CEMAATLERİN ZİHİN YAPISI

 

CEMAATLERİN ZİHİN YAPISI

 

Cemaat, menfaat şebekesi değil, cennet kafilesidir.

Mustafa İslamoğlu

 

Osmanlı İmparatorluğunun tarih sahnesinden entrikalarla silinmesiyle İslam Dünyası sorunlar yumağının içine itilmiştir. Hala da bu sorunlar yumağı günden güne büyümektedir. Bu Osmanlı’nın her şeyiyle dört dörtlük olduğu anlamına da gelmemektedir. Aslında sorun Emevi zihniyetinin dinin genetiğiyle oynamasında yatmaktadır.

Türkiye’yi doğru anlayabilmek için Türkiye’deki dini hayatı, bunun için de cemaatlerin zihin yapısını doğru anlamak gerekmektedir. Türkiye toplumunun çok dilli ve çok dinli Osmanlı’dan devraldığı toplumsal yapının cemaat temelli olduğu sabittir. Cumhuriyetle birlikte yeni bir toplumsal yapının hedeflendiği, inkılapların bu doğrultuda gerçekleştirildiği; bu inkılaplarla sosyo-kültürel değişimin esas amacının yeni bir toplum meydana getirmek bilinen bir husustur. Türkiye Cumhuriyeti Osmanlı’nın mirası üzerinde inşa edilirken, üç kıtadan süzülerek Anadolu’ya sıkışan insanların 1925’de tekke ve zaviyelerin kapatılması, ilk adımlardan birisi olmuştur. Böylece bu yapılar Osmanlıda legal yapılarken sistemin nazarında illegal yapılar konumuna düşmüştür. Resmi din algıları ile ilgili İslam toplumlarının genelinde sosyo-politik algı ve önceliklerden kaynaklı resmi din politikalar halka dayatıldı.

Bunun yanı sıra Medeni kanunun kabulü, harf inkılabı, Diyanet İşleri Başkanlığı’nın kuruluşu, Kur’an’ın Türkçe’ye tercüme ve tefsiri için harekete geçilmesi, Türk Tarih Kurumu’nun kurulması gibi kanun ve inkılaplarla devlet ve halk arasında bir mesafeye yol açtı. Söz konusu hususlarda belki bir değişikliğe gidilmesi gerekebilirdi, lakin bu yapılırken toplumun İslami kimliği dikkate alınmalıydı ve kan uyuşmazlığına sebebiyet vermemeliydi. Dolayısıyla bu değişimler ani ve acele yapıldığından pek çok yanlışları netice verdi.

Türkiye’de, özellikle kökleri geçmişte olan dini, kültürel, siyasi ve sosyal sorunlarımızın bir türlü sağlıklı çözüme kavuşturulamamasının temelinde din ve devlet işlerinin birbirinden ayrılması gerektiği dayatması vardır. Cumhuriyet tarihi boyunca “din ve devlet işlerinin birbirinden ayrılması” söylemi dindarların kılık kıyafetinden tut, fikirlerini açıkça beyan edememelerine; devlet kurumlarında barındırılmamasına hatta vebalı gibi görüldüğü zamanlar olmuştur. En sonunda “kamusal alan” çıkmazına sokulmuştur.

Cemaatler, hem insanların aidiyet ihtiyaçlarını karşılamakta, hem de insanların kimliklerinin belirlenmesinde etkin olmaktadır.Türkiye’de dini hayat, ağırlıklı olarak cemaatler üzerinden sürdürülmektedir. Tekke ve Zaviyelerin kapatılmış olması, tarikat faaliyetlerinin yeraltına çekilmesi gibi bir sonuç doğurmuştur. Tasavvuf devre dışı bırakılarak, gelenekten sadece meşruiyet sağlamak için yararlanılmış, gözden uzak denetimsiz alanda, tarikat cemaatleri oluşmuştur. Bugün Türkiye’de adı ne olursa olsun, yüzlerce tarikat ve cemaat vardır. Taraftarları bir hayli kalabalık olan cemaat ve tarikat yapılanmalarında bile, alt kümeler vardır.

Yanlış anlaşılmasın ki tekke, zaviye, tarikat, tasavvuf kurum ve yapılanmalarını kabul ediyoruz. Bu yapılar zaten İslam’da yok ve Kur’an bu tür yapılanmalara izin vermiyor. Ancak cumhuriyetle birlikte yapılanlarla da kangren olmuş kolu kesmek yerine vücudun hepsinin hayatiyetine son verilmiştir.  Böylece devlete güvensizlik baş göstermiş tarikat ve cemaatler illegal yapılanmaya gitmişlerdir.

Bir takım dini cemaatlerde, İslam’ın cemaatin tekeline alınması diyebileceğimiz bir tutum varlığını hissettirmektedir. Hemen her cemaat, Hz. Peygamber’e atfedilen “73 fırka hadisi” diye bilinen rivayette geçen fırkayı naciyenin (:kurtuluşa ermiş fırkanın) kendilerini olduğunu açıktan ifade etmektedirler. Bu durum, din alanında doğrunun, hakikatin, otoritenin tek temsilcisinin o cemaat olduğu anlayışının cemaat içinde kökleşmesini sağlamaktadır. Dolayısıyla bu anlayış, farklı cemaatlerde yer alan diğer Müslümanlara hidayete erdirilecek insan gözüyle bakılmasına sebep olmuştur.

Cemaat mensuplarına sadece o cemaatte bulunmakla kurtuluşa erebileceklerine dair bir inanç aşılanır ve cemaat bireyleri de bu düşünceyi kabullenir ve diğer insanlara taşırlar. Bunun başka bir türde ifadesi ise içten içe o cemaatin seçilmiş bir cemaat olduğu ve ancak bu cemaatin görevini yerine getirip amacına ulaşmasıyla genel bir kurtuluşun gerçekleşebileceğine inanılmasıdır. O cemaat neredeyse dünyanın tek ve son fırsatıdır! Cemaat mensupları açıktan ifade etmeseler de buna tüm kalpleriyle inanırlar.

Türkiye’de, hem bireysel kin, intikam ve nefret gibi olumsuz duyguların, hem zenginlik, şöhret, liderlik gibi taleplerin cemaatler üzerinden gerçekleştirilmek istendiği açıkça görülmektedir.

Cemaatler, her zaman insanları cezbedecek bir yönleri olagelmiştir. Bu sebepten, öncelikle cemaatlerin insanlara hiçbir faydasının olmadığını, zamanı geçmiş toplumsal yapılanma biçimleri olduğunu söylemenin hiçbir anlamı yoktur.  İnsanlar, bir şeyler bulmaktadırlar ki, cemaatler, bütün olumsuz koşullara rağmen varlıklarını sürdürme imkânı bulmuşlar ve dış etkenlerle yok edilememişlerdir. Zor karşısında, yer altına çekilerek, kılık değiştirerek yine varlıklarını sürdürebilmişlerdir. Bunun en açık örneği, Türkiye’nin seksen yılda bir tür tarikat enflasyonu yaşaması bunun en bariz örneğidir.

Öyle ise, cemaatlere karşı çıkmak yerine önce, onların toplum açısından arzettikleri anlam ve önemi doğru anlamak, doğru değerlendirmek gerekmektedir. Cemaatler, aileden sonra gelen en önemli yaşam alanlarıdır. İnsanlar, cemaatlerde kolayca yalnızlık duygusundan sıyrılabilmektedirler. Yalnızlık günümüz insanının en önemli sorunlarından birisidir. Ayrıca, insanlardan kaçan insanlar için de, cemaatlerin en güzel sığınak olabileceğini unutmamak gerekir. Her insanın ihtiyaç hissedeceği, yardımlaşma ve dayanışma duygusu cemaatlerde ileri düzeyde yaşatılmaktadır. Yardımlaşma, hem cemaate üye kazandırma, hem de cemaat mensuplarını bir arada tutma gibi çift yönlü bir işlev görmektedir. Pek çok cemaat, muhtaçlara yardım konusunda işleyen, kısmen kurumsallaşmaya başlamış örgütler oluşturmuşlardır.

Cemaatlerdeki dünyevileşme talebi, cemaat ve yapılar çok dünyevileştiği için mi ortaya çıkmıştır, yoksa üyelerin böyle bir yaklaşım içinde olmaları mı cemaatleri bu noktaya getirmiştir? Aslında hem üye cemaatleri bu noktaya itmekte hem de cemaat doktrini üyeyi böyle bir talep konusunda tetiklemektedir.

Bununla birlikte cemaatlerin yapısında bazı açmazlara da dikkat çekmekte fayda vardır. Cemaatlerde insan fıtratı ile örtüşmeyen bir zemin vardır. Bu zemin, insanların kişiliklerinin törpülenmesi, zedelenmesi, yer yer sıfırlanması ile oluşan bir zemindir.

Cemaatler, birey bilincinin gelişmesini ciddi olarak engellemektedirler. Cemaat yapılanmasında esas olan ortalama insandır. Bunun için de, cemaatler bireyler için çizdikleri sınırların aşılmasını hiçbir zaman hoş karşılamazlar. Farklı düşünmek, sınırlar içinde anlam kazanabilir. Sınırların aşılması, aynı zamanda zımnen dinin meşruiyet sınırlarının da aşılması anlamına gelecektir. Her cemaat mensubu, cemaat ortamına ne kadar iyi uyum sağlarsa, o kadar muteber olabilecektir. Hakim kültür, itaat kültürüdür. Büyükler her ne söyler ve yaparlarsa, ilk bakışta size ters gelse bile mutlaka bir hikmeti vardır. Büyüklerin hikmetinden sual olunmaz. Oysa bir şey hikmet ise, mutlaka sual sorulmalıdır; sorgulanmayan hikmet, hikmet olamaz. Kur’an açısından bakıldığında, imanın, sorumluluğun ve kurtuluşun bireysel olduğu açıkça görülebilir. “İnsan için ancak çalıştığının karşılığı vardır (53/39).” “Hakkında kesin bilgi sahibi olmadığın şeyin peşine düşme. Çünkü kulak, göz ve kalp, bunların hepsi ondan sorumludur (17/36).” “Hiç kimse bir başkasının günahını çekmez(6/164)”.

Cemaat yapılanmasında iletişim dinlemeye dayalı sözel kültür üzerine bina edilir. Bu durum, eleştirel düşünmeyi zorlaştırmaktadır. Çünkü sözel kültürde, bilginin niteliğini ve kaynaklarını sorgulamak pek kolay değildir. Bazı cemaatlerin, ilk bakışta kitabı ve okumayı önemsiyorlarmış gibi görünmesine rağmen, kitabı da sözel kültüre dönüştürdükleri dikkat çekmektedir. Şöyle ki, cemaatin önemsediği kitaplar, cemaat içindeki kıdemli birisi tarafından okunur ve açıklanır. Bazı cemaatler, sadece bazı kitapları okumakla alim olunacağını bile iddia edebilmektedirler.

Sorunlu din algısına sahip olan gruplar, tarih boyunca Hz. Peygamber’in hayatını, ashabı, önemli tarihî şahsiyetleri ve ayet ve hadisleri istismar etmekte bir beis görmemişlerdir. Bu çerçevede ayet ve hadislerin kişilere işaret ettiğinin ifade edilmesi, metinlerin bağlamından koparılması, grup liderinin Hz. Peygamber’le, bağlılarının ise sahabe ile kıyaslanması sıklıkla karşılaşılan bir durumdur.

Cemaat yapılanmalarının en bariz özelliklerinin başında merkeziyetçilik özelliği gelir. Cemaat içinde liderle birlikte hiyerarşik olarak üst kademede yer alan birileri, cemaatteki tüm işleri merkezden yönetir, karar verir. Öyle ki bireylerin yaşayışlarına, işlerine, hangi okulu okuyacaklarına, nasıl düşüneceklerine merkezi sistem içinde karar verilir. Hiyerarşik olarak bu kararlar alt kademelere kadar ulaştırılır. Kimse bu kararları sorgulayamaz, “niçin?” diye soramaz ve hemen uygulamaya geçer. Aksi takdirde yaptırımlar devreye girer.

Cemaat yapılanmasında çoğu zaman iman aklın karşıtı olarak konumlandırılmıştır. İman, inanılması gereken birtakım ön kabullere, sorgusuz sualsiz inanmak olarak tanımlanırken; akıl şeytani yeti olarak gösterilir.  Bazı cemaatlerde, ledünni ilim, manevi ilim, ilham gibi ifadeler altında, liderin ya da önde gelenlerin malumatlarına kutsallık izafe edilir. Unutmamak gerekir ki, vahiy kapısı Hz. Muhammed’le birlikte kapanmıştır. Kur’an’ın dışındaki her türlü bilgi, her türlü tahlil ve tenkide sonuna kadar açıktır; çünkü beşeri bilgidir.

“(Yahudiler) Allah'ı bırakıp, hahamlarını; (Hristiyanlar ise) rahiplerini ve Meryem oğlu Mesih'i rab edindiler. Oysa bunlar da ancak, bir olan Allah'a kulluk etmekle emrolunmuşlardır. O'ndan başka hiçbir ilâh yoktur. O, onların ortak koştukları her şeyden uzaktır (9/31).”İbn-i Kesir tefsirinde de şöyle denilmektedir: İmam-ı Ahmed, Tirmizi ve İbn-i Cerir değişik kanallara dayanarak bize bu belgeyi naklediyorlar: Adiyy b. Hatem, Peygamberimizin davetini alınca, çağrısını işitince Şam'a kaçtı. Bu zat cahiliye döneminde Hristiyan olmuştu. Bir ara kız kardeşi kabilesinden birkaç kişi ile birlikte Müslümanlara esir düşmüş, fakat Peygamberimiz kadını bağışlayarak, serbest bırakmıştı. Kadın kardeşinin yanına dönünce onu Müslüman olmaya ve Peygamberimize gidip kendisi ile görüşmeye teşvik etmişti. Bunun üzerine Medine'ye geldi. -Bu zat o sırada Tay kabilesinin şefi idi, babası da cömertliği ile ün salmış bir kişi olan Hatem Tai idi.- Peygamberimizin huzuruna vardığında boynunda gümüş bir haç vardı. O sırada Peygamberimiz `Onlar Allah'ın dışında hahamlarını ve rahiplerini ilah edindiler' cümlesi ile başlayan ayeti okuyordu. Ayet bitince bizzat kendi ifadesine göre Peygamberimize `Onlar, hahamlarına ve rahiplerine tapmıyorlar, kulluk etmiyorlar' dedi. Onun bu sözlerine Peygamberimiz şu karşılığı verdi: "Evet, ama din adamları onlara helal şeyleri yasakladılar ve haram şeyleri serbest ettiler. Onlar da din adamlarının bu hükümlerine uydular. Bu tutum, onların, din adamlarına kulluk etmeleri anlamına gelir."  Tarikatlar ve cemaatlerde ayetin yasaklamasına rağmen mutlak itaat vardır.

Sorgulayan, soru soran, kuşku duyan, körü körüne inanılması için kendisine sunulan öğreti için ikna edici deliller isteyen kişilere cemaatlerin içinde yer yoktur. Bu tipler hiçbir cemaatin içinde kendilerine yer bulamazlar, bulsalar da huzurlu olamazlar.

Oysa sormak, sorgulamak, kuşku duymak güvensizliğin değil özgüvenin işaretidir. Tersine körü körüne inanmaya davet eden mutlakçı öğretilere sahip olmak güvensizliğin işaretidir. Çünkü hiçbir delil öne sürmeksizin veya delillerini tartışmaya açmaksızın öğretiyi savunmak, kuşku ve sorgulara karşı meydana çıkıp köklü biçimde savunamamak, öğretinin kendi içinde ciddi kuşkular içerdiğinin bir işaretidir.

Cemaatler varlıklarını devam ettirebilmek için, içlerinde ortaya çıkan eleştiriler, aykırı sesler üzerinde baskı kurarlar ve bunları sindirirler. Her aykırı ses, her eleştiri, her muhalefet bir suç unsurudur. Bu tür davranışa yeltenenler ayrılık çıkarmak, davadan dönmek, ihanet etmek hatta küfre düşmekle itham edilir. Böylesi davranış içine girenler eğer çok tehlikeli görülüyorsa aforoz edilir, cemaatle ilişkileri kesilir.

Cemaatlerin yapısına baktığımızda kültürel ve ilmi zeminin olabildiğince sönük olduğunu görürüz. Asıl işlevini kaybeden ve ticarileşen cemaatler, çoğunlukla kendisine yeni alanlar açmak için kendisini iktidarlara yakınlaşma, yamama merkezi haline getirmektedir.

Kendilerini İslam ile ilişkilendiren yapılanmaların, devletlerin, cemaatlerin, grupların hepsinin; 1- Lider merkezli,  hiyerarşik, pramitsel, dikey yapılanmaları ve istişareden uzak oluşları, 2-Ötekileştiren ideolojik nitelikleri ve 3- Bireyin iradesini ortadan kaldırmaları, acil çözüm bekleyen sorunlardandır.

Fikri alt yapısını akıl-vahiy, irade serbestîsi, sorumluluk bilinci, adaletli,  ahlaklı, adil insanların;  doğru bir Allah, peygamber, Kur’an, ahiret, din, hukuk, iktisat tasavvurunu merkeze almakla yeni bir insan/toplum modelini ortaya koymak gerekiyor. Eğer bu başarılabilirse, lider merkezli baskıcı, otoriter ve totaliter yapıların,bireyin iradesini yok sayan algı ve düzenin, kendinden olmayanı yok sayan ve dışlayan zihniyetin yerini sorumluluğun, hakkaniyetin ve adaletin aldığı yeni yapılara terk edeceği de görülecektir. Kur’an’ı ve Hz. Peygamberin uygulamasını esas almayan her dinî yapı suiistimale ve saptırmaya açıktır.

Bugün İslam dünyasını doğrudan tehdit eden iki tehlike bulunmaktadır: Birincisi, İslam dünyasının hemen her tarafında bulunan kapalı cemaat yapılanmalarıdır. Fikirleri değişse de bu tip yapıların zihin yapısı aynıdır: Geniş bir topluluğun "geleceğini" tek bir kişinin belirlemesi Kur’an’a ters bir düşüncedir. Çünkü Kur’an “Mü’minlerin işleri aralarında şura iledir.” (42/38) buyurmaktadır. Bu yapılar biricik önderlerine gözü kapalı itaat etmeyi telkin ederler.

İkinci tehlike; DAEŞ/IŞİD gibi ülke içi savaşlarla yetinmeyip İslam’ı ve Müslümanları dünyada kötü gösteren yapılardır. Bu yapılar Kur’an’a uymayan rivayetin teslim aldığı kaynaklardan beslenmektedir. Bunların inançlarının ve uygulamalarının maalesef adına dini kaynak denen eserlerde mevcut olduğu ehlince malumdur. Söz konusu kaynakların hepsi Kur’an Hz. Peygamberin sahih uygulamaları, akıl, tarih, bilim gibi disiplinlere arz edilmelidir.

Kur’an’ın insanların sapma nedenlerini şöyle beyan eder: Aklı Kullanmamak (59/4, 36/62), (10/99-100); küfran-ı Nimet (9/37, 39/3, 16/107,100/6-8, 16/78-83,29/65-66, 42/48); zikri (vahyi) unutmak: 25/17-18,31/6; hevaya uymak: 38/26, 45/23, 17/36; istikbar (tepeden bakmak): 39/59, 38/71-75; istiğna (kendini yeterli görmek): 96/6-7;uluvv (büyüklenmek): 27/13-14; haset: 2/109, 45/17;bağy (haddi aşmak): 42/27;batara (şımarmak, refah içinde olmak): 28/58, 28/76-78;tuğyan (daha şımarmak): 2/15; fısk (bozuk yaşantı): 5/108, 61/5, 63/6; Allah düşmanım dost edinmek: 60/1;ayetleri cehlen te'vil: 3/7;zanna uymak: 6/116;beylere ve büyüklere bağlanmak: 33/66-67;yalancılık: 39/3;  atalar dini: (2/170, 5/104, 7/28).

Kur’an müminlerin özelliklerini de şu şekilde beyan eder ancak pek çok cemaat ve tarikat Kur’an’ın mümin tanımlarını çiğnemektedirler: Allah’a şirk koşmazlar 25/68,  asla zanda bulunmazlar 49/12, asla yalan söylemezler 23/8,  emanetlerine ihanet etmezler 23/8, söz verdiklerinde sözünde dururlar 61/2-3, zekâtlarını hakkıyla verirler 2/177, yetimin hakkını asla yemezler Nisa/2, yolda kalmışlara yardım ederler 2/177, kâfirlere karşı sert, birbirlerine karşı merhametlidir 48/29, insanların kusurlarını affederler 24/22, 64/14, yalnızca Allah’a dayanıp güvenirler 9/51, kızdıkları zaman öfkelerini yenerler, 3/133, haksız yere bir cana kıymazlar, 6/151, Allah’ın ayetlerini az bir pahaya satmazlar 3/199, hakkı bile bile gizlemezler 2/42, 3/187, inananlara ‘sen mümin değilsin’ demezler 4/94,yeryüzünde alçak gönüllü olarak yürürler 25/63, ölçüyü ve tartıyı doğru olarak yaparlar 11/85, asla yalan şahitlik yapmazlar 25/72,  insanlar arasında adaletle hükmederler 4/58, yeminlerini hiçbir zaman bozmazlar 16/91, adaklarını yerine getirirler 76/7, Allah’ın ahdini yerine getirirler, anlaşmayı bozmazlar 13/20, insanlara iyiyi emreder, kötülükten de alıkoyarlar 9/71, yapacakları işlerde kendi aralarında danışırlar 42/38.

Akif Emre’nin dediği gibi: “-Yapılan her çalışma mutlaka şeffaf, açık, mesajı net olmalı. Toplum içinde konuşulamayan hiçbir şey kapalı devre konuşulmamalı.

-Her toplumsal faaliyet denetlenebilir, hesap verebilir açıklıkta bir yapılanma içinde gerçekleşmelidir. İllegalite, sanılanın aksine birtakım istihbarat güçlerinin denetimine girmekle sonuçlanır.

-Açık olmayan hareketler, illegal örgütlenme biçimleri, bu toprakların ortak değerlerinden beslenen bir çalışma için en büyük tehdittir. Yeraltına girerek, gizlenerek yapılan çalışmalar hareketi toplumdan soyutlar. Toplumdan soyutlanmış hareketlerin marjinalleşmekten başka seçeneği kalmaz.

-Her toplumsal hareketin liderliği, aldığı karar ve yönetim şeklinden dolayı hesap verebilir olmalıdır. Kutsanmış, Mesihi liderlikler inşa etmek tabi olanları meczuplaştırır, hareketi de kült haline dönüştürür.

-Türkiye’de ana akım İslami faaliyetlerin en büyük farkı, kültleşmiş farklı grupların gizli kapaklı çalışma tarzlarının aksine açık ve denetlenebilir olmasıdır. Bu sebeple tüm darbelerin muhatabı olmasına rağmen yeniden filizlenmesini bilmiştir.

-Ana akım İslami hareketler siyasetten kaçmaz, siyasi hedefleri de vardır. Bunu açıkça deklere eder ve bunun imkânlarını da meşru yollardan gerçekleştirmeye çalışırlar.

-Mesiyanik hareketler gizli amaç ve eylemleri nedeniyle şizofrenik hareketlerdir. Ne liderlikleri, ne organizasyonları ne de hedefleri açık, net ve denetlenebilir değildir.”[1]

Sonuç olarak; Müslümanlar devlet düşüncesini yeniden tartışmalı, devlet ise halkın Kur’an referanslı İslami duyarlılığını dikkate almalıdır. Cemaatler de kendilerini şu tanıma göre konumlandırmalıdır: “Cemaat, tevhit ve adalet üzere olup varlığı ümmet varlığı içinde tefrikaya sebep olmayan, duygu, düşünce ve eylem birliğine dayalı sosyal yapıdır.”[2]

 


[1] Yeni Şafak/26 Temmuz 2016

[2] Mustafa İslamoğlu, Vahyin İmbiğinden Damıtılmış Özlü Sözler, s.47

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

SÜNNİLİĞİN KUR’AN’A YAPTIĞI KARŞI DEVRİMLER

MEKKİ SURELERDE SALÂT KAVRAMININ SEMANTİĞİ

SALAT’IN NAMAZ ANLAMI ÜZERİNE