TARİHİN İLKELERİ
TARİHİN İLKELERİ
Kur'an
bütün insanlığa hitaben indirilmiş ilahi bir mesajdır. Bu mesaj hayatın bütün
alanlarına dair sahih bir algı oluşturabilmek için temel ilke ve prensipleri içerir.
Dolayısıyla tarih algımızı şekillendirecek en önemli kaynak Kur'an olmalıdır. Ancak
Kur'an'ın dinamik tarih ve evren görüşüyle gelenekten tevarüs ettiğimiz uyuşukluktan,
ezberden, kuşatılmışlıktan kurtulabiliriz.
Dünyayı
ve içindekileri yaratan Allah’tır. İnsan da dünyada yaratılan varlıklardan biridir.
Bütün varlığın kontrolü Allah’ın kudret elindedir. Bütünü kontrol eden ve
insanı bir "fıtrat" üzere yaratan Allah'ı tarihe müdahil kabul
etmeden, tarihsel sürecin işleyişini anlamak mümkün değildir.
Kur'an,
tarihi Allah'tan kopuk bir süreç olarak görmez. Tarih, Kur'an'da Allah'a izafe
edilerek "Allah'ın Günleri" (Eyyamullah)[1]
kavramıyla ifade edilir. Tarihin bir ucunda Allah diğer ucunda ise insan
vardır. İnsanın yorumladığı tarih alanı, hemcinsinin tarihsel eylemlerinden
oluşması bakımından antropolojiktir. Allah'ın mahlûku yani ilke ve yasaları
(fıtratı) Allah tarafından belirlenmiş ve her an O'nun müdahalesine maruz kalıyor
olması cihetinden teolojiktir. Buna göre tarih, ilahi ve beşeri yönleri olan
bütünsel bir süreçtir.
İnsanın
yüklendiği emaneti anlamlı kılan, onu tarih karşısında sorumlu, olumlu ve
olumsuz güçlerle[2] donatılmış olmasının
sonucudur. Fert veya toplumun ruhî durumu, ahlakiliği, hayata bakışı, insanlar
arasındaki ilişkilerin şekli, Allah ve varlık karşısında takındığı tavır ve
konumu bir medeniyetin veya toplumun tarihi seyrini etkileyen en önemli
faktörlerdir.
Kur’an,
insanları Allah'a imanla gerçekleştirilebilecek ahlaki esaslara, ölçüyü,
tartıyı tam yapmaya, aldatmamaya, faiz, zina, fuhuş, içki, kumar, haksız yere
adam öldürme, gasp ve hırsızlık gibi eylemlerden uzak durmaya çağırır ve bu
esasları göz ardı eden toplumların kötü akibetlerini sürekli hatırlatır.
Kur’an’da
insanlık tarihiyle ilgili ayetlere baktığımızda insanlığın şu aşamalardan
geçtiğini görüyoruz.
1-
Bütün insanlık önce bir erkek (Adem) ve bir dişiden üremiştir (Nisa 4:1;
Hucurat 49:13).
2-
İlk dönemler etnik ve inanç açısından homojen bir toplum (tek bir ümmet)
halinde yaşayan insanlar (Bakara 2:213;
Yunus 10:19) sayıca çoğaldıkça doğal olarak çeşitli gruplara ayrılmışlardır
(Rum 30:22; Hucurat 49:13).
3-
Çeşitli fırkalara ayrılan insanlar gerek toplumsal gerek kişisel ölçekte
birbirine üstün kılınmıştır (En’am 6:165; Zuhruf 43:32).
4-
Tarih boyunca çeşitli sebeplerden dolayı tarih/dünya sahnesinden çekilen
toplumların yerine başka toplumlar gelmiştir (En’am 6:6; A‘râf 7:34, 69; Yûnus
10:13-14, 49; Hicr 15:4-5; Tâhâ 20:128; Neml, 27:62; Fâtır 35:39; Sâd 38:26; Meâric
70:40-41).
Kur'an,
tarihin oluşum seyrini sınıfsal, ekonomik veya ulus vb. temelli ele almaz. Kur’an’a
göre tarihin akış seyri akide temellidir.
Tevhit ve şirk ekseninde gerçekleşir. Geniş anlamıyla tarih, Allah'ın iradesini
hayatın bütün alanlarında geçerli kılmaya çalışan topluluklarla, Allah’ın iradesini
hayatın bütününde veya bir kısmında gerçekleştirilmesini istemeyen toplumlar
arasındaki mücadele alanıdır. Kur'an'a göre insanların ya da toplumların
ekonomik, ulusal ya da sınıfsal duruşları onların bu iki eksenden (tevhit-şirk)
birini tercih etmeleriyle alakalıdır. Ya da onların Allah ile kendileri
arasındaki ilişkileri nasıl belirleyecekleri konusundaki kararlarıyla
irtibatlıdır.
Kur'an'ın
tarih algısında "eleştirellik" önemli bir yer tutar. Kur’an, tarihi
ya da tarihin belli bir dönemini bütün olarak ne meşrulaştırır, ne de kutsar.
Tarih eleştirilmek ve geleceğe yönelik dersler çıkarmak için gözler önüne
serilir. Bu eleştirisini tevhit, hakikat ve ilke temelinde gerçekleştirir.
Her
şeye fıtratını veren Allah, tarihe de bir fıtrat koymuştur. Bunlar: Gayelilik,
yasalılık, ahlakilik/iradilik, evrensellik, tekâmül ve döngüsellik.
Gayelilik
Kâinatın
varoluşunun ve içinde oluşan olayların sıradüzeni ve tabi olduğu kanunluluğun
bir plana, bir programa dolayısıyla bir gayeye göre var olması demektir.[3]
Kur’an’a
göre Allah gökleri yeri ve ikisi arasındakileri gayesiz yaratmamış (Duhan 44:38-39),
hak ve hikmete uygun olarak (Rum30: 8), güzel bir şekilde (Enbiya 21:16,
Teğabün 64:3), kimin daha güzel işler yapacağını sınamak için (Hud 11:7, Kehf
18:7, Mülk 67:2) yaratmıştır. Allah insanı bu sınavı verebilecek akıl, irade ve
vicdan gibi özelliklerle donanımlı olarak yaratmıştır.
Kur'an
insanın yeryüzünde belli bir düzene ve amaca bağlı olarak yaşadığını belirtir (Mülk
67:1-2; Zâriyât 51:54); barışı egemen kılmayı hedeflediği için kötülük ve
düşmanlıkta değil de iyilik ve güzellikler üzerinde yardımlaşmayı emreder (Maide
5:2). Kur'an'a göre dünya gayeliliğin hakim olduğu bir hikmet diyarı ve tüm güzelliklerin
yayılması ve yaşatılması mümkün olan bir yerdir. Aksi takdirde Kur'an'ın insanlardan
dünyada ve ahirette güzellik istemelerini dualarına katmalarının (Bakara 2:201) bir anlamı kalmazdı.
Garaudy'ye
göre Batıdaki akıl pozitivist bir akıldır ve bu akıl gayeler problemiyle
uğraşmaz; sadece vasıtalarla uğraşır. Niçin sorusu yerine nasıl sorusu sorulur.
Bu bakımdan ona göre Batının problemi öncelikle gayeler ve değerler problemidir.
Anlam ve gayeler üzerinde düşünmeyi reddetmek insanı ilahi boyutundan koparmıştır.[4]
Her
şeyi anlamlı, gayeli ve hikmetli yaratan Allah, tarihe de bir anlam, gaye ve
hedef koymuştur. Tarihe hikmet cihetinden baktığımızda, tarihin gayeli, düzenli
ve yasalı bir karakterde olduğunu görürüz.
Yasalılık
Kur’an
toplumların çöküşleriyle ilgili şu sebep-sonuç (yasalılık) aşamalardan bahseder:
1. Dalâletin artması,[5]
2. Amellerin süslenmesi,[6]
3. Allah’ın ayetlerini inkâr edenleri yavaş yavaş helake sürüklemesi,[7]
4. Mühlet tanıma,[8] 5. Düşmana yenilme,[9]
6. Felâketlerle yüz yüze gelme,[10]
7. Zengin seçkinlerin şımarması[11]
ve 8. Çöküş.[12]
Kur’an, sünnetullah ile ilgili ayetler
çerçevesinde belirli bir tarihsel sürece göre toplumların yükseliş, düşüş ve
çöküşlerini yönlendiren ortak kuralların olduğunu belirtmektedir. Toplumsal
yaşama biçimleri, medeniyetlerin doğuşu, yükselişi ve yıkılışı gibi olgular
sünnet kavramı içerisinde değerlendirilmektedir. Bu bağlamda Kur’an tarihi
sürece yayılmış, tarihsel ve toplumsal değişmeyi yönlendiren ilişkiler bütününü
sünnetullah ifadesi ile kavramlaştırmaktadır.[13]
Bu kavram tarih içerisinde insanın başıboş bırakılmadığını ve her davranışının
bir değişimle sonuçlandığını vurgulamaktadır. Takdir ve insanın hürriyeti gibi
konular da dikkate alındığında yasalar çerçevesinde tanımlanmış tarih, kötünün
karşısında iyiden, yanlışın karşısında doğrudan yana olan seçmeci bir özellik
taşımaktadır (Bakara 2:153; Maide 5:13,93; Tevbe 9:47).
Allah'ın sünnetinden (:sünnetullah) kastedilen
şeyin ne olduğu çoğu zaman karıştırılmaktadır. Bu kavramın Kur'an'da kullanış
biçimine dikkat edilmeksizin, Allah'ın sünnetinin Allah tarafından koyulan ve
evrende geçerli olan "tabiat kanunları" olduğu söylenmektedir. Oysa
kavramın Kur'an'da kullanıldığı hiçbir yerden bu anlam çıkmamaktadır.[14]
Kur'an
baştan sona geçmiş toplumların başlarından geçen hadiselerin anlatıldığı bir
tarih kitabı olmamakla birlikte, olayları, durumları ve şartları bilinçli ve
bilimsel bir şekilde ele alıp inceleyebilmek ve sosyal olayların nasıl meydana geldiğini
tespit edebilmek için yeterli olacak kadar tarihsel kıssalara yer verir. Bu
kıssalar, okuyana tarihin kendine özgü yasaları olduğunu açık bir şekilde
anlatmaktadır. Bu yasalar, tarihi, sosyal ve psikolojik bütün hareketlere hükmeden
yasalar olarak, toplumların gelişme ve çöküşlerini belirler. Bu yasalara uyma
toplumların önüne her türlü gelişmenin yollarını açarken, bu yasalardan gaflet
hali de her türlü çöküşün ve geri kalmanın sebebi olarak ortaya konur. Bu
yasalar mümin veya inkârcı bütün insanlığı kapsamaktadır. Böyle olduğu için
Kur'an insanlık tarihini incelememizi istemektedir: “Yeryüzünde gezip
dolaşmadılar mı ki, akledecek kalpleri (:zihinleri), işitecek kulakları olsun!
Doğrusu, gözler kör olmaz, ancak başlardaki kalpler (:düşünce merkezi) kör
olur.” (Hac 22:46)
Allah
tarihe ibret nazarıyla bakılmasını istiyor: "Ey akıl sahipleri ibret alın."
(Haşr 59:2). Ayette kullanılan "i'tibar" lafzı, tarihin yasalı yapısına
ve dolayısıyla sebep-sonuç ilişkisi çerçevesinde geçmişi iyi okumaya işaret
etmektedir. Aksi takdirde her şeyin tesadüfen ve yasasız meydana geldiği yerde ibret
gözüyle tarihe bakma emri anlamsız olurdu.
Kur'an
çok açık bir biçimde helak olan toplumların "Sünnetullah" gereği
helak olduklarını bildirmekte ve inananlardan bu toplumların durumlarını araştırmalarını
ve onların helak olmalarına sebep olan durumlara düşmemelerini istemektedir:
“Yeryüzünde
büyüklük tasladılar ve kötülüğü tasarlayıp düzenlediler. Oysa kötü tuzak, ancak
sahibini kuşatır. Artık onlar öncekilerin sünnetinden (:yasasından) başkasını
mı gözlüyorlar? Sen, Allah'ın sünnetinde kesinlikle bir değişim bulamazsın ve
sen, Allah'ın sünnetinde kesinlikle bir dönüşüm de bulamazsın. Yeryüzünde
dolaşıp kendilerinden öncekilerin sonunun nasıl olduğuna bakmadılar mı, oysa
onlar kendilerinden daha güçlüydüler! Allah’ı göklerde ve yerde aciz bırakacak
hiçbir şey yoktur. Çünkü O, bilendir, güç yetirendir.” (Fatır 35:43-44) Buna
göre Allah'ın tarihsel sürecin işleyişine dair koymuş olduğu objektif yasalar
vardır. Seçilmiş ve özel kullar düşüncesini reddeden Kur'an'a göre helak
sebepleri gerçekleştiğinde, Allah yasası gereği, toplumları helak etmektedir.
Öyleyse insanların söz konusu ilahi yasalar gereğince amel etmeleri zaruridir.
Ahlakilik/İradilik
Kur'an,
tarihi ahlaki ve iradi bir süreç olarak sunar. Kur'an insanlık tarihini
geçmişi, bugünü ve geleceğiyle bir bütün halinde insanın faaliyet alanı olarak
görür. Toplum kültürü, değer yargıları, dili,
bilgisi, teknolojik, sosyo-ekonomik, siyasi ve diğer yönleriyle tarihsel bir olgudur.
Tarihin yasalı olmasından söz edilmesi, insan iradesini dışlamaz. Yasların
varlığı, mutlak bir "fatalizm"i[15]
gerektirmez. İlahi kanunların işlemesi için gerekli ortamı ancak insanlar oluşturabilir
veya ortadan kaldırabilir. Kanunları koymak ve sonucu yaratmak Allah
tarafından; o kanunları işletmek ise insanlar tarafındandır. Kur'an'da
toplumların yükseliş ve çöküş sebeplerinin ahlaki ve dini bir karakter arz
etmesi tarihin işleyişindeki insani boyutu gösterir.
Kur'an'a
göre bireysel ve toplumsal yok oluşta temel unsur, dini ve ahlaki temele dayalı
sebeplerdir. Bunlar içerisinde peygamberleri yalanlama, şirk, zulüm, hakka
karşı inatlaşmak, günahlara dalmak, kibir, fesat, fısk, şımarıklık, cinsel sapıklıklar,
israf, sefahat, cihadı terk etmek gibi dini-ahlaki temelli sebepler sayılabilir.
Toplumsal çöküşün nedenleri olarak sayılan itikadi, siyasi ve sosyoekonomik sebepler
temelde dini-ahlaki bir durumdur.
Kur'an'da
helakler anlatılırken maddi unsurların üstünlük ve kalıcılık sebebi olamayacağı
açık bir şekilde ortaya konur. "Biz hangi ülkeye bir uyarıcı göndermişsek
mutlaka oranın varlıklı ve şımarık kişileri (mütref): Biz, size gönderilen olan
şeyi inkâr ediyoruz, demişlerdir. Ve dediler ki: Biz malca ve evlâtça daha
çoğuz, biz azaba uğratılacak da değiliz." (Sebe 34:34-35). Kur'an'ın
"mütref" dediği kimselerin hakikate karşı olan bu duruşları, öncelikle
hayatta değerli olan tek şeyin maddi kazanç sağlamak olduğu; ikinci olarak da,
maddi anlamda başarılı bir hayatın kişinin doğru yolda olduğunun bizzat kanıtı
olduğu şeklindeki anlayışı yansıtır.[16]
Kur'an,
toplumsal veya ekonomik değişikliğin altında yatan temel etkenin insan iradesi
olduğuna vurgu yapar.[17]
İnsanın, rüzgarın sağa sola savurduğu bir yaprak gibi âciz ve gayesiz,
dolaysıyla toplulukların da determinist bir baskının tesiri altında iradesiz
olmadıkları ayetlerden anlaşılmaktadır. Kur'an mesajı dikkate alındığında
toplumların mutlu bir yaşama mı yoksa acı bir felâkete mi doğru gittiklerini, onların
eylemlerinden çıkartmak mümkündür.
Kur’an,
sadece bireylerin eylemlerinin nereye çıktığını söyleyerek toplumlar için bir
nevi erken uyarı sistemi veya yol rehberliği görevi üstlenmektedir. “...Bir
toplum (kavim) kendisini değiştirmediği müddetçe Allah onları değiştirmez...”
(Ra’d 13:11) ayetinde “değişme” insanların iradesine ve eylemine dayandırılmış
ve bu değişimin, toplum kendisini değiştirmediği müddetçe kesinlikle meydana
gelmeyeceği vurgulanmıştır.
Evrensellik
Kur’an’ın
tarihe insanlık ailesinin tarihi olarak bakmamızı ister. Kur'an, tarihi ilk
insan Adem ile kıyamet arasında geçecek bütünsel bir süreç olarak görür ve
herhangi bir etnik temele dayalı olarak tarihi parçalamaz.
Kur'an,
tarihi belli bir başlangıçtan belli bir sona doğru akan bütünsel bir süreç olarak
görür. "İslam" terimini bu sürecin ve bu sürece eşlik eden
mücadelenin temel belirleyeni olarak tespit etmektedir. Bu bütüncül bir tarih
yorumudur ve herhangi bir etnik temele dayalı olarak tarihi parçalamayı
reddeder.[18] Bundan dolaydır ki, evrensel
tarih yazma geleneğini başlatanlar Müslümanlar olmuştur. Onlar tarihi
yaratılışla beraber başlatmışlar, kendi zamanlarına kadar tarihsel süreci
incelemişlerdir. Daha önce tarih ya ulusaldı ya da dar bir çerçevede kalmıştı. Parçacı
tarih anlayışı kendini hem geçmiş tarihi yorumlamada hem de gelecek tasarımında
göstermektedir. Tarihi İbrahim'le başlatan Yahudilerin ve İsa ile başlatan
Hıristiyanların tarih anlayışlarında tarihe başlangıç yaptıkları olayın
hazırlık aşamasına indirgenmektedir.
Kur'an'a
göre bütün peygamberlerin tebliğ ettikleri dinin ortak adı İslam ve mesajlarının
özü de tevhittir.[19]
Kur'an, tarihi sadece Hz. Muhammed sonrası ile sınırlamaz; aksine Hz. Peygamber
öncesi dönem Kur'an'da daha fazla yer tutar. İslam ilk insan Adem’den itibaren
tüm insanlık tarihine izah getiren evrensel bir tarih anlayışı öngörmektedir.
Taberi ise bu konuda çağdaşlarından çok daha ileri gitmiş ve dünya tarihi
çalışmalarına büyük bir ivme kazandırmıştır.
Tekâmül
Tarih
insanlığın tekâmül sürecidir. Kur'an'a göre bir başlangıcı ve sonu olan
tarihsel süreç içerisinde insanlık, kendini tanır ve kendini gerçekleştirmenin
mücadelesini verir. Bu mücadele sürecinde insanlık kendi başına bırakılmaz; peygamberler
ve ilahi vahiylerle desteklenir. Peygamberler söz konusu tekâmülün ana taşıyıcılarıdır.
Peygamberler tarihini, insanlığın tekâmül tarihi olarak okumak mümkündür.
Toplumların
helak şekillerinde de, olağanüstü yok oluşlardan daha anlaşılır helak
biçimlerine doğru, bir tekâmül sürecinin yaşandığı söylenebilir. Kur'an üç
helak şeklinden söz etmektedir. "De ki: Size üstünüzden ya da
ayaklarınızın altından azap gönderme ya da sizi birbirinize düşürüp paramparça
bir toplum haline getirme gücü yalnızca O'nundur." (Enam 6:65). Üstünüzden
azap yıldırım düşmek, taş yağmak, tufan gibi semavi afetler; ayaklara altından
azap da zelzele, yerin göçmesi, su ve ateş çıkmak gibi arzi afetler olarak
anlaşılması daha doğrudur.
Kur'an'da
semavi ve arzi bela ile yok edilen toplumlardan söz edilmektedir. Semavi helak
içerisinde taş yağması şeklinde gerçekleşen olayla Lut kavmi ve Ashab-ı Fil,[20]
ses ile Şuayb kavmi,[21]
rüzgâr ile Âd kavmi,[22]
yıldırım cezası ile Ad,[23]
Semud,[24]
ve İsrailoğulları[25]
helak olmuştur.
Arzi
helak içerisinde suda boğulma (tufan) ile Nuh kavmi, Firavun ve tüm askerleri
helak edilmiştir.[26]
Yere batma, deprem (Hasf, Racfe) şeklindeki helak ile Karun helak edilmiştir.[27]
Semud kavmi, Şuayb kavmi, Meyden halkının helak edilişleri için
"recfe"[28]
kelimesi kullanılmıştır. Lut kavminin,[29]
Pompei halkının ve Nemrut'un yok edilmesinde de korkunç bir depremin meydana
geldiği biliniyor.
Kur'an
şir'a ve minhac terimleriyle müminlerden tarihi bir tekâmül süreci olarak
görmelerini ve geleceği iyiye kodlamalarını istemektedir. Kur'an'da tarihsel
süreç içerisinde gerçekleşmiş farklı "şir'a" ve "minhac" lardan
söz edilmesi, toplumsal değişim ve gelişimin yani tekâmül yasasının yansımasından
ibarettir.
"…Sizden
her biriniz için bir şeriat (şir’a) ve (onu) uygulama yöntemleri (minhac)
belirledik. Eğer Allah dileseydi, hepinizi tek bir topluluk yapardı; fakat size
emanet ettikleriyle sizi sınamak için (öyle yapmadı): O halde hayırlarda birbirinizle
yarışın…" (Maide 5:48).
İnsanlık
tarihinde bir tekâmül söz konusu olduğuna göre sonra gelen şeriatın ve kitabın
daha mütekâmil ve daha kapsamlı olması gerekir, tarihi gerçek de böyledir. İlahi
irade bütün insanları tek tip bir millet olarak çıkarmak yerine, bir tekâmül
serisini tamamlayacak şekilde farklı milletler olarak var etmiştir.
Döngüsellik
Kur’an
kıssaları incelendiğinde, zikzaklar şeklinde ilerleyen döngüsel bir tarih
anlayışı sunduğu görülmektedir. Allah’a kulluk yapması için yaratılan insanoğlu
(Zariyat 51:56) bu sorumluluğunu unutup yaratanına sırt çevirdiği zaman aşağıların
en aşağısına (esfelussafilin) (Tin 95:5) doğru yol almıştır. Allah, böylece kendilerine
yaratılış amaçlarını hatırlatmak amacıyla peygamberler göndermiş, O’na
inanmayanlar helak edilmiş, inananlar ise erdemli bir toplumu oluşturmuşlardır.
Bu erdemli toplum zamanla bir önceki toplumun akıbetini yaşamış, bu durum benzer
şekilde sürüp gitmiştir. Kur’an bu durumu sünnetullah yani Allah’ın değişmez
yasası olarak ifade etmektedir. Kur'an peygamber kıssalarını anlatırken
birbirinden kopuk şekilde değil, birbirlerinin devamı şeklinde ele almıştır. Bu
durum tarihçileri de etkilemiş ve tarihi bir oluş ve bozuluş (kevn
ve fesat) süreci olarak anlatmalarını sağlamıştır.
Kur’an;
kıssalar üzerinden tarihi, birbirine geçen halkalardan oluşan bir örüntü olarak
kabul etmektedir. O, tarihin dün cereyan eden, hadise adacıklarından oluşan bir
yapıdan farklı olduğu anlatmaktadır. Kur’an’ın kıssalarla ilgili pek çok
ayetinde “tedebbür etmez misiniz”, “düşünmez misiniz”, “akıl etmez misiniz”
gibi ikazların varlığı Kur’an’ın tarihsel bilgileri geçmişte cereyan eden
hadiselerden ibaret görmediğini ortaya koymaktadır. Bu durum İslam
tarihçilerini de etkilemiştir. İslam tarihçileri özellikle hicri üçüncü asırdan
sonra kendini göstermeye başlayan “genel tarih yazıcılığı formu” bu devasa
örüntüye bir insanlık tarihi şeklinde bakmış, eserlerini insanın varlık âlemine
dahil olmasıyla başlatmışlardır. Dolayısıyla onlara göre tarih aslında bir
peygamberler ve insanlık, hatta varlık tarihidir. İçinde yaşadığımız çağ da Hz.
Muhammed ümmetinin “uçlara savrulmayan ümmet” (ümmeten vasatan)[30]
olarak ortaya çıkıp etkili olmaya başladığı tarihi ifade etmektedir.
“Size
bir yara dokunmuşsa, o kavme de benzeri bir yara dokunmuştur. Allah'ın iman
edenleri bilmesi ve sizden şahitler edinmesi için o günleri insanlar arasında
döndürür dururuz. Allah zalimleri sevmez.” (Âl-i İmran 3:140) Ayetteki “o
günleri insanlar arasında döndürür dururuz” ifadesi tarihin döngüsellik
içerinde cereyen ettiğini ifade etmektedir.
“Andolsun
biz, her ümmete, “Allah’a kulluk edin, tağuttan kaçının” diye peygamber
gönderdik. Allah, onlardan kimini doğru yola iletti; kimine de (kendi iradeleri
sebebiyle) sapıklık hak oldu. Şimdi yeryüzünde dolaşın da peygamberleri
yalanlayanların sonunun ne olduğunu görün.” (Nahl 16:36)
“Andolsun,
İsrailoğullarından sağlam söz almış ve onlara peygamberler göndermiştik. Fakat
her ne zaman bir Peygamber, onlara nefislerinin hoşlanmadığı bir hükmü
getirdiyse; onlardan bir kısmını yalanladılar, bir kısmını da öldürdüler.”
Maide 5:70)
“Sonra
arka arkaya peygamberlerimizi gönderdik. Her ümmete kendi peygamberi geldikçe,
onu yalanladı. Biz de onları birbiri ardından helâk ettik ve onları birer
ibretli hikâyesi yaptık. Artık inanmayan bir kavim, Allah’ın rahmetinden uzak
olsun!” (Mu’minûn 23:44)[31]
“Kendilerinden
öncekilerin sonunun nasıl olduğunu görmek için yeryüzünü dolaşmıyorlar mı?
Öncekiler bunlardan daha çok, daha güçlüydü ve yeryüzündeki eserler bakımından
daha üstün idiler. Ama kazandıkları kendilerine hiçbir şey sağlamadı.” (Fatır
35:44)
SONUÇ
Kur'an'ın tarih fikri donuk,
olup-bitmiş ve tekrarlanması mümkün olmayan bir geçmiş algısı, tasavvuru
değildir. Aksine geleceğin kurulmasında bir zemin teşkil eden tarih ileriye
dönüktür ve ânı yaşayanlara dinamizm, hareket ve süreklilik kazandırma yanında
atılımcı ve devrimci bir ruh aşılar. Geçmiş, ânı yaşayanlara sunulur ve bununla
geleceğin nasıl kurgulanacağına ışık tutulur. Bu nedenle Kur'an'ın önemli bir
bölümünü oluşturan kıssalar, ibret alınmak ve geleceği bu tecrübe ve birikim
ile kuşatmak ve inşa etmek için anlatılır. Kur'an'ın geleceği oluşturmada
kalıcı etkilerinin olduğunu kabul ettiği bu tarih gerçeğe dayalı bir tarihtir.
Kur’an, sadece tarihi bilgileri
aktarmak ya da bu bilgileri yorumlamakla tarih ilmine katkıda bulunmaz. Aynı
zamanda, tarihin seyri içerisinde insanın yanı sıra, tarihin şekillenişinde rol
alan ilâhî müdahalenin gerçekliği, söz konusu müdahalenin sebepleri, sonuçları,
dereceleri, şekli ve zamanı konusunda verdiği bilgilerle de tarihe önemli
katkılar sunar. Kur’an, tarihin oluşumunda “insanı mutlak özne” kabul eden
pozitivist tarih anlayışının aksine, Allah’ın tarihi, insanla birlikte ördüğüne
vurgu yaparak, tarihin doğru imkân sunar.
Kur’an’ın tarih yasası, tarihin
seyrinde Allah’ı özne, toplumları ise nesne olarak görmez. Kur’an’da da anlatıldığı
gibi, toplumların varlıklarını sürdürmeleri ya da cezalandırılıp yok olmaları,
Allah’ın keyfiliğine göre değil de toplumların tercihlerinin doğal bir sonucu
olarak gerçekleşir. Dolayısıyla toplumların yaşam şekilleri ve akibetleri
ezelde belirlenmemiştir. Bu bağlamda, toplumların yaşam kalitesini, şeklini,
gidişatını ve akibetini belirleyen toplumun eylemleridir. Allah’ın cezayı hak
etmeyen bir toplumu cezalandırması veya ilahî yardıma layık olmayan toplumlara
yardım etmesi, O’nun adalet ilkesi ve tarih yasasıyla örtüşmez.
[1]
İbrahim
14:5; Casiye 45:14
[2] İnsan 76:2-3; Şems 91:7-8
[3]
Hüseyin
Aydın , İlim, Felsefe ve Din Açısından Yaratılış ve Gayelilik, s.129.
[4]
Roger Garaudy, İslam ve İnsanlığın Geleceği, s.116-119.
[5] En’am, 6/44; Enfâl, 8/53; Ra’d,
13/11; Saff, 61/5.
[6] En’am 6:43, 108; 137; Enfâl 8:48;
Hicr 15:39-40; Nahl 16:63; Neml 27:24; Ankebût 29:38; Fussilet 41:25 vb.
[7] Âl-i İmrân 3/178; En’am 6:44-45; A’raf
7:95, 183; Ra’d 13:32; Kalem 68:44-45.
[8] Nahl 16:61; Rûm 30:41; Fâtır, 35:45
vb.
[9] İsrâ,17:4-8.
[10] Nisa 4:153, 160-161; Mâide 5:26;
A’raf 7:94-95, 130; Ra’d 13:31; Fâtır 35:43 vb.
[11] En’am 6:123; İsrâ 17:16 vb.
[12] Tevbe 9:70; İsrâ 17:17; Hac 22:42-44;
Sebe 34:15-19; Duhân 44:37; Kâf, 50:12-14; Fîl 105:1-5 vb. ayetler.
[13] Ömer
Özsoy, Sünnetullah, s.180.
[14]
Nuri Tok, Kur’an’da Sünnetullah Ve Helak Edilen Kavimler, 28-29.
[15]
Fatalizm,
insan hayatında olup biten her şeyin önceden belirlendiğini savunan bir felsefe
dalıdır. Yazgıcılık ve Kadercilik adıyla da bilinir. Fataliste göre kendi yapıp
etmeleri de dâhil, her şey harici güçlerin tesiriyle olmaktadır.
[16] Muhammed Esed,
Kur'an Mesajı, ilgili ayet dipnotu.
[17] “…Bir toplum
kendi nefislerinde olanı değiştirmedikçe, Allah onların durumunu değiştirmez…”
Rad 13:11
[18] Şaban Ali
Düzgün, Allah, Tabiat ve Tarih, s.245
[19] Bakara 2:62;
Maide 5:69; A'raf 7:26-36; Rum 30:22; Lokman 31:25; Sebe 34:28; Hucurat 49:13
[20] Mülk 67:17; Hud
11:82; Fil 105:1-5
[21] Hud 11:57,94-95; Hicr 15:73-74;
Ankebut 29:40
[22] Fussilet 41:16; Ahkâf 46:24;
Zariyat 51:41; Kamer 54:19; Hakka 69:6
[23] Fussilet 41:13
[24] Fussilet 41:13,17; Zariyat 51:41
[25] Bakara 2:55; Nisa 4:153
[26] Bakara 2:50; A’raf 7:64,84,133;
Ankebut 29:14; Şuara 26:173; Neml 27:58
[27] Kasas 28:81
[28] A'raf 7:91; Ankebut29:37; A’raf
7:78
[29] Necm 53:53
[30] Bakara 2:143
Yorumlar
Yorum Gönder