TARAFLI KUR'AN YORUMLARI (2)


TARAFLI KUR'AN YORUMLARI (2)


5. Tefsirde Bir Sapma: İşâri Tefsir Anlayışı

İslâm dünyasında Tasavvufî düşüncenin ürünü pek çok anlayış ve yaşam tarzının ortaya çıktığı bir gerçektir. İşârî tefsir de bu ürünlerden biridir ve Kur’an’ın batınî düşünce, yorum ve yaşanılan haller doğrultusunda izahı sonucu oluşmuştur.

Zâhir-bâtın ayrımı hararetli bir şekilde yapıldığı müddetçe Bâtınîliğe giden yol ardına kadar açılmış olacaktır. İşârî tefsir hareketinin mahiyeti üzerinde de bir ittifak söz konusu değildir. Yani işârî tefsir denildiğinde aslında bir sorunsaldan bahsedilmektedir. İşârî yorumlar birer tefsir midir, yoksa hissedilen şahsi bir duygu ya da önsezinin ifadesi midir? Bununla ilgili kanaatimiz, bu izahların kişisel ikincil birtakım yorumlar olduğu yönündedir.

Zayıf ya da uydurma birçok rivayetle besleniyor olması da bu hareketin bir başka problemli tarafıdır. Ancak kanaatimizce en büyük problem, bu tefsirlerin geçerliliği üzerinde odaklanmaktadır. Yani teoride belirlenen muteberlik şartlarına riayet etme noktasında büyük sıkıntılar vardır. Bu şartlar, düşünce bazında kabul edilmekle birlikte, uygulamada durum çoğunlukla böyle olmamıştır.

İşârî tefsirin vahdet-i vücûd ve Panteizm etkisine girmiş olması ile birlikte aşırı te’viller söz konusu olmuş; işârî tefsir dış kültürlerle etkileşiminden büyük zararlar görmüştür. Sonraki dönemlerde özgünlüğün kaybolması, beraberinde bu tarz tefsir faaliyetlerinin günümüze kadar süregelmesine engel olmuştur.

Ayrıca bu tür yorumlar, tamamen kişiseldir. Hiç kimse bir başkasını bunları kabûle zorlayamaz. Bunlara iman da şart değildir. Vahiy, yalnızca seçkin bir zümreye özel olarak değil; toplumun tamamının anlayıp kulluk etmesi için indirilmiştir.

وَاِنَّ اللّٰهَ لَمَعَ الْمُحْسِنٖينَ /Allah iyilik edenlerle beraberdir (Ankebut/29). Bazıları bu ayetteki ( لمع) kelimesine “aydınlattı” manâsını vermişlerdir. Oysa burada bir harf bir de zarf var.[1] Yani kelimeye takla attırarak “Allah iyilik edenleri aydınlattı” diye çevirmişlerdir.

Âlûsî’nin Tefsir’inde “işâret manâsı, işâret yönü” başlığı altında yaptığı bu tefsirler, zâhir manadan uzak bir te’vîlin eseri olarak görünmektedirler. Bunlar için dayanak olabilecek bir delil bulmak, gerçekten zordur. Diğer bazı örneklere baktığımızda, “boğazlama” (Bakara/49)  fiilinin geçtiği hemen her ayette işârî manâ olarak hayvânî nefis ya da nefs-i emmâreye hâkim olmak, onu etkisiz hale getirmek anlamlarını buluyoruz. Yine Fir’avn ya da onun gibiler de genelde nefs-i emmâre şeklinde yorumlanıyor. Bu ise ayetlerden zorlama yoluyla tasavvufun temel taşlarından biri olan riyâzet manâsını çıkarma gibi bir sakınca oluşturuyor.

Diğer taraftan; Kur’an’da bütünlük ve tutarlılık esastır. Bir ayete verilen anlam, Kur’an’ın diğer ayetleri ile çelişmemelidir. Bunu ifade eden de bizzat Kur’an’ın kendisidir: “Eğer o (Kur’an), Allah’tan başkası tarafından (indirilmiş) olsaydı, mutlaka onda birçok çelişki bulurlardı.” (Nisa/82). Dolayısıyla bir ayete verilen anlam, öncelikle Kur’an’a arz edilmelidir.

6. Bilimsel Verilerin Ayetlerin Yorumunda Kullanılması

Kur'an tefsiri hususunda kalem oynatan bütün müfessirlerin aynı saik içerisinde hareket ettiğini söylemek mümkün olmamakla birlikte, özellikle son dönem tefsir çalışmalarında sistemli hale gelen bu yaklaşım, Kur'an'ın bilimsel veriler çerçevesinde tefsiri problemini literatüre taşımış ve bugün için tartışılmaya değer konulardan birisi haline getirmiştir. Yapmış olduğu incelemesinde bu hususa değinen M. Said Şimşek, söz konusu rağbetin temelinde şu iki temel etkenin bulunduğunu tespit etmektedir:

1. Batı, bilimsel ilerlemenin sağladığı teknoloji sayesinde İslam âleminden ileriye gitmiş, siyasi ve ekonomik alanda büyük bir başarı elde etmişti. Daha önce belirgin bir üstünlüğe sahip olan İslam filemi, bilimsel ve teknik ilerlemeye ayak uyduramadığı için siyasi ve ekonomik alanlarda üstünlüğü Batıya kaptırmış, dahası Batılılar tarafından baskı ve istilalara maruz kalmıştı. Bunun sonucunda İslam âlemi bir aşağılık kompleksine düşmüştü. Batı'nın sahip olduğu bilim ve teknolojinin, aslında Kur'an'da mevcut olduğunu söylemek, bu kompleksi tedavi ve kendini tatmin noktasında önemli bir etken idi. Batı'nın bilim ve tekniğinin Kur'an'da mevcudiyeti düşüncesini savunanlar arasında, haddizatında batılıların bu bilim ve teknolojiyi Kur'an'dan çıkardıklarını; bunları biz bulmayalım diye, bir yandan bizi Kur'an' dan uzaklaştırdıklarını, fakat kendilerinin Kur'an'ı araştırma enstitüleri kurduklarını iddia edenlerin bu tutumu da söz konusu ettiğimiz aşağılık kompleksini telafi çabalarından başka bir şey değildir.

2. Batı'nın gerçekleştirdiği modem ilimlerin ve bunun sonucu ortaya çıkan teknolojinin İslam âlemine girişine karşı çıkan ve toplumda önemli bir direncin oluşmasını sağlayan bir kesim vardı. Bu kesim söz konusu karşı çıkışlarına İslam dinini gerekçe olarak gösteriyorlardı. Yani bu direniş dini bir tavır olarak ortaya çıkmıştı. Batı'nın gerçekleştirdiği bu sonucun temellerinin Kur'an' da mevcudiyetini ispatlamak, modem ilimleri tahsil etmeyi ve bilim sonucu ortaya çıkan tekniği kullanmayı meşrulaştıracaktı.[2]

Kur’an yorumunun günümüzde kaygan bir zemin üzerinde olduğunu söylemeye sanırım gerek yoktur. Birbirine temelde zıt ve aralarını bulmanın imkânsız olduğu Kur’an yorumları mevcuttur. Bu bir yönüyle zenginlik olarak ifade edilebilir. Fakat bu yorumların Kur’an algısındaki sapmalara sebebiyet vereceği de unutulmamalıdır. Peki, bu tespit nasıl yapılacak? Müslümanların yorum noktasında bu duruma gelmesi akşamdan sabaha olmuş bir olgu değildir. Bu Batının İslam dünyasını Rönesans ile sarsmaya başlamasından sonra ivme kazanmış bir süreçtir. Diğer bir ifade ile İslam batı karşısında özne/etken durumdan, nesne/edilgen duruma düşmesiyle başlar. Dolayısıyla bir yorumun doğru olup olmadığının tespit edilmesinden önce, bu yoruma sürükleyen süreç analiz edilmelidir.

Kur’an ayetlerini modern bilimin verileri çerçevesinde yorumlama çabası bugün de belli ölçüde devam etmektedir. Günümüzde, İslâm’ın modern bilimle uzlaşma içerisinde olduğunu, batı dünyasının söylemlerine yakın durduğunu kanıtlayabilmek için, adeta batıdan özür dilercesine İslâmî nitelikli birçok eser kaleme alınmakta, ayetler bu yaklaşımla yorumlanmaya çalışılmaktadır.

İlmi tefsiri Kur’an’la temellendirmek isteyenler, “Biz kitapta hiçbir şeyi eksik bırakmadık.” (En’am, 38); “Yaş ve kuru hiçbir şey yoktur ki, apaçık bir kitapta olmasın.” (En’am, 59); “Sana her şeyi açıklayıcı kitabı indirdik.” (Nahl, 89) ayetlerini delil getirip çeşitli ilimleri Kur’an’da aramayı denemişlerdir. Fakat bilinmelidir ki bu ayetler Kur’an’ın bir hidayet kitabı olması dolayısıyla “din” e ait, hiçbir şeyin eksik bırakılmadığı (En’am,38), her şeyin açıklandığı (Nahl,89) açıklamaktadır.

Kur’an’ın birçok ayette insanın kendi doğasına, varlıklara bakmasını önermesi bilimi teşvik olarak anlaşılabilir ve okunabilir. İlk asırların âlimleri böyle anlamış ve pek çok bilimin temelini atmıştır. Bu doğru bir algı ve okumadır. Ancak bundan insanın kendi doğasından tıp, psikoloji, sosyoloji ve antropoloji; varlıklara bakmasından botanik, zooloji, uzay, fizik ve kimya bilimine işaret ediyor diye bu ilimlerin verilerini Kur’an’da aramak doğru değildir. Onları Kur’an’a doğrulatmak ve Kur’an’ı hidayet rehberi konumundan modern bilimin şifrelerinin gizli olduğu bir bilim kitabı olarak algıla(t)mak kesinlikle doğru değildir. Çünkü bilimsel bilgi günden güne değişmektedir. Dolayısıyla yanlışlanma ihtimallerine çok açıktır.  Bazen oluyor ki bir sonraki gelişme bir önceki bilginin yanlış olduğunu ortaya koyabiliyor. Kur’an’ı sürekli bu gelişmelere uyarlamaya çalışmak; Kur’an’ın insanlar nazarında değersizleşmesine, nesne konumuna düşmesine ve evrensel ilke ve değerlerinin güncel bilimsel bilgilerin payandası konumuna indirgemek olacaktır. Bu, ayetlerin her buluşa göre yeniden yorumlanması gibi sakat bir anlayışın doğmasına da neden olabilir, hatta olmuştur da.

Ne Kur’an bilime ne de bilim Kur’an’a bulaştırılmamalıdır. Çünkü ikisi de kaynak ve hedef olarak birbirinden tamamen farklıdır. Kur’an’ın kaynağı Allah, bilimin insan; Kur’an’ın hedefi saadeti dareyn, bilimin dünyadır. Kur’an’ın bilimden alacağı yoktur. Ancak ona (bilime/bilim insanlarına) ahlakilik, ilahi amaç ve hedef vb. yüce değer ve ilkeler sunar. Bilimin ise Kur’an’a vereceği hiç bir şey yoktur.

7. Tarihselci Anlayış

Son iki yüzyıldır siyasi, askeri, ekonomik, toplumsal ve kültürel pek çok alanda Batı karşısında büyük sarsıntılar geçiren İslam dünyası, bir çıkış yolu bulmanın yol ve yöntemini aramış, mevcut durumu aşma noktasında çeşitli yaklaşımlar ve tavır alışlar ortaya koymuştur. İşte bunlardan biri olan tarihselci yaklaşımdır.

Öncelikle şunu kaydetmek gerekir ki, Batı menşeli olan tarihselci yaklaşım bu haliyle tamamen modern seküler paradigmanın bir ürünü olarak zuhur etmiştir. Aslında böyle bir düşüncenin arkasında yatan en belirleyici etken hiç kuşkusuz ilahi olanın sorgulanmasıdır. İster ilahi bir kaynağın olamayacağını vehmederek tüm vahyi verileri tarihsel kabul etsin, isterse ilahi bir kaynağı kabul etmekle birlikte vahyi verilerin tarihsel bir yapıda olduğunu düşünsün en temelde bu yaklaşım Batı'nın kendi iç çelişkilerinden doğan bir yaklaşımdır. Fakat aynı yaklaşımı Müslümanların Kur'an'a yönelik olarak göstermeleri anlaşılır ve izah edilir görünmemekledir. Kur'an ne kendi kendisiyle ne de dış gerçeklikle bir çelişki içerisinde değildir. Tabiidir ki bugün Batı'nın ürettiği tüm değerleri evrensel görmek Kur'an'la bunların bir çelişki oluşturduğunu kabul etmek demek olur. Bu anlaşılabilir de. Oysa tarihselci yaklaşanların tutarlı olmak için modern değerleri de tarihsel görmeleri gerekmektedir. Zaten modern değerlerin tarihsel kabul edilmeleri sorunu kökünden çözecektir.

Bugün ise tarihselciler açısından asıl problem, Kur'an'ın Batı'nın ürettiği bilimsel verilerle çatışır görülmesinden daha çok onun sosyal, siyasi, hukuki ve ekonomik değerleriyle çatışır olmasında yatmaktadır, Kur'an'ın modernitenin asli değerleriyle çatıştığı bir gerçektir. İslam ile moderniteyi uzlaştırmak istemek ve bunun için tarihselciliğe başvurmak ne moderniteyi kendinde bırakır, ne de İslam'ı.

Müslüman olduğunu söyleyen insanların Batı değerlerini baz almaları ve düşüncelerini onun üzerine temellendirmeleri oldukça tutarsızdır. Çünkü Kur'an modern paradigmaya karşın kendisi tamamen farklı bir tasavvur ve dünya görüşü önermektedir. Bu nedenle iki ayrı dünyayı aynı merkezde toplayan eklektik bir yaklaşım bütünüyle yeni problemler getirecektir. Aslında bu eklektik tutumun nedeni ifade edildiği gibi, Batı değerlerini yüceltmekten kaynaklanmaktadır.

Bu yaklaşımın İslâm dünyasındaki belirgin ilk temsilcisi Pakistanlı bilgin Fazlurrahman olsa da, çağımızda Müslümanlar arasında Kur’an’a tarihselci bakış açısını ilk olarak ileri süren kişinin yine Ahmed Han olduğu söylenebilir. Onu öğrencileri, yine aynı bölgenin insanı olan Fazlurrahman, Mısırlı Ali Abdurrazık, Nasr Hâmid Ebû Zeyd, Hasan Hanefi, Cezayir asıllı Muhammed Arkoun gibi zatlar takip etmiştir.[3]

Tarihsellik, herhangi bir fenomenin, varlık dünyasına gelişiyle birlikte, bu âlemin ve dolayısıyla tarihin konusu olması anlamına gelebileceği gibi, yine herhangi bir olgunun yaşanmış, geçmiş olması hasebiyle artık bugünün değil, geçmişin malı ve doğrusu olması anlamına gelir. Bizim üzerinde durduğumuz ve bugün ilim dünyasında kullanılan tarihsellik de budur. Tarihselcilik bakımından bir şeyin tarihsel olması da bir yaşam felsefesi olarak onun tamamen tarih ürünü bir şey olduğu, tarihte kaldığı ve bu sebeple etkisinin de yaşadığı dönemle sınırlı olduğu anlamına gelir.[4]

Tarihselci İslâm modernizminin giderilemez sorunları vardır. Her şeyden önce Kur’an’ın literal anlamı, modernizmin talep ettiği değişikliklere imkân vermez. Kur’an’ın ahkâmını değiştirmekle somutlaştırılabilecek bir proje, Kur’an’dan meşrû bir dayanak bulamaz. Geçmişteki kimi sahabe uygulamaları ile ulemanın tartışmaları da İslâm modernizminin taleplerine meşrû dayanak olamaz. Çünkü oralarda ahkâmın tarihselliğine yönelik bir sonuç çıkmamış; şartların avdetiyle, uygulamadan kaldırılan hüküm, tekrar yürürlüğe konmuştur. Kaldı ki geçmişte bunlar somutlaştırılıp, bunun neticesine göre de uygulama ile ilgili düşünceler geliştiriliyordu.

Konuyla ilgili bir diğer tehlike de şudur: Kur’an’a tarihselci bir yaklaşım bir kez kabul edildikten sonra, durulması gereken sınırlar belirlenemeyecek ve Hasan Hanefî’de olduğu gibi inanç esaslarına da teşmil edilecektir. Çünkü tarihsellik, Allah’ın ilminin bir ihsanı olan Kur’an’ı tarihsel bir bağlama oturtarak, O’nu da beşerin bilgisi gibi sonlu, sınırlı ve göreceli kılar.[5]

Bir metne iki açıdan bakılır. Biri metnin “neliği” diğeri “tutarlılıktır”. Kur’an “neliği” onun Allah’ın sözü olmasıdır. Kur’an’ın “tutarlılığı” ise şüphe ve çelişki içermemesidir.

Tarihselcilik, nesih teorisinin modern söylemidir. Nesih teorisine göre ayet ayeti, hadis ayeti ve içtihat ayeti nesheder. Nesih teorisi de tarihselcilik teorisi de öngörüsüz bir Allah tasavvurunun tezahürüdür.

Özetle: Kur’an’ı farklı anlamanın sebepleri derken anlatmaya çalıştığım, doğru deliller açısından makul sayılabilecek yorumlar değil yanlı olarak bakılıp fikirlerini Kur’an’a söyletmeyi kastediyorum. Mezhep ve cemaatinin görüşlerini Kur’an’a doğrulatmak, iktidarlarının meşruiyetini Kur’an’la sağlamlaştırmak, parçacı yaklaşımla Kur’an’a söyletmek, israiliyatla kendi görüşlerine alan açmak, Kur’an’ı bilimin payandası yapmak ve modern nesihçilik olan tarihsellikle Kur’an’ı tarihin nesnesi konumuna indirgemek Kur’an’ı farklı anlamanın sebepleri ve delilleri olamaz.


[1] . Zehebî, et-Tefsîr, II, 409.

[2] M. Said Şimşek. Günümüz Tefsir Problemleri, s. 79-80.

[3] Hâmid Ebû Zeyd, Hasan Hanefi ve Muhammed Arkoun örneğinde Kur’ana modern yaklaşımlar konusunun genişçe ele alındığı özel bir çalışmaya burada işaret etmeliyiz. Polat, Fethi Ahmet, Çağdaş İslâm Düşüncesinde Kur’an’a Yaklaşımlar, İz Yay., İst., 2007

[4] Fethi Ahmet Polat, Çağdaş İslâm Düşüncesinde Kur’an’a Yaklaşımlar, s.222

[5] Şevket Kotan, Kur’an ve Tarihselcilik, s. 17, 396-397.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

MEKKİ SURELERDE SALÂT KAVRAMININ SEMANTİĞİ

SALAT’IN NAMAZ ANLAMI ÜZERİNE

KEVSER SURESİNİN İNCELENMESİ