KUR’AN BÜTÜNLÜĞÜNE GÖRE BİR ÇEVİRİ NASIL OLMALI?
KUR’AN BÜTÜNLÜĞÜNE GÖRE BİR ÇEVİRİ NASIL OLMALI?
Kur’an’ın doğru anlaşılabilmesi için Kur’an’ı kendi bütünlüğü içinde okumak gerekir. Çünkü Kur’an’ın kendi kendini açıklayan bir özelliği vardır. Bir ayette verilen anlam başka bir ayete ters düşmemeli, çelişkili bir kitap izlenimi asla verilmemelidir. İslam dünyasındaki birçok problemin ve fikir ayrılığının temelinde, Kur’an’a parçacı bir yaklaşım metoduyla müracaat etmek yatmaktadır. Her bir fikir, düşünce ve inanç ekolü, kendi görüşünün doğruluğunu ispatlamak için konuyla ilgili sadece bir ayeti veya ayetin bir bölümünü ele alarak değerlendirmede bulunmuş ve sonuçta çeşitli problemler ortaya çıkmıştır.
Bir makale hacminde “Kur'an bütünlüğünde bir çeviri nasıl olmalıdır?” konusunu her yönüyle ifade edebilmek mümkün değildir. Biz makalenin hacmi ölçüsünde en önemli kısımlarını izaha çalışacağız.
A.KUR’AN’IN KENDİNİ AÇIKLADIĞI REFERANS AYETLERLE GÖSTERİLMELİ
1. Zulmün Şirk Anlamına Geldiği Ayet
“İman edenler ve imanlarına zulüm (:şirk) karıştırmayanlar, işte onlar güven içindedirler ve hidayete ulaşanlar da onlardır.” (En’am 6:82) İmana zulüm karıştırmanın ne demek olduğu Lokman 31:13. ayette açıklanmaktadır: “Hani Lokman oğluna öğüt vererek şöyle demişti: "Yavrucuğum, Allah'a ortak koşma. Şirk, büyük bir zulümdür." (Lokman 31:13) Bu ayette şirk koşmanın zulüm olduğu bildirilmektedir. Bu takdirde En’am 6:82. ayetteki zulüm şirk anlamına gelmektedir.
Yani En’am 6:82’nin çevirisinde ayetin sonuna Lokman 31:13 ayeti referans olarak verilmelidir. Okuyucu o ayete giderek En’am 6:82 deki zulmün, Lokman 31:13 ayetiyle şirk olduğuna ulaştırılmalıdır.
Şeklen şöyle olmalıdır:
En’am 6:82: “İman edenler ve imanlarına zulüm (:şirk) karıştırmayanlar, işte onlar güven içindedirler ve hidayete ulaşanlar da onlardır.” (Bakınız: Lokman 31:13)
2. Deniz Ürünleri Haram Değildir
Kur’an sınırlandırma yoluyla kendini tefsir eder. Kur'an'da karşılaşılan hususlardan birisi de genel anlamlı kelimelerin hususi bir niteliğe bürünmesidir. Bu husus, elbette Kur'an'ın ifade özelliğinin bir sonucudur. Genel ifadeli bir kelimeyi, Kur'an'ın bütününde, sadece hususi bir nesneye hasretmek mümkün olmasa da yerine göre kelamın sevk edildiği ortamda, yerine göre de muayyen konuları içeren Kur'an ifadelerinde böyle bir açıklama tarzı söz konusu olabilmektedir. Mesela: "Size meyte (leş) haram kılındı." (Maide 5:3) ayetindeki “meyte” ifadesi umumi olup akla denizden çıkarılıp kendiliğinden ölen deniz ürünlerinin helal olup olmadığı sorusunu getiriyor. "Deniz avı ve onu yemek size helal kılındı." (Maide 5/96) ayeti ile denizden tutulan balıklar “meyte”nin dışında tutulmuştur.
Şeklen şöyle olmalıdır:
Maide 5:3: “Leş, kan, domuz eti, Allah’tan başkası adına kesilen… size haram kılınmıştır…” (Bakınız: Maide 5:96)
3. Hayvan Kesildikten Sonra Etlerinin İçinde Kalan Kan Haram Değildir
"Leş ve kan size haram kılındı…" (Maide 5:3) ayeti akla hayvan kesilirken akıtılmış kan mı yoksa etlerin içinde az da olsa kalan kanın mı kastedildiği sorusu gelmektedir. En'am 6:145. ayetindeki “demen mesfûhan / akıcı kan” kelimesi kanı akıtılmış sıfatı ile kayıtlamıştır. Buna göre ikinci ayet, ilk ayeti bir kayda bağlayarak açıklamaktadır. Yani hayvan kesilirken akan kan haram kılınmıştır.
Yani kısacası Maide 5:3 ‘ün altına En'am 6:145 ayetindeki bu açıklama dipnot olarak yazılmalı.
4. İnkârcı Olarak Ölenin Ameli Boşa Gider
“…Kim, imanı inkâr ederse ameli boşa gider. O ahirette de hüsrana uğrayanlardandır…” (Maide 5:5) ayetinde inkârın, yapılan her işi değersiz ve anlamsız kıldığında söz edilirken; “…Sizden kim dininden geri döner ve kâfir olarak ölürse, artık onların bütün amelleri dünyada da, ahirette de boşa çıkmıştır…” (Bakara 2:217) ayetinde inkârcı olarak ölürse kaydıyla bir açıklama getirilmiştir.
Yani kısacası Maide 5:5 teki kapalılığı Bakara 2:217 “kafir olarak ölürse” ibaresi dipnota yazılmalı.
5. “Kimse Başkasının Yükünü Yüklenmez” Ne Anlama Gelmektedir?
“Kimse başkasının günahını yüklenmez.”(Necm 53:38)
“Onlar kendi günahları yanında daha nice günahları yüklenecektir.”(Ankebut 29:13)
Görünürde iki ayet arasında çelişki görülmektedir. İlk ayet, cezanın şahsiliği prensibini ortaya koymaktadır. İkinci ayet ise kıyamet gününde bazı insanların kendi suçları yanında diğer bazı suçlardan da sorulacaklarını açıklamaktadır. “Şunun içindir ki kıyamet günü kendi günahlarını tam olarak yüklenecekleri gibi bir de bilmeden saptırdıkları kimselerin günahlarını kısmen yükleneceklerdir. (Nahl 16:25) ayeti, her iki ayeti açıklamaktadır. Zira ayetin “saptırdıkları kimselerin günahları” bölümü başkalarını saptıranın saptırdığı kimsenin günahını kısmen yükleneceğini belirtmektedir. İçki içen günahını yükler. Ancak başkalarına de empoze eden içmesine sebep olduğu kişinin de günahını kısmen yükler.
Ayrıca Nisa/85. ayette de kim kötü bir çığır açarsa ona bulaşanların sorumluluklarını yüklenecekleri bildirilmektedir: “Kim, güzel bir şefaatle şefaatte (:yardım) bulunursa ondan kendisine bir pay vardır. Kim de kötü bir şefaatle şefaatte bulunursa, ondan da kendisine bir sorumluluk vardır. Allah her şeye karşılığını verendir.”
Yani kısaca iki ayetinde sonuna (Necm 53:38 ve Ankebut 29:13) Nahl 16:25 referans yazılmalı.
6. Kimlerin Kalpleri Mühürleniyor?
“Allah onların kalplerini (:zihinlerini) ve işitmelerini mühürlemiştir, görmeleri üzerinde de bir perde vardır ve onlara çok büyük bir azap vardır.” (Bakara 2:7) Allah tarafından insanların kalplerinin mühürlenmesi, görünüşte Allah’ın onları iman etmekten alıkoymak anlamına gelmektedir. Dolayısıyla cezalandırılmaları Allah’ın adaletine sığmaz. Kur’an’a bir bütün olarak baktığımızda Bakara 2:7 Allah kâfirleri tanımlamaktadır. Bu ayet bir sonuçtur. Bu sonuca götüren nedenlere bakmalıyız. Kâfir kimdir, Allah kafire nasıl muamele eder sorularının cevabı şu ayetlerdedir:
“Onların kesin sözlerini bozmaları, Allah'ın ayetlerine karşı inkâra sapmaları, nebîleri haksız yere öldürmeleri ve "Kalplerimiz örtülüdür." demeleri yüzünden ve inkârları dolayısıyla Allah kalplerine damga vurmuştur. Çok azı dışında onlar inanmazlar.” (Nisa 4:155)[1]
Bakara 2:7. ayetten sonra kalplerindeki hastalıktan bahsedilmektedir. Kalp (:zihin) görevi olan düşünmeyi yerine getirmeyince kendi kendini kapatmış olur. Çalışmayan mekânlar için kapandı yerine mühürlendi ifadesi kullanılır.
Şeklen şöyle olmalıdır:
Bakara 2:7: “Allah onların kalplerini (:zihinlerini) ve işitmelerini mühürlemiştir, görmeleri üzerinde de bir perde vardır ve onlara çok büyük bir azap vardır.” (Nisa 4:155; Saff 61:5; Yunus 10:74; A’raf7:101)
7. Birr (erdem) Nedir?
“Sevdiğiniz şeylerden infak etmedikçe asla birre (:erdeme) ulaşamazsınız. Her ne infak ederseniz, Allah onu bilir.” (Al-i İmran 3:92)
“Erdem (birr), yüzlerinizi doğu ve batıya çevirmeniz değildir. Asıl erdem Allah'a, ahiret gününe, meleklere, kitaba ve nebîlere iman eden; mala olan sevgisine rağmen onu yakınlara, yetimlere, yoksullara, yolda kalmışa, yardım isteyenlere ve gözetilmesi gerekenlere veren; salâtı yerine getiren, zekâtı gerçekleştiren ve sözleştiklerinde sözlerini yerine getirenler ile zorda, hastalıkta ve sıkıntı zamanında sabredenlerin tutum ve davranışlarıdır. İşte bunlar sâdık olanlardır ve muttaki olanlar da bunlardır.”(Bakara 2:177)
Al-i İmran 3:92. ayetteki erdem (birr)in ne olduğu Bakara 2:177. ayette şöyle açıklanmaktadır: “Asıl erdem Allah'a, ahiret gününe, meleklere, kitaba ve nebîlere iman eden; mala olan sevgisine rağmen onu yakınlara, yetimlere, yoksullara, yolda kalmışa, yardım isteyenlere ve gözetilmesi gerekenlere veren; salâtı yerine getiren, zekâtı gerçekleştiren ve sözleştiklerinde sözlerini yerine getirenler ile zorda, hastalıkta ve sıkıntı zamanında sabredenlerin tutum ve davranışlarıdır.”
Şeklen şöyle olmalıdır:
Al-i İmran 3:92: “Sevdiğiniz şeylerden infak etmedikçe asla birre (:erdeme) ulaşamazsınız. Her ne infak ederseniz, Allah onu bilir.” (birr için bakınız: Bakara 2:177)
B. ÇEVİRİDE EKLER OLMALI
Tarihi süreçte Kur’an kavramlarından pek çoğunun içi boşaltılmıştır. Bunlar zikir, salat, şefaat, nefs, ruh, resul, nebi, teşbih, sadaka ve diğerleri. Dolayısıyla Kur’an’ın çevirilerden anlaşılması için çevirilerin sonlarına ekler konulmalıdır. Bunun için birkaç örnek vereceğim. Ayetlerin doğru anlaşılması için bazı ayetlerin sonuna referans vermek yeterli olurken geniş konular için bunu yapmak mümkün olmamaktadır. Bunu da eklerle çözmek gerekmektedir.
1. Kur’an Kelimenin Sözlük Anlamını da Vermekte
Allah Kur’an’da kullandığı salât, zekât, sadaka, takva, sünnet, şefaat, nefs, ruh vb. kavramların anlamlarını ayetlerde vermiştir. Bu yönüyle Kur’an kendi sözlüğünü içinde barındırmaktadır. Böylelikle kelimelerin anlamları ve anlam bütünlüğü zamana, coğrafyaya, kültüre ve dillerin uğrayacağı bütün değişimlere karşı, Kur’an koruma sistemini bünyesinde sağlamıştır.
Kur’an’da aynı kelimeye farklı anlamlar vermekten kaynaklanan sorunlar yanlış anlamaya sebep olmaktadır.
“Kur’ân’da “nüşüz” sözcüğü, Nisa 4:34 de, evli bir kadının, Nisa 4:128 de ise evli bir erkeğin yaptığı olumsuz bir davranışı ama aynı davranışı tanımlamak için kullanılmıştır. Yani bu sözcük, hem kocanın hem de eşinin yaptığı ayını tutum ve davranışı tanımlamaktadır. Gel gör ki pek çok mealde, Nisa 4:34 de geçen nüşuz sözcüğüne bir anlam, Nisa 4:128 de geçen nüşuz sözcüğüne başka bir anlam verildiği görülmektedir. Bir mealde, Nisa 4:34 de geçen nüşuz sözcüğüne “dik başlılığından yıldığınız” anlamı verilirken; Nisa 4:128 de geçen nüşuz sözcüğüne “kocasının kötü muamelesi ve kendisinden yüz çevirmesi” anlamı verilmektedir. Aynı şekilde, birinci ayetteki nüşüza, “evlilik yükümlülüklerini reddetme ve sizi başkalarıyla aldatma” anlamı verilirken ikinci ayette geçen nüşuza “yaşlılığı veya hastalığı gibi nedenlerle kocasında kendisine karşı bir isteksizlik veya kendini terk etme durumunu sezme” anlamı verilmekte; bir diğerinde ise birincisine “sadakatsizlik ve iffetsizlikten endişelenme” ikincisine “kocasının kendisine kötü davranmasından veya ilgisizliğinden endişe etme” anlamları verilmektedir. Aynı suçu tanımlayan bir sözcüğe, bu denli farklı anlamlar verilmesi, hiç şüphesiz, çeviri yapanın sahip olduğu düşünce tarzı ile doğrudan alakalıdır. Zira bu sözcüğün içinde yer aldığı iki ayet, aile içinde erkeğin egemen olduğu düşüncesine sahip olan mütercime göre farklı; kadının erkekle eşit olduğu düşüncesine sahip olan mütercime göre farklı anlaşılabilmektedir.[2]
Kur’an, nüşuz kelimesinin anlamını Mücadile 58:11. ayetinde “kalkmak, terk etmek” olarak vermektedir.
“Ey iman edenler! Size meclislerde "Yer açın." dendiği zaman, yer açın; Allah da size genişlik versin. Size: "Kalkın!" denilince de kalkın ki, Allah sizden iman edenleri ve kendilerine ilim verilenleri derecelerle yükseltsin. Allah işlediklerinizden haberdardır.” (Mücadile 58:11)
Yani kısaca: Nisa 4/34 ve 128. ayetlerindeki nüşuz kavramlarının yanına parentez içi olarak “ nüşuz (:evliliği bitirmeye kalkmasından) açılması yazımalıdır.
2. Çeviride Çokanlamlı Kelimelere Dikkat Edilmeli
Kur’an’ı anlamada göz önünde bulundurulması gereken önemli noktalardan birisi farklı mânâlara gelen kavramların anlamını kullanıldığı ayet içerisinde doğru tespit edebilmektir. Bu yapılmadığı takdirde ayetin vermek istediği mesaj doğru anlaşılamayabilir. Kur’ân’daki müşterek bir lafzın mânâsının tayin edilmeden Türkçe’ye çevirilmesi o ifadenin anlaşılmaması gibi bir durumla neticelenmesi anlamına gelmekte ve okuyucu ne istiyorsa onu anlasın türünden bir yaklaşımı doğurmaktadır.
Salât kavramı çok anlamlı kelimelerdendir. Salât kavramı Kur’an’da; yönelmek, desteklemek, yaslanmak, dayanmak, dua, bağlılık bildirmek ve namaz anlamlarında kullanılmıştır. Maalesef buna dikkat edilmeyen mealler bulunmaktadır. Salâtın geçtiği her yerde namaz karşılığı verilip geçildiğini görmekteyiz. Namaz kelimesi Türkçeye Farsçadan geçmiştir. Belli vakitlerde[3] yerine getirilmesi gereken ibadettir.
“O ne doğruladı ne de salât etti. Fakat yalanladı ve yüz çevirdi.” (Kıyamet 75:31-32)
Bu iki ayette geçen iki kelime birbirinin zıddıdır. Salla/yöneldi, tevella/yüz çevirdi.
Salâtın namaz anlamlarına geldiğini bildiren ayetler şunlardır: (İsra 17:78; Hud 11:114; Bakara 2:238; Cuma 62:9-11; Nisa 4:101-103)
Namaza durduğumuzda ilk yaptığımız Kâbe’ye yönelmektir.[4] Bu yönelişimizle tarafımızı ve Allah’a olan bağlılığımızı bildiririz.[5]
Salâtın dua ve yakarış anlamına geldiği ayetler: (Tevbe 9:84,103)
Salâtın destek anlamına geldiği ayetler: (Ahzab 33:43,56; Bakara 2:157)
Salâtın yaslanmak anlamına geldiği ayetler: (Nisa 4:10,30; Vakıa 56:94; Mücadile 58:8; Müddessir 74:26; İnşikak 84:12; A’la 87:12; Gaşiye 88:4; Leyl 92:15)
3. Kur’an Kavramlarındaki Çatı Ayeti Okuyucuya Göstermek
Şefaat kavramında çatı ayet Zümer 39:44. ayetidir. Diğer ayetler bu ayet kapsamında çevrilmeli ve yorumlanmalıdır.
De ki: "Şefaat tümüyle Allah’a aittir. Göklerin ve yerin hükümranlığı O’nundur. Sonra da O’na döndürüleceksiniz." (Zümer 39:44)
Allah’tan başka şefaatçi kabul etmek, Vahid ve Ehad/Bir ve Tek olan Allah’a hükmünde ortaklar, eşler kılmak, karar mercii olan teki çift yapmaktır.[6].
Rabbimiz Zümer 39:19. ayette Hz. Peygambere hitaben; “Hakkında azap hükmü gerçekleşmiş kimseyi, ateşte olanı sen mi kurtaracaksın” der.
Şefaat konusunu doğru anlamak için Allah’ın nasıl hüküm verdiğini, yardımının nasıl ve kimlere olacağını, din gününü, hesap ve tartı konusunu, şirk kavramını Kur’an’dan öğrenmemiz gerekir. Allah’tan başka şefaatçiler edinmiş olmak, aynı zamanda Allah’tan daha merhametli ve şefkatli birilerinin olduğunu kabul etmek değil midir?
Şefaat ayetlerine baktığımızda bu ayetlerin müşriklerin şirk olan şefaat inançlarına cevap mahiyetinde olduğu görülür. Kur’an defaatle şefaatin olmayacağını bildirmektedir. Taha 20:109. ayette “… izin verdiği hoşnut olduğundan başkasına…” ifadesi geçmektedir. Buradaki “başkasına” kelimesini “başkasının” yaparak, şefaat izni verilecekmiş gibi çarpıtmalar yapılmaktadır. Oysaki bu gibi ayetlerde “kimlerin şefaat edeceğinden değil, kimlere şefaat edileceğinden” söz edilmektedir.
Şefaatin kim tarafından, kimlere ve nasıl yapılacağını anlamak için aşağıdaki ayetlere bakmak gerekmektedir: (Zümer 39:19; 43-44; Bakara 2:48, 123, 254; Müddessir 74:48; En’am 6:51, 70; Secde 32:4; İnfitar 82:17-19). Bu ayetler şefaatin (yardımın) tamamının Allah’a ait olduğunu, şefaatçi edinilmemesini, edinilse de hiçbir faydasının olamayacağını bildirir.
Şefaatin varlığına delil getirilen sekiz istisna ayetinin üçü (Meryem 19:87; Taha 20:109; Sebe 34:23) şefaatçiden değil, şefaat edileceklerden bahsetmektedir. İkisi (Bakara 2:255; Yunus 10:3) kevni şefaati (: yaratmada Allah’a ortaklığı) reddetmektedir. İki tanesi (Enbiya 21:28; Necm 53:26) meleklerin dünyada şefaatini (:yardımını) açıklamaktadır. Bir tanesi de (Zuhruf 43:86) kitaba uyarak hayatıyla hakka şahitlik edenlerin şefaate kavuşacağını anlamaktadır. Yani bir cihetle Zuhruf 43:86 da şefaatçiden değil, şefaat edileceklerden bahsetmektedir.
Sözü edilen şartların gerçekleştiğini/gerçekleşeceğini yahut şefaatin olmayacağına ilişkin genel hükmün değiştiğini/değişeceğini belirten Kur'an'da hiçbir delil yoktur. Genel bir hüküm olarak, Allah "Hiçbir şefaatçileri yoktur." dedikten sonra, dönüp başka yerde bu genel hükmünü bozarak veya onunla çelişerek "Bazı şefaatçiler vardır." ve "Bunlar Allah'ın izniyle şefaat edecektir." demesi, bir çelişki olur. Çünkü Allah, şefaat için kimseye izin vermemiştir. Kur'an'da çelişkinin olması da düşünülemez.
C. ÇOK ANLAMLI KELİMELERİN ANLAMLARI
Çok anlamlı kelimelerin anlamları bağlamlarında aslının yanında parantezli yazılmalıdır. Kur’an’da din, salat, resul, millet, kitap, ruh, zekât, ümmet, nefis ve zikretmediğimiz diğer kelimeler mevcuttur. Biz makalenin hacmi oranında zikrettik. Bu kelimeler bağlamında hangi anlama geliyorsa noktalı parantezle yani; “Din (:hesap) gününün sahibi.” (Fatiha1:4) gibi.
“Din (:hesap) gününün sahibi.” (Fatiha1:4)
“Salâtları (: namazları) ve salât-ı vustayı (: orta namazı) koruyun ve Allah için gönülden itaat ederek kıyam edin.” (Bakara 2:238)
Allah adına yalan uyduran veya ayetlerini yalanlayanlardan daha zalim kimdir? Onlara kitapta (belirlenen) nasipleri erişir. Nihayet resullerimiz (: meleklerimiz), canlarını almak üzere kendilerine geldiklerinde onlara diyecekler ki "Allah'ın peşi sıra yakardıklarınız nerede?" "Onlar bizden uzaklaşıp gittiler diyecekler.” Böylelikle kâfir olduklarına dair kendi aleyhlerinde şahitlik ederler.” (A’raf 7:37)
“Onların beyt Kâbe yanındaki salâtları (: yöneliş, dua), ıslık çalmaktan ve el çırpmaktan başka bir şey değildir. Artık inkâr etmeniz sebebiyle tadın azabı.” (Enfal 8:35)
“Allah katında ayların sayısı, gökleri ve yeri yarattığı günden beri Allah'ın kitabında (: yazı/yasa) on ikidir. Bunlardan dördü haram aylardır. İşte sağlam din (: hesap) budur. Öyleyse haram aylarda kendinize zulmetmeyin ve onların sizlerle topluca savaştıkları gibi siz de müşriklerle topluca savaşın. Bilin ki Allah muttakilerle beraberdir.” (Tevbe 9:36)
“Onların mallarından sadaka al, bununla onları temizler ve arındırmış olursun. Onlara salât (: destek-dua) et. Senin salâtın, onlar için bir sükûnettir. Allah işitendir, bilendir.” (Tevbe 9:103)
Dedi ki: "Yemeğiniz gelmeden önce ikinizin de rüyasının te’vilini haber veririm. Bu, Rabbimin bana öğrettiklerindendir. Ben; Allah'a iman etmeyen, ahireti de inkâr eden bir topluluğun milletini (: dini yaşayışını) terk ettim.” (Yusuf 12:37)
(Allah,) "Benden başka ilah yoktur. Bana karşı takvalı olun!" diye uyarmaları için melekleri emrinden bir ruh (: vahiy) ile kullarından dilediğine indirir. (Nahl 16:2)
“Onları emrimizle hidayete yönelten imamlar kıldık ve onlara hayrı kapsayan fiilleri, salâtı yerine getirmeyi ve zekâtı (: arınmayı) gerçekleştirmeyi vahyettik. Onlar bize kulluk edenlerdi.” (Enbiya 21:75)
“Allah ve melekleri nebîye salât ederler (: destekler). Ey iman edenler! Siz de ona salât edin ve tam bir teslimiyetle teslim olun.” (Ahzab 33:56)
Bir de dediler ki: "Atalarımızı bir ümmet (: din) üzerinde bulduk, biz de onların izleri üzerinde ilerliyoruz.” (Zuhruf 43:22)
“Melekler ve Ruh (: Cebrail), O’na, süresi elli bin yıl olan bir günde yükselirler.” (Mearic 70:4)
“Nefisler (: canlar) eşleştirildiğinde,” (Tekvir 81:7)
D. METNE DADAKAT ESAS OLMALIDIR[7]
1. Anlam İdhâlinden ve Tenkîsinden Kaçınmalıdır
Bir mealin iddiası, kaynak dildeki mânayı hedef dile mümkün olduğunca yol kazasına uğratmadan taşımak olmalıdır. Mânalar kaynağından hedefine doğru taşınırken yol kazasına uğrayabilirler. Bu kaza bazen anlam genişlemesi, bazen anlam daralması şeklinde gerçekleşir. Her iki halde de sonuç anlam kaymasıdır.
2. Kavramlar ve Terimler Asli Manalarına İrca Edilmelidir
Özellikle Türkçe gibi Kur’an lisanı olan Arapçanın etkisinde kalmış olan dillerde Kur’ani kavramlar bazen asli anlamının dışında kullanılmaktadır. Bu kaçınılmazdır. Şu halde bir mealin asla ıskalamaması gereken husus, o dilde anlam kaymasına uğramış Kur’ani terimlerin asla “lafzi” olarak olduğu gibi verilmemesi, asli ve orijinal anlamına irca edilmesidir. Buna birkaç tipik örnek verilebilir: Takva, İslam ve Millet kavramları.
Takva kavramı Türkçede “zühd” kavramının yerini almıştır. “Takvalı adam” deyince “çok nafile ibadet yapan kişi” anlamı akla gelmektedir. Oysaki Kur’an’da takvanın kullanıldığı asıl mana bu değildir.
İslam deyince günümüzde “Ümmet-i Muhammed” ile ortaya çıkmış bir din akla gelmektedir. Bu Kur’an’a nazaran koca bir yanlıştır. Kur’an’da İslam hemen tüm peygamberlere nisbet edilen insanlıkla yaşıt “teslimiyet yolunun” adıdır.
Millet kavramı Kur’an’da “ortak paydası akide olan topluluğu” ifade eder. Bu kavramı olduğu gibi çevirmeden veya açıklama yapmadan bırakmak, okuru anlam kazasına kurban etmektir.
E. BAĞLAM
Kur’an ayetlerini, kendi bağlamı içerisinde değerlendirmek, onu doğru anlamanın ve sahih bir şekilde yorumlamanın en önemli ilkelerindendir. Kur’an’ı doğru anlamak, doğru din anlayışının temel ögesidir. Zaten Kur’an’ı okuma, anlama ve yorumlama faaliyetlerinin ana gayesi de doğru din bilgisine ulaşmaktır.
1. Kelime Bazında Bağlam
Birinci örnek:
“Onlar uykuda oldukları halde sen onları uyanık sanırsın. Biz onları sağa ve sola çeviriyorduk. Köpekleri de ön ayaklarını uzatmış yatıyordu. Onları görmüş olsaydın, onlardan dönüp kaçardın ve onlardan dolayı dehşete düşerdin.” (Kehf 18:18)
Ayetteki “ziraayhi” kelimesini bazı meal sahipleri “iki kolunu”[8] şeklinde çevirmişler. Bazıları da “ ön ayakları” şeklinde çevirmişlerdir.[9]
İkinci örnek:
“Allah ve resulüne savaş açan ve yeryüzünde bozgunculuk çıkarmaya uğraşanların cezası, öldürülmek veya asılmak veya el ve ayaklarının çaprazlamasına kesilmesi veya bulundukları yerden sürülmektir. Dünyada onların cezası böyle bir aşağılanmadır, ahirette ise onlara çok büyük bir azap vardır.” (Maide 5:33)
Ayetteki “bulundukları yerden” şeklinde çevirdiğimiz ibare bazı meal sahiplerince “yeryüzünden sürülme”[10] şeklinde çevrilmiştir. Yeryüzünden sürülme imkânsızdır. Onun için her “arz” geçen yere yeryüzü yazmak doğru olmaz.
2. Ayetler Arası Bağlam
Nebe suresinde, kıyametin mutlaka kopacağı, insanların gruplar halinde Allah’ın huzuruna geleceği, hesaplarının görülmesinden sonra Allah’ın ayetlerini yalanlayanların hali ve karşılaşacakları cezalar açıklanmaktadır.
Nebe 78:31-34: “Şüphesiz Allah'a karşı gelmekten sakınanlara bir kurtuluş, bahçeler, üzümler, kendileriyle bir yaşta, göğüsleri çıkmış genç kızlar ve dolu dolu kadehler vardır.” (DİB Meali)
33. ayette “göğüsleri çıkmış genç kızlar” şeklinde yapılan çeviri bağlama uygun değildir.
Yapılan tercümelere göre bu ayetlerde muttakiler için bahçeler bağlar, genç kızlar, yaşıt eşler ve dolu kadehlerden bahsedilir. Bağlar ile bağların üzümlerinden sıkılmış ve doldurulmuş kadehler arasına tercümelerde genç kızlar, yaşıt eşler diye yer alan “kevaibe etraben” ayeti girmiştir. Bağlam açısından incelenmesi sonucunda farklı anlamlara ulaşmak mümkün olacaktır.
Buna göre bir önceki ayette belirtilen üzüm bağlarına atfen; yuvarlakımsı (kevaibe) ve birbirine denk (etraben) anlamı esas alınarak ayetler: “Allah’a karşı sorumluluk bilinciyle hareket edenler için; bahçeler bağlar, hepsi birbirine denk yuvarlak şekilli üzümler ve dolup taşan kadehler vardır.” (Nebe’ 78:31-34) şeklinde de anlaşılabilir.
Özet olarak: Kur’an, çelişkiden ve tutarsızlıktan uzak, fikri insacamı sağlam bir kitap olarak karşımıza çıkar. Zaten ihtilafları çözümleyici olması bir yerde onun, kendi içinde tenakuzdan uzak bir yapıda olmasını icap ettirir. Kur’ân bir bütün olarak ele alınıp incelendiğinde, Müslümanlar arasında derin fikir ayrılıklarına yol açan ihtilafların önemli ölçüde azaltılabileceği ve Kur’an’ın ifade ettiği o çelişkisizlik niteliğine (Nisa 4:82) ulaşma yolunda büyük mesafeler kaydedilecektir.
[1] Bakınız: Saff 61:5; Yunus 10:74; A’raf 7/101
[2] Celal KIRCA, “KUR’ÂN’I ANLAMA SORUNLARI VE YÖNTEMLERİ” isimli makale
[3] Nisa 4:103
[4] Bakara 2:125,143-144,149-150
[5] Bakara 2:153
[6] İlgili ayetler; İnfitar 82:17-19, En’am 6:62, Yusuf 12:40, Ra’d 13:41, Yunus 10:54
[7] Bu başlıktaki açıklamalar Mustafa İslamoğlu’nun sitesindeki 28 Mart 2016 tarihli “Bir Meal Çalışmasının Riayet Etmesi Gereken İlkeler” makalesinden alınmıştır.
[8] Ali Fikri Yavuz, Ali Bulaç, Elmalılı Hamdi Yazır, Yaşar Nuri Öztürk, Hasan Basri Çantay, Süleyman Ateş
[9] Diyanet Vakfı, Mustafa İslamoğlu, Suat Yıldırım, Şaban Piriş, Süleymaniye Vakfı, Mehmet Okuyan
[10] Muhammed Esed
Yorumlar
Yorum Gönder