DAVET VE BİLGİ KİRLİLİĞİ

 

DAVET VE BİLGİ KİRLİLİĞİ 

Davet,  bir çeşit iletişim  olduğundan, bir anda yapılan ve sonuçlanan  eylem olmayıp  süreç isteyen ve bir sistem içerisinde işlemesi gereken  bir eğitim etkinliğidir. İletişim Bilimi’nin bilimsel verileri ışığında gerçekleştirilmeyen bir davet eylemi günümüz insanını etkilemede, eğitmede, değiştirmede ve dönüştürmede yeterince başarılı olamayacaktır.

Günümüzde, İslama davet iddiasıyla ortaya çıkan ancak kendi doktrinini propaganda eden pek çok mezhep, tarikat ve cemaat organizasyonları bulunmaktadır. Mezhepler, tarikatlar ve cemaatler, toplumsal, dinî ve siyasî gerçeklikler olup inkâr edilmeleri, yok sayılmaları, yasaklarla önüne geçilmeleri mümkün değildir. Ancak dini-toplumsal hareketler, ilk ortaya çıktığı şekliyle devam etmez, ilişkiler ve fikirler noktasında sürekli değişim ve dönüşüm yaşarlar. Başlangıçta dinamik ve etkili olan bir hareket belli bir süre sonra bütünlüğünü ve fikri insicamını kaybederek tamamen farklı bir yapıya evrilirler. Dini-toplumsal ve dini-politik  hareketler  İslam’ı  doğru ve özgün şekliyle, Kur’an merkezli  ve Hz. Peygamber’in  örnekliği doğrultusunda  sunduğu sürece, İslam düşüncesine ve insanlığa önemli katkılarda bulunurlar. Ancak zamanla  düşünce özgürlüğünü kısıtlarlar,  liderleri ve eserlerini kutsallaştırırlar, kendilerini İslamla özdeşleştirirler ya da İslam’ın tek temsilcisi olduklarını iddia ederler. Bugün bu yapılar ciddi anlamda yöntemleri ve yanlışları bilimsel açıdan yeterince eleştiriye tabi tutulmamıştır.

 

Dinî bir mesajın, insanlar tarafından benimsenmesi ve toplumda taban bulabilmesi için, mesajın doğruluğu kadar  kim tarafından, nasıl ulaştırıldığı da önemlidir. Bir mesaj ne kadar doğru olursa olsun, kaynaktan alıcıya iyi bir zamanlamayla uygun  kanallardan iletilmezse olumlu bir yansımanın alınması mümkün değildir. Bu yüzden Allah, ilahî mesajlarını gönderirken, bu göreve insanlar arasında,  akıllı, güvenilir, dürüst, emanete hiyanet etmeyen, hoşgörülü,  başarılı ve onurlu kimseleri seçmiştir. Böyle olduğu halde bile, elçiler, tebliğ görevlerini yerine getirirken zaman zaman bazı hatalar yaptıkları için, Allah'ın uyarısına muhatap olmuşlardır. Ancak mesajı ileten Peygamber hayatta olduğundan, bu gibi hatalar ilahi bir müdahaleyle  çözüme kavuşturulmuştur. Bu sebeple İslam'ın insanlara en başarılı ve doğru bir şekilde ulaştırıldığı, imaj ve güven probleminin yaşanmadığı dönem, Hz. Peygamber dönemi olmuştur.             

 

İslam mesajı, Hz. Peygamber'in ölümünden sonra,  sahabenin gayretleri, bilginlerin ilmî faaliyetleri, siyasî iktidarların fetihleri, mezhepler, tarikatlar ve burada saymadığımız diğer  yollarla yayılmaya devam etti. Mezhepler, felsefî ekoller ve tarikatların kurumlaşmasından sonra,  mesajın  anlaşılması ve aktarılmasında  farklı anlayışlar ve metotlar geliştirildi. Ancak peygamberlik Hz. Muhammed'le sona erdiği için, ondan sonra bu mesajın  anlaşılması ve insanlara ulaştırılmasında yapılan hataların bizzat mesajın sahibi Allah tarafından düzeltilmesi yolu kapandı.

 

Davet faliyetinde, kaynak (davetçi), alıcı (davet edilen) ve ileti (İslam)   kadar onun hangi yollarla iletileceği de son derece önemlidir. Eskilerin " Usülsüzlük vüsûlsüzlüktür" şeklinde bir deyimi vardır. Oluk (davet metodu), iletişim biliminde, iletiyi kaynaktan alıcıya ulaştıran araç  olarak tanımlanmaktadır. Eğer mesajı uygun metot ve yollarla sunamazsa, mesaj ne kadar doğru ve sistemli olursa olsun olumlu bir etki yaratmaz. Bu açıdan muhatap kitlenin bilgi düzeyi, ilgi alanı ve sosyo-ekonomik düzeyi dikkate alınarak İslam mesajını özgün bir şekilde sunmak gerekmektedir. Ancak dine davet etme iddiasında olan dini akımlar ve organizasyonların İslam'ı öğretmek üzere hazırladıkları materyaller pedagojik açıdan incelendiğinde, pek çoğu hitap ettiği kitlenin yaş grubu, psikolojik gelişimi, cinsiyet farkı  ve diğer  özelliklerini dikkate almadan, batıda ve doğuda bilimsel çevrelerde geliştirilen yeni metot ve yaklaşımlar kullanılmadan hazırlanmıştır.

 

Bütün  mesajların amacı, hedef kitlelerin bilgi ve düşünce düzeylerinde ve davranışlarında bir değişme meydana getirebilmektir. Bugün sunulan İslam mesajı, daha çok insanların siyasî yönüne ve duygusal yönüne hitap etmektedir. Halbuki insanlığın önünde açlık, yoksulluk, yolsuzluk, hırsızlık, aşırı silahlanma, etnik temizlik, çevre kirliliği, adaletsiz  gelir dağılımı, dinî  ve ahlakî değerlerdeki yozlaşma, zulüm, işkence, işsizlik, emeğin sömürüsü gibi çözüme kavuşturulması gereken pek çok problem bulunmaktadır.  Dinî teşekküller, ilmin ve bilginin büyük ve sınırsız  bir güç olduğu gerçeğini anlayarak  dikkatlerini bu alana çevirmek durumundadır. Ancak bu durumda müslümanlar geçmişin enkazından, batının tüketici köleliği ve taklitçiliğinden kurtulabilir. Oysaki mevcut dinî cemaatlerin İslam mesajı, genelde, müslümanlarda  bireysel sorumluluğu, kimlik bilincini, varlığını gerçekleştirme şuurunu köreltmekle ve kişisel kabiliyetlerin geliştirilmesine engel olmakla kalmamakta ferdi cemaate, siyasete ve tarikata kurban etmektedir. Öyle ki bu gruplar, kişisel başarısızlıklarını telafi etmek isteyen, sorumluluktan kaçan, kimlik arayışında olan kimselerin sığınağı haline gelmiştir.

 

Bu grupların İslama davet konusundaki en önemli zaaflarından birisi de, kendi din anlayışlarının özeleştirisini yapmamalarıdır. Cemaat ve tarikat liderleri tartışmasız  bir otorite kabul edildiği için onların dedikleri mutlak gerçek ve hikmet olarak görülür. Eserleri diğer insanların fikirlerini ölçmede önemli bir kriter görevi görür. Diğer insanlar, kendi cemaat liderlerini veya mensuplarını tanıdıkları  ve onların eserlerini okudukları ölçüde saygınlık kazanır.

 

Günümüzde bilgiye ulaşmak çok kolaylaşmıştır. Ancak, bir o kadar da, sahip olunan bilginin güvenilirliği konusu önem kazanmıştır. Birtakım odaklar, siyasi, ideolojik, ekonomik, dini vb. amaçlarla, toplumu istedikleri gibi biçimlendiriyor. Bu durum hem kafa karışıklığına, hem de birtakım ciddi rahatsızlıklara yol açtığı gibi, insanların, herkesin ihtiyacı olan birtakım 'varoluşsal doğrular/değerler' konusunda duyarlılıklarını yitirmesine de sebep olmaktadır.

Bilgi kirliliği çok sayıda yanlış bilginin doğru bilgilerle karışması harmanlanması ya da birlikte anılmasından kaynaklanır. Bazen kişiler yanlış ve doğru bilgi arasındaki ayrımı yapamaz, doğruyu yanlış yanlışı doğru olarak kabul edebilir.

Gelişen teknolojiyle birlikte internette asılsız bilgilerin tamamı için kullanmaya başladığımız bir ifadedir “Bilgi kirliliği”. İnternette doğruluğu ve güvenirliği olmayan bilgiler özellikle sosyal medya platformlarında paylaşılarak önünü alamayacağımız bir bilgi kirliliğine sebebiyet vermektedir. Bir konu hakkında binlerce sayfalık bilgi bulmak mümkündür. Ancak bu bilgiler sağlam bir kaynak ile ilişkilendirilmez ise gerçekliğinden şüphe etmek zorundayız.  

Dini konular internette en çok bilgi kirliliğine maruz kalan konulardandır. Kendisini dini konuda konuşabilir / yazabilir görenlerin birçoğunun dini eğitimi olmayan ve konuyu bilmeyen kişiler olduğu görülüyor. Ayetin, hadisin, haramın, helalin ne olduğunu bilmeyenler bu konularda kendini alim zannedip rahatça paylaşımlar yapabiliyor. İnternette yanlış bilgi içeren paylaşımlar kitap okumayan, bilginin kaynağını araştırma gereği duymayan şimdiki nesli yanlış bilgilerle hayata hazırlıyor. Günümüzde hadisle ayeti birbirine karıştıranlar, sahabenin söylediği her şeyi hadis zannedenler ve bunları doğru bir bilgiymiş gibi sosyal mecrada paylaşanların sayısı azımsanamayacak kadar çoktur.

İslam Tarihinde karşımıza çıkan 'uydurma hadisler' meselesi bilgi kirliliğinin ilginç örneklerindendir. Mercimeği para yapmayan tüccar onun 'cennet taamı' olduğunu Hz. Peygamber'e söylettiği zaman tahmin ettiğinden fazla para kazanabilir. Herhangi bir mezhebi, cemaati yerin dibine batırmanın en kestirme yolu onun aleyhinde bir hadis bulmaktır. Bunun tersi de doğrudur; Hz. Peygamber'in vefatından asırlar sonra ortaya çıkan mezhepler, tarikatlar, cemaatler bile, Hz. Peygamber'e kendi lehlerinde hadis söylettirmekten çekinmemişlerdir. Her mezhep, kendine bir yer edinebilmek için yapay bir tarih üretmiştir. Bu sözümüzün en açık kanıtı Dört Halife Dönemi'ne bazı mezheplerin bakışıdır. Mesela, Ehl-i Sünnet, Hz. Ebubekir, Hz. Ömer, Hz. Osman ve Hz. Ali'nin halifelik dönemlerini İslam'ın en ideal dönemi olarak bir tür kutsallık şemsiyesi altına taşımıştır. Hariciler, Hz. Ebu Bekir ve Hz. Ömer dönemini meşru kabul eder, Hz. Osman ve Hz. Ali'yi tekfir ederler. Şia ise, hilafetin Hz. Peygamber'den hemen sonra nass ve tayinle Hz. Ali'nin hakkı olduğunu ileri sürer. Açıkça görülebileceği gibi, her üç anlayış da birbirinden farklıdır. Her mezhep kendine göre hadisler bulmuşlardır. Temel amaç, kendisinin en doğru, en sahih mezhep olduğunu göstermektir. Bu duruma tarihin geriye doğru işletilmesi denilebilir. Demek ki, bilgi kirliliği yeni bir şey değildir.

Bilgi kirliliğinden arınabilmek için, 'büyükler söylüyorsa mutlaka bir hikmeti vardır; hikmetinden sual olunmaz', anlayışından vazgeçmeliyiz. Çünkü, ortada 'hikmet'e benzer bir şey varsa, mutlaka 'sual' de olmalıdır. 'Hikmet'in hikmet olduğu ancak sual ile anlaşılabilir.

Bilgi kirliliğinden kurtulmanın yolu, öncelikle doğru, sağlam, güvenilir bilginin peşinde olmaktan geçer. Bütünüyle sözlü kültürle beslenen insanlar, bilgi kirliliğinden kurtulamazlar. Çünkü sözlü kültürde, kaynakların ve temel kavramların sorgulanması mümkün değildir. Din alanındaki kirli bilginin etki gücü, ancak sorgulama ve eleştirel düşünce geliştirerek azaltılabilir.

Kur'an bizleri 'bilmediğin şeyin peşinden gitme' (17/36) diyerek uyarmakta, bilgiye ve belgeye dayalı hareket etmeye davet etmektedir. Müslüman bilgiye, öğrenmeye açık insandır; zanla hareket etmez; her sözü dinler, en güzelini, en doğrusunu tespit eder. Yüce Allah, Zümer suresinde şöyle buyurmaktadır: 'Sözleri dinleyip en güzeline uyanları müjdele. İşte Allah'ın doğru yola ulaştırdığı ve gerçek akıl sahibi olanlar bunlardır.' (38/18). Sözün güzeli, anlamlı, doğru, sağlam ve güvenilir olandır. Kaynakları belirsiz; akla, vahye ve yaratılışın yasalarına uygun olmayan sözlerin 'kirli' olup olmadığı mutlaka araştırılmalıdır.

Bilgi kirliliği yaşayan toplumlar, cehaletten kurtulamazlar. Doğruyu öğrenmekte zorlanırlar. Özellikle dedikodu boyutlu yanlış bilgiler daima kaynağına ve çevreye zarar verir. Kısaca saptırılmış, gerçeğinden uzaklaştırılmış bilgiler, doğruya engel olur ve de içinde büyük ölçüde yalan-yanlışlar barındırır. Bilgi kirliliğine yol açar. Kirli birçok nesne temizlenebilir. Ancak bilgi kirliliğini temizlemek, açtığı yaraları kapatmak pek öyle kolay değildir.

Din konusunda kafa karışıklığı yaygın bir durumdur. İnsanlardan zaman zaman, “kime inanacağımızı şaşırıyoruz” şeklinde sözlere rastlamak mümkündür. Bu kafa karışıklığı, ya bilgi ve bilinçten yoksun tepkisel/ yüzeysel dindarlığa, ya da yine bilgi ve bilinçten yoksun tepkisel din karşıtlığına yol açmaktadır. Bu durum toplumda iletişim kanallarının tıkanmasını da beraberinde getirmektedir. Oysa din, temel iletişim kodlarını bünyesinde taşır. Din konusunda en azından özgürce düşünebilecek kadar doğru bilgi sahibi olan kimseler, tercih ve duruşları ne olursa olsun, birbirlerini daha iyi anlayabilirler. Bir yanlışa hemen dikkat çekelim: Din konusunda bilgi sahibi olmak, dindar olmak anlamına gelmez; dindarlık bireysel bir tercihtir. Ancak bu toplumda birlikte yaşamak, birbirimizi anlamak için çaba sarfetmeyi bir sorumluluk olarak bize yükler. Birbirimize katlanmayı öğrenmek, birbirimizi anlamakla mümkün olabilir.

Kur’an’ın dışındaki bütün bilgilerin kaynağı insandır. Kur’an’ın özelliği, Allah katından Hz. Muhammed’e gelen vahiyden meydana gelmiş olmasıdır. Kur’an, Hz. Muhammed’e geldiği şekliyle bize kadar ulaşmıştır. Kur’an ayetlerinin yorumları, hiçbir zaman Kur’an’la özdeşleştirilemez. Yorumlar, yorumu yapan kimsenin kapasitesine, bilgi birikimine, yeteneklerine ve içinde yaşadığı zaman ve zemine göre değişebilir. Kur’an’ın evrensel boyutu, onun her zaman ve mekanda yeniden anlaşılmasını ve yorumlanmasını mümkün kılmaktadır. Kur’an’ın dışında hiçbir bilgiye vahiy muamelesi yapılamaz.

İslâm açısından, vahyî bilginin dışındaki her türlü bilgi, hangi kaynakta yer alırsa alsın, kimden gelirse gelsin beşerî bilgidir; sonuna dek her türlü tenkit ve tahlile açıktır. İşte bu tespitler bize, kafa karışıklığından kurtulabilmek için ikinci temel ölçütü vermiş olmaktadır: Açıkça Kur’an’a aykırı olan bir bilgi, İslami açıdan hiçbir şekilde bağlayıcı olamaz. Çünkü, Kur’an’ın dışındaki her türlü bilgi, tekrar edelim beşeri bilgidir. Ne derler “insan nisyan ile maluldür”, yani yanlıştan bütünüyle kurtulamaz. Hz. Muhammed’le birlikte vahiy kapısı kapanmış olduğuna göre, hiçbir alimin düşüncesine mutlak doğru gözüyle bakılamaz.

Kur’an, her konuda sağlam bilgi ile, delile ve belgeye dayalı olarak hareket edilmesini istemekte; “zan”na uyulmasını eleştirmekte (Necm, 23, 28); zannın hiçbir yarar sağlamayacağına (Yunus,36); hatta zannın bir kısmının günah olduğuna (Hucurat, 12) dikkat çekmektedir. Hucurât sûresindeki şu âyet, her alanda doğruyu arama konusunda bir uyarıdır: “Ey inananlar! Eğer yoldan çıkmışın biri size bir haber getirirse, onun iç yüzünü araştırın, yoksa bilmeden bir millete fenalık edersiniz de sonra ettiğinize pişman olursunuz.” (Hucurat, 6).

Öte yandan, Kur’an, “ataların dini” adı altında, geçmişten intikal eden kültürel mirasın ve düşünce geleneklerinin eleştiri dışı tutulmasını da şiddetle eleştirmektedir: “Onlara: ‘Allah’ın indirdiğine uyun!’ dendiği zaman: ‘Hayır, atalarımızı üzerinde bulduğumuz yola uyarız’ derler. Ya ataları bir şey düşünemeyen ve doğru yolda olmayan kimseler idiyseler!” (Bakara, 170). İslam, fıtrata uygun bir dindir. Müslüman insan, insanı ilgilendiren her konuda aklını özgürce kullanabilir. Doğruların peşinde olmak, aklı en üstü düzeyde kullanmak Kur’an’ın emridir. Doğrunun, hakikatin peşinde olanlar aklın ve vahyin sesine kulak verirlerse, kafa karışıklığındın mutlaka kurtulabilirler.            

Sonuç olarak günümüz insanının bireysel ve toplumsal ilişkilerinde yaşanan değişmeler ve bunun sonucu ortaya çıkan dini ihtiyaçlar göz önünde bulundurularak İslam'ın yeniden yorumlanması ve onun bugünkü İletişim ve Halkla İlişkiler konusundaki gelişmeler ışığında bütün insanlığa uygun yollarla en iyi bir biçimde sunulmasına büyük ihtiyaç vardır. Bugün geleneksel Teoloji'de tartışılan İslam mesajının ulaşmadığı bölgelerdeki insanların durumunun ne olacağı sorunu, sorun olmaktan çıkmış, dinî cemaat ve organizasyonlar tarafından İslam'ın doğru bir şekilde sunulmadığı veya eksik olarak sunulduğu için İslam'dan uzak duran insanların durumunun tartışılması zorunlu hale gelmiştir.  Günümüzde İslama davet etme iddiasıyla ortaya çıkan ve büyük ölçüde güven ve imaj sorunu yaşayan  pek çok cemaat ve organizasyon, İslam'ı anlama, muhatap kitlenin durumuna göre sunma açısından başarı düzeyleri sanıldığı gibi yüksek değildir. Bazı dini cemaatler, insanları İslam'a ısındırmak yerine İslam'dan soğutmaktadırlar. Onların İslam'ı bizatihi siyasal bir din veya mistik bir dünya görüşü ya da şekli bir dindarlık olarak algılamaları sebebiyle, İslam'ın ve müslümanların tarihte bıraktıkları olumlu imaj,  yerini korkulan ve ihtiyatla yaklaşılan bir imaja bırakmıştır. Bunun ortadan kaldırılması için, İslam’ın  insanlığa emniyet ve güven telkin eden iman ve ahlak boyutunun yeniden öne çıkarılması şarttır.

 

 

 

 

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

MEKKİ SURELERDE SALÂT KAVRAMININ SEMANTİĞİ

SALAT’IN NAMAZ ANLAMI ÜZERİNE

KEVSER SURESİNİN İNCELENMESİ