İNSANLIĞIN KADIM SAPMASI: ŞİRK

 

İnsanlığın kadim sapması: şİrk

 

Şirk, Allah’ın insana olan sevgisine en büyük ihanettir;

bu yüzden tevbesiz affı yoktur. 

Mustafa İSLAMOĞLU

 

Şirk, insanlığın kadim sapmasıdır. İlk müşrik de benliği Allah’a ortak koşan bütün kötülüğün sembolü olan şeytandır. Çünkü şeytan Allah’ın emrine itaati kendisinin daha hayırlı olduğu zannıyla örtmeye çalışarak şirk koşmuştur.  “Dedi ki: Ben ondan daha hayırlıyım; beni ateşten yarattın, onu ise çamurdan." (38/76; 7/12).

 

Dinler tarihçilerinin yüzlerce ilkel kabile arasında yapmış oldukları ve onlarca yıl süren çalışmaların resmi sonucu şudur: Bütün ilkel dinlerde bir “Tanrılar Panteonu(:meclisi)” vardır. Tüm bu tanrıların üzerinde ise; her şeyin sahibi, her şeyin yaratıcısı tek bir tanrı vardır. Allah’ın dunundaki diğer alt tanrılar ise; yağmur yağdırmak, savaşta kabileye yardım etmek, rızık vermek, hastalara şifa vermek gibi görevleri olan tanrılardır. Bu alt tanrılar tek tanrının veziri, yardımcısı, eşi, çocukları ve kızları gibi tasavvur edilmiştir.[1]


Bu tespitte gösteriyor ki insanlar önceden tek bir ümmetti. Yani insanlar önce tevhit ehli idi, sonradan dinlerine şirki bulaştırdılar. “İnsanlar, önceden, tek bir ümmetten başka bir şey değildiler; fakat sonradan ayrılığa düştüler.“ (10/19). "İnsanlar tek bir ümmetti. Allah (onlara) müjdeleyen ve korkutan peygamberler göndermiş, onlarla birlikte, insanlar arasında, ihtilaf ettikleri hususlarda kendisiyle hükmetmek için hak olan Kitabı da indirmişti." (2/213).

 

Muhtemel ki Hz. Nuh veya öncesinde yaşamış olan salih kişiler ölünce iyi niyetle hatıralarını canlı tutmak için heykellerini dikmişler. Sonunda bu iyi niyetin sonu şirke/putçuluğa varmış.[2] "Ve dediler ki: Sakın ilahlarınızı bırakmayın; özellikle de Vedd'i, Suva'ı, Yeğus'u, Ye'uk'u ve Nesr'i bırakmayın." "Böylece onlar, çoklarını saptırdılar. Zalimlere sapıklıktan başkasını artırma.” (71/23-24).

 

Şirk, tevhidin zıddıdır. Şirke bulaşana müşrik denir. Müşrik, Allah’a inanıp ibadet etmekle birlikte imanına ve ibadetlerine şirk bulaştırandır. “Onların çoğu Allah’a şirk koşmadan inanmazlar.” (10/106)

 

Şirk, Allah’a ait özellikleri bir anlamda gasp etmek ve onları hak etmeyenlere vermektir. Haddi aşan insanlar Allah’ın rabliğini, melikliğini, ilâhlığını, hâkimiyetini gasp ederler. Bütün bu ilâhî özellikleri bazı şeylere, insanlara veya birtakım güçlere verirler, paylaştırırlar.  Sonra da onların önünde şöyle veya böyle boyun eğerler, onlara mutlak anlamda itaat ederler.

 

Kur’an sadece Lat, Menat, Uzza ve Hubel gibi putları/şirkçiliği hedef almamıştır. Kur’an’da alihe, endad, esnam, evsan, temasil, şüreka, şüheda, şüfea, erbab, evliya, emsal tağut, cibt, ensab, sahibe gibi putçuluğa/şirkçiliğe de savaş açmıştır. Bu kelimelerin her biri ayrı bir şirk(çiliğ)e işaret etmektedir.

 

Şefaat beklemek bir şirktir

 

Kur’an, şirk koşanların bahanelerini, yapay kılıflarını geçerli bir neden kabul etmez ve insanları şirki bırakmaları için en keskin ve sert dili kullanır. (Bkz. 39/3, 44; 10/18; 1 56-57; 43/86; 30/13 ). Kur’an’da, şefaat kelimesi üç anlamda kullanılır: Aracı olmak, yardım etmek ve öncülük etmek anlamlarına gelir.

 

Şefaat konusunun omurgasını oluşturan ayet; “De ki: Allah katında hiçbir güçleri ve yetkileri olmayan varlıkları mı şefaatçi ediniyorsunuz. Hayır, şefaat etme yetkisi tamamıyla ve sadece Allah’a aittir.” ayetidir. (39/44). “Şefaate konu olan tüm ayetler bu ayet ışığında ele alınmalı ve anlaşılmalıdır. Bu ayet açık ve net olarak şefaati yalnızca Allah’a tahsis etmektedir. Bir Kur’an terimi olan şefaatin dünya hayatında, güzel bir işe öncülük etmek anlamına geldiğini bildiren ayetin (4/85) dışında, bu terimin Kur’an’da hiçbir olumlu anlamı yoktur. Kur’an’da içinde “şefaat” geçen 25 ayetin belagat çatısı “olumsuzlama” üzerine kuruludur. Kur’an şefaatten, şefaati ispat için söz etmez. Muhatapları inkâr ediyormuş da, Kur’an onları şefaate inanmaya çağırıyor değildir. Durum tam aksinedir. İlk muhatapların Allah’ın astları olarak başkalarına kulluk etme gerekçeleri, onların kendilerine şefaat edeceğine dair inançlarıdır. Bu hakikat; Allah’tan başkalarını sığınacak otorite edinenler, “biz bunlara sadece bizi Allah’a yaklaştırsınlar diye kulluk ediyoruz.” (39/3) şeklinde ifade edilir. Kur’an şefaat konusundaki ayetleri olumsuz çatı üzerine kurarken, muhataplarının bu sapık inançlarını hedef alır.[3]

 

İslam dünyasında yürürlükte olan şefaat, Cahiliye dönemi şirkinin şefaat anlayışıyla aynıdır. Hatta ondan daha yıkıcıdır. Şirk şefaatçılığı ümmet bünyesine son derecede sinsi girmiştir. Önce Peygamber’i devreye sokmuş, peygamberle yumuşatılan zihinlere daha sonra çeşitli unvanlar altında bir yığın şefaatçı doldurmuştur. Kur’an bunlara ekâbir, efendiler, seyyidler, üstadlar, hazretler, sadat…  diyor. Sonuç olarak, şeyh, pîr, efendi, hocaefendi, seyyid, hazret…  diye anılan birtakım kişileri şefaat edici bilmek tartışmasız bir şirktir.

 

Kur’an, şirkin görünümlerinden biri olan “kurtarıcı” anlayışını reddeder. “Kurtarıcı- Mesih” fikri Allah’ın yetkilerini insana veren örtülü bir şirk pazarlamasıdır.  Kurtarıcı-Mesih tipin en büyük temsilcisi olarak Hz. İsa öne çıkarılmıştır. Bu anlayış biraz hafifletilmiş şekliyle tarikat zihniyetinde de egemen olagelmiştir. Pîrlere, efendilere, mürşitlere, kendilerine bağlı insanların günahlarını sildirici roller verilmiştir. Bu yüzden, bir tarikat mensubu için ibadetten çok daha önemli bir şey vardır: Mürşidi olan zâtın gönlüne girip onun koruyuculuğundan faydalanmak... İşte bu, açık bir şirktir!

 

“Gerçekten, Allah, kendisine şirk koşulmasını bağışlamaz. Bunun dışında kalanı (günahları) ise dilediği kimselerden bağışlar. Kim Allah'a şirk koşarsa, doğrusu büyük bir günahla iftira etmiş olur.” (4/48)

 

“Meryem oğlu Mesih, Allah’tır.” diyenler kesinlikle kâfir olmuştur. Oysa Mesih şöyle demiştir: Ey İsrailoğulları, Rabbim ve Rabbiniz olan Allah’a kulluk edin. Kim Allah’a şirk koşarsa, Allah ona cenneti haram kılar, onun yeri cehennem olur. Zalimler için hiç bir yardımcı da yoktur.” (5/72)

 

Tasavvuf geldiği nokta itibarıyla şirktir

 

Tasavvufçuların Kur'an'ı anlamak için başvurdukları bir metodolojileri yoktur. Aklın yerine "his ve hayalleri" ön plana çıkarmışlardır. Müteşabih ayetleri ve hatta muhkem ayetleri bile istedikleri gibi tevil etmekte; tevil denemeyecek derecede, arzu ve isteklerine uydurmakta; gerçekte İblis'in arzularına uydurmakta ve zırvalamaktadırlar. Halbuki "zırva tevil götürmez". Kalplerinde hastalık olanlar, Kur'an'ın "müteşabih"ini de, "muhkem"ini de istedikleri gibi tevil ederler. Al-i İmran 7. ayette böyle olanlar; "Kalpleri kaymış, fitne çıkaran ve keyfi yorumlar yaparak müteşabih ayetleri tevil edenler." olarak nitelendirilir.

 

Sufiler, “Kur’an’ın özü ve cevheri bizde, kabuğu ve cürufu zahir ulemasındadır.” derler. Kendilerine ehl-i lüb (:özcüler), zahir ulemasına ehl-i kışr (:kabukçular) derler. Gazali İhya’sında; “Zahir ulemasının bildiği tevhid ya kabuk ya da kabuğun kabuğudur. Ariflerin bildikleri tevhid ya özdür ya da özün özüdür.” der. Mevlana; “Biz Kur’an’ın özünü, ruhunu aldık, postunu köpeklere attık.” der. Ebussuud Efendi de “Bu sözü söyleyen kafirdir, katli vaciptir.” diye fetva verir.[4]  

 

Tasavvuf, her ne kadar erken dönemlerde bazı öncüleri olsa da belirli bir disiplin olarak H. 2. yüzyılda ortaya çıkmıştır. Zamanla felsefe, Hint mistisizmi, Şamanizm, Hristiyanlık, Fars (:İran) kültürü, Afrika fetişleri (:ilkel toplumlarda tapınılan ya da uğur getirdiğine, kişiyi koruduğuna inanılan nesne) Zün Nun Mısrı aracılığıyla geçen Mısır dinindeki sihir, büyü, harf ve sayıların anlamları ve Yahudilerden geçen batını yorumlardan etkilenerek kendi başına bir inanç ve yaşantı sistemi (:din) olmuştur.

 

Tasavvuf ile ilgili araştırmaların isimleri genelde “İslam’da Tasavvuf” tur. Bu gözle bakıldığından sapmalarının farkına varılamıyor. Eğer  “Tasavvufta İslam” mantığıyla yazılanları okursak dinden sapmaların farkına rahatlıkla varırız.

 

Şirk’in kaynağı

 

Kur’an’daki din yanında, ona rakip olarak oluşturulan atalar veya örfler İslamı’nın, yani şirk’in oluşmasında en büyük etkiyi beş kültür yapmıştır. Bu kültürler; Arap Cahiliye kültürü, İran Sâsâni kültürü, Hint mistisizmi, Şamanizm, Eski Yunan kültürüdür. İslam, önce, Emeviler tarafından saltanat hırsı ve Cahiliye’nin bilinç altı kaygılarıyla yozlaştırılmıştır. Sonra Kur’an tevhidi üzerindeki en önemli yozlaşma İran Sâsânî kültüründen kaynaklanmıştır. Daha sonraları tasavvuf yoluyla giren Hint kültür ve kavramları Şamanizm ile birleşerek, tasavvuf ilah üreten bir kurum haline getirmiştir. Abbasiler devrinde Arapça’ya çevrilen Eski Yunan metinlerinin çevrilmesinin etkisiyle Müslümanların Allah tasavvuru panteizmle, Peygamber tasavvuru filozfla, ahiret inancı tenasühle özdeşleştirildi. Denilebilir bu etki kalıcılık ve derinlik bakımından birinci sıradadır.

 

Bu etkiler dışında, İslam’ın yozlaşmasında rol alan kuşkusuz başka etkiler de vardır. Bunlar: Siyasal çıkarların baskısıyla ayetlerde yapılan anlam kaydırmaları, teviller yapılması (Batini yorumlar). Hadis adıyla uydurulan sözlerin, dini esasları hükmüne geçirilmesi. Zamanla değişebilecek hükümlerin, zaman-üstü hükümlerle aynı kefeye konması. Eskilerin putlaştırılmasını sürdürebilmek için, “içtihat kapısı kapanmıştır” sloganının dinin gereği gibi kabul ettirilmesi. Bilim ve düşüncede yaratıcılığın duraksaması. Özetle, günümüze gelinceye kadar İslam pek çok kültür ve faktörlerin etkisiyle, esas kaynağı olan Kur’an’dan uzaklaşmış, kendi özgün yapısına büyük ölçüde yabancılaşmıştır.

 

Dinin şemsiyesine sığınarak bir “rabler hegemonyası” kurup kutsala hürmet adı altında örtülü şirke gidilmesi, Kur’an’ın dikkat çektiği en büyük tehlikedir. Kur’an bize gösteriyor ki, bu günahın failleri daima din temsilcileri olmuştur.

 

İmam Cafer Sadık (-765) şöyle diyor. Emevîlerin İslam’a yaptıkları kötülük, tevhidin tanıtılmasına engel olmak değildi, onların İslam’a yaptıkları kötülük, şirkin tanınmasını engellemeleri idi. Bu engelleme Emevîci din ulemâsı tarafından kitaplara geçirilip dokunulmaz kılınmış; böylece de, Müslümanlar yüzyıllardır şirki, Kur’an’ın tanıttığı şekliyle tanımaktan yoksun bırakılmıştır.

 

Müslüman dünya şirki tanımıyor, tanıma yönündeki tüm gayretleri sonuçsuz bırakılıyor. Çünkü şirkin ne olduğu anlaşıldığında, Müslüman dünyaya “İslam” adı altında yaşatılan dinin, gerçek İslam olmadığı ortaya çıkacaktır. Bu da, dünyadaki bütün çıkar dengelerini sarsar. İşte bunun içindir ki, saltanatları “güdümlü bir İslam”ın varlığına uyarlanmış olanlar, şirkin tanınmaması için her türlü oyunu oynuyorlar. Örneğin “Siyasal İslam”, “Ilımlı İslam” bu oyunlardandır.

 

Bilinmelidir ki; "evrensel aldatıcılar"  ve "aldananlar" tarih boyunca var olmuşlardır, var olacaklardır. Ama akıbet muttakilerindir. Allah müminlerin velisidir.

 

Tasavvufun esaslarını Zu'n-Nun el-Mısri (H. 245) kurgulamıştır.   İslam'a, "İblis öğretisi"nin sokulması için adeta "kanal" açılmıştır. Zaten şeytan senin dosdoğru yoluna oturacağım demiyor muydu? “Şeytan dedi ki: Madem öyle, beni azdırdığından dolayı onlar için mutlaka senin dosdoğru yoluna otururum." (7/16). Ebu Yezid al-Bestami (H. 261), "üstadı olmayanın üstadı şeytandır" derken; Zu'n-Nun el Mısri, "şeyhe itaat, Allah'a itaatten daha iyidir." diyerek Kur’an’ın önünü kapamışlardır.

 

Kendileri de sufi olan, Serrac (Ö. H.378/M.988), Kelabazi (Ö.H.380/M.990), Ebu Talip Mekki (Ö.H.386/M.996), Sülemi (Ö.H.412/M.1021) gibi sufiler 4. yüzyıldaki sufiliği eleştirip çeki düzen vermek isterler. Adı geçen sufiler bunları eleştirirken kendi anlayışlarını yerleştirdikleri de bir gerçektir. Serrac zamanının tasavvufundaki İslam dışı unsurları şöyle sıralar: 1. Velinin Nebi’ye üstünlüğünü iddia etmek.   2. Hulule (Allah’ın insanın içine girdiğine) inanmak. 3. Vücuda eziyet ilahi evsafın kazanılacağını sanmak. 4. Allah’ı bu dünyada aynen ahirette göreceğimiz gibi görme iddiasında bulunmak. 5. Mutlak günahsızlık halini iddia etmek. 6. Allah’a yakınlık dolayısıyla her türlü sınırlamadan muaf olduklarını zannetmek. 7. Beşeri vasıfları terk ederek Allah’ın Vasıflarına bürünme iddiasında bulunmak…[5]

 

Kadim kültürler özellikle mutasavvıfların saklı kibirlerinde ve duygusal zaaflarında, rüyalarında,  yahut hayal alemlerinde yerleşmiştir. Elbette bugün  insanlar nasıl "ruh, melek, uzaylı" diye kontrol altına alıp-yönlendiriyorlarsa; geçmişte de  "melek, peygamberler  veya Peygamberimizin sahabelerinin ruhları" olarak kendilerini takdim ederek, mutasavvıflara vahyetmişlerdir. Allah'ın koruduğu "Kur'an Kaynağı"nı bozamayacakları için; her türlü batini anlamları; zırva yorumları ve tefsirleri, özellikle hastalıklı zihinlere bu yolla enjekte etmişlerdir. 

 

Tasavvufçuların işleri rüyalarladır. İslam'a göre vahiy kesilmiştir, rüya hiçbir şekilde delil olamaz.  Allah, Kur'an'a şaşı bakan, gerçek vahiy yerine; kendi heva, kibir ve rüyalarıyla hareket edenlere şeytanları dost ederiz ve şeytanlar dostlarına vahyederler. (6/121) diye bize bildirmektedir. Rüya ile Allah’tan, Peygamberimizden görevler alıyorlar, hayattayken sahabenin görüşemediği kadar onunla görüşüyorlar, partilere onun adına oy istiyorlar, parti liderlerini Allah’ın seçtiği bunlara bildiriliyor.

 

Hiçbir mümin-veli, Allah'ın lütfu olan güzel hallerini bir reklama dönüştürmez. Ancak hem mutasavvıf şeyh efendilerin kibirleri, dillerinden taşıyor ve hem de müritler, şeyhlerini uçuruyor. Şeyh uçmaz, mürit uçurur. Böylece masallar, efsaneler yayılıp şeytani efsunlarla beraber bir "kutuplar edebiyatı"na dönüşüyor. Kur'an'da kimin mümin, kimin Allah'ın velisi, kimin şeytanların velisi olduğu açıktır. Kendilerini Allah'ın velileri olarak gösterip, Allah'a iftiralar edenlerin, şeytani felsefelerle beslenenlerin, evreni Allah'a ortak koşanların, velayet mertebeleri oluşturarak; Allah'ın hükümranlığında kendilerine pay ayıranların; evrende düzeni sağladıklarını ve rızık dağıttıklarını iddia edenlerin, İslam'da bir yeri olabilir mi? Hayır, asla!

 

Sezgi, bilgi edinme yollarından vahiy, beş duyu, somut tecrübe ve aklın yerini aldı. Zamanla tenkidin yerini şeyhin otoritesi(!) teslim aldı. Kesbi bilgi dışlandı vehbi bilgiye merak salındı. Matematik, astronomi, tıp, kimya, hendesenin yerini; ebced, cifir, astroloji, simya ve sihir aldı.

 

Din/İslam’dan farklı olarak kurumsallaşan tarikat, dinin yerine ikame edilmeye çalışılan bir projedir. Postmodern bir laikliktir. Tarikat, kötülükle mücadele ve ona karşı direniş azm ve cesaretini kaybetmişlere dini(!) bir sığınaktır, çağdaş kaderciliktir, bir şey yapılıyor yanılsamasıdır. Din içinde dindir. Din/İslam’dan kaçışın dincesidir/kılıfıdır. “Dine karşı din"dir.

 

Tarikat, sütün su katılmış/sulandırılmış halidir. İslam'da otorite Kur'an ve Hz. Peygamber'in örnekliğidir. Tarikatta otorite şeyh ve onun ilhamlarıdır. Şeyhin söylemleri ve ilhamları Kur'an'a ve Hz. Peygamberin örnekliğiyle ters düştüğünde şeyhin söylemleri ve ilhamları esas alınır, Kur'an ve Hz. Peygamberin uygulamaları tevil edilir/yok sayılır/ ötelenir. Tarikat, yeni din icadının dincesidir! Tarikat, alim yerine şeyhin, cami yerine tekkenin, ilim yerine lafzi zikirin, müslüman yerine müridin, Kur'an yerine tarikatın kitabının, Hz. Peygamberin örnekliği yerine şeyhin keramet, menkıbe ve ilhamlarının, direniş teolojisi yerine otoriteye teslimiyetçi zahitliğin vazedildiği yapay bir şirk dinidir.

 

Günümüzde gidişat nasıl?

 

Şüphesiz ölülerin ruhaniyetleri cismaniyetlerine galip oldukları için değişik şekillerde gözükürler. Hayatlarında da ölümlerinden sonra da kendilerinden tasarruf vukubulur.[6] Oysa “O'nun peşi sıra yakardıklarınız ise ne size yardıma güç yetirebilirler, ne de kendilerine yardım edebilirler.” (7/197).

 

"İşlerinizde bir çıkmazla karşılaşırsanız, kabir ehlinden yardım isteyi­niz" mevzu hadisi naklettikten sonra izahı kabilinden Ramazanoğlu Mahmud Sami şöyle demektedir; "Ey benim ümmetim, size bir müşkülat, bir gam ve keder teveccüh edince evliyaullahın ziyaretine koşunuz ki onların bere-katiyle müşkülatınız hal, gam ve kederiniz zail olsun. Bunun tasavvuf! izahı. kuburdan murat evliayullahtır." "Mescitler Allah'ındır." ayetini açıklarken de şöyle diyor: "Evliyaullahın verdiği bir manaya göre mescitten murat kalptir.[7] Seyyid Curcani evliyaullahın suretlerinin, müridlerine zahir olabileceğini, öldükten sonra bile müridlerin kendilerinden feyiz aldıklarını açıklamıştır.[8] Bunlardan daha üstün derecelerde olan bir kısım vardır ki onlar özellikle zikir va­kitlerinde açıkça başlarının gözü ile Efendimiz (s)'in kıymetli suretini görürler. Çün­kü Efendimiz (s) çok selaîu selam okumakla ruhları efendimizin ruhu ile kaynaştı­ğından, Efendimizin ruhu kerimesi, cesedi şerifinin şeklini alarak onlara gözükmek­te de bu makamda ona seiatu selam okuyanlar, ruhlarının Efendimiz'le olan yakın­lığının kuvvetine göre bazan gözleriyle açıkça, bazen kalbleriyle olan anlayışla ona bakarlar, bununla beraber kalb görüşü, kafa görüşünden daha kuvvetlidir.[9]

 

Müride tevekkül, Şeyhe teekkül (:yiyicilik); müride kadere rıza, şeyhe dünyanın kaderine hükmetmek; müritlere şeyh kapısında kölelik, şeyhe madde aleminde sultanlık kast sistemi değil de nedir!

 

Aşırı yüceltme bir şirktir

 

Bir varlığı aşırı yüceltme zamanla onu tanrılaştırmaya yol açabilir. Bu kimi zaman Allah katında ve böyle bir yüceltmeden kaçan kimseler bile olabilir. Hristiyanların Hz. İsa ve Hz. Meryem’i (5/116), Yahudilerin Uzeyr’i (9/30), Yahudi ve Hristiyanların din adamlarını (ahbar ve ruhban), müşriklerin melekleri (34/40) yüceltmede ileri gitmeleri meseleye örnek teşkil etmektedir. (Bknz: Nuh/23)

 

Yüceltme olgusu ile ilgili olarak peygamberler konu­sunda birbirinden farklı iki sonuçla karşılaşırız. Bunlardan ilkinde peygamberler insanüstü birer varlık olarak görülür, yüceltilir ve böylece tanrılaştırılır. İkincisinde ise, kendilerine peygamberlik gelmeden önceki sosyal konumlarına bakılarak, birer insan, hatta toplumun önünde bulunanlardan çok geride halktan biri olmalarından dolayı da kendilerine Tanrı elçiliği yakıştırılamaz ve bunun için inkar edilirler; taşlanır, kovulur­lar; hatta öldürülenler olurdu.[10]

 

Birincisine örnek; Maide 116. ayettir. Allah: “Ey Meryemoğlu İsa! Beni ve annemi Allah’ın peşi sıra iki ilah olarak edinin.” diye insanlara sen mi söyledin?” dediği zaman, İsa şöyle cevap verir: “Seni tenzih ederim, hakkım olmayan bir şeyi söylemek bana yakışmaz. Eğer deseydim, elbette sen bunu bilirdin. Sen, benim içimde olanı bilirsin, ben ise sende olanı bilemem. Elbette sen, gaybları en iyi bilensin.”

 

İkincisine örnek; İsra suresi 190-195. ayetleridir. “Dediler ki: "Bize yerden pınarlar fışkırtmadıkça sana kesinlikle inanmayız. Ya da sana ait hurmalıklardan ve üzümlerden bir bahçe olup aralarından şarıl şarıl akan ırmaklar fışkırtmalısın. Veya iddia ettiğin gibi, gökyüzünü üstümüze parça parça düşürmeli ya da Allah'ı ve melekleri karşımıza getirmelisin. Yahut altından bir evin olmalı veya gökyüzüne yükselmelisin. Üzerimize bizim okuyabileceğimiz bir kitap indirinceye kadar senin yükselişine de inanmayız. De ki: Rabbimi yüceltirim; ben, resul olan bir beşerden başkası mıyım?” Kendilerine hidayet geldiği zaman, insanları inanmaktan alıkoyan şey, onların: "Allah, resul olarak bir beşeri mi gönderdi?" demelerinden başkası değildir. De ki: "Eğer yeryüzünde tatmin bulmuş yürüyen melekler olsaydı, biz de onlara gökten elbette resul melek gönderirdik."

 

Mustafa İslamoğlu, aşırı yüceltmeci geleneği oluşturan temel unsurları şöyle sıralar.

a) İlk nesiller arasındaki anlayış ve kavrayış farklılıkları.

b) Akli anlamaya mukabil hissi anlama.

c) Müslüman olan ve olmayan kitap ehlinin İslam’a taşıdığı eski kültür.

d) Siyasi rivayetlerin peygamber tasavvuru alanında kullanılması.[11]

 

Kuran’ın anlattığı dinden uzaklaşılmasında, yüceltmecilik ortaya çıkar. Allah’ın övdüğü Peygamberleri aşırı yüceltmek bunun en önemli örneğidir. “O, size melekleri ve Peygamberleri Rabler edinmenizi emretmez. Siz Müslüman olduktan sonra, size kâfir olmayı mı emredecek?” (3/80). “De ki: Size Allah’ın hazineleri yanımdadır demiyorum, gaybı da (algılanamayanı da) bilmiyorum ve ben size bir meleğim de demiyorum. Ben bana vahiy edilenden başkasına uymam.” (6/50). “O’nun elçileri arasında hiçbirini ayırt etmeyiz.” (2/285)

 

Allah en güzel şekilde Peygamberimizi övmüşken, Kuran’ın onay vermeyeceği kıl tapınmacılığı görüntüleri verenler, akılları sıra Peygamberimize saygı göstermektedirler. Camilerde “Peygamber’in sakalı” diye bir sürü beze dolandırılıp sarılmış kılları, büyük bir tören havasında açıp, halka bu kılları öptürenlerin Kur’an’daki peygamberden hiç haberleri yoktur.  Onlara göre bu kıl öptürme törenleri Peygamber sevgisidir, Peygamber’e saygıdır. Ne yazık ki Peygamber’in olduğu iddia edilen kılları, dini bir ibadet havasında insanlara öptürme faaliyeti hâlâ devam etmektedir. Hıristiyanlığı ikonlarından dolayı kınayanlar, benzer hurafeleri dinimize kendileri sokmuşlardır.

 

Aşırı yüceltmeci süreç, sonunda tüm İslam ümmetinin peygamber tasavvurunu etkisi altına alarak, yegâne tasavvur haline gelmiştir. Sonraki yüzyıllarda bu tasavvur, yuvarlandıkça büyüyen kartopu gibi mitoloji üreterek yoluna devam etmiştir. Bu sürece yakasını kaptıranlar sadece avam ya da müfrit sufiler değildirler. Adı sanı belli değerli alimler de bu süreci besleyen tavırlar ortaya koymuşlardır. Mesela Buhari şarihi Bedrüddin Ayni, Hz. Peygamber’in yeryüzündeki tüm dilleri bildiğini söyleyebilmiştir. (Bedrüddin Ayni,Umdetu’l-Kari 8/328).[12]

 

Aşırı sevgi bir şirktir

 

Kur’an, herhangi bir şeyi, Allah’ı sever gibi severek, onun arzularına, emir ve yasaklarına itaat etmeyi Allah’a şirk koşmak olarak değerlendirmiş; herhangi bir şeye veya kimseye karşı beslenen aşırı sevgiyi de, onu putlaştırmak olarak nitelemiştir. “İnsanlardan öyleleri vardır ki, Allah’tan başka eşler tutarlar. Allah’ı sever gibi onları severler. İman edenler ise, en çok Allah’ı severler…” (2/165). Allah’a inanmak, kişinin O’nun isteğini kendi dileğine veya başkalarının isteklerine tercih etmesini ve diğer arzuları O’nun yolunda feda edecek kadar O’nu sevmesini gerektirir. Allah’ı sevmenin delili, Allah’ın belirli nitelik ve güçlerini (sıfatlarını)  başkalarına atfetmemek ve O’nun hakkını sahte ilâh ve rablere vermemektir. Allah’ın sıfat ve güçlerini başkalarına atfedenler, O’nu sevdiklerini iddia edemezler; bilakis bu şekilde O’na ortak koşmuş, Allah’a denk tutmuş olurlar.

 

Liderlerin putlaştırılması kendiliğinden gelişen bir olay değildir. Toplumlardaki güvenme, himaye, korku, geçim, rızık, rahat etme, kurtarıcı bekleme gibi ruh halleri toplumların liderlerini ilahlaştırmanın sebepleridir. Bunlara bir de kahramanlık, keramet, rüyalar ve menkıbeler eklenince dinsel(!) referanslarını bulmuş demektir. Bir toplum lideri putlaştırmaya hazırsa, liderde buna fırsat veriyorsa putlaştırma kaçınılmazdır. Liderler kitlelerin psikolojisini iyi bildiklerinden bireylerin zaaflarına hitap etmeyi iyi becerirler.

 

İslam’ı sadece tahtadan ve taştan imal edilmiş putları yok edip, onların yerine, o putlar gibi hiç bir fonksiyonu olma­yan, kişi ve toplum hayatına müdahale etmeyen, soyut bir tanrı inancı getiren din olarak algılayanlar, nice sahte ilahların hükümlerine uyarak gönül hoşluğuyla yaşarlar. ‘La ilahe İllallah’ı arada bir mı­rıldanarak cenneti garantilemiş olmanın hayalleriyle avunur dururlar.

 

Bu anlamda çağımızda yepyeni şirk örnekleri gelişmiştir. Eskiden görülen şirk çeşitlerine yenileri de ilave olmuştur. Artık atalar dini, eskiden beri devam eden putçuluk, falcılık, kurtarıcı liderlik, siyasal güçler, mezarda yatan ölüler, spor kulüpleri, ikon (put ) haline getirilen sevgililer, her bir şeyi taklit edilen sanatçılar, dünya çıkarları, makamlar, heykeller ve ölümlü kişiler birer şirk aracı haline getirilmiştir. Allah’a inandığını söyleyen niceleri, O’nun Rabliğini göklere gönderirken, O’nun yalnızca göklere karışmasını isterken, kendi hayatına ve toplum hayatına başkalarının ilkelerini daha uygun görmekte, Allah’ın Hz. Peygamber aracılığıyla gönderdiği ölçüye aldırış etmemektedirler. Bir kişinin veya bir siyasal gücün ilkelerini Allah’ın hükümlerinin önüne getirebilmektedirler. Çok üstün sandıkları liderlere, şeyhlere Allah’tan ve O’nun hükümlerinden daha fazla değer vermektedirler.

 

Şirk Kur’an ve akıl düşmanıdır

 

Kur’an’ın tek düşmanı zulüm, en büyük düşmanı ise zulmün en kötü görünümü olan şirktir. “Hani Lokman oğluna -öğüt vererek- demişti ki; "Yavrucuğum, Allah'a şirk koşma. Şirk, gerçekten büyük bir zulümdür." (31/13). Kur’an mümininin en büyük düşmanı olan şirk; her yerde, hayatın her alanında, hatta bir mabedin içinde bile karşısına çıkabilir. Ne var ki, İslam dünyası şirki tanımamakta, tanımak gibi yolunda da bir gayret göstermemektedir. İslam dünyası bugün şirki tanımıyor; böyle olunca da, tevhidi yani Kur’an dinini tanıması mümkün olmuyor. İslam dünyasının bugün içinde bulunduğu perişanlık ve hüsran, sadece şirkin sonucudur. Şirk insanın emek ve üretimini işe yaramaz hale getiren tek beladır.

 

Şirkin temel düşmanı ve korkusu akıldır. Çükü akıl, şirkin temel dayanağı olan ecdat kabullerini tartışmaya açmaktadır. Kur’ân ve akıl, ataların kabullerinin sorgulanmasını istemektedir. Şu ayete bakın: “Onlara: “Allah’ın indirdiğine uyun.” denilince, “Hayır, biz atalarımızı üzerinde bulduğumuz şeye uyarız.” derler. Peki, ataları bir şeyi akıl yoluyla kavramıyor, doğruya ve güzele ulaşamıyor idiyseler?” (2/170).

 

Hristiyanlara öykünerek icat edilmiş şirkler

 

Onlar nasıl Hz. İsa’yı Baba’nın sağına oturtmuşlarsa[13] Müslümanlarda “makam-ı mahmud”  icat ederek Hz. Peygamberi Allah’ın arşının sağ tarafına yerleştirmişlerdir. Oysa; “Gecenin bir vaktinde de, sana özgü bir nafile olmak üzere, onunla teheccüd et. Umulur ki, böylece Rabbin seni makam-ı mahmud'a (:övülmüş konuma) eriştirir.” (17/79) ayeti ahirette Hz. Peygambere özgü bir makamı ifade etmez.[14]

 

Hristiyanları yargılayacak Hz. İsa’dır (Yuhanna,5/9). Müslümanlar da ahirette Hz. Peygambere şefaat icat etmişlerdir.

 

Onlar Hz. İsa’ya ibadet ederken, Müslümanlar da namazların sünnetlerini kılarak Hz. Peygamberden şefaat beklentisi içine girmişlerdir. Salatı tefriciye’de olduğu gibi, Allah’tan istenecek şeyler Hz. Peygamberden istenmeye başladılar.

 

Tevbe 31. ayette bildirildiği gibi onlar rahiplerini rab edindikleri gibi, Müslümanlarda mezhep imamlarını, evliyayı, şeyhleri, üstadları, efendileri rab yerine koymuşlardır.

 

Hristiyanlar Hz. İsa’nın göğe çekilmiş olduğuna inanırken, Müslümanlar da Hz. Peygamberin kabrinde canlı olduğuna inanırlar. Allah gibi her yerde hazır ve nazır olduğuna inanılır.

 

Yahudilere öykünerek icat edilmiş şirkler

 

Tevbe 31. ayette bildirildiği gibi onlar hahamlarını rab edindikleri gibi, Müslümanlarda mezhep imamlarını, evliyayı, şeyhleri, üstadları, efendileri rab yerine koymuşlardır.

 

Yahudiler: "Sayılı günlerin dışında, ateş bize dokunmayacaktır." De ki: "Allah katından bir ahit mi aldınız? -ki Allah asla ahdinden dönmez- Yoksa Allah'a karşı bilmediğiniz bir şeyi mi söylüyorsunuz? dediler." (2/80). Müslümanlarda Hz. Peygamberin şefaatiyle cehennemde bronzlaşıp çıkacaklarına inanmaktadırlar. Oysa cehenneme girenin çıkacağına dair bir ayet bulunmamaktadır!

 

Yahudiler mesih bekliyorlar, Müslümanlar da mehdi bekliyorlar.

 

Hz. İsa İncil’de Yahudileri “Siz naklettiğiniz gelenekle, Allah’ın kelamını değiştirdiniz.” (Markos,7/8-9) derken, Müslümanlar da rivayetlerle ayetleri neshettiler/geçersiz kıldılar. “İsrailoğullarından inkâr edenler, Davud’un ve Meryem oğlu İsa’nın dili ile lanetlenmiştir. Bu onların isyan etmeleri ve hadlerini aşmalarındandı. Yaptıkları münker (:çirkin iş) lerden birbirlerini alıkoymuyorlardı. Yapmakta oldukları ne kötüydü!” (5/78-79).

 

Yahudiler kendi elleriyle yazdıklarını kutsallaştırdıkları gibi, Mevlana, İmamı Rabbani, İbni Arabî, İskender Evrenesoğlu vb. leri eserlerini kutsallaştırmışlardır. Oysa Allah: “Yazıklar olsun; kitabı kendi elleriyle yazıp, sonra onu az bir değere satmak için "Bu Allah katındandır" diyenlere. Yazıklar olsun, elleriyle yazdıklarından dolayı onlara; yazıklar olsun, yüklenmiş olduklarından dolayı onlara.” (2/79). diyor.

 

Özetle: Şirk adını değiştirmiş olarak (kod adıyla)  İslam dünyasında cirit atmaktadır. Şirk; Yahudilik, Hristiyanlık, Sâbiîlik, Mecûsilik, Zerdüştlük, Hinduizm, Brahmanizm, Budizm, Taoizm, Şintoizm, Konfüçyanizm, Gnostisizm, Hermetizm, Yunan felsefesi vs. kadim tüm din ve felsefelerin sentezlenerek, harmanlanarak içine biraz ayet, biraz hadis karıştırılarak üstüne İslami bir etiket vurulmuş şekilde zihin raflarında yerini muhafaza etmektedir. Şirk insanlığın kadim sapması olduğu gibi istikbalinde en büyük sapmalarından olacaktır. Çünkü nevzuhur inanışlar eskiyi aratmamaktadırlar. Şirk Allah’ı ve Kur’an’ı yetersiz görmek, Allahtan başkasına davet etmek, Allah’a iftira etmektir. Şirk insanlığın vebasıdır. Sosyal ve psikolojik bunalımların girdabında boğulmakta olan şirk toplumlarına sunulacak en büyük hizmet, sahte ilahların tasallutuna son verecek çalışmalardır. İslam dünyasında sahte ilah sektörü/şirk sektörü devasa boyutlara ulaşmıştır. Şirk akla, kalbe ve bedene giren bir virüs gibidir. Ferdi ve toplumu huzura kavuşturmanın ön şartı onları şirkten kurtarmaktır. Şirk virüsünden Kur’an anti virüsü ile temizlenebiliriz.

 



[1] Sadeddin MERDİN, İslamın Pavlusları II. 287

[2] Buhari, İbni Abbas’tan rivayetle.

[3] Mustafa İSLAMOĞLU, Hayat Kitabı Kur’an, s: 920

[4] Süleyman ULUDAĞ, İslam Düşüncesinin Yapısı, 141

[5] Erol Güngör, İslam Tasavvufunun Meseleleri, Ötüken 1982, 204-205

 

[6] Mahmut USTAOSMANOĞLU, Ruhu’l-Furkan, II. 67

[7] Mahmud Sami RAMAZANOĞLU, Muhasebe, 6/152

[8] Mahmut USTAOSMANOĞLU, Ruhu’l-Furkan, II. 66

[9] Mahmut USTAOSMANOĞLU, Ruhu’l-Furkan, II. 73

[10] Hamdi KALYONCU, Şirk Psikolojisi, 46

[11] Mustafa İSLAMOĞLU, Üç Muhammed, 80

[12] Mustafa İSLAMOĞLU, Üç Muhammed, 96

[13] Yuhanna,5/7

[14] Makalenin konusunu oluşturan terkipte de benzer bir gelişme yaşandığı anlaşılmaktadır. İlgili ayette, müşriklerin elinden canını kurtarıp kurtaramama pozisyonundaki bir lidere, Hz. Peygamber’e, yeni bir vatana gönderileceği müjdelenmekle birlikte, nüzûl sonrası geliştirilen anlamlar önce ayetin kapsamına alınmış, daha sonra gerçek anlam tamamen ortadan kalkmıştır. Murat SÜLÜN’ün bu konudaki makalesine bakılabilir.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

MEKKİ SURELERDE SALÂT KAVRAMININ SEMANTİĞİ

SALAT’IN NAMAZ ANLAMI ÜZERİNE

KEVSER SURESİNİN İNCELENMESİ