KUR'AN'DA KALPLERİN MÜHÜRLENMESİ

 

Kalplerİn Mühürlenmesİ ve Allah Merkezlİ Anlatımı

 

Kur’an’ı sadece dil düzeyinde anlamaya çalışmak, onun anlatmak istediği esas maksadı gözden kaçırmamıza sebep olabilir. Kur’an dil olarak nazil olduğu dönemin insanlarının edebî zevklerine riayet edip muhataplarını etkilemek için her dilde var olan söz sanatlarını, ifade tarzlarını içerisinde barındırmaktadır. Özellikle Allah’ın sıfatları ile ilgili bilgilerin verildiği ayetlerdeki temsîlî anlatımı göz ardı ederek,  müşebbihe ve mücessime gibi lafzı merkeze alıp Allah’a el, yüz, ruh, arş, kürsü isnat etmek gibi insanı büyük sapmalara götürebilir. Oysa bir metnin ve sözün  “ne dediği” kadar, “ne demek istediği”de önemlidir.

 

Kur'an'ın kullandığı dil nasıl bir dildir? Bu soru oldukça önemlidir, çünkü birçok dini anlayış Kur'an'ın nasıl bir dil kullandığını tam olarak anlayamadığından ortaya çıkmakta ve vahim yanlışlıklar yapmaktadırlar. 


Kur'an'da sıklıkla "Kâfirlerin kalplerini mühürleriz, kulaklarına, gözlerine ve kalplerine perde çekeriz", "Hidayete erdiren de, delalete düşüren de biziz", "Dilediğimizin rızkını daraltır dilediğimizi genişletiriz", "Rüzgarı estirir, yağmuru yağdırırız", "Zulmedenleri sayha (zelzele, tufan vs.) ile helak ederiz" türünden ifadelere rastlanır.  Kur'an'ın genelinde Allah'a izafeten "biz" (inna) siğasının kullanıldığı "Allah-merkezli" bir dil kullanılmaktadır. Bütün oluş ve akış "biz" (inna) ifadesiyle anlamlandırılmakta, Allah'ın dışındaki diğer tüm varlıklar ikincil duruma indirgenmektedir.

 

İman ya da küfür insanın kendi iradesi ile gerçekleşirken, ayetlerin birçoğunda küfür, şirk, hidayet ve dalalete düşme gibi konular doğrudan Allah’a izafe edilerek anlatılmıştır. Bu tür ayetleri yalın lafızları üzerinden hareket ederek anlama gayreti beraberinde birçok sorunu doğurmaktadır. Eğer tüm eylemleri yaptıran Allah ise, o zaman kulun sorumluluğu nedir? İnsan ahirette neye göre cennet veya cehennem ile cezalandırılacaktır? İnsan bütün eylemlerini kendi özgür iradesi ile yapmıyor mu? Kısaca kişinin küfrü veya imanı tercih ederken özne kendisi midir? Yoksa Allah mıdır? Bu konu Kur’an’da büyük yer tutmaktadır. “Allah dilediğini hidayete ulaştırır, dilediğini de dalalete düşürür”[1] buyrulmaktadır. Bu ayetleri dilediğini… değil de, Allah dileyeni şeklinde tercüme doğru olamayacağı gibi ayetin anlaşılmasını engellemekten başka bir işe de yaramayacaktır.

 

Kur'an’da, kalplerin mühürlenmesini gerektiren sebepleri şöyle sıralayabiliriz: Allah’ın ayetlerini inkâr etmeleri (Nisa/155), hiçbir ayet onları inandırmamaktadır (En’am/25), Kur'an’a eskilerin yazılı hikayeleridir demeleri (En’am/25), verdikleri sözlerden bile bile dönmeleri (Nisa/155), savaştan kaçmak (Tevbe/93), haddi aşmaları (Yunus74), anlamamakta direnmek (Rum/59), Hz. Peygamber’e büyülenmiş nazarıyla bakmaları (İsra/47) , büyüklenen zorbalar (Mü’min/35), batıla yaslanarak, hakkı ortadan kaldırmaya çalışmaları (Kehf/56), Allah'ın ayetleriyle alay etmeleri (Kehf/56), kendilerine Allah'ın ayetleri hatırlatılınca yüz çevirmeleri (Kehf/57), mü'minler cihada çıkarken, kadınlarla beraber geride kalmaya razı olmaları (Tevbe/87), peygamberleri haksız yere öldürmeleri (Nisa/155) , kalplerimiz kılıflıdır demeleri (Nisa/155), hevalarını ilah edinmeleri (Casiye/23), önce iman edip sonra inkar etmeleri (Münafikun/3), resulleri yalanlamaları (A’raf/101).

 

Kur’an’da Allah’ın saptırdığını,[2] insanların birbirlerini dalâlete sürüklediğini,[3] insanların dalâlete düşmelerinin yine kendi hür iradelerine bağlı olduğunu,[4] insanları şeytanın,[5] putların[6] ve cinlerin[7] saptırdığını gösteren ayetler bulunduğu gibi insanların davranışları neticesinde dalalete düştüklerini ortaya koyan ayetler de vardır.[8] 

 

Bu ayetler dikkatlice okunduğunda, mührü Allah'ın değil, kâfirlerin kendilerinin bastığı anlaşılmaktadır. Çünkü onlar, kalplerinin mühürlenmesi için gereken her türlü şartı yerine getirmiş, geriye sadece Allah'ın onların küfürlerini tespit anlamında ki mühür basması, tercihlerini onaylaması kalmıştır. Bu da Allah’ın sünneti gereğidir.

 

Netice itibariyle, Allah'ın mühür basması, sebep değil, sonuçtur; başlangıç değil, bitiştir. Zaten mühür insan hayatında ‘son’a basılır; bir meselede sona gelindiğine, nihai karara delalet eder. Hz. Peygamber’e de, ‘nebîlerin sonuncusu’ anlamında “hâtemu’n-nebîyyîn” (Ahzab/40) denmiştir. Kâfirlerin de (tıpkı mü'minler gibi) kalpleri mevcuttur ama hakikati sezip düşünüp bulmaya, dinleyip işitmeye, istek ve arzuları kalmamıştır. Yaratılışlarında var olan iyilikleri, kötü alışkanlıkları ile onu örten bir tabiat kazanmışlardır, bu kazanımlarını da Allah infaz etmiştir.[9] Hamdi Yazır’ın bu ‘infaz’ terimi, meseleyi en iyi açıklayan bir tespittir. Yüzde yüz adil olduğunu tasavvur ettiğimiz bir mahkemenin takdir ettiği bir cezayı infaz eden otorite, cezaya çarptırılan kimseye bir haksızlık yapmamış, bilakis layık olduğu akıbete onu duçar etmiştir. Kalplerin mühürlenmesi de aynen bunun gibidir.

 

Mutezileye göre kalbi mühürleyen kalbin bizzat sahibi olan kâfirdir. Ancak insanların böylesine bir işi yapabilmesi için gerekli olan güç ve kudret Allah tarafından kendisine verildiği için bu olay Allah merkezli bir anlatımla verilmiştir. Allah onlara iman etmeleri için gerekli olan tüm delilleri göstermesine rağmen onlar bunları duymamazlıktan geldiler.

 

Mührün Allah tarafından vurulduğunu söyleyerek fiili O’na isnat etmek, Allah’ı inkâr eden kâfirin bu eylemi Allah’ın zorlaması ve takdiri ile yaptığı anlamına geleceğinden bu, Allah hakkında muhaldir. Çünkü Allah bu tarz fiil ve söylemlerden münezzehtir, yücedir, büyüktür. Bu bağlamda Zat’ını kendisi ve söylemlerini bu olumsuz anlayışlara karşı tenzih etmek için “Ben asla kullara zulmedici değilim” (Kaf/29), “Biz onlara zulmetmedik fakat onlar kendileri zalim kimselerdir.” (Zuhruf/76), “Allah asla kötülüğü emretmez” (A’raf/28) buyurmuştur. Burada kalbi mühürleme ile kastedilen, kalbin kendisine ait bir sıfattır. Yani kalbin üzerine bir mühür vurulmuş gibidir. Öyleyse neden mühür vurma eylemi Allah'a isnat edilerek anlatılmıştır? Çünkü inkâr ve Allah’a isyan onların akıl ve kalplerinde o kadar yer etmişti ki, sanki bu hal onlarda sonradan kazanılmış bir hal değil de yaratılışından itibaren var olan fıtri bir durum gibidir. Bu nedenle burada Allah merkezli bir anlatım kullanıldığı kanaatindeyiz. Kâfirlerin kendi iradeleri ile yaptığı onca kötülükler ve sıfatları anlatan ayetlere ve Kur’an’ın gönderiliş gayesi tüm insanlığın hayat rehberi olan vahye yönelişini sağlamak olduğu bilinmesine rağmen Allah’ın onların imanını engellediği şeklinde anlamak doğru bir yaklaşım değildir.

 

Kur’an’da üzerine mühür vurulduğundan bahsedilen kalp ile aslında kastedilen akıldır. Kur'an kalp kelimesini akıl manasında kullanmaktadır. Aynı şekilde, her şeyin özünü ifade etmesi anlamında “lübb” kavramınıda kullanılır. “Semi” ile kastedilen ise kulak denilen organ değil, işitme, daha doğrusu kulak verme özelliğidir. Ebsar ile de, şekilleri, renkleri algılayan gözler kastedilmektedir.[10] Bu anlayışı başka bir ayette daha bariz bir şekilde açıklamaktadır. Söz konusu ayette, cehennemi dolduracak bazı cin ve insanların, oraya atılmayı hak ediş gerekçeleri şu şekilde açıklanmaktadır: “Andolsun biz, cinler ve insanlardan, kalpleri olup da bunlarla anlamayan, gözleri olup da bunlarla görmeyen, kulakları olup da bunlarla işitmeyen birçoklarını cehennem için var ettik. İşte bunlar hayvanlar gibi, hatta daha da aşağıdadırlar. İşte bunlar gafillerin ta kendileridir.” (A’raf, 7/ 179)

 

Kur'an’da kalplerin mühürlenmesi, hatta ağız, kulak ve gözün mühürlenmesi hakkında çok ayet vardır. Allah tarafından insan kalbine mühür vurulması; insanın kâfir olması ve küfür üzere ölmesidir. Diğer bir ifade ile insan için dalaletin yaratılmasıdır.[11] Demek ki kalplerin mühürlenmesi konusu, hidayet ve dalaletle doğrudan ilgili bir konudur. Ayrıca "cebr" inancını çağrıştırdığı için de doğru bir şekilde anlaşılması gereken önemli bir konudur. “Sözleşmelerini bozmaları, Allah'ın ayetlerini inkar etmeleri, peygamberleri haksız yere öldürmeleri ve "Kalplerimiz perdelidir" demeleri sebebiyle Biz onları lanetledik. Hayır, Allah, onların kalpleri üzerine, küfürleri yüzünden, mühür basmıştır; pek azı hariç imana gelmezler." (Nisa/155) Bu ayetler, sözleşmelerini bozan Yahudilerden bahsetmektedir. Yahudilerin suçları o kadar büyük ve çoktur ki sonuçta kalplerinin mühürlenmesine sebep olmuştur. Kalplerinin mühürlenmesine; sözleşmelerini bozmaları, Allah'ın ayetlerini inkâr etmeleri, haksız yere peygamber öldürmeleri ve "Kalplerimiz kılıflıdır" demeleri sebep olmuştur. Bunların her birisi ayrı ayrı küfür sebebidir. İşte yüce Allah onların kalplerini bu inkârcılıkları sebebiyle ve ezeli ilmi ile imana dönmeyeceklerini bildiği için mühürlemiştir.[12]

 

Kalplerin mühürlenmesi ile ilgili ayetler:

 

“Allah onların kalplerini ve kulaklarını mühürlemiştir. Onların gözlerine de bir çeşit perde gerilmiştir ve onlar için (dünya ve ahirette) büyük bir azap vardır.” (Bakara/7)

 

''Verdikleri sağlam sözü bozmalarından, Allah'ın ayetlerini inkâr etmelerinden, peygamberleri haksız yere öldürmelerinden ve ''kalplerimiz muhafazalıdır'' demelerinden dolayı (başlarına türlü belalar verdik. Onların kalpleri muhafazalı değildir), tam aksine inkârları sebebiyle Allah onların kalplerini mühürlemiştir. Artık onlar inanmazlar. Bir de inkârlarından ve Meryem'e büyük bir iftira atmalarından ve ''Biz Allah'ın peygamberi Meryem oğlu İsa Mesih'i öldürdük.'' demelerinden dolayı kalplerini mühürledik...'' (Nisa/155, 156)

 

''And olsun, peygamberleri onlara apaçık deliller getirmişti. Fakat onlar daha önce yalanladıklarına inanacak değillerdi. Allah, kafirlerin kalplerini işte böyle mühürler.''(A'raf/101)

 

“Sorumluluk ancak, zengin oldukları halde senden izin isteyenleredir. Çünkü onlar geri kalan kadınlarla beraber olmaya razı oldular. Allah da onların kalplerini mühürledi, artık onlar (neyin doğru olduğunu) bilmezler.” (Tevbe/93)

 

''Sonra, onun ardından birçok peygamberi kendi toplumlarına gönderdik. Onlara apaçık mucizeler getirdiler. Fakat onlar önceden yalanlamakta oldukları şeye inanacak değillerdi. İşte biz haddi aşanların kalplerini böylece mühürleriz.'' (Yunus/74)

 

''Onlar kendilerine gelmiş hiçbir delil olmaksızın, Allah'ın ayetleri hakkında tartışan kimselerdir. Allah katında ve iman edenler katında büyük öfke ve gazap gerektiren bir iştir. Allah, her kibirli zorbanın kalbini işte böyle mühürler.'' (Mü'min/35)

 

''Onlardan seni dinleyenler var. Fakat senin yanından çıktıkları zaman, kendilerine bilgi verilmiş olanlara (alay ederek), ''Az önce ne söyledi?'' derler. İşte bunlar, Allah'ın kalplerini mühürlediği ve nefislerinin arzularına uyan kimselerdir.'' (Muhammed/16)

 

''Bu, onların önce iman edip sonra inkâr etmeleri, bu yüzden de kalplerine mühür vurulması sebebiyledir. Artık onlar anlamazlar.'' (Münafikun/3)

 

''Nefsinin arzusunu ilah edinen, Allah'ın; (halini) bildiği için saptırdığı ve kulağını ve kalbini mühürlediği, gözüne de perde çektiği kimseyi gördün mü? Şimdi onu Allah'tan başka kim doğru yola eriştirebilir? Hala düşünüp ibret almayacak mısınız?'' (Casiye/23)

 

Kalpleri mühürleme ayetlerine bir bütün olarak baktığımız zaman anlaşılıyor ki, mühürleme olayı sebepsiz yere yapılmış bir müdahale değildir. Allah'ın (cc) kuluna zulüm olsun diye yaptığı bir şey de değildir. Ancak bir durum tespitidir. Rabbimizin çeşitli sebeplerle bir kalbe vurduğu ''bu artık iflah olmaz'' mührüdür. Yani ''kalbin mühürlenmesi'' o kişinin tercihini ısrarla inkârdan yana kullanmasının ve hayatında da buna göre davranmasının sonucudur. O kişi iradesini kullanmış ve sonucu bu olmuştur.

 

Mühür kelimesi bizim aklımızda, su ve elektrik saatlerinin mühürlenmesi gibi bir anlamı çağrıştırır. ''Saat mühürlendi artık elektrik ve su gelmeyecek'' diye düşündüğümüz gibi, ''Allah kalbi mühürledi artık iman o kalbe giremez'' diye düşünüyoruz.

 

Hâlbuki durum bundan farklıdır. Mühürleme, bir üretim bandının en sonunda, çıkan ürünün üzerine vurulan ''bozuk'' mührü gibi düşünülebilir. Yani ürün o mühürden dolayı bozuk muamelesi görmez, bozuk olduğu için o mühür vurulur.

 



[1] Bakara, 2/213; Hac,22/16; Nûr 24/35

[2] A’raf 155, 186 ; Ra’d 27, 33 ; İbrahim, 4 ; Nahl, 37, 93; Fatır, 8 ; Müddessir, 31.

[3] En’am, 116, 119, 144 ; A’raf, 38 ; Taha, 79, 85 ; Şuara 99 ; Ahzab, 67 ; Nuh, 24, 27; Mâide, 77.

[4] Ali İmran, 69 ; Bakara, 16, 175 ; Maide, 105, 140 ; İbrahim, 4 ; Nebe’, 92.

[5] Nisa, 60, 119 ; Meryem, 83 ; 22, Hac, 44 ; Furkan, 29 ;  Neml, 24 ; Yasin 62.

[6] 14, İbrahim, 36 ; 25, Furkan, 17 ; 20, Taha 92, 93.

[7] Fussilet, 29.

[8] Nisa, 44, 136, 167 ; Mâide, 12 ; Ahzab, 36 ; Gafir, 34 ; Mumtehine, 1.

[9] Elmalı , Hak Dini Kur’ân Dili, 1:212

[10] Süleyman Ateş, Yüce Kur’ân’ın ÇağdaşTefsîri,1:104

[11] Taftazani, Şerhu'l-Makâsıd,4:309; Râzi, Tefsîru Kebîr, 2:291

[12] Zemahşerî, Keşşâf, 1:586;

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

MEKKİ SURELERDE SALÂT KAVRAMININ SEMANTİĞİ

SALAT’IN NAMAZ ANLAMI ÜZERİNE

KEVSER SURESİNİN İNCELENMESİ