HZ. PEYGAMBER HAKKINDA DOĞRU BİLİNEN YANLIŞLAR (2)
Hz. Peygamber Hakkında Doğru Bİlİnen Yanlışlar (2)
Hz.
Peygamber Kur’an’a Aykırı Davranır mı?
Hz. Muhammed’in sözleri yanlış olacak olsa Allah müdahale eder ve
yanlış olduğunu ayetleriyle ortaya koyardı. Eğer Allah’a rağmen bu sözlerinde
ısrar ederse peygamberlik görevi sona ererdi. Oysa peygamberler insanların
erdemli, onurlu, ahlaklı yaşamaları için tarihin akışını değiştiren en büyük
önderlerdir.
“Eğer (Peygamber) bize isnat ederek bazı sözler uydurmuş
olsaydı, mutlaka onu kudretimizle yakalardık. Sonra da onun şah damarını
mutlaka keserdik. Hiçbiriniz de bu cezayı engelleyip ondan savamazdı.” (69Hakka/44-45).
Kur’an’da Hz.
Peygambere yönelik uyarılar vardır. Bunlardan
bazıları şunlardır:
1. Abdullah b. Ümmü Mektûm'la İlgili Tavrı: “Nereden bilirsin, belki de o
arınıp temizlenecek. Belki de düşünüp taşınacak da öğüt kendisine yarayacak. O,
kendisini her türlü ihtiyacın üstünde görene gelince, ki sen ona yöneliyorsun;
Sana ne onun arınmasından! O, koşarak sana gelen var ya; odur içine ürperti düşen.
Sen ona aldırmazlık ediyorsun. Hayır, hiç de öyle değil! O, bir düşündürücüdür.
Dileyen onu düşünüp öğüt alır.” (Abese 80/3-12).
2. Fakir ve Zayıf Müslümanlarla İlgili Tutumu: “Sabah
akşam Rablerinin rızasını isteyerek, O'na yalvaranları kovma. Onların
hesabından sana bir sorumluluk, senin hesabından da onlara bir sorumluk yok
ki, onları kovup da zulmedenlerden olasın.” (En’am 6/52).
3. Bedir Esirleri ile
İlgili Uygulama: “Yeryüzünde ağır
basıncaya kadar hiçbir Peygamber’e esirler sahibi olmak yakışmaz. Siz, geçici
dünya malını istiyorsunuz, Allah ise ahireti istiyor. Allah daima üstün, hüküm
ve hikmet sahibidir. Eğer Allah'tan, bir yazı geçmemiş olsaydı, aldığınız
fidyeden dolayı size mutlaka büyük bir azap dokunurdu. Artık aldığınız ganimetten
helâl ve temiz olarak yiyin ve Allah'tan korkun. Şüphesiz Allah,
bağışlayandır, esirgeyendir.” (Enfal 8/67).
4. Tebük Seferinde Münafıklara İzin Vermesi:
“Allah seni affetsin;
neden onlara izin verdin de beklemedin ki, doğru söyleyenler sana açık-seçik
belli olsun da yalancıları bilesin. Allah'a ve âhiret gününe iman edenler; mallarıyla,
canlarıyla cihat edecekleri için senden izin istemezler. Allah, takva
sahiplerini iyice bilmektedir. Ancak Allah'a ve âhiret gününe inanmayanlar,
kalpleri kuşkuyla karışmış olup da işkilleri içinde çalkanıp duranlar, sefere
katılmak için senden izin isterler. Sefere çıkmak isteselerdi elbette ki, bir sefer
hazırlığına girişirlerdi. Ama Allah, harekete geçmelerini istemedi de onları
yerlerine çiviledi ve "oturun, oturanlarla beraber" denildi.” (Tevbe 9/43-46).
5. Müslüman Olmayanlara Dua ve İstiğfar
Etmesi: “Onlar için ister af dile, ister dileme, onlar için
yetmiş defa af dilesen, yine Allah onları affetmez. Böyledir, çünkü onlar
Allah'ı ve elçisini tanımadılar; Allah, yoldan çıkan kavmi yola iletmez.” (Tevbe 9/80). Ayrıca bakınız: Münafikun 63/6;
Tevbe 9/84; Tevbe 9/113-114; Kasas 28/56; Ahzab 33/1-3; İsra
17/73-75.
6. Zeynep
b. Cahş ile
Evlenmekte Tereddüt Göstermesi:
“Hani sen Allah'ın nimetlendirdiği, senin de lütufta
bulunduğun kişiye "Eşini yanında tut, Allah'tan kork!" diyordun ama,
Allah'ın açıklayacağı birşeyi de içinde saklıyordun; insanlardan çekiniyordun.
Oysaki kendisinden korkmana Allah daha layıktır. Zeyd o kadından ilişiğini
kesince onu sana nikâhladık ki, evlatlıkları eşleriyle ilişkilerini
kestiklerinde, müminler için o kadınlarla evlenmede bir güçlük olmasın. Zaten
Allah'ın emri yerine getirilmiştir. Allah'ın kendisine farz kıldığı şeyde
peygambere hiçbir vebal yoktur. Daha önce gelip geçmişlerde de Allah'ın
yolu-yöntemi buydu. Allah'ın emri, belirlenmiş bir kaderdir/ölçüdür. Onlar ki,
Allah'ın mesajlarını tebliğ edip O'ndan korkarlar, Allah'tan gayrı hiç kimseden
korkmazlar. Hesap sorucu olarak Allah yeter.” (Ahzab 33/37-39).
7. Helâl Olan Şeyi Kendisine Haram Kılması: Tahrim meselesinin
nedenleri hakkında kaynaklarda farklı rivayetler olmakla birlikte, daha çok bu
konunun, Hz. Aişe'den rivayet edilen şu olayla ilgili olduğu kabul
edilmektedir. Konuyla ilgili Peygamber hanımlarının farklı olarak anlatıldığı
bu rivayet de Hz. Aişe şöyle diyor:
Resûlullah tatlıyı ve balı severdi. İkindi namazını
kıldıktan sonra hanımlarını dolaşır onlara yakınlık gösterirdi. Onlardan
Zeyneb binti Cahş'ın yanında bir müddet kalır, bal şerbeti içerdi. Bunun
üzerine ben ve Hafsa anlaştık. Peygamber hangimizin yanına girerse, ona:
"Sende meğafir” kokusu alıyorum. Meğafir mi
yedin?" diyecekti. Anlaştığımız üzere kendisine bu soru sorulunca,
[üstünün başının kötü kokmasından hoşlanmayan] Hz. Peygamber:
Hayır, meğafir yemedim, fakat Zeyneb'in yanında bal
şerbeti içtim. Ama bir daha bunu içmemeye yemin ettim, sen bunu başkasına
söyleme" dedi.[1] Bunun üzerine, "Ey peygamber niçin Allah'ın sana
helâl kıldığı şeyi, eşlerinin hatırı için haram kılıyorsun?"dan itibaren,
"Eğer tevbe ederseniz..." ayeti dahil dört ayet (Tahrim 66/1-4) nazil oldu.
Bunlar Kur’an nazil olurken
gerçekleşmiş hadiselerdir. Peki Hz. Peygamber vefat ettikten sonra ona
söylettirilen uydurmalara karşı Müslümanların tavrı ne olmalıdır?
Bu tehlikeye karşı Müslümanların
karşılaştıkları bir rivayete karşı kriterleri şunlar olmalıdır:
1- Kur’an’ın muhkematını iyi bilmeli
ve hadisin sağlamasını Kur’an’la yapabilmeli. Yoksa farkında olmadan
Rasulullah’ın hayatıyla o hayata mesnet olan ilahi mesajı çatıştırır. Bu ise
hiç de arzulanan bir durum değildir.
2- Hadislerin durup dururken öylesine
söylenmiş sözler olmadığını, onların da “5N1K” sının bulunduğu, yani bir yeri,
zamanı, muhatabı, gerekçesi, ortamı, amacı özetle bağlamı bulunduğu
unutulmamalı. Hadisin doğru anlaşılması ve yorumlanmasında bu bağlamın önemi
sanıldığından büyüktür.
3- Hadislerin lafzen değil anlam
olarak nakledildikleri akıldan çıkarılmamalıdır. Hz. Peygamber’in ağzından o
lafızlarla çıkmamış olması kuvvetle muhtemeldir. Dolayısıyla hadisin teke tek
lafızları üzerine yorum bina etmek, birçok mahsuru beraberinde getirebilir.
Eğer yorum bina edilecekse, o konuda
Rasulullah’ın söyledikleri yanında yaptıklarının bütünü göz önüne alınarak
yorum yapılmalıdır.
4- Yine bu meyanda, hadislerde geçen
kimi kalıp ifadeler ve ıstılahlar vahyin inşa ettiği bir zihinle
anlaşılmalıdır. Bir örnek vermek gerekirse, bir önceki yazımda “Bir yöneticinin
hayra yönelişini destekleyen Allah…” diye çevirdiğim ibarenin lafzi karşılığı
“Bir yöneticinin hayrını isteyen Allah…” şeklindedir. Fakat Allah’a izafe
edilen her hayır ve hidayet şu ilke ışığında anlaşılmalıdır: “doğru yola
yönelenin Allah bu konudaki yeteneğini artırır” (47:17). Tabiî ki “Allah’ın
sapmasını dilediği” türünden her tür metin de yine “Allah yoldan çıkmışlardan
başkasını saptırmaz” (2:26). İlkesi ışığında anlaşılmak zorundadır. İşte bunun
gibi.
5- Hadis kitaplarının, çok yüksek
sayıdaki rivayet arasından müellifinin belirlediği kriterler doğrultusunda
seçilmiş hadislerden oluşan bir “seçki” olduğu unutulmamalıdır. Bu seçimde
Buhari ve Müslim en titiz davrananlar arasında yer alırlar. Fakat seçimde ne
kadar titiz davranılsa davranılsın, insanlık hali, az da olsa gözden kaçan kimi
rivayetlerin olabileceği hatırlanmalı. Buhari’nin Sahih’i tekrarlı 7397, tekrarsız
2602 hadis içerir. Buhari bu hadisleri 600.000 hadis arasından seçtiğini söyler
(Siyeru A’lam, 11/187). Bu rakamlar, sanırım meramımı izaha kâfidir.
6- Bu tür hadis derlemelerinden azami
istifade isteniyorsa, hadisi anlama hususunda yardımcı kaynaklarla birlikte
okunmalıdır. Mesela bu konuda bendenizin Üç Muhammed ve Yahudileşme Temayülü,
M. Esed’in İslam’ın İlk Yılları adlı Sahih’in dört kitabı içeren şerhi, Hayri
Kırbaşoğlu’nun konuyla ilgili eserler, Mehmet Görmez’in Sünnet ve Hadis’in
Anlaşılmasında Metodoloji Sorunu adlı eseri ilk anda akla gelenler.[2]
Hz. Peygamberin Kur’an’ın apaçık emri
dururken Kur’an’a aykırı söz söylemesi Kur’an’ın haramını helal kılması mümkün
değildir. Ancak uydurma hadislerde durum böyle değildir. Bunun örnekleri
çoktur. Bunlardan birisi şöyledir:
Dinde kan içmek haramdır. Maide
suresinin üçüncü ayetine bakılırsa bu durum iyice anlaşılır.
Cahiliye döneminde
insanlar kestikleri hayvanların kanlarını kaplara alarak taze iken veya
bekleterek içiyorlardı. Adı geçen ayetle kan içme yasaklandı.
Ashab-ı kiramdan Abdulah b. Zübeyir de çocuk yaşta iken Hz.
Peygamber (s.a.v)'in hacamat kanını içmiştir. Olay şöyle gelişmiştir: Darekutni
ve başka hadis kitaplarında nakledildiğine göre, Abdullah sekiz dokuz
yaşlarındayken, Rasulullah (s.a.v) kendisine hacamat ettirdiği kanınını toprağa
gömmesi için bir kap içinde vermiş, Abdullah ise oradan ayrıldıktan sonra tek
başına kalınca, kanı gömeceği yerde içmiştir. Geri dönüp gelince Resulullah
(s.a.v): "Ne yaptın?"diye
sormuş, o da kinayeli konuşarak: "Onu ortadan kaldırdım." demiştir. Hz.
Peyggamber (s.a.v) durumdan şüphelenip: "Herhalde onu içtin?" deyince
Abdullah: "Evet!.." demiştir.
Bunun üzerine Peygamber
Efendimiz (s.a.v): "Kanı kanıma karışana ateş temas
etmez." buyurmuş ve şunları da sözlerine eklemiştir: " Veylün leke mine'n nâs ve veylün li'n- nâsi minke = Yazık
insanlardan sana olacaklara, yazık senden dolayı insanlara olacaklara."[3]
Ümmü Eymen (R. anha) da Hz peygamberin
idrarını içivermişti.
Hz Peygamber onların bu
fiiline itiraz etmek bir yana bu sayede cehennemden kurtulduklarını müjdeledi.[4]
Hz. Peygamberin Helal ve Haramı
Belirleme Yetkisi Var mı?
Gelenekçi İslam’ın savunduğu en
önemli konulardan biri de, Hz. peygamberin kendi inisiyatifini kullanarak,
günlük yaşamdan olsun ya da dini konularla ilgili olsun, çeşitli yasaklar koyma
yetkisi olduğudur. Hz. Peygamberin Allah tarafından indirilen ayetler dışında,
kendi başına da kararlar verip bunları haramlaştırabileceği hatta Allah adına
insanlara yasak dahi koyabileceğini düşünürler. Hz. Peygamberin helal veya
haram koyma yetkisi olduğunu zannederler.
Sanki Allah’ın (haşa) unuttuğu
yerlerde ya da Allah’ın ilgilenmediği alanlarda peygamber olaya müdahale eder
ve o konuyla ilgili helal-haram yasası çıkartır. Oysa Allah Kuran’da defalarca
helal-haram koyma yetkisinin sadece kendisinde olduğunu, Kuran’ın
tamamlandığını ve içinde her şeyin eksiksiz bir biçimde anlatıldığını söyler.
Allah Tahrim Suresi 1. Ayette “Ey
Peygamber! Allah’ın sana helal kıldığı şeyi eşlerinin hoşnutluğunu isteyerek
neden haramlaştırıyorsun? Allah Gafur’dur, Rahim’dir.” der. Peygamberimiz
burada önce kendinin veya karısının istediği bir şeyi yasaklıyor ki, bunun
üzerine böyle bir ayet geliyor. Bu ayetten de anlaşıldığı gibi Hz. peygamberin
canının istediği gibi, bir şeyi dinen haram kılması söz konusu olamaz.
Birçok ayette helal ve haram kılma
yetkisinin sadece Allah’a ait olup insanların böyle bir yetkilerinin olmadığı,
özellikle vurgulanan hususların başında yer alır. Allah Teâlâ şöyle
buyurmuştur:
“De ki: ‘Allah’ın size indirdiği her
bir rızkı düşündünüz mü? Siz onu helal, haram diye sınıflandırıyorsunuz.’ De
ki: Bu konuda Allah mı size izin verdi, yoksa Allah’a iftira mı ediyorsunuz? Bir
yalanı Allah’a mâl edenler kıyamet gününü ne sanıyorlar? Allah’ın insanlara
cömertçe verdiği bir gerçektir. Ama onların çoğu şükretmezler.” (Yunus,
10/59-60)
“Allah’a mâl etmek için dillerinizin özenle
bezediği yalanlar ile ‘Bu helaldir, bu haramdır’ demeyin. Allah’a karşı yalan
uyduranlar iflah olmazlar. Bunlar biraz menfaatlenirler; ama onlar için can
yakıcı bir azap vardır.” (Nahl, 16/116-117)
“Müminler, Allah’ın size helal kıldığı
şeylerden hoşunuza gidenleri kendinize haram kılmayın. Aşırı da gitmeyin; Allah
aşırı gidenleri sevmez.” (Mâide, 5/87)
“De ki: Allah’ın kulları için
çıkardığı süsü, temiz ve lezzetli rızıkları kim haram etti? De ki bunlar
dünyada esasen müminler içindir; Kıyamet gününde ise sadece onlar için
olacaktır.” Bilen bir toplum için ayetlerimizi böyle açıklarız.” (A’râf,
7/32)
Görüldüğü üzere ayetlerde insanların
kendi başlarına helal veya haram belirlemeleri, Allah’a atılmış bir iftira
olarak nitelendirilmiş ve cezasının can yakıcı bir azap olduğu bildirilmiştir.
Fakat bir ayette helal ve haram kılma
fiili, Resûlullâh için de kullanılmıştır. İlgili ayet şöyledir:
“Onlar, yanlarındaki Tevrat’ta ve
İncil’de yazılı buldukları Resûl’e, o ümmî nebîye uyan kimselerdir. O, onlara
iyiliği emreder, onları kötülükten alıkoyar. Onlara tayyibâtı helal, habâisi
haram kılar. Üzerlerindeki ağır yükleri ve zincirleri kaldırır…” (A’râf,
7/157)
Bu ayette Resûlullâh’ın, iyiliği
emredip, kötülüğü yasaklaması, tayyibâtı (temiz şeyleri)helal habâisi (pis
şeyleri)haram kılması, insanların üzerlerindeki ağır yükleri kaldırıp
zincirleri kırması, esasında Kur’an’da var olanları bildirmesiyle
gerçekleşmektedir. Bu fiillerin Resûlullâh’a izafe edilmesi, onun “resûl”yani
“elçi”olması hasebiyledir. Allah’ın resûlü, Allah’ın kendisine bildirdiği emir
ve yasakları herhangi bir ilave veya çıkarma yapmadan, olduğu gibi aktaran
kişidir. Çünkü Allah Teâlâ ona kendisine indirdiği Kur’an ile hükmetmesini emir
buyurmuştur. (Bkz: Mâide, 5/48, 49.)
Diğer Peygamberlerle Mukayese ve
Onlardan Üstün Görme-Gösterme Düşüncesi
Hz. Peygamber, hakkında uydurulan
bazı rivayetlerde Hz. Peygamber diğer peygamberlerle mukayese edilmiştir. Başta
bazı mucizeler olmak üzere önceki peygamberlere verilmiş olan bazı özelliklerin
benzerinin hatta daha da üstününün O’na da verildiği ispatlanmaya
çalışılmıştır.[5]
Bu mukayesede ele alınan konulara bakılırsa Hz. Peygamber, adeta önceki bazı
peygamberlerle müsabakaya sokulmuş ve sonuç itibariyle onun her bir maddede
diğerlerinden daha efdâl olduğu vurgulanmıştır. Kudsi hadis formundaki şu
uydurma rivayetler bunun en güzel örneğini teşkil eder:
“Ben İbrahim’i dost edinmişsem daha
önce seni sevgili edindim. Musa ile yerde konuşmuşsam seninle gökte benim
yanımdayken konuştum ki sema yerden daha hayırlıdır. İsa’yı Ruhu’l-Kudüs’ten
yaratmışsam senin ismini mahlûkatı yaratmazdan iki bin sene evvel yarattım...
Peygamber olarak ilk önce Âdem’i seçmişsem seni de peygamberlerin
sonuncusu yaptım. 124 bin peygamber yarattım, senden daha mükerrem kimseyi
yaratmadım. Benim nezdimde senden daha üstün kim olacak?!...”
“Habibim, ben Yusuf’un güzelliğini
Kürsü’nün nurundan giydirdim. Senin yüzünün güzelliğini ise Arş’ın nurundan
giydirdim. Ey Muhammed! Senden daha güzel bir mahlûk görmedim.”[6]
“Benim Allah ile öyle bir zamanım
vardır ki hiçbir mukarreb meleğe, gönderilmiş hiçbir peygambere izin verilmez.”
[7]
Nur-i Muhammedî Fikri
Bu düşünce halk arasında özellikle tarikat ve tasavvuf
çevrelerinde oldukça yaygın olan inançların başında gelmektedir. Temelde, Hz.
Âdem’den de, her şeyden de önce peygamberimizin nurunun yaratıldığı tezine
dayanmaktadır. Bu inanca göre ilk yaratılan şey peygamberimizin nurudur ve geri
kalan her şey o nurdan yaratılmıştır. Bu inanç da tam anlamıyla Kur’an’a aykırı
bir iddiadır. Her şeyin peygamberimizin nurundan ve peygamberimiz için
yaratıldığını söylemek Allah’a iftira etmektir. Allah Kur’an’da peygamberimize
şöyle söylemesini buyuruyor: “Ben peygamberlerin ilki değilim; kendime de size
de ne yapılacağını asla bilmiyorum; ben sadece (vahyi) olduğu gibi beyan eden bir
uyarıcıyım.” (Ahkaf Suresi 9). Peygamberimiz ilk peygamber olmadığı gibi ilk
yaratılan da değildir. Kur’an bize göklerin ve yerin nurunun Allah olduğunu
söylüyor: “Allah, göklerin ve yerin nurudur…” (Nur Suresi 35). İnsanlar
Allah’ın ayetlerini hiçe sayarak her şeyin peygamberimizin nurundan yaratıldığını
iddia etseler de Allah açık bir şekilde söylemektedir bize: “Ben onları ne
göklerin ve yerin yaratılışına tanık kıldım; ne de kendilerinin yaratılışına;
ayrıca, (insanları) yoldan çıkaran bu (varlıkları) kendime hiçbir şekilde
yardımcı edinmiş de değilim.” (Kehf Suresi 51). Bu türden asılsız iddiaların Hıristiyanlıkta
Hz. İsa’ya da isnat edildiği görülmektedir. Yuhanna İncili’nde şu ifade yer
alır: “Ben dünyanın nuruyum” (Yuhanna 8/12).
Hz. Peygamber’in, Allah’ın nurundan yaratıldığı
fikrini işleyen Nur-i Muhammedî veya Hakikat-i Muhammediyye nazariyesi ilk defa
Sehl b. Abdillah et-Tusteri’ye (ö. 283) atfedilmiş, onun izinden gidenler
tarafından da geliştirildiği belirtilmiştir.[8]
Bu tasavvurun kaynağını ise çeşitli araştırmacılar, Hıristiyan ve Yahudi
tesiri, Yunan Felsefesi, Yeni Eflatuncu, Gnostik-Maniheist fikirler vb. farklı
yabancı kültürlerin etkisine bağlamaktadırlar. Ancak gelenekçiler bu anlayışın
Hicrî 3. asırda ortaya çıktığı ve daha sonra özellikle mutasavvıflar arasında
kabul gördüğü hususunda birleşmektedirler.[9]
Cabir b. Abdillah’dan gelen bir
rivayete göre o, bir gün Hz. Peygamber’e, Allah’ın ilk önce yarattığı şeyin ne
olduğunu sormuş, Rasûlullah (sav) da şu cevabı vermiştir: “Ey Cabir! Allah, her
şeyden önce kendi nurundan senin peygamberinin nurunu yarattı. Sonra bu nuru,
kudretiyle dilediği gibi devretti. O vakit henüz levh, kalem, cennet, cehennem,
melek, sema, arz, güneş, ay, cin ve insan dahi yoktu...”[10]
“Allah beni nurundan yarattı, Ebu
Bekr’i de benim nurumdan yarattı...”[11]
Şinasi Gündüz Nur-u Muhammedi
anlayışının M.S. 2. Yüzyılda yaşamış gnostiklerden Basilidies’in Hz. İsa’nın
Allah’tan sudur eden/çıkan ilk varlık (nous) olduğuna inandığını belirtir.[12]
Nur-u Muhammedi inancıyla Hz.
Peygamberin insan varlığı buharlaşır onun yerini soyut bir kimlik alır. Böyle
olunca da bir beşer olan Hz. Peygamber örnek alınamaz, insanı atıkları (kan,
sidik, sümük) şifa sayılır. Teri, kakası kokmaz. Mucizeler gösterir, gelecekten
haber verir. Mistik anlayışın çizdiği peygamber anlayışı Kuran’a tamamen
terstir. Mistik anlayış Kuran’ın Allah’a verdiği sıfatları Hz. Peygambere
verirler. Örneğin: Kuran’a göre; “Allah hükümranlık makamına kurulup varlığı
yönetmektedir.” (Tevbe/3). Mistik anlayışa göre Hz. Peygamber bütün
yaratılmışlara hükümrandır. (el-Cili, İnsan-ı Kamil, 2/45).
Peygamberimizin aşırı yüceltilmesi
konusunda, İbn Teymiye’nin (1263-1328) eleştirileri gayet yerindedir: “Bazıları
yerlerin, göklerin, ayın ve güneşin kısaca her şeyin Peygamberimiz için
yaratıldığını iddia etmektedir. Hâlbuki böyle bir şey ne sahih ne de zayıf,
hiçbir şekilde Hz. Peygamber’den rivayet edilmemiştir. Bütün ilim ehli bunu
böyle kabul etmiştir. Sahabeden de böyle bir söz nakledilmemiştir.”[13]
Aksine Allah, göklerde ve yerde olanları “insanlara hizmet etsin diye”
yaratmıştır: “Allah'ın göklerde ve yerde olanları sizin
hizmetinize verdiğini nimetlerini açık ve gizli olarak size bolca verdiğini
görmediniz mi?” (Lokman, 31/20)
Tarihi süreç içerisinde Ehl-i
Hadis’in etkisinde oluşmuş olan Peygamber tasavvuru yerine Kur’an ve Sahih hadisler
ışığında çağın ihtiyaçları çerçevesinde Kur’an merkezli Peygamber tasavvurunun
oluşturulması elzemdir. Zira her alanda olduğu gibi Peygamber
tasavvurumuzda da daha ilk asırlarda Kur’an’dan bir kopuş yaşanmıştır. Bu
konuda Kur’an’a ve ona uygun Hz. Peygamber’in siretine dönüş kaçınılmazdır. Bu
tasavvur bünyesinde üç önemli unsuru barındırmalıdır. Birincisi, bu
tasavvurda Hz.Peygamber’in olağanüstü özelliği olarak vahiy alan bir elçi
olması dışında[14] mucizevî,
efsanevî ve mitolojik niteliklerden arındırılmış olmasıdır. Çünkü bizzat Kur’an
bir yandan Hz.Peygamber’in insan olduğunu vurgularken, diğer yandan müşriklerin
ondan mucize taleplerini kesin bir dille reddetmektedir.[15] İkincicisi
peygamber tasavvurumuzda diğer bütün varlıkların bağlı olduğu gibi Hz. Peygamber’in
de tabiî ve sosyal yasalara (sünnetullah) bağlı olduğunun kabul edilmesidir. Üçüncü
hadislerin bir kısmı vahiy temelli olma ihtimaliyle beraber tamamının vahiy
kaynaklı olmadığı gerçeğinin göz önünde bulundurulmasıdır. Bu üç önemli nokta
yeni oluşturacağımız Peygamber tasavvurunun temel nirengi noktalarını teşkil
etmelidir. Önerilen Kur’an merkezli peygamber tasavvurunun daha da
geliştirilerek sistemli hale getirilmesi ve bununla İslam dünyasında bir
zihniyet ve dünya görüşünün oluşturulması son derece önemli bir husustur.
[1] Buhârî,
Talâk, 8; Tefsir, Tahrîm 66/1; Müslim, Talâk, 20-21; Ebû Dâvûd, Eşribe, 11;
Nesâî, Talâk, 17.
[2] Mustafa
İSLAMOĞLU, Peygamber Yazıları, 79-81
[3]
(el-Askalânî, el-Metâlibü’l-Âliye, 4:21;
el-Heysemî, Mecma’u’z-Zevâid, 2708; el-Hâkim, el-Müstedrek, 3:554.)
[4]
(Hakim, el-Müstedrek, no: 6912, 4/70; Taberani, el-Mucemü’l-Kebir,
no:230, 25/89; Ebu Nu’aym, Hilyetu’l Evliya, 2/67; Ebu Nu’aym,
Delailü’n-nübüvve, no: 365, 2/444)
[5] Bkz: Kadi Iyaz, Şifa, I. 523-533.
[6]
Bkz: İbnu’l-Cevzi, Mevduat, I. 288-291. Medine’den kırk
Yahudi, yüzüne karşı kötülemek ve tekzip etmek üzere Hz. Peygamber’e varırlar.
Sırasıyla Hz. Âdem, Nuh, Musa, İsa, Süleyman peygamberlerin çeşitli
özellikleriyle ondan daha hayırlı olduklarını söylerler. Hz. Peygamber: “Yalan
söylüyorsunuz! Aksine ben onların hepsinden daha hayırlı ve daha efdalim” dedikten
sonra bu peygamberlerle kendisini karşılaştırınca Yahudiler, bütün bunların
Tevrat’ta yazılı ve daha üstün olduğunu söyleyerek onu tasdik ederler, ardından
da kelime-i şehadet getirirler. Bkz: İbnu’l-Cevzi, age, I. 285-288.
İbnu’l-Cevzi, “bu hadisin uydurma olduğunda şüphe etmeyiz” der.
[7] Aliyyu’l-Kari, age, s. 291-2, no: 392. Sufilerin sıkça
kullandığı bir rivayettir. Geniş bilgi için bkz: Yıldırım Ahmet, age,
s. 79-80.
[8]
Geniş bilgi için: Yıldırım Ahmet, Tasavvufun
Temel Öğretilerinin Hadislerdeki Dayanakları, s. 114, Ankara-2000; Demirci
Mehmet, “Hakikat-i Muhammediyye”, DİA, XV. 179-180.
[9] Yıldırım Ahmet, age. s. 114-121.
[10] Leknevi, el-Asaru’l-Merfua, s.
42-3, tah. M. Said b. Besyuni Zeğlul, Beyrut-1984
[11]
İbn Arrak, age, I. 337. Onun
naklettiği diğer bir rivayet ise şöyledir: “Hz. Peygamber’in omuzları arasında,
üst satırda ‘La ilahe illallah’, alt satırda da ‘Muhammedun Rasûlullah’
şeklinde tıpkı ayın ondördü gecesinin aydınlığı gibi nurdan yazı yazılıydı.”
Bkz: age, I. 336.
[12] Şinasi Gündüz, Pavlus: Hıritiyanlığın Mimarı, 166-167
[13]
İbnu Teymiyye, Takıyuddin Ebu’l-Abbas (ö. h.
728), Mecmû’l-Fetâvâ, 35 c., Mecmau’l-Melik Fahd li Tabaâti’l-Mushafi’ş-Şerif,
Medine, 1995, XI, 96.
[14]
2, el-Bakara, 159;
3, Ali İmran, 164; 16, Nahl, 43; 17, İsrâ, 93; 18, el-Kehf, 110; 21, el-Enbiyâ,
7, 107; 25, Furkan, 7; 33, Ahzab, 21, 40; 41, Fussilet, 6.
[15]
17, İsrâ, 59 ; En’am 7; 15, Hıcr 14, 15 ; 21, Enbiya, 5,6 ; 10,
Yunus, 96, 97 ; 13, Ra’d, 31 ; 26, Şuara, 198, 199 ; 29, Ankebut, 50, 51.
Yorumlar
Yorum Gönder