İNSANLIĞIN KADIM SAPMASI: ŞİRK
İnsanlığın kadim sapması: şİrk
Şirk, Allah’ın insana olan sevgisine en büyük ihanettir;
bu yüzden tevbesiz affı yoktur.
Mustafa İSLAMOĞLU
Şirk, insanlığın kadim
sapmasıdır. İlk müşrik de benliği Allah’a ortak koşan bütün kötülüğün sembolü
olan şeytandır. Çünkü şeytan Allah’ın emrine itaati kendisinin daha hayırlı
olduğu zannıyla örtmeye çalışarak şirk koşmuştur. “Dedi ki: Ben ondan daha hayırlıyım; beni
ateşten yarattın, onu ise çamurdan." (38/76; 7/12).
Dinler tarihçilerinin yüzlerce
ilkel kabile arasında yapmış oldukları ve onlarca yıl süren çalışmaların resmi
sonucu şudur: Bütün ilkel dinlerde bir “Tanrılar Panteonu(:meclisi)” vardır.
Tüm bu tanrıların üzerinde ise; her şeyin sahibi, her şeyin yaratıcısı tek bir
tanrı vardır. Allah’ın dunundaki diğer alt tanrılar ise; yağmur yağdırmak,
savaşta kabileye yardım etmek, rızık vermek, hastalara şifa vermek gibi
görevleri olan tanrılardır. Bu alt tanrılar tek tanrının veziri, yardımcısı, eşi,
çocukları ve kızları gibi tasavvur edilmiştir.[1]
Bu tespitte gösteriyor ki insanlar önceden tek bir ümmetti. Yani
insanlar önce tevhit ehli idi, sonradan dinlerine şirki bulaştırdılar. “İnsanlar,
önceden, tek bir ümmetten başka bir şey değildiler; fakat sonradan ayrılığa
düştüler.“ (10/19). "İnsanlar tek bir ümmetti. Allah (onlara) müjdeleyen
ve korkutan peygamberler göndermiş, onlarla birlikte, insanlar arasında,
ihtilaf ettikleri hususlarda kendisiyle hükmetmek için hak olan Kitabı da
indirmişti." (2/213).
Muhtemel ki Hz. Nuh veya
öncesinde yaşamış olan salih kişiler ölünce iyi niyetle hatıralarını canlı
tutmak için heykellerini dikmişler. Sonunda bu iyi niyetin sonu şirke/putçuluğa
varmış.[2]
"Ve dediler ki: Sakın ilahlarınızı bırakmayın; özellikle de Vedd'i,
Suva'ı, Yeğus'u, Ye'uk'u ve Nesr'i bırakmayın." "Böylece onlar,
çoklarını saptırdılar. Zalimlere sapıklıktan başkasını artırma.” (71/23-24).
Şirk, tevhidin zıddıdır. Şirke
bulaşana müşrik denir. Müşrik, Allah’a inanıp ibadet etmekle birlikte imanına
ve ibadetlerine şirk bulaştırandır. “Onların çoğu Allah’a şirk koşmadan
inanmazlar.” (10/106)
Şirk, Allah’a ait özellikleri
bir anlamda gasp etmek ve onları hak etmeyenlere vermektir. Haddi aşan insanlar
Allah’ın rabliğini, melikliğini, ilâhlığını, hâkimiyetini gasp ederler. Bütün
bu ilâhî özellikleri bazı şeylere, insanlara veya birtakım güçlere verirler,
paylaştırırlar. Sonra da onların önünde
şöyle veya böyle boyun eğerler, onlara mutlak anlamda itaat ederler.
Kur’an sadece Lat, Menat, Uzza
ve Hubel gibi putları/şirkçiliği hedef almamıştır. Kur’an’da alihe, endad,
esnam, evsan, temasil, şüreka, şüheda, şüfea, erbab, evliya, emsal tağut, cibt,
ensab, sahibe gibi putçuluğa/şirkçiliğe de savaş açmıştır. Bu kelimelerin her
biri ayrı bir şirk(çiliğ)e işaret etmektedir.
Şefaat beklemek bir şirktir
Kur’an, şirk koşanların bahanelerini,
yapay kılıflarını geçerli bir neden kabul etmez ve insanları şirki bırakmaları
için en keskin ve sert dili kullanır. (Bkz. 39/3, 44; 10/18; 1 56-57; 43/86;
30/13 ). Kur’an’da, şefaat kelimesi üç anlamda kullanılır: Aracı olmak, yardım
etmek ve öncülük etmek anlamlarına gelir.
Şefaat konusunun omurgasını
oluşturan ayet; “De ki: Allah katında hiçbir güçleri ve yetkileri olmayan
varlıkları mı şefaatçi ediniyorsunuz. Hayır, şefaat etme yetkisi tamamıyla ve
sadece Allah’a aittir.” ayetidir. (39/44). “Şefaate konu olan tüm ayetler bu
ayet ışığında ele alınmalı ve anlaşılmalıdır. Bu ayet açık ve net olarak
şefaati yalnızca Allah’a tahsis etmektedir. Bir Kur’an terimi olan şefaatin
dünya hayatında, güzel bir işe öncülük etmek anlamına geldiğini bildiren ayetin
(4/85) dışında, bu terimin Kur’an’da hiçbir olumlu anlamı yoktur. Kur’an’da
içinde “şefaat” geçen 25 ayetin belagat çatısı “olumsuzlama” üzerine kuruludur.
Kur’an şefaatten, şefaati ispat için söz etmez. Muhatapları inkâr ediyormuş da,
Kur’an onları şefaate inanmaya çağırıyor değildir. Durum tam aksinedir. İlk
muhatapların Allah’ın astları olarak başkalarına kulluk etme gerekçeleri,
onların kendilerine şefaat edeceğine dair inançlarıdır. Bu hakikat; Allah’tan
başkalarını sığınacak otorite edinenler, “biz bunlara sadece bizi Allah’a
yaklaştırsınlar diye kulluk ediyoruz.” (39/3) şeklinde ifade edilir. Kur’an
şefaat konusundaki ayetleri olumsuz çatı üzerine kurarken, muhataplarının bu
sapık inançlarını hedef alır.[3]
İslam dünyasında yürürlükte
olan şefaat, Cahiliye dönemi şirkinin şefaat anlayışıyla aynıdır. Hatta ondan
daha yıkıcıdır. Şirk şefaatçılığı ümmet bünyesine son derecede sinsi girmiştir.
Önce Peygamber’i devreye sokmuş, peygamberle yumuşatılan zihinlere daha sonra
çeşitli unvanlar altında bir yığın şefaatçı doldurmuştur. Kur’an bunlara
ekâbir, efendiler, seyyidler, üstadlar, hazretler, sadat… diyor. Sonuç olarak, şeyh, pîr, efendi,
hocaefendi, seyyid, hazret… diye anılan
birtakım kişileri şefaat edici bilmek tartışmasız bir şirktir.
Kur’an, şirkin görünümlerinden
biri olan “kurtarıcı” anlayışını reddeder. “Kurtarıcı- Mesih” fikri Allah’ın
yetkilerini insana veren örtülü bir şirk pazarlamasıdır. Kurtarıcı-Mesih tipin en büyük temsilcisi
olarak Hz. İsa öne çıkarılmıştır. Bu anlayış biraz hafifletilmiş şekliyle
tarikat zihniyetinde de egemen olagelmiştir. Pîrlere, efendilere, mürşitlere,
kendilerine bağlı insanların günahlarını sildirici roller verilmiştir. Bu yüzden,
bir tarikat mensubu için ibadetten çok daha önemli bir şey vardır: Mürşidi olan
zâtın gönlüne girip onun koruyuculuğundan faydalanmak... İşte bu, açık bir
şirktir!
“Gerçekten, Allah, kendisine
şirk koşulmasını bağışlamaz. Bunun dışında kalanı (günahları) ise dilediği
kimselerden bağışlar. Kim Allah'a şirk koşarsa, doğrusu büyük bir günahla
iftira etmiş olur.” (4/48)
“Meryem oğlu Mesih, Allah’tır.”
diyenler kesinlikle kâfir olmuştur. Oysa Mesih şöyle demiştir: Ey
İsrailoğulları, Rabbim ve Rabbiniz olan Allah’a kulluk edin. Kim Allah’a şirk
koşarsa, Allah ona cenneti haram kılar, onun yeri cehennem olur. Zalimler için
hiç bir yardımcı da yoktur.” (5/72)
Tasavvuf geldiği nokta
itibarıyla şirktir
Tasavvufçuların Kur'an'ı
anlamak için başvurdukları bir metodolojileri yoktur. Aklın
yerine "his ve hayalleri" ön plana
çıkarmışlardır. Müteşabih ayetleri ve hatta muhkem
ayetleri bile istedikleri gibi tevil etmekte; tevil denemeyecek
derecede, arzu ve isteklerine uydurmakta; gerçekte İblis'in arzularına uydurmakta
ve zırvalamaktadırlar. Halbuki "zırva tevil
götürmez". Kalplerinde hastalık olanlar, Kur'an'ın
"müteşabih"ini de, "muhkem"ini de istedikleri gibi tevil
ederler. Al-i İmran 7. ayette böyle olanlar; "Kalpleri kaymış, fitne
çıkaran ve keyfi yorumlar yaparak müteşabih ayetleri tevil edenler." olarak
nitelendirilir.
Sufiler, “Kur’an’ın özü ve
cevheri bizde, kabuğu ve cürufu zahir ulemasındadır.” derler. Kendilerine ehl-i
lüb (:özcüler), zahir ulemasına ehl-i kışr (:kabukçular) derler. Gazali
İhya’sında; “Zahir ulemasının bildiği tevhid ya kabuk ya da kabuğun kabuğudur.
Ariflerin bildikleri tevhid ya özdür ya da özün özüdür.” der. Mevlana; “Biz
Kur’an’ın özünü, ruhunu aldık, postunu köpeklere attık.” der. Ebussuud Efendi
de “Bu sözü söyleyen kafirdir, katli vaciptir.” diye fetva verir.[4]
Tasavvuf, her ne kadar erken
dönemlerde bazı öncüleri olsa da belirli bir disiplin olarak H. 2. yüzyılda
ortaya çıkmıştır. Zamanla felsefe, Hint mistisizmi, Şamanizm, Hristiyanlık,
Fars (:İran) kültürü, Afrika fetişleri (:ilkel toplumlarda tapınılan ya da uğur
getirdiğine, kişiyi koruduğuna inanılan nesne) Zün Nun Mısrı aracılığıyla geçen
Mısır dinindeki sihir, büyü, harf ve sayıların anlamları ve Yahudilerden geçen
batını yorumlardan etkilenerek kendi başına bir inanç ve yaşantı sistemi (:din)
olmuştur.
Tasavvuf ile ilgili
araştırmaların isimleri genelde “İslam’da Tasavvuf” tur. Bu gözle bakıldığından
sapmalarının farkına varılamıyor. Eğer
“Tasavvufta İslam” mantığıyla yazılanları okursak dinden sapmaların
farkına rahatlıkla varırız.
Şirk’in kaynağı
Kur’an’daki din yanında, ona
rakip olarak oluşturulan atalar veya örfler İslamı’nın, yani şirk’in
oluşmasında en büyük etkiyi beş kültür yapmıştır. Bu kültürler; Arap Cahiliye
kültürü, İran Sâsâni kültürü, Hint mistisizmi, Şamanizm, Eski Yunan kültürüdür.
İslam, önce, Emeviler tarafından saltanat hırsı ve Cahiliye’nin bilinç altı
kaygılarıyla yozlaştırılmıştır. Sonra Kur’an tevhidi üzerindeki en önemli
yozlaşma İran Sâsânî kültüründen kaynaklanmıştır. Daha sonraları tasavvuf
yoluyla giren Hint kültür ve kavramları Şamanizm ile birleşerek, tasavvuf ilah
üreten bir kurum haline getirmiştir. Abbasiler devrinde Arapça’ya çevrilen Eski
Yunan metinlerinin çevrilmesinin etkisiyle Müslümanların Allah tasavvuru
panteizmle, Peygamber tasavvuru filozfla, ahiret inancı tenasühle
özdeşleştirildi. Denilebilir bu etki kalıcılık ve derinlik bakımından birinci
sıradadır.
Bu etkiler dışında, İslam’ın
yozlaşmasında rol alan kuşkusuz başka etkiler de vardır. Bunlar: Siyasal
çıkarların baskısıyla ayetlerde yapılan anlam kaydırmaları, teviller yapılması
(Batini yorumlar). Hadis adıyla uydurulan sözlerin, dini esasları hükmüne
geçirilmesi. Zamanla değişebilecek hükümlerin, zaman-üstü hükümlerle aynı
kefeye konması. Eskilerin putlaştırılmasını sürdürebilmek için, “içtihat kapısı
kapanmıştır” sloganının dinin gereği gibi kabul ettirilmesi. Bilim ve düşüncede
yaratıcılığın duraksaması. Özetle, günümüze gelinceye kadar İslam pek çok
kültür ve faktörlerin etkisiyle, esas kaynağı olan Kur’an’dan uzaklaşmış, kendi
özgün yapısına büyük ölçüde yabancılaşmıştır.
Dinin şemsiyesine sığınarak
bir “rabler hegemonyası” kurup kutsala hürmet adı altında örtülü şirke
gidilmesi, Kur’an’ın dikkat çektiği en büyük tehlikedir. Kur’an bize gösteriyor
ki, bu günahın failleri daima din temsilcileri olmuştur.
İmam Cafer Sadık (-765) şöyle
diyor. Emevîlerin İslam’a yaptıkları kötülük, tevhidin tanıtılmasına engel
olmak değildi, onların İslam’a yaptıkları kötülük, şirkin tanınmasını
engellemeleri idi. Bu engelleme Emevîci din ulemâsı tarafından kitaplara
geçirilip dokunulmaz kılınmış; böylece de, Müslümanlar yüzyıllardır şirki,
Kur’an’ın tanıttığı şekliyle tanımaktan yoksun bırakılmıştır.
Müslüman dünya şirki
tanımıyor, tanıma yönündeki tüm gayretleri sonuçsuz bırakılıyor. Çünkü şirkin
ne olduğu anlaşıldığında, Müslüman dünyaya “İslam” adı altında yaşatılan dinin,
gerçek İslam olmadığı ortaya çıkacaktır. Bu da, dünyadaki bütün çıkar
dengelerini sarsar. İşte bunun içindir ki, saltanatları “güdümlü bir İslam”ın
varlığına uyarlanmış olanlar, şirkin tanınmaması için her türlü oyunu
oynuyorlar. Örneğin “Siyasal İslam”, “Ilımlı İslam” bu oyunlardandır.
Bilinmelidir
ki; "evrensel aldatıcılar" ve "aldananlar"
tarih boyunca var olmuşlardır, var olacaklardır. Ama akıbet muttakilerindir.
Allah müminlerin velisidir.
Tasavvufun esaslarını Zu'n-Nun
el-Mısri (H. 245) kurgulamıştır. İslam'a, "İblis
öğretisi"nin sokulması için adeta "kanal" açılmıştır. Zaten
şeytan senin dosdoğru yoluna oturacağım demiyor muydu? “Şeytan dedi ki: Madem
öyle, beni azdırdığından dolayı onlar için mutlaka senin dosdoğru yoluna
otururum." (7/16). Ebu Yezid al-Bestami (H. 261), "üstadı
olmayanın üstadı şeytandır" derken; Zu'n-Nun el Mısri, "şeyhe
itaat, Allah'a itaatten daha iyidir." diyerek Kur’an’ın önünü
kapamışlardır.
Kendileri de sufi olan, Serrac
(Ö. H.378/M.988), Kelabazi (Ö.H.380/M.990), Ebu Talip Mekki (Ö.H.386/M.996),
Sülemi (Ö.H.412/M.1021) gibi sufiler 4. yüzyıldaki sufiliği eleştirip çeki
düzen vermek isterler. Adı geçen sufiler bunları eleştirirken kendi
anlayışlarını yerleştirdikleri de bir gerçektir. Serrac zamanının
tasavvufundaki İslam dışı unsurları şöyle sıralar: 1. Velinin Nebi’ye
üstünlüğünü iddia etmek. 2. Hulule
(Allah’ın insanın içine girdiğine) inanmak. 3. Vücuda eziyet ilahi evsafın
kazanılacağını sanmak. 4. Allah’ı bu dünyada aynen ahirette göreceğimiz gibi
görme iddiasında bulunmak. 5. Mutlak günahsızlık halini iddia etmek. 6. Allah’a
yakınlık dolayısıyla her türlü sınırlamadan muaf olduklarını zannetmek. 7.
Beşeri vasıfları terk ederek Allah’ın Vasıflarına bürünme iddiasında bulunmak…[5]
Kadim kültürler özellikle
mutasavvıfların saklı kibirlerinde ve duygusal zaaflarında, rüyalarında,
yahut hayal alemlerinde yerleşmiştir. Elbette bugün insanlar
nasıl "ruh, melek, uzaylı" diye kontrol altına
alıp-yönlendiriyorlarsa; geçmişte de "melek, peygamberler veya Peygamberimizin
sahabelerinin ruhları" olarak kendilerini takdim ederek, mutasavvıflara
vahyetmişlerdir. Allah'ın koruduğu "Kur'an Kaynağı"nı
bozamayacakları için; her türlü batini anlamları; zırva
yorumları ve tefsirleri, özellikle hastalıklı zihinlere bu yolla
enjekte etmişlerdir.
Tasavvufçuların işleri
rüyalarladır. İslam'a göre vahiy kesilmiştir, rüya hiçbir
şekilde delil olamaz. Allah, Kur'an'a şaşı bakan, gerçek vahiy
yerine; kendi heva, kibir ve rüyalarıyla hareket edenlere şeytanları dost
ederiz ve şeytanlar dostlarına vahyederler. (6/121) diye bize
bildirmektedir. Rüya ile Allah’tan, Peygamberimizden görevler alıyorlar,
hayattayken sahabenin görüşemediği kadar onunla görüşüyorlar, partilere onun
adına oy istiyorlar, parti liderlerini Allah’ın seçtiği bunlara bildiriliyor.
Hiçbir mümin-veli, Allah'ın
lütfu olan güzel hallerini bir reklama dönüştürmez. Ancak hem mutasavvıf şeyh
efendilerin kibirleri, dillerinden taşıyor ve hem de müritler, şeyhlerini
uçuruyor. Şeyh uçmaz, mürit uçurur. Böylece masallar, efsaneler
yayılıp şeytani efsunlarla beraber bir "kutuplar edebiyatı"na
dönüşüyor. Kur'an'da kimin mümin, kimin Allah'ın velisi, kimin
şeytanların velisi olduğu açıktır. Kendilerini Allah'ın velileri
olarak gösterip, Allah'a iftiralar edenlerin, şeytani felsefelerle
beslenenlerin, evreni Allah'a ortak koşanların, velayet mertebeleri
oluşturarak; Allah'ın hükümranlığında kendilerine pay ayıranların; evrende
düzeni sağladıklarını ve rızık dağıttıklarını iddia edenlerin, İslam'da
bir yeri olabilir mi? Hayır, asla!
Sezgi, bilgi edinme
yollarından vahiy, beş duyu, somut tecrübe ve aklın yerini aldı. Zamanla
tenkidin yerini şeyhin otoritesi(!) teslim aldı. Kesbi bilgi dışlandı vehbi
bilgiye merak salındı. Matematik, astronomi, tıp, kimya, hendesenin yerini;
ebced, cifir, astroloji, simya ve sihir aldı.
Din/İslam’dan farklı olarak
kurumsallaşan tarikat, dinin yerine ikame edilmeye çalışılan bir projedir. Postmodern
bir laikliktir. Tarikat, kötülükle mücadele ve ona karşı direniş azm ve
cesaretini kaybetmişlere dini(!) bir sığınaktır, çağdaş kaderciliktir, bir şey
yapılıyor yanılsamasıdır. Din içinde dindir. Din/İslam’dan kaçışın
dincesidir/kılıfıdır. “Dine karşı din"dir.
Tarikat, sütün su
katılmış/sulandırılmış halidir. İslam'da otorite Kur'an ve Hz. Peygamber'in
örnekliğidir. Tarikatta otorite şeyh ve onun ilhamlarıdır. Şeyhin söylemleri ve
ilhamları Kur'an'a ve Hz. Peygamberin örnekliğiyle ters düştüğünde şeyhin
söylemleri ve ilhamları esas alınır, Kur'an ve Hz. Peygamberin uygulamaları
tevil edilir/yok sayılır/ ötelenir. Tarikat, yeni din icadının dincesidir!
Tarikat, alim yerine şeyhin, cami yerine tekkenin, ilim yerine lafzi zikirin,
müslüman yerine müridin, Kur'an yerine tarikatın kitabının, Hz. Peygamberin
örnekliği yerine şeyhin keramet, menkıbe ve ilhamlarının, direniş teolojisi
yerine otoriteye teslimiyetçi zahitliğin vazedildiği yapay bir şirk dinidir.
Günümüzde gidişat nasıl?
Şüphesiz ölülerin
ruhaniyetleri cismaniyetlerine galip oldukları için değişik şekillerde
gözükürler. Hayatlarında da ölümlerinden sonra da kendilerinden tasarruf
vukubulur.[6]
Oysa “O'nun peşi sıra yakardıklarınız ise ne size yardıma güç yetirebilirler,
ne de kendilerine yardım edebilirler.” (7/197).
"İşlerinizde bir çıkmazla
karşılaşırsanız, kabir ehlinden yardım isteyiniz" mevzu hadisi
naklettikten sonra izahı kabilinden Ramazanoğlu Mahmud Sami şöyle demektedir;
"Ey benim ümmetim, size bir müşkülat, bir gam ve keder teveccüh edince
evliyaullahın ziyaretine koşunuz ki onların bere-katiyle müşkülatınız hal, gam
ve kederiniz zail olsun. Bunun tasavvuf! izahı. kuburdan murat
evliayullahtır." "Mescitler Allah'ındır." ayetini açıklarken de
şöyle diyor: "Evliyaullahın verdiği bir manaya göre mescitten murat kalptir.[7]
Seyyid Curcani evliyaullahın suretlerinin, müridlerine zahir olabileceğini,
öldükten sonra bile müridlerin kendilerinden feyiz aldıklarını açıklamıştır.[8]
Bunlardan daha üstün derecelerde olan bir kısım vardır ki onlar
özellikle zikir vakitlerinde açıkça başlarının gözü ile Efendimiz (s)'in
kıymetli suretini görürler. Çünkü Efendimiz (s) çok selaîu selam okumakla
ruhları efendimizin ruhu ile kaynaştığından, Efendimizin ruhu kerimesi, cesedi
şerifinin şeklini alarak onlara gözükmekte de bu makamda ona seiatu selam
okuyanlar, ruhlarının Efendimiz'le olan yakınlığının kuvvetine göre bazan
gözleriyle açıkça, bazen kalbleriyle olan anlayışla ona bakarlar, bununla
beraber kalb görüşü, kafa görüşünden daha kuvvetlidir.[9]
Müride tevekkül, Şeyhe teekkül
(:yiyicilik); müride kadere rıza, şeyhe dünyanın kaderine hükmetmek; müritlere
şeyh kapısında kölelik, şeyhe madde aleminde sultanlık kast sistemi değil de
nedir!
Aşırı yüceltme bir şirktir
Bir varlığı aşırı yüceltme
zamanla onu tanrılaştırmaya yol açabilir. Bu kimi zaman Allah katında ve böyle
bir yüceltmeden kaçan kimseler bile olabilir. Hristiyanların Hz. İsa ve Hz.
Meryem’i (5/116), Yahudilerin Uzeyr’i (9/30), Yahudi ve Hristiyanların din
adamlarını (ahbar ve ruhban), müşriklerin melekleri (34/40) yüceltmede ileri
gitmeleri meseleye örnek teşkil etmektedir. (Bknz: Nuh/23)
Yüceltme olgusu ile ilgili
olarak peygamberler konusunda birbirinden farklı iki sonuçla karşılaşırız.
Bunlardan ilkinde peygamberler insanüstü birer varlık olarak görülür,
yüceltilir ve böylece tanrılaştırılır. İkincisinde ise, kendilerine
peygamberlik gelmeden önceki sosyal konumlarına bakılarak, birer insan, hatta
toplumun önünde bulunanlardan çok geride halktan biri olmalarından dolayı da
kendilerine Tanrı elçiliği yakıştırılamaz ve bunun için inkar edilirler;
taşlanır, kovulurlar; hatta öldürülenler olurdu.[10]
Birincisine örnek; Maide 116.
ayettir. Allah: “Ey Meryemoğlu İsa! Beni ve annemi Allah’ın peşi sıra iki ilah
olarak edinin.” diye insanlara sen mi söyledin?” dediği zaman, İsa şöyle cevap
verir: “Seni tenzih ederim, hakkım olmayan bir şeyi söylemek bana yakışmaz.
Eğer deseydim, elbette sen bunu bilirdin. Sen, benim içimde olanı bilirsin, ben
ise sende olanı bilemem. Elbette sen, gaybları en iyi bilensin.”
İkincisine örnek; İsra suresi
190-195. ayetleridir. “Dediler ki: "Bize yerden pınarlar fışkırtmadıkça
sana kesinlikle inanmayız. Ya da sana ait hurmalıklardan ve üzümlerden bir
bahçe olup aralarından şarıl şarıl akan ırmaklar fışkırtmalısın. Veya iddia
ettiğin gibi, gökyüzünü üstümüze parça parça düşürmeli ya da Allah'ı ve
melekleri karşımıza getirmelisin. Yahut altından bir evin olmalı veya gökyüzüne
yükselmelisin. Üzerimize bizim okuyabileceğimiz bir kitap indirinceye kadar
senin yükselişine de inanmayız. De ki: Rabbimi yüceltirim; ben, resul olan bir
beşerden başkası mıyım?” Kendilerine hidayet geldiği zaman, insanları
inanmaktan alıkoyan şey, onların: "Allah, resul olarak bir beşeri mi
gönderdi?" demelerinden başkası değildir. De ki: "Eğer yeryüzünde
tatmin bulmuş yürüyen melekler olsaydı, biz de onlara gökten elbette resul
melek gönderirdik."
Mustafa İslamoğlu, aşırı
yüceltmeci geleneği oluşturan temel unsurları şöyle sıralar.
a) İlk nesiller arasındaki
anlayış ve kavrayış farklılıkları.
b) Akli anlamaya mukabil hissi
anlama.
c) Müslüman olan ve olmayan
kitap ehlinin İslam’a taşıdığı eski kültür.
d) Siyasi rivayetlerin
peygamber tasavvuru alanında kullanılması.[11]
Kuran’ın anlattığı dinden
uzaklaşılmasında, yüceltmecilik ortaya çıkar. Allah’ın övdüğü Peygamberleri
aşırı yüceltmek bunun en önemli örneğidir. “O, size melekleri ve Peygamberleri
Rabler edinmenizi emretmez. Siz Müslüman olduktan sonra, size kâfir olmayı mı
emredecek?” (3/80). “De ki: Size Allah’ın hazineleri yanımdadır demiyorum,
gaybı da (algılanamayanı da) bilmiyorum ve ben size bir meleğim de demiyorum.
Ben bana vahiy edilenden başkasına uymam.” (6/50). “O’nun elçileri arasında
hiçbirini ayırt etmeyiz.” (2/285)
Allah en güzel şekilde
Peygamberimizi övmüşken, Kuran’ın onay vermeyeceği kıl tapınmacılığı
görüntüleri verenler, akılları sıra Peygamberimize saygı göstermektedirler.
Camilerde “Peygamber’in sakalı” diye bir sürü beze dolandırılıp sarılmış
kılları, büyük bir tören havasında açıp, halka bu kılları öptürenlerin
Kur’an’daki peygamberden hiç haberleri yoktur.
Onlara göre bu kıl öptürme törenleri Peygamber sevgisidir, Peygamber’e
saygıdır. Ne yazık ki Peygamber’in olduğu iddia edilen kılları, dini bir ibadet
havasında insanlara öptürme faaliyeti hâlâ devam etmektedir. Hıristiyanlığı
ikonlarından dolayı kınayanlar, benzer hurafeleri dinimize kendileri
sokmuşlardır.
Aşırı yüceltmeci süreç,
sonunda tüm İslam ümmetinin peygamber tasavvurunu etkisi altına alarak, yegâne
tasavvur haline gelmiştir. Sonraki yüzyıllarda bu tasavvur, yuvarlandıkça
büyüyen kartopu gibi mitoloji üreterek yoluna devam etmiştir. Bu sürece
yakasını kaptıranlar sadece avam ya da müfrit sufiler değildirler. Adı sanı
belli değerli alimler de bu süreci besleyen tavırlar ortaya koymuşlardır. Mesela
Buhari şarihi Bedrüddin Ayni, Hz. Peygamber’in yeryüzündeki tüm dilleri
bildiğini söyleyebilmiştir. (Bedrüddin Ayni,Umdetu’l-Kari 8/328).[12]
Aşırı sevgi bir şirktir
Kur’an, herhangi bir şeyi,
Allah’ı sever gibi severek, onun arzularına, emir ve yasaklarına itaat etmeyi
Allah’a şirk koşmak olarak değerlendirmiş; herhangi bir şeye veya kimseye karşı
beslenen aşırı sevgiyi de, onu putlaştırmak olarak nitelemiştir. “İnsanlardan
öyleleri vardır ki, Allah’tan başka eşler tutarlar. Allah’ı sever gibi onları severler.
İman edenler ise, en çok Allah’ı severler…” (2/165). Allah’a inanmak, kişinin
O’nun isteğini kendi dileğine veya başkalarının isteklerine tercih etmesini ve
diğer arzuları O’nun yolunda feda edecek kadar O’nu sevmesini gerektirir.
Allah’ı sevmenin delili, Allah’ın belirli nitelik ve güçlerini (sıfatlarını) başkalarına atfetmemek ve O’nun hakkını sahte
ilâh ve rablere vermemektir. Allah’ın sıfat ve güçlerini başkalarına
atfedenler, O’nu sevdiklerini iddia edemezler; bilakis bu şekilde O’na ortak
koşmuş, Allah’a denk tutmuş olurlar.
Liderlerin putlaştırılması
kendiliğinden gelişen bir olay değildir. Toplumlardaki güvenme, himaye, korku,
geçim, rızık, rahat etme, kurtarıcı bekleme gibi ruh halleri toplumların
liderlerini ilahlaştırmanın sebepleridir. Bunlara bir de kahramanlık, keramet,
rüyalar ve menkıbeler eklenince dinsel(!) referanslarını bulmuş demektir. Bir
toplum lideri putlaştırmaya hazırsa, liderde buna fırsat veriyorsa putlaştırma
kaçınılmazdır. Liderler kitlelerin psikolojisini iyi bildiklerinden bireylerin
zaaflarına hitap etmeyi iyi becerirler.
İslam’ı sadece tahtadan ve
taştan imal edilmiş putları yok edip, onların yerine, o putlar gibi hiç bir
fonksiyonu olmayan, kişi ve toplum hayatına müdahale etmeyen, soyut bir tanrı
inancı getiren din olarak algılayanlar, nice sahte ilahların hükümlerine uyarak
gönül hoşluğuyla yaşarlar. ‘La ilahe İllallah’ı arada bir mırıldanarak cenneti
garantilemiş olmanın hayalleriyle avunur dururlar.
Bu anlamda çağımızda yepyeni
şirk örnekleri gelişmiştir. Eskiden görülen şirk çeşitlerine yenileri de ilave
olmuştur. Artık atalar dini, eskiden beri devam eden putçuluk, falcılık,
kurtarıcı liderlik, siyasal güçler, mezarda yatan ölüler, spor kulüpleri, ikon
(put ) haline getirilen sevgililer, her bir şeyi taklit edilen sanatçılar,
dünya çıkarları, makamlar, heykeller ve ölümlü kişiler birer şirk aracı haline
getirilmiştir. Allah’a inandığını söyleyen niceleri, O’nun Rabliğini göklere
gönderirken, O’nun yalnızca göklere karışmasını isterken, kendi hayatına ve
toplum hayatına başkalarının ilkelerini daha uygun görmekte, Allah’ın Hz. Peygamber
aracılığıyla gönderdiği ölçüye aldırış etmemektedirler. Bir kişinin veya bir
siyasal gücün ilkelerini Allah’ın hükümlerinin önüne getirebilmektedirler. Çok
üstün sandıkları liderlere, şeyhlere Allah’tan ve O’nun hükümlerinden daha
fazla değer vermektedirler.
Şirk Kur’an ve akıl düşmanıdır
Kur’an’ın tek düşmanı zulüm,
en büyük düşmanı ise zulmün en kötü görünümü olan şirktir. “Hani Lokman oğluna
-öğüt vererek- demişti ki; "Yavrucuğum, Allah'a şirk koşma. Şirk,
gerçekten büyük bir zulümdür." (31/13). Kur’an mümininin en büyük düşmanı
olan şirk; her yerde, hayatın her alanında, hatta bir mabedin içinde bile
karşısına çıkabilir. Ne var ki, İslam dünyası şirki tanımamakta, tanımak gibi yolunda
da bir gayret göstermemektedir. İslam dünyası bugün şirki tanımıyor; böyle
olunca da, tevhidi yani Kur’an dinini tanıması mümkün olmuyor. İslam dünyasının
bugün içinde bulunduğu perişanlık ve hüsran, sadece şirkin sonucudur. Şirk insanın
emek ve üretimini işe yaramaz hale getiren tek beladır.
Şirkin temel düşmanı ve
korkusu akıldır. Çükü akıl, şirkin temel dayanağı olan ecdat kabullerini
tartışmaya açmaktadır. Kur’ân ve akıl, ataların kabullerinin sorgulanmasını
istemektedir. Şu ayete bakın: “Onlara: “Allah’ın indirdiğine uyun.” denilince,
“Hayır, biz atalarımızı üzerinde bulduğumuz şeye uyarız.” derler. Peki, ataları
bir şeyi akıl yoluyla kavramıyor, doğruya ve güzele ulaşamıyor idiyseler?” (2/170).
Hristiyanlara öykünerek
icat edilmiş şirkler
Onlar nasıl Hz. İsa’yı Baba’nın
sağına oturtmuşlarsa[13]
Müslümanlarda “makam-ı mahmud” icat
ederek Hz. Peygamberi Allah’ın arşının sağ tarafına yerleştirmişlerdir. Oysa;
“Gecenin bir vaktinde de, sana özgü bir nafile olmak üzere, onunla teheccüd et.
Umulur ki, böylece Rabbin seni makam-ı mahmud'a (:övülmüş konuma) eriştirir.”
(17/79) ayeti ahirette Hz. Peygambere özgü bir makamı ifade etmez.[14]
Hristiyanları yargılayacak Hz.
İsa’dır (Yuhanna,5/9). Müslümanlar da ahirette Hz. Peygambere şefaat icat
etmişlerdir.
Onlar Hz. İsa’ya ibadet
ederken, Müslümanlar da namazların sünnetlerini kılarak Hz. Peygamberden şefaat
beklentisi içine girmişlerdir. Salatı tefriciye’de olduğu gibi, Allah’tan
istenecek şeyler Hz. Peygamberden istenmeye başladılar.
Tevbe 31. ayette bildirildiği
gibi onlar rahiplerini rab edindikleri gibi, Müslümanlarda mezhep imamlarını,
evliyayı, şeyhleri, üstadları, efendileri rab yerine koymuşlardır.
Hristiyanlar Hz. İsa’nın göğe
çekilmiş olduğuna inanırken, Müslümanlar da Hz. Peygamberin kabrinde canlı
olduğuna inanırlar. Allah gibi her yerde hazır ve nazır olduğuna inanılır.
Yahudilere öykünerek icat
edilmiş şirkler
Tevbe 31. ayette bildirildiği
gibi onlar hahamlarını rab edindikleri gibi, Müslümanlarda mezhep imamlarını,
evliyayı, şeyhleri, üstadları, efendileri rab yerine koymuşlardır.
Yahudiler: "Sayılı
günlerin dışında, ateş bize dokunmayacaktır." De ki: "Allah katından
bir ahit mi aldınız? -ki Allah asla ahdinden dönmez- Yoksa Allah'a karşı
bilmediğiniz bir şeyi mi söylüyorsunuz? dediler." (2/80). Müslümanlarda
Hz. Peygamberin şefaatiyle cehennemde bronzlaşıp çıkacaklarına inanmaktadırlar.
Oysa cehenneme girenin çıkacağına dair bir ayet bulunmamaktadır!
Yahudiler mesih bekliyorlar,
Müslümanlar da mehdi bekliyorlar.
Hz. İsa İncil’de Yahudileri
“Siz naklettiğiniz gelenekle, Allah’ın kelamını değiştirdiniz.” (Markos,7/8-9)
derken, Müslümanlar da rivayetlerle ayetleri neshettiler/geçersiz kıldılar.
“İsrailoğullarından inkâr edenler, Davud’un ve Meryem oğlu İsa’nın dili ile
lanetlenmiştir. Bu onların isyan etmeleri ve hadlerini aşmalarındandı.
Yaptıkları münker (:çirkin iş) lerden birbirlerini alıkoymuyorlardı. Yapmakta
oldukları ne kötüydü!” (5/78-79).
Yahudiler kendi elleriyle
yazdıklarını kutsallaştırdıkları gibi, Mevlana, İmamı Rabbani, İbni Arabî,
İskender Evrenesoğlu vb. leri eserlerini kutsallaştırmışlardır. Oysa Allah:
“Yazıklar olsun; kitabı kendi elleriyle yazıp, sonra onu az bir değere satmak
için "Bu Allah katındandır" diyenlere. Yazıklar olsun, elleriyle
yazdıklarından dolayı onlara; yazıklar olsun, yüklenmiş olduklarından dolayı
onlara.” (2/79). diyor.
Özetle: Şirk adını
değiştirmiş olarak (kod adıyla) İslam
dünyasında cirit atmaktadır. Şirk; Yahudilik, Hristiyanlık, Sâbiîlik, Mecûsilik,
Zerdüştlük, Hinduizm, Brahmanizm, Budizm, Taoizm, Şintoizm, Konfüçyanizm,
Gnostisizm, Hermetizm, Yunan felsefesi vs. kadim tüm din ve felsefelerin
sentezlenerek, harmanlanarak içine biraz ayet, biraz hadis karıştırılarak
üstüne İslami bir etiket vurulmuş şekilde zihin raflarında yerini muhafaza
etmektedir. Şirk insanlığın kadim sapması olduğu gibi istikbalinde en büyük
sapmalarından olacaktır. Çünkü nevzuhur inanışlar eskiyi aratmamaktadırlar.
Şirk Allah’ı ve Kur’an’ı yetersiz görmek, Allahtan başkasına davet etmek,
Allah’a iftira etmektir. Şirk insanlığın vebasıdır. Sosyal ve psikolojik
bunalımların girdabında boğulmakta olan şirk toplumlarına sunulacak en büyük
hizmet, sahte ilahların tasallutuna son verecek çalışmalardır. İslam dünyasında
sahte ilah sektörü/şirk sektörü devasa boyutlara ulaşmıştır. Şirk akla, kalbe
ve bedene giren bir virüs gibidir. Ferdi ve toplumu huzura kavuşturmanın ön
şartı onları şirkten kurtarmaktır. Şirk virüsünden Kur’an anti virüsü ile
temizlenebiliriz.
[1]
Sadeddin MERDİN, İslamın Pavlusları II. 287
[2]
Buhari, İbni Abbas’tan rivayetle.
[3]
Mustafa İSLAMOĞLU, Hayat Kitabı Kur’an, s: 920
[4]
Süleyman ULUDAĞ, İslam Düşüncesinin Yapısı, 141
[5] Erol Güngör, İslam Tasavvufunun Meseleleri, Ötüken
1982, 204-205
[6]
Mahmut USTAOSMANOĞLU, Ruhu’l-Furkan, II. 67
[7]
Mahmud Sami RAMAZANOĞLU, Muhasebe, 6/152
[8]
Mahmut USTAOSMANOĞLU, Ruhu’l-Furkan, II. 66
[9]
Mahmut USTAOSMANOĞLU, Ruhu’l-Furkan, II. 73
[10]
Hamdi KALYONCU, Şirk Psikolojisi, 46
[11]
Mustafa İSLAMOĞLU, Üç Muhammed, 80
[12]
Mustafa İSLAMOĞLU, Üç Muhammed, 96
[13]
Yuhanna,5/7
[14]
Makalenin konusunu oluşturan terkipte de benzer bir gelişme yaşandığı
anlaşılmaktadır. İlgili ayette, müşriklerin elinden canını kurtarıp kurtaramama
pozisyonundaki bir lidere, Hz. Peygamber’e, yeni bir vatana gönderileceği
müjdelenmekle birlikte, nüzûl sonrası geliştirilen anlamlar önce ayetin
kapsamına alınmış, daha sonra gerçek anlam tamamen ortadan kalkmıştır. Murat
SÜLÜN’ün bu konudaki makalesine bakılabilir.
Yorumlar
Yorum Gönder