, ölü toprağa can verdik. İşte hayata yeniden çıkış da böyledir. (Kaf , 11).

Yağışlarla toprağa inen bu tuzlar, verimi artırmak için kullanılan geleneksel gübrelerin bazılarının (kalsiyum, magnezyum, potasyum v.b.) küçük örnekleridir. Bu tür aerosellerde bulunan ağır metaller ise, bitkilerin gelişiminde ve üretiminde verimlilik artırıcı elementleri oluştururlar. Kısacası, yağmur önemli bir gübredir. Fakir bir toprak, yalnızca yağmur aracılığıyla gelen bu gübrelerle bile, yüzyıllık bir süre içinde bitkiler için gereken tüm elementleri kazanabilir. Ormanlar da, yine bu deniz kökenli aerosoller yardımıyla gelişir ve beslenirler. Bu yolla, her yıl kara parçalarının toplam yüzeyi üzerine 150 milyon ton gübre düşmektedir. Bu doğal gübreleme işleyişi olmasaydı, dünya üzerinde çok daha az bitki olacak, hayat dengesi bozulacaktı. Yüce Rabbimiz’in belli bir miktar suyu gökten indirmesi, bu suyun içilebilecek tatta olması, ölü bir beldeyi canlandırması şüphesiz O’nun bize verdiği büyük bir nimettir.[22]

Biz gökten tertemiz bir su indirmekteyiz. Onunla ölü bir beldeyi (toprağı) canlandırmak ve yarattığımız hayvanlardan ve insanlardan birçoğunu onunla sulamak için." (Furkan, 48-49).

Yağmurun, canlılar için kaçınılmaz bir ihtiyaç olan suyu yeryüzüne bırakmasının yanında bir de gübreleme özelliği vardır. Denizlerden buharlaşarak bulutlara ulaşan yağmur damlaları, ölü toprağı "canlandıracak" bazı maddeler içerirler. Bu "canlandırıcı" özellikli yağmur damlalarına 'yüzey gerilim damlaları' adı veriliyor. Yüzey gerilim damlaları, biyologların deniz yüzeyinin mikro katmanı dedikleri üst kısımda oluşurlar; milimetrenin onda birinden daha ince olan bu yüzeysel zarda, mikroskobik alglerin ve zooplanktonun bozulmasından gelen pek çok organik artık vardır. Bu artıkların bazıları, deniz suyunda çok az bulunan fosfor, magnezyum, potasyum gibi elementleri ve ayrıca bakır çinko, kobalt, ve kurşun gibi ağır metalleri seçip ayırarak, kendi içlerinde toplanırlar. Yeryüzündeki tohum ve bitkiler yetişmeleri için gereksinim duydukları çok sayıdaki madensel tuzları ve elementleri işte bu yağmur damlalarında bulurlar.[23]

Kıssadan hisse: Ey insan, eğer yağmurdan dolayı birine teşekkür edeceksen, o biri yağmur ve rüzgar değil, yağmuru ve rüzgarı  “sevk eden” (el- Mursil) Allah’tır. Bu rahmet zincirini harekete geçiren gücü fark edersen, bütün parça ilişkisini fark etmiş olursun. İşte o zaman tevhidi bir bakışa sahip olursun. Ayetin bir de mecazi yorumu var: Kur’an’da rüzgar-rahmet/yağmur istiaresinin kullanıldığı her yerde, vahye bir işaret yada ima vardır. Ortalığı kasıp kavuran ve her şeyi havaya savuran rüzgar, nasıl ki arkadan gelen yağmurun habercisiyse, Mekke yıllarında vahyin estirdiği bu fırtınada çekilen sıkıntılar da, arkadan gelen rahmetin habercisidir. Bu ayet müşrik akla şunu söyler: Ey müşrik akıl! Yağmuru rüzgarın getirdiğini bilir ve inanırsın. Yağmuru haber veren bir rüzgar çıktığında, havada tek bir bulut dahi olmasa, “Bu rüzgar yağmur getiriyor” bile dersin. Çoğu kere tahminin doğru çıkar. Fakat çöle dönmüş gönülleri cennete çevirecek bir baharın manevi yağmuru olan vahyin, insanlar için seçilmiş bir “elçi” eliyle gelmesini yadırgarsın. Oysa yağmuru rüzgarın getirmesi ne kadar doğalsa, vahyi peygamberin getirmesi de o kadar doğaldır. O rüzgarı Allah’ın gönderdiğini şirke bulaşmış mantığınla sen bile inkar edemiyorsun da, vahye elçilik yapan peygamberi Allah’ın gönderdiğini neden inkar ediyorsun?[24]

Hülasa olarak: İşte şu ayet bütün esmaya işaret eden bir ayettir. Eğer her ikisinde (gökte ve yerde) Allah'ın dışında ilahlar olsaydı, elbette, ikisi de bozulup gitmişti. Arşın Rabbi olan Allah onların nitelendire geldikleri şeylerden yücedir. (Enbiya, 22). Göklerde ve yerde Allah’tan başka ilahlar olmadığına göre ve bütün varlık(kainat) esmanın tecelli olduğuna göre; bu ayetin bizi çağırdığı okumaya odaklansak esmayı bütün mertebeleriyle okuyabileceğiz!

Kur’an’ın insanlıkta yerleştirmeye çalıştığı ana konular tevhid, nübüvvet, adalet ve ahiret olmak üzere dörttür. Bu üç nehir (nübüvvet, adalet, ahiret) de “tevhid denizi”ne dökülüyor. Kur’an’daki sair konular bu esasata kuvvet vermek için gelir. Tıpkı denizi besleyen ırmaklar gibi. Dolayısıyla, Allah’ın varlığa her an müdahil olması, varlığın Lailahe illallahı tesbihinden başka bir şey değildir. İnsana düşen de varlığın bu tesbihine, esmanın tecellisini okuyarak dahil olmasıdır. Kur’an okumayı seslendirmek olarak algıladığımız gibi,  Göklerde ve yerde nice ayetler vardır ki, üzerinden geçerler de, ona sırtlarını dönüp giderler. (Yusuf, 105) de ifade edildiği gibi, yağmur; bakıp da görmediğimiz kainat kitabının bahar sayfasından bir ayettir.

 


[1] Mu’minun, 14; Saffat, 125

[2] Bilin ve Taknik Dergisi, Temmuz, 1993

[3] Tirmizi, Daavat, 83

[4] Nur, 35

[5] Said NURSİ, Mesneviyi Nuriye, 49

[6] Mustafa İSLAMOĞLU, Kur’an’a Göre Esma I, 41

[7] Nahl, 7. ayette yük taşıyan hayvanatın Rauf ve Rahim isimlerinin tecellisi olduğuna sarahaten işaret var. O Rahim ve Rauf olmasa insandan çok güçlü hayvanları insana musahhar edip hizmetine verir miydi? Demek ki onların musahhar yaratılmaları Rauf Ve Rahim esmasının tecellisidir.

[8] Said NURSİ, Sözler, 582

[9] Faruk TUNCER, Kur’an Surelerindeki Eşsiz Ahenk, 206-209

[10] Bakınız: Faruk TUNCER, Kur’an Surelerindeki Eşsiz Ahenk; Said NURSİ, 25. Söz; Mustafa İSLAMOĞLU, Kur’an’a Göre Esma I, 106-108

[11] Mustafa İSLAMOĞLU, Kur’an’a Göre Esma I, 104-106

[12] Hakîm: Doğru olandan başkasını söylemeyen ve yapmayan anlamındadır. Suat YILDIRIM, Kur’an’da Uluhiyyet, 177

[13] Latîf: Faydalı olan şeyleri Kullarına ve mahluklarına güzellik ve incelikle ulaştırmakla lütuf ve ihsan eden anlamındadır. Suat YILDIRIM, Kur’an’da Uluhiyyet, 229

[14] Habir: Kendisinden gizli haberler saklı kalmayan , mülkünde olup biten her şeyden, hareket eden her şeyden, hareket eden her bir zerreden bile haberdar olan anlamındadır. Suat YILDIRIM, Kur’an’da Uluhiyyet, 139

[15] Said NURSİ, Şualar, 7. Şua

[16] Vehhab: kullarına çok çok ve tekrar suretiyle inamda bulunan, yahut hak sahibi olmaksızın insanlara lütuf ve ihsanda bulunan anlamındadır. Suat YILDIRIM, Kur’an’da Uluhiyyet, 184

[17] Suat YILDIRIM, Kur’an’da Uluhiyyet, 89

[18] http://en.wikipedia.org/wiki/Water_cycle

[19] Harunyahya.org

[20] Mustafa İSLAMOĞLU, Kur’an’a Göre Esma I, 671

[21] Harunyahya.org

[22] Harunyahya.org

[23] Harunyahya.org

[24] Mustafa İSLAMOĞLU, Kur’an’a Göre Esma II, 598

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

MEKKİ SURELERDE SALÂT KAVRAMININ SEMANTİĞİ

SALAT’IN NAMAZ ANLAMI ÜZERİNE

KEVSER SURESİNİN İNCELENMESİ