KUR’ÂN’DA KADER
KUR’ÂN’DA KADER
Kader
kavramı tarihsel süreçte farklı şekillerde yorumlanmıştır. İslâm tarihinde
meydana gelen siyasi ve toplumsal olaylar, bu kavramın şekillenmesinde büyük
rol oynamıştır. Bu olaylar ve yapılan itikadî tartışmalar, Kur’ân’daki kader ve
türevlerinin anlamlarını da etkilemiştir. Kader ve türevleri, Kur’ân’daki
gerçek anlamlarından farklı bir şekilde yorumlanmıştır. Bu olaylardan ve
tartışmalardan etkilenen alimler tartışmaların ürettiği anlamları Kur’ân’ın
bazı ayetlerine söyletmeye çalışmışlardır. Sonuçta ekollere göre farklı kader
anlayışları ortaya çıkmıştır.
Geleneksel
akait kitaplarındaki kader anlayışının Kur’an’daki kader kavramıyla bir ilgisi
yoktur. O kitaplar yoluyla asırlardır taşınan ve bizlere öğretilen kader,
Bakara suresi 104. ayetin tam tersine giden, sürüleşmiş bir toplum meydana
getirmek isteyen saltanat odaklarının kitleyi uyuşturmak için oluşturdukları
Kur’an dışı bir anlayıştır.
Kader Kelimesinin Kur’ân’da Kullanılışı
Kadr (kudret)
kavramı Kur’an’da 100’den fazla yerde isim ve fiil kalıplarında Allah’a nisbet
edilmiştir. Râgıb el-İsfahânî, Allah’ın varlıklara ilişkin takdirinin iki
anlama geldiğini söyler. Bunlardan biri yarattığı nesnelere güç vermek, diğeri
de ilâhî hikmetin gerektirdiği tarzda yaratıkları nihaî özellik ve şekillerine
kavuşturmaktır. Takdir kavramının yer aldığı âyetlerde belirtildiğine göre
Allah her şeyi amacına uygun bir şekilde yaratmış, tabiatını belirleyip
hedefine doğru yöneltmiştir (87/A‘lâ /2-3). Kur’an’da Allah-kâinat ve
Allah-insan ilişkisi bağlamında temas edilen kader konusu doğrudan doğruya iman
edilmesi emredilen esaslar arasında zikredilmemiş (2/Bakara /177; 4/Nisâ/136).
Kader kelimesinin türevlerinin Kur’ân’daki
anlamı, Allah’ın bu kâinat için koymuş olduğu genel yasalar ve Allah’ın
sebep-sonuç ilişkisi kanunları anlamına gelmektedir. Allah, bu kâinat için
ölçüler, kanunlar ve kurallar yaratmıştır. Kâinattaki hareket bu kanun, kural
ve ölçülere göre cereyan etmektedir. Kader ve türevlerinin
kullanılışlarında alacağı mananın mihverini “bir ölçü dâhilinde tayin etmek,
her şeyi bir ölçü ve nizama göre tanzim etmek”[1] teşkil etmektedir. İnsan
da davranışlarında Allah’ın koyduğu biyolojik, fiziki ve sosyal kanunlara
tabidir. Ve onlara göre aklını kullanarak en iyi şekilde hareket etmekle
sorumludur. Bundan dolayı yaptığı eylemlerinden sorumluluk kazanır.
Kısaca, Kur'ân'da anlatılan "kader" kozmoloji için konan
ölçüleri-yasaları ifade eder.[2] Kader; ölçü,
ilke, kural, düzen, takdir, ahenk demektir. Kur’an kader kelimesini hep bu
anlamda kullanır.
Kur’ân’daki Kaderle İlgili Ayetleri Nasıl
Anlamalıyız?
Kur’ân’da
kader konusunu işlerken önce kader ve türevlerinin geçtiği ayetleri gözden
geçirip, daha sonra içerisinde bu kelimelerin bulunmadığı, fakat kader inancına
delalet ettiği öne sürülen ayetleri incelememiz gerekiyor.
Kur’ân’da
kader kelimesi çok manada kullanılmış olup miktar, ölçü, bir şeyi belli bir
ölçüye göre tayin etmek ve bir nizama göre yapmak anlamlarına gelmektedir.[3]
Kur’ân,
Kâinatta her şeyin belli bir ölçüsü olduğunu, bütün varlıkların bir nizam ve
düzen içerisinde hareket ettiğini ve bu ölçünün dışına çıkamayacağını
bildirmektedir. Allah’ın yaptığı işlerin bir ölçüsü ve hikmeti vardır. Lüzumsuz
ve anlamsız bir iş yapması düşünülemez. İnsan da dahil olmak üzere her şeyin
belli bir ölçü ve düzeni vardır. İşte genel olarak kader ve türevlerinin
geçtiği ayetlerden bu anlam çıkar.
Şimdi
bu ayetleri inceleyelim:
“Biz
her şeyi bir kader (: ölçü) ile yarattık.” (54/Kamer/ 49). Bu ayet,
Allah’ın yaratmasının gelişi güzel, rasgele olmadığını her şeyin bir
kanun, ölçü ve oran dâhilinde cereyan ettiğini ve hikmetinin gerektirdiği
şekle uygun bir tertip ve düzen içerisinde yarattığını bildirmektedir.
Ayette geçen söz konusu ifadeyi, kader ve türevlerinin geçtiği ayetlerle bir
bütün olarak değerlendirdiğimizde kâinat nizamından bahsedilmekte olduğunu
görülecektir.
“O;
göklerin ve yerin hükümranlığı kendisinin olan, çocuk edinmeyen, hükümranlıkta
ortağı bulunmayan, her şeyi yaratıp bir ölçüye göre düzenleyendir.” (25/Furkan/2). Kâinat
denilen kozmik düzen içinde her şeye ya da her olaya belli bir fonksiyon, belli
bir mahiyet ve keyfiyet tayin eden O’dur. Allah her şeyi belli bir ölçü ve
düzen içerisinde yaratmıştır. Dolayısıyla Allah her şeye biçim, şekil,
potansiyel güç, nitelik, süre, gelişme v.b. şeyler vermiş, kendine ayrılan
alanda fonksiyonunu yerine getirebilmesi için araçlar vermiştir. Bundan
dolayı ayetteki takdirin anlamı, yarattığı her şeyi en güzel bir şekilde,
bozukluk ve çelişki olmaksızın yapması, hikmetine uygun olarak hazırlaması
şeklinde anlaşılmalıdır.
“Allah’ı
gereği gibi takdir edemediler.” (6/En’am/91). Bu ayet Allah’ın gücünü
inkar eden Yahudiler hakkında inmiştir. Ayetteki kadr kelimesi,
Allah’ı layık olduğu şekilde tanımadılar, onu gereği gibi kavrayıp
davranmadılar demektir.
“Allah
dilediğine rızkı bol ve bir ölçü ile verir” (13/Ra’d/26) Allah
rızka muhtaç bütün varlıkların rızk vericisidir. Varlıkların ihtiyaçlarına ve
kapasitelerine göre fizikî, ahlakî ve ruhî büyüme ve gelişmeyi ihtiva eden
rızkı ancak Allah verir.
Allah
rızkı bol bir şekilde verirken, rasgele, gelişi güzel değil, bir hikmete ve
belli bir ölçüye göre verir. İşte bunu ifade etmek için Allah “yebsutu” (yayar)
kelimesinin akabine bir hikmete ve ölçüye göre verir anlamında “yakdiru”
lafzını kullanmıştır.[4] Allah’ın rızkı yayması ve onu kısması da
bir hikmete ve maslahata tabidir. Allah bu konuda orta yolu gözetir.
“Hani
ablan gidip: "Onun bakımını üstlenecek birini size göstereyim mi?"
demişti. Böylece, seni annene geri kavuşturduk ki gözü aydın olsun ve hüzne
kapılmasın. Sen birini öldürmüştün de, biz seni kederden kurtarmış ve iyice
denemiştik. Medyen halkı arasında da yıllarca kalmıştın, sonra bir takdir
gereği buraya geldin ey Musa!” (20, Taha, 40) ayetindeki kader
kelimesi klasik anlamda Allah’ın ezelî ilminde tayin ve tespit olunan kader
değildir. Ayetin sonrası ve öncesine baktığımızda, öncesinde Hz. Musa’nın
peygamberlikten önceki büyüme ve yetişme çağı anlatılıyor. Sonrasında ise Hz.
Musa’nın Allah tarafından peygamber seçildiğinden bahsediliyor. O zaman bu
ayeti: “Senelerce Medyen halkı arasında kaldın. Ey Musa peygamberliğe güç
yetirecek çağa ulaştın. Şimdi de seni (peygamber olarak) seçmiş
bulunuyorum.” şekilde anlamak daha uygundur.
“O
ki (bütün varlığın) tabiatını belirlemekte ve onu (hedefine doğru)
yöneltmektedir.” (87, A’la, 3). Yani, yarattığı ve
idame ettirdiği büyük kozmik düzen içinde her şeye ya da her olaya belli bir
fonksiyon, belli bir mahiyet ve keyfiyet tayin eden O’dur. Allah varlıkların
hepsi için değişim planına göre kendilerine uygun ve kendilerini
geliştirebileceği kanunlar ve kurallar koymuştur.
“Yerden
de pınarlar fışkırttık. Böylece sular takdir edilen bir iş için
birleşti.” (54/Kamer/12). Ayette dünya düzeni çok açık bir şekilde ortaya konduğu, yani
hiçbir şeyin gelişi güzel yaratılmadığı, her şeyin belli bir yere oturtulduğu
“Allah her şey için bir ölçü koymuştur.” ifadesiyle sebep-sonuç ilişkisi
sisteminden bahsedildiği görülmektedir.
“Gökten
ölçülü miktarda suyu indiren O’dur.” (43/Zuhruf/11) ayeti
ise yağmurun bir ölçü dahilinde evrendeki varlıkların ihtiyaçları nispetinde ve
zarar görmeyecekleri şekilde ineceğini bildirmektedir.[48]
Yukarıda
ayetlerde ve kader ve türevlerinin geçtiği ayetlerde ortaya çıkan anlam ile
insanın yaratılmasından önce yapacağı davranışların belirlenmesi anlayışı
arasında hiç bir ilişki yoktur. Kur’ân bütünlüğü çerçevesinde
değerlendirildiğinde kader ve türevlerinde “önceden tayin ve tespit” anlamının
söz konusu olmadığı görülmektedir.
İrade
hürriyetini açıkça ifade edenleri ve cebir anlayışını telkin ettiği ileri
sürülen ayetleri inceleyelim.
Kur’ân’da
bir kısım ayetler, insanın hareket ve davranışlarında hür irade sahibi
olduğunu, onu bu fiilleri yapmaya zorlayacak hiçbir zorlayıcı gücün
bulunmadığını ve bundan dolayı da yapıp ettiklerinden sorumlu olduğunu
göstermektedirler.
“Her
nefis, kazandıklarına karşılık bir rehinedir.” (74/Müddessir/38). “Bu yaptığınızın
karşılığıdır. Yoksa Allah Kullarına asla zulmetmez.” (3/Ali İmran/182). “Kim yararlı iş yaparsa kendi lehine, kim de kötülük işlerse,
kendi aleyhinedir.” (41/Fussilet/46). “De ki: “Rabbiniz gerçeği
göstermiştir. İsteyen iman etsin, isteyen küfretsin.” (18/Kehf/29). Görüldüğü
gibi insan Kur’ân’da açıkça sorumlu bir fail olarak takdim edilir.
Diğer
bir kısım ayetlerde yukarıdaki ayetlerin aksine insanın hareket ve
davranışlarında ihtiyar sahibi olmadığını, her şeyin belli bir çizgide cereyan
ettiğini, insan için yapılacak bir şeyin bulunmadığını ifade eder gibi
görünmektedirler. Bu ayetlerde ilahi hükümranlık anlayışı mevcuttur. Allah
alemlerin Rabbi olarak takdim olunur. Onun hakimiyeti yaratma kudreti
üzerine kurulmuştur.
“Göklerin
ve yerin mülkü Allah’ındır. Dilediğini yaratır. O, dilediği kimseye kız evlat
verir, dilediği kimseye de erkek evlat verir. Yahut da onları erkekli dişili
ikizler yapar ve dilediğini de kısır yapar; çünkü O, çok iyi bilendir, her şeye
kadirdir.” (42/Şura/49-50). “İşte bu (Kur’ân) bir öğüttür ve dileyen
Rabbine bir yol tutar. Bununla beraber Allah dilemeyince siz dileyemezsiniz,
çünkü alim ve hakim olan ancak Allah’tır.” (76/İnsan/29-30) “Eğer Rabbin
dileseydi yeryüzünde kim varsa hepsi toptan iman ederdi… Allah’ın izni
olmadıkça hiçbir nefsin iman etmesi mümkün değildir.” (10/Yunus/99-100).
“O (Kur’ân) alemler için bir öğüttür. İçinizden doğru gitmek isyetenler
için; fakat O alemlerin Rabbi Allah dilemeyince siz dileyemezsiniz.” (81/
Tekvir/27, 82, 29).
Bazı
alimler bu iki grup ayetlerin ortak bir paydada birleşmediğini, birinci
grup ayetlerin hürriyete, ikinci grup ayetlerin cebre delalet ettiğini
söyleyerek yanılmışlardır. Kur’ân’da çelişki olduğunu düşünmek ve ayetlerin bir
kısmını esas anlamlarından farklı bir şekilde yorumlamak manasız bir iştir.
Kur’ân’da te’vil etmeyi gerektirecek ve birbirine anlamca zıt hiç bir ayet
yoktur.
Müslümanlar
Kur’ân’ın ne dediğini anlamak yerine, kendi görüşlerini doğrulatmak için
Kur’ân’dan deliller aramışlar ve sonuçta dayanağı Kur’ân olan bir birine zıt
görüşler ortaya çıkmıştır. Kaderi savunanlar da, insanın sorumluluğunu
iddia edenler de kendi görüşlerine uygun düştüğünün zannettikleri ayetleri
almışlardır. Her grup Kur’ân bütünlüğünü yok sayarak sadece kendi
fikirlerini ayetlerle doğrulatma üzerinde durmuşlardır. Bu şekilde davranmak
Kur’ân’ın ruhuna aykırı olur ve çok tehlikeli sonuçlar doğurur. Müslümanlar
fikirlerini veya bağlı oldukları ekollerin fikirlerini destekleyebilmek için
Kur’ân’ın belli ayetlerini alıp diğerlerini göz ardı ederek parçacı bir
yaklaşım sergilemektedirler.
Kur’ân
ayetlerini anlamada bir takım objektif kriterler vardır. Bunlar 1. Ayet
çerçevesi, 2. Siyak ve sibak, 3. Kur’ân’ın bütünlüğü ilkesi,[5] 4. Kâinattaki fizikî ve sosyal kanunlar
çerçevesi, 5. Akl-ı selim’dir.[6]
Kur’ân
ayetlerini değerlendirirken bu kriterleri göz önünde tuttuğumuz takdirde
yukarıdaki iki grup ayetlerin birbiriyle çelişmediği açık biçimde ortaya çıkar.
İnsanın
iradesini yok saydığı ileri sürülen ayetler Allah’ın sonsuz kudret ve kuvvete
sahip olduğunu, hükümranlığın kendisine ait olduğunu vurgulayarak insanın bu
dünyada başıboş bırakılmadığını göstermektedir. Bu ayetler, insanların
benliğinde, Allah’ı kulluk edilen tek varlık olduğu, O’nun kudretini
her zaman görüp hissetmeleri, varlık alemini kâinattaki hadiseleri bütün
yönleriyle takip eden bir Allah anlayışını ikame etmektedir. Allah’ın
dilemesiyle ilgili ayetleri bu şekilde değerlendirmek gerekir. Aksine bu
ayetlerden insanın iradesini yok saydığı ve insanın fiillerinde mecbur olduğu
anlamı çıkarılamaz.
Yukarıdaki
ayetleri Kur’ân’ı anlama kriterlerine göre değerlendirirsek bu ayetler içinde
insan sorumluluğunu ortadan kaldıran önceden tespit ve tayin fikrine yer
olmadığı görülecektir. Bunun aksi düşünüldüğü takdirde bu dünyada imtihana tabi
tutulmanın, ahirette hesaba çekilmenin, emir ve yasaklardan sorumlu
olmanın anlamsız olduğu ortaya çıkar. Bu açıdan iki grup ayetler arasında bir
çelişkinin olması mümkün değildir. İnsan sorumludur ve sorumluluğu oranında
özgürlüğe sahiptir.
Kur’ân’da
içerisinde kader kelimesi geçmediği halde cebrî bir yaklaşım sezilen ve insanın
fiillerinin önceden tayin ve tespit edildiği savunulan ayetleri incelememiz
gerekir:
Birinci
ayet: “Yeryüzüne ve sizin başınıza gelen herhangi
bir musibet yoktur ki, biz onu yaratmadan önce bir kitapta yazılmış
olmasın. Doğrusu bu Allah için kolaydır.” (57/Hadid/22).
Bu
ayetteki musibet, insana şiddetle dokunan hadise ve felaket
anlamındadır. Dünyadaki musibet, kuraklık, kıtlık, hayvanlara, binalara
araziye ait afetler ziyanlar ve zelzelelerdir. Nefislerdeki musibetler ise
ölüm, hastalık, açıklık, işkence susuzluk ve fakirlik gibi acılardır. Yani
Allah her varlık cinsi için bir kanun vaz’ etmiştir. Olaylar bu kanunlar
çerçevesinde cereyan etmektedir.
Bu
ayeti cebriye gibi anlarsak; kulun çalışması ve tercihi olmaksızın yazılan
şeylerin hepsi vuku bulmuş olsaydı, Allah’ın emir ve nehyine, imtihan etmesine
gerek kalmazdı. Bilakis bu abesle iştigal olurdu. Oysaki adalet ve hikmet
sahibi olan Allah bütün bunlardan münezzehtir.
İkinci
ayet: “De ki: “Bizim başımıza, asla Allah’ın
bizim için yazdığından başka bir şey gelmez! O bizim yüceler yücesi
efendimizdir; o halde inananlar (yalnızca) Allah’a güvensin.” (9/
Tevbe/51). Bu ayet insanın davranışlarının önceden tespit ve tayin, yani
alın yazısı anlamına gelmez. Çünkü bu ayeti Kur’ân bütünlüğü ve siyak sibak
kriterleri çerçevesinde düşündüğümüzde Allah’ın Müslümanlar için yazdığı şey,
ya şehit olmaları ya da gazi olmalarıdır. Bir sonraki ayette Allah:
“Bize iki iyiden (gazilik ve şehitlik) başka bir şeyin gelmesini mi
bekliyorsunuz?” (9/ Tevbe/52) buyurmaktadır. Bu “iki iyi”
sözcükleri tefsircilerin çoğunluğu gazilik ve şehitlik anlamında
yorumlanmıştır.
Üçüncü
ayet: “Allah (önceki mesajlarından) dilediğini
yürürlükten kaldırır, dilediğini bırakır, pekiştirir, Çünkü vahyin kaynağı onun
katındadır.”(13/Ra’d/39). Yani neshini irade ettiğini nesheder, dilediğini
onun yerine koyar yahut hafazadan dilediğini siler, başkasını sabit bırakır,
tevbe edenlerin günahlarını ve küfürlerini giderir. İyiliklerini, imanlarını ve
taatlerini sabit kılar. Yahutta eceli yaklaşanı öldürür veya
öldürmez. Çünkü kitapların anası onun yanındadır Allah daima Yaratmayla
meşgul olmaktadır (55/Rahman/29). O, kâinatı ve insanları yarattıktan
sonra, onları kendi hallerine bırakıp kendisi atıl bir vaziyette durmamaktadır.
Görülüyor ki bu ayet alınyazısı anlamında kader manasını nefyeder. Eğer
her şey önceden tayin ve tespit olunmuş olsaydı, bu değişikliklerin olması
lüzumsuz olurdu. Oysaki ayet Allah’ın faal konumundan bahsetmektedir. Ayrıca
Allah’ın silmesi ve tespit etmesi onun kendi koyduğu kanunlara bağlıdır.
Dördüncü
ayet: “Bu (mesaj) bütün insanlık için bir öğüt ve
hatırlatmadan başka bir şey değildir. Doğru yolda yürümek isteyen her biriniz
için. Ama Allah bütün alemlerin Rabbi, (o yolu size göstermeyi)
dilemedikçe siz onu dileyemezsiniz.” (81/Tekvir/27-29). Bu ayet insan iradesini
ve hürriyetini ortadan kaldırmaz. Yani, onu isteyebilirsiniz, çünkü ancak Allah
insana bağışladığı olumlu içgüdüler yoluyla ve peygamberlerine indirdiği
vahiyler aracılığıyla size doğru yolu göstermek istemiştir. Bu da doğru yolu
seçmenin Allah’ın evrensel rehberliğinden yararlanmak isteyen herkese açık
olduğuna işarettir. İnsan ancak Allah’ın iradesi ve dilemesi sınırları
dâhilinde dileyebilir. İnsanın dilemesi ve iradesi Allah’ın iradesinden
müstakil değildir. Allah insanın iki yoldan birini, ya hidayet yolunu ya da
dalâlet yolunu seçecek kabiliyette irade buyurmuştur. İnsandaki bu irade
ve dileme Allah’ın takdiridir. Belli sınırlar içerisinde insan seçme hakkına
sahiptir. Bu hakkı ona vermeyi Allah dilemiştir. Şayet insan Allah’ın dilediği
zaman dileyip, dilemediği zaman da dilememiş olsaydı, insanı sorumlu tutmanın,
imtihan etmenin ve hesap sormanın bir manası kalmazdı. Belli sınırlar içinde
Allah irade etmemizi dilemiştir. Aksi takdirde insan programlanmış bir robot
haline gelirdi.
[1] Hüseyin Atay, Kur’ân’a
Göre İman Esasları, s. 85.
[2] İlgili ayetler: Talak/ 3, Enam/ 61, Hac/ 74, Zümer/ 67, Ahzab/ 38, Bakara/ 236,
Ra'd/ 17, Hıcr/ 21, Ta Ha/ 40, Müminun/ 18,
Şûra/ 27, Zuhruf/ 11, Kamer/ 49, Mürselat/ 22
[3] Ragıb
el-Isfahânî, el-Müfredat s. 403.
[4] Hüseyin Atay, Kur’ân’a
Göre İman Esasları, s. 90.
[5] Halis Albayrak, Kur’ân’ın
Kur’ân’la Tefsiri, s. 36.
[6] Akbulut, Allah’ın Takdiri
Kulun Tedbiri, AÜİF der. XXXIII, 138.
Yorumlar
Yorum Gönder