KUR’ÂN’DA AHLAK İÇERİKLİ MESELLER
KUR’ÂN’DA AHLAK İÇERİKLİ MESELLER
Genel olarak ahlaki hükümler
içeren ayetler, insanın ve toplumun sahip olması gereken iyilikler ve
güzelliklerle, sakınmaları gereken kötülükleri ve çirkinlikleri içermektedir.[1]
İyiliğe ve doğruluğa davet mesellerdeki nihai amaçlardandır.
Atalarının kabileciliğe dayalı cahiliye
ahlakına karşılık Kur'ân bir ve tek olan Allah’ın rızasını gözeten tevhide dayalı
bir ahlak anlayışı getirmiştir. İslam’ın gayesi ahlaklı insanlardan oluşan bir
toplum meydana getirmektir.
Kur'ân’ın genelde insanlık
hayatına, özelde bu hayatın ahlakla ilgili kısmına dair getirdiklerini iyi
kavramak gerekiyor. Müslümanın dinini doğru kavrayıp dindarlığını ahlaki
ilkeler üzerinde kurması gerekiyor.
Kur'ân mesellerinin doğru
anlaşılması ile bu mesajların evrensel ahlaki ilkelere ve davranışlara
dönüşmesiyle mümkün olacaktır.
Müslüman olmak; hakikatin,
adaletin, faziletin ve takvanın sözcüsü, temsilcisi olmak demektir. İnsanın
kazanması önerilen bu erdemlerde Kur'ân meselleri birer yol gösterici olacaktır.
Kur’ân’daki meselleri itikat, amel
ve ahlak olmak üzere üçe ayırabiliriz. Bu çalışmada ahlak ile ilgili meselleri
inceleyeceğiz.
1. Malını
Allah Yolunda İnfak Edenlerin Meseli
Bakara Sûresinde infak edenlerin meselleri şöyle
anlatılmaktadır: “Allah yolunda mallarını harcayanların örneği, yedi başak
bitiren bir dane gibidir ki, her başakta yüz dane vardır. Allah dilediğine kat
kat fazlasını verir. Allah'ın lütfu geniştir, O her şeyi bilir.” (Bakara 2/261)
Bu meselde manevi bir mefhum olan ecir ve sevap göz
önüne koyularak muhataplar infaka teşvik edilmektedir.[2]
Salih amellere kat kat karşılık verileceği müjdelenen bu meselde bir taneden
yedi başak; her başaktan yüz tane toplamda yedi yüz tane şeklinde elde edilen
bir verim görülmektedir. Amellerin ihlasına göre bu verimin değişebileceğini
vurgulamaktadır.[3]
Bakara Sûresinde Allah yolunda infak edenler 265.
ayette de mesel irad edilerek anlatılmaya devam etmektedir.
“Allah'ın rızasını isteyerek ve içlerinden gelerek mallarını infak
edenlerin durumu, bol yağmur aldığında ürünlerini iki kat veren bir tepedeki
bahçenin örneğine benzer ki ona bol yağmur isabet etmese de bir çiseleme dahi
yeter. Allah yaptıklarınızı görmektedir.” (Bakara 2/265)
Bu meselde infakın manevi yönüne dikkat çekilmektedir.
Malın Allah yolunda harcanması ile nefsi iman ve yakin üzerinde perçinleşmesi,
kökleşmesi arasındaki ilişkiye işaret eden Zemahşerî “bir Müslüman Allah
yolunda malını infak yoluyla harcadığında, artık onun tasdiki ve sevaba olan
inancı içinden gelen ihlas ve samimiyetten kaynaklanır” demektedir.[4]
İnancın gereği olarak ihtiyaç sahiplerine yardım
edenler, bu niyet, şuur ve samimiyetin derecesine göre sonuç alacaklardır;
tıpkı zararlı rüzgârlara kapalı bir yamaçta yapılmış, bol yağmurda bol mahsul,
az yağmurda az da olsa mahsul veren bahçe gibi. Bol yağmurda da az yağmurda da
ürün veren bahçe gibi Allah’ın rızasını dileyerek harcamada bulunanlar ister
tasadduk ettikleri ister az ister çok olsun muhakkak karşılıklarını
alacaklardır.
2. Dünya
Hayatının Geçiciliği Meseli
Kur'ân’da dünya hayatının geçiciliği, asıl yurdun
ahiret yurdu olduğu benzer mesellerle vurgulanmaktadır. İnsanın dünyaya
aldanmaması gerektiğini ve kalıcı yurdun ahiret olacağını bildirilen bu
misallerde salih amellere teşvik söz konusudur.
Yunus Sûresinde Allah şöyle buyurmaktadır: “Dünya
hayatının örneği gökten indirdiğimiz su gibidir. Onunla insanların ve
hayvanların yiyeceği bitkiler gürleşip birbirine karışır. Yeryüzü tüm
güzellikleriyle süslenip bezenir. İnsanlar onun üzerinde güç sahibi olduklarını
sandıkları bir anda, geceleyin veya gündüzün emrimiz gelir de orayı biçilmiş
ekine çeviririz; sanki dün hiçbir şey yokmuş gibi... Düşünen bir toplum için
ayetleri ayrıntılı olarak açıklıyoruz.” (Yunus
10/24)
Meselde dünya hayatının hali ve ondan istifade
müddetinin kısalığı, onun bu kısa müddette sahibine yönelişi, süsü ve cazip
olması sebebiyle sahibine Allah’ı unutturması, çok kısa zamanda elden çıkışı;
gökten inen su ile toprağın yeşerip görkemli bir şekilde birbirine bitki ve
ağaçların birbirine karışmasına, bütün süslerini takındıkları bu sırada onların
Allah’ın emriyle sönüp gitmesi temsil edilmiştir.
Kehf Sûresinde de dünya hayatına dair benzer bir mesel
verilmektedir:
“Onlara dünya hayatının örneğini ver. O, gökten
indirdiğimiz su gibidir. O suyla yerin bitkisi birbirine karışır. Sonunda ise
rüzgârın savuracağı kuru ota döner. Allah her şeyin üstünde bir güce sahiptir. Mal ve çocuklar, dünya hayatının süsüdür. Sürekli olan salih
davranışlar ise Rabbinin katında sevap bakımından daha hayırlıdır, umut etmek
bakımından da daha hayırlıdır.” (Kehf
18/45-46)
Yunus Sûresinde verilen meselin benzeri ikinci kez
Kehf Sûresinde gelmektedir. Dünya hayatına ölçüsüz uyarsız bağlanma tavrıyla
tam bir karşıtlık içinde Allah’a inanma ve Allah’a bağlanma teması çerçevesinde
örülen bir meseller ve temsiller serisine ayrılan bu Sûrede;[5]
mesellerde verilmek istenen mesajın ana çatısını “Biz, insanların hangisinin
daha güzel amel edeceğini deneyelim diye yeryüzündeki her şeyi dünyanın kendine
mahsus bir zinet yaptık” (Kehf 18/7) ayetinin oluşturduğu söylenebilir. Zira
insanların Allah’ın mesajını kabul etmeye yanaşmamalarının altında yatan
gerçek, hemen hemen her zaman, onların dünya metaına karşı aşırı ve körcesine
bağlılık duymaları ve bunun yanında bir de onları kendi başarıları olarak görüp
kendilerini gereksiz bir gurura kaptırmış olmalarıdır.[6]
İşte bu sebepsiz ve gereksiz gururu ve kibiri kırarak
gerçek yurt olan ahiret için kullarını salih ameller işlemeye davet eden Allah
(Kehf 18/46); ”mallarının” ve “taraftarlarının çokluğu” ile övünen kimseler
için bu misali vermiştir.[7]
Meselde verilen mesajda dünya hayatının geçiciliği
kadar, dünya hayatının dayanıksızlığı, güçsüzlüğü de vurgulanmaktadır. Onun
“heşime: kırılmış ufalanmış bitki” olması; olması; rüzgârda savrulup her
parçasının başka yere savrulmuş olması dünya hayatının acizliğini ifade
etmektedir.[8]
3. Allah’ı
Unutup Maddi İmkânlara Güvenmenin Meseli
Allah, dünyalık zenginlikleri övünme aracı yapılmasını
yasaklamak ve bu tutumda olanları ikaz etmek maksadıyla iki adamın meselini
Kehf Suresi’nde şöyle anlatılmaktadır:
“Onlara, şu iki adamı misal olarak anlat: Bunlardan
birine iki üzüm bağı vermiş, her ikisinin de etrafını hurmalarla donatmış,
aralarında da ekinler bitirmiştik. Bağların ikisi de yemişlerini verip hiçbir
ürünü eksik bırakmamışlardı. İki bağın arasından bir de ırmak akıtmıştık.
Böylece adamın bol ürünü oluyordu. Bu yüzden arkadaşıyla konuşurken şöyle dedi.
‘Ben servetçe senden daha zenginim, nüfusça da senden daha güçlüyüm. Böyle bir
böbürlenme içinde kendine kötülük ederek bağına girdi ve şöyle dedi: “Bunun hiç
bir zaman yok olacağını sanmam. Kıyametin kopa- cağını da sanmıyorum. Rabbimin
huzuruna götürülsem bile hiç şüphem yok ki ora- da bunun yerine daha iyisini
bulurum. Kendisiyle konuşmakta olan arkadaşı ona hitaben ‘yoksa sen seni
topraktan, sonra nutfeden, yaratan, daha sonra seni bir adam biçimine sokan
Allah’a da mı inanmıyorsun?’ dedi. Halbuki O Allah benim Rabbimdir ve ben
Rabbime hiçbir şeyi ortak koşmam. Keşke bağına girdiğinde her ne kadar beni
kendinden mal ve nüfus bakımından daha az buluyorsan da: 'Maşallah! Kuvvet
ancak Allah'a mahsustur!' demen gerekmez mi? Rabbim, senin bağından daha
iyisini bana verebilir ve seninkinin üzerine gökten bir felaket gönderir de
bağın yerle bir olabilir. Yahut suyu çekilir bir daha da bulamazsın' dedi. Nitekim
ürünleri yok edildi; bağın altüst olmuş çardakları karşısında, sarfettiği emeğe
içi yanıp çırpınarak 'Keşke Rabbime kimseyi ortak koşmasaydım' diyordu.” (Kehf
18/32-42)
İyi ve kötü davranışların karşılaştırmasının yapıldığı
bu meselde bazı ahlaki prensipler vurgulanmaktadır. Bunlar; servet ile
böbürlenmemek, başkalarını küçük görmemek, her şeyi yaratanı inkâr etmemektir.
Aksi takdirde bu ahlaki sapmalar mevcut mülkün yok olmasına sebep olacaktır.
Öztürk, meseli, sûre bağlamında değerlendirmekte; söz
konusu meselin ardından gelen ayetlerde dünyevileşme sorununa ve ahiret
inancına dikkat çekildiği üzerinde durmaktadır. Dünyevi hayatın bir sonucu
olarak tatminsizliği ve doyumsuzluğu; bunun da beraberinde azgınlığı
getirdiğini vurgulamaktadır.[9]
Esed, meselin “Biz, insanların hangisinin daha güzel
amel edeceğini deneyelim diye yeryüzündeki her şeyi dünyanın kendine mahsus bir
ziynet yaptık” (Kehf18/7) ayetinin açıklayıcısı olduğunu ifade etmektedir.
Allah insanlara dünyanın kendilerine sunduğu maddi yarar ve zenginliklere karşı
benimsedikleri tutumları ortaya koyması için fırsat tanımıştır. Bu pasajlar insanların
Allah’ın mesajını kabul etmemenin altında yatan sebeplerin dünya metaına karşı
olan aşırı düşkünlük ve onları kendi başarıları gibi görmekten kaynaklandığına
işaret etmektedir.[10]
4. Hz.
Peygamber ve Ashabının Örnekliği Meseli
Hz. Peygamberin ve arkadaşlarının ahlakının temsil
yöntemiyle anlatıldığı bu meselde Allah, İslam ümmetinin doğuşunu ve
kuvvetlenmesini beyan etmektedir.
“Muhammed, Allah'ın resulüdür. Onunla birlikte olanlar
da kâfirlere karşı şiddetli, kendi aralarında ise merhametlidirler. Onların
rükû ve secde ederek Allah’ın lütuf ve rızasını aradıklarını görürsün. Onların
belirtileri yüzlerindeki secde izleridir. İşte onların Tevrat'taki örnekleri
budur. İncil'deki örnekleri ise filizini çıkarmış, onu kuvvetlendirmiş,
kalınlaşmış, gövdesi üzerine dikilmiş, ziraatçıların hoşuna giden bir ekin
gibidir. Bu örnek, onunla kâfirleri öfkelendirmek içindir. Allah onlardan iman
edip salih amellerde bulunanlara bir bağışlanma ve çok büyük bir mükâfat
vadetmiştir.” (Fetih 48/29)
Müminlerin Tevrattaki vasıfları aslında tüm müminlerde
olması gereken vasıflardır. Ayette zikredilen “Kâfirlere karşı çetin olmak”
sadece sert ve katı davranmaları demek değil, “imanlarının sağlamlığı,
prensiplerinin kesinliği, hayat düzenlerinin olgunluğu ve imanlarından gelen
ileri görüşlülüklerinin şaşmazlığı sebebiyle sağlam durmaları” demektir.[11]
Hz. Peygamber ve ashabı Allah’ın rızasını kazanmak
için itaatte ve ibadette ihlasla hareket etmişler, riyadan uzak durmuşlardır.
Yüzlerindeki secde izi görülecek bir iz değil İbni Abbas’ın tabiriyle “islâm
karakteri, tavrı, vakar ve tevazusudur”.[12]
Onların İncil’deki vasıfları ise ekin temsili ile
anlatılmaktadır. Bu temsilde Allah Peygamberin ashabının önce sayıca az
olduğunu, sonra çoğaldığını bildirerek, nitelikli artmayı anlatmaktadır. Birkaç
kişinin iman etmesi ile başlayan İslamlaşma kısa zamanda büyümüş, müslümanlar
önceleri başkalarının destek ve himayesine muhtaçken giderek güçlenmiş ve kendi
ayakları üstünde durmaya başlamışlardır. Onlar zayıf ve azken tıpkı filizlenerek
büyüyüp sağlamlaşan bir ekin gibi çoğalmışlardır. Bu süreçte sahabeler cahilî
Peygamber anlayışından arındırılmış, Kur'ânî peygamber anlayışıyla beslenmişlerdir.
5. Kötü
Zannın Meseli
“Ey iman
edenler! Zandan çokça kaçının; çünkü birtakım zanlar günahtır. Birbirinizin
gizlisini araştırmayın. Birbirinizin gıybetini etmeyin. Biriniz, ölü kardeşinin
etini yemeyi sever mi? Bundan tiksindiniz değil mi? Allah’a karşı takvalı olun.
Allah tevbeleri kabul edendir, merhametlidir.” (Hucurat 49/12)
İslamî hayat tarzı kardeşlik esası üzerine
kurulmuştur. Bu muhabbeti ayakta tutan temel unsur ise sahip olunan güzel
ahlaktır. Allah için birbirini seven müslümanlar bu sevginin zarar görmemesi
için ahlaki yozlaşmalardan uzak durmalıdır.
Hucurat Sûresi 49/12. ayet ile gerçek bilgi ve kanaate
dayalı olmayan tahmine dayalı hüküm (zan), insanların gizliliklerini araştırmak
(tecessüs), ve insanları arkalarından çekiştirmek yasaklanmıştır.[13]
Mezkur ayette zikredilen bu ahlaki yozlaşmalar
kardeşinin etini yemek gibi insanların iğrenecekleri müthiş bir benzetme ile anlatılmıştır.
Gıybet edilen kimse orada bulunmayıp söylenen sözü bilmemesi ve savunacak
durumda olmaması; dolayısıyla bir ölü, hem de kardeş olan bir ölü hükmündedir.[14]
Bu mübalağalı anlatımla kötü zan, tecessüs ve gıybetten sakındırma
amaçlanmıştır.
6. Kur'ân Dağa İndirilseydi Meseli
Haşr Sûresi 21. ayette Kur'ân
mesajı karşısında insanın içinde bulunduğu gaflete dikkat
çekilmektedir. Zikredilen meselde
Yüce Allah’ın aza metine, kudretine ve mutlak egemenliğine yakışır
şekilde davranmak gerektiğinin vurgusu yapılmaktadır.
“Eğer biz bu Kur'ân'ı bir dağa indirseydik, muhakkak
ki onu, Allah korkusundan baş eğerek, parça parça olmuş görürdün. Bu misalleri
insanlara düşünsünler diye
veriyoruz.” (Haşr 59/21)
Bu temsil Kur'ân’ın içerdiği mesajın önemine ve ona
muhatap olan insanın sorumluluğunun büyüklüğüne işaret etmektedir. Tefekküre davet edilirken Allah’a, bütün manevi
ve ahlaki değerlere karşı gaflet içinde olanların ruhen dağdan daha duyarsız
olduğu bildirilmektedir. Beklenen etkinin gerçekleşmemiş olmasındaki en büyük
etkenlerden biri yeterince düşünüp sorumluluğun yerine getirilmemesidir. Bunu
Kur’an Ahzab Sûresi 33/72 de: “Biz emaneti göklere, yeryüzüne ve dağlara teklif
ettik, ama onlar bunu yüklenmek istemediler, ondan korktular ve onu insan
yüklendi…” buyurmaktadır. Bu ayette görüldüğü üzere emanet yerin ve dağların
taşıyamayacağı kadar ağır ve önemlidir. İnsan bu emaneti yüklenecek kabiliyet
ve yetenektedir. Ama hakkıyla taşımakta başarılı olamamıştır. Onun hakkını
yerine getirmemek büyük bir sorumsuzluktur, zulümdür.
Fâtır Sûresi 35/28 de “Allah’a karşı ancak, kulları
içinden âlim olanlar huşu duyarlar” buyrularak haşyetle[15]
ilim arasındaki güçlü bağa işaret edilmiştir.
Bilginin artması ile saygının artması
gerçekleşecektir. “Oku” emri ile başlayan bu ilim yolculuğunda temel amaç Allah’ın
varlığını, birliğini ve insanların yaratılış amaçlarını öğrenmektir.
7. İnfak Ahlakının
Meseli
İslam ahlakının yapı taşlarından biri de infaktır.
Yoksulu gözetmeyerek Allah’ın kendine verdiği nimetleri paylaşmayanların
akıbetleri Kalem Sûresinde şöyle anlatılmaktadır:
“Onları da tıpkı bahçe sahiplerini imtihan ettiğimiz
gibi imtihan edeceğiz. Sabah olur olmaz bahçenin ürününü mutlaka
toplayacaklarına dair yemin etmişlerdi. Hiçbir istisna da yapmıyorlardı. Fakat onlar
daha uykudayken Rabbinin katından (gönderilen) kuşatıcı bir âfet bahçeyi
sarıverdi de, bahçe kapkara kesildi. (Beri tarafta ise) onlar, sabah olurken: “Madem
devşireceksiniz, hadi erkenden mahsulünüzün başına gidin!” diye birbirlerine
seslendiler. Derken: “Aman, bugün orada hiçbir yoksul yanınıza sokulmasın!”
diye fısıldaşarak yola koyuldular. (Evet, yoksullara yardıma) güçleri yettiği halde,
onları yardımdan mahrum etmek niyet ve azmi ile erkenden yola düştüler. Fakat
bahçeyi gördüklerinde:” Mutlaka yolumuzu şaşırmış olmalıyız!” dediler. Yok yok,
doğrusu biz mahrum bırakılmışız! İçlerinden en makul olanı şöyle dedi: Ben size
‘Rabbinizi tesbih etsenize’ dememiş miydim? Rabbimizi tesbih ederiz; doğrusu
biz (kendi kendimize) yazık etmişiz, dediler. (Nihayet) şöyle dediler: Yazıklar
olsun bize! Gerçekten biz azgın kişilermişiz! Belki Rabbimiz bize bunun yerine
daha iyisini verir. Çünkü biz (artık) Rabbimizi (O'nun hoşnutluğunu)
arzuluyoruz.” (Kalem 68/17-32)
Ahlaki mesajlar verilen bu meselde tüm toplumu
ilgilendiren değerler üzerinde durulmaktadır. Verilen nimetler şükür sebebi
olmalıdır. Şükürsüzlük nimetten mahrum olma sebebidir. Bunun neticesi ise
darlıktır. Kıtlık ve darlık gibi sosyal afetler tüm cemiyeti sarsmaktadır.
Kur'ân’da sıklıkla emredilen infak insani hasletleri
harekete geçirmesine, nefsin arınmasına, aklın harekete geçmesine vesile
olmaktadır. Ahlaki açıdan kişiye mukavemet kazandırır. Medeniyetlerin inşası ve
devam etmesinde infak ahlakı belirleyici bir role sahiptir.
İbret alınması gereken diğer bir husus ise bahçe
sahiplerinin hatasını anlayıp pişman oldukları sahnedir. Günahı sürdürmemek,
eğer bir hata yapıldıysa hatadan vazgeçip Allah’ı yüceltmek bu meselde verilen
mesajlardandır.
[1] Muhsin
Demirci, Kur'ân’ın Ana Konuları, s. 22.
[2]
Zemahşerî, Keşşâf, I/306.
[3] Beydâvî,
Envar’t- Tenzil ve Esraru’t- Te’vil, I/138.
[4]
Zemahşerî, Keşşâf, I/308.
[5] Muhammed
Esed, Kur'ân Mesajı, II/583.
[6] Muhammed
Esed, Kur'ân Mesajı, II/586.
[7] Râzi,
Mefâtîhu'l-Gayb XV/189-190.
[8] Zemahşerî,
Keşşâf, II/697.
[9] Mustafa
Öztürk, Kur'ân Kıssalarının Mahiyeti, s. 296.
[10] Muhammed
Esed, Kur'ân Mesajı, II/586.
[11]
Mevdûdî, Tefhîmu'l-Kur'ân, V/48.
[12] Yazır,
Hak Dini Kur'ân Dili, VII/182.
[13] Heyet,
Kur'ân Yolu, V/96.
[14]
Elmalılı Hamdi Yazır, Hak Dini Kur'ân Dili, VII/210.
[15] Haşyet:
Allah’a karşı derin saygı ve sorumluluk.
Yorumlar
Yorum Gönder