OKUMAK VE DÜŞÜNMEK
OKUMAK VE DÜŞÜNMEK
Taassubun
ana kaynağı düşünmeden okumak, okumadan düşünmenin sonucu da yanılgıdır. Doğru
olan; düşünerek okumak ve okuduktan sonra düşünmektir. Düşünmeden okumak,
tabloya değil ressama bakmak; okumadan düşünmek, görmediği tabloyu
yorumlamaktır. Bu okuma ve düşünme tarzları bütün metinler (dini, felsefi,
bilimsel) ve bütün düşünceler (mezhep, cemaat, siyaset) için geçerlidir. Doğru
konusunda otoritelere değil, otorite doğrulara bakılmalıdır.
Düşünmeden
okumak toptancı zihniyetin okumasıdır. Eline geçirdiği metinleri bir elemeye,
tenkide, sorgulamaya tabi tutmadan okumaktır. Bu ise her okuduğu malumatı sahih
bilgi kabul etmektir. Düşünmeden okuyanların zihinleri bilgi hurdalığı gibidir.
Bir meseleyi izah ederken sözlerinin başlarıyla sonları çelişir. Düşünmeden
okuyup yazanlar, ilmi ve düşünceyi donduranlardır. Bunlar, bilerek veya
bilmeyerek hakikate zulmediyorlar. Düşünmeden okuyanlar, geçmişte yaşayan
insanlardır. Bunlara göre geçmişte yaşayanlar bizim adımıza düşünmüş, günümüz
meselelerine dahi çözümler sunmuştur. Düşünmeden okumak, bakım yapılmadığından
içinde pıtrakların bittiği İslam bahçesine hürmetsizliktir, pıtrakları sulamaktır. Geçmişe ait her şeyi
mutlak doğru ve kutsal saymak buna misaldir.
Düşünmeden
okumak, hissi dindarlıktır. Hisler bitince dindarlıkta biter. Her meseleyi
hisse indirgemek ise mümkün değildir. Dindarlığı hissilikten ilmi dindarlığa
çıkarmanın yolu anlayarak/düşünerek okumaktır. Bir öğretiyi anlayarak okumak,
öğretiyi formdan –zorunluları hariç-
kurtarmaktır. Düşünmeden okumak, taassup ve ön yargı üretir. Bu ise akla
kelepçe vurmaktır. Kelepçe vurulan akıl, itidali (orta yolu) bulamaz. İfrat ve
tefrit vadilerinde gidip gelir. İnsan(lar)ı ölçüt alır. Oysa ölçüt doğru
olandır. Hz. Ali’nin dediği gibi, doğru insanlarla değil, insanlar doğrularla
değerlendirilmelidir.
Düşünmeden/anlamadan
okumak, insanı sağlıksız anlamlara/anlamalara götürecektir. Anlamı/anlamayı
sağlıksız kılan sebeplerden birisi bir yapıya bütüncül bakamamaktır. Örneğin,
din yapısına (Kur'an, tefsir, hadis, fıkıh, kelam ve irfana ayrı ayrı
oluşturulan disiplinler gözüyle ayrı ayrı bakmak) bütüncül bakmamaktır. Kelamda
üretilen anlamın(!) Kur'an'a ters düşmesi gibi. Gazali'nin Kur'an'ın açık
hükmüne (la yükellifullahunefsen illa vüsaha/ Allah insana gücünün
yetmeyeceğini yüklemez) rağmen "Allah insana gücünün yetmeyeceği yük
yükleyebilir" sözü gibi. İnançta ifrat ve tefrite düşmenin temel sebebi,
akidenin Kur’an’dan alınmamasıdır. Akidenin Kur’an’a dayanmamasının temel
sebebi de insanların mezheplerinin ve cemaatlerinin kendilerine sunduklarını
düşünmeden okumalarıdır. Bu tutarlılığı gerçekliğe feda etmektir. Bu da anlam
boşluğu doğurur. Anlam boşluğu ise hayattan dışlanmakla neticelenir.
Anlamı/anlamayı
sağlıksız kılan sebeplerden bir diğeri tutarlı olamamaktır. İnsan tutarlılık istiyor. Hayatı yeniden kurgulamak isteyenler, hayatı
yeniden anlamlandırmalıdırlar. Çünkü eski hal muhal. Dünyayı değiştirmek,
dünyaya verdiğimiz anlamlarla ilgilidir. İnsan anlamlarla algılıyor, anlamlarla
düşünüyor, anlamlarla inanıyor. Hayatı
anlamlandırmada tutarsızlıklarımız vardır. Hayata verdiğimiz anlamlarda
anlamlar arası boşluklar, eskiye mi şimdiye mi ait olduğu belli olmayan yamalar
bizleri hayatın dışına atmaktadır. Anlam tutarsızlığımız tutuculuğumuz varsa
şimdi ve geleceği yaşayamayız. Tutarlılık tutuculuk değildir. Tutarlılık gerçeklikten koparmamalıdır.
Yaşamak ve yaşatmak gerçekliği gören bir tutarlılıktır. Cemaatin işlevsel
tanımı da budur. Tutarlılık ve geçeklik pergelin iki ucu gibidir. Bir
ayağın(tutarlılık) sabit olması demektir. Hayat risktir. Risk alabilen insanların,
gelişme ve var olma imkânı vardır. Anlam tutarsızlıklarını, anlam boşluklarını
görmek için geçmişle yüzleşecek cesaretin olması gerekir. Bu da anlayarak
okumayla olur. Böylece ortaya sağlıklı anlamlar çıkmış olacaktır. Sağlıklı
anlamlar, her şeyi baştan aşağı değiştirmek değildir. Gerçeklikle örtüşen bir
tutarlılık alanları oluşturmaktır. Rey ekolü risk almak, rivayet ekolü
memurluktur.
Bazı rivayetlerin yorumunun sağlıklı
yapılmaması, aklın işlevselliğini ortadan kaldırmaktadır. “…Kim
de Kur’an hakkında re’yi ile söz ederse, ateşteki yerini hazırlasın.” (Tirmizi).
Kur’an birçok ayetinde; aklımızı
kullanmamızı, fıkhetmemizi (derin düşünmemizi) ve tefekkür etmemizi
istemektedir. Kur’an, aklını kullanamayanların üzerine pislik yağacağını
açıklamıştır (Yunus,100). Bazı âlimlerimiz,
bu ayetleri göz ardı ederek bu ve benzeri hadislerden etkilenmiş ve ayetleri
sağlıklı anlamanın yolunun rivayetlere sarılmak olduğunu sanmışlardır. Oysa kastedilen kişinin görüşlerini Kur'an'a
söyletmesidir. Aklını kullanamayanlar zaten Kur’an’ı da anlayamayacaklardır.
Hz.
Aişe: Sehle Peygamber'e (a.s.) gelip:
"Ey Allah'ın Resulü! Kocam Ebu Huzeyfe'nin, azatlısı Salim'in benim yanıma
girmesinden dolayı yüzünde bir hoşnutsuzluk hissediyorum" dedi. Peygamber
(a.s.): "Onu emzir" buyurdu. Kadın: "Koskocaman adam olduğu
halde onu nasıl emziririm?" dedi. Bunun üzerine Resulullah tebessüm
ederek: "Ben, onun büyük bir delikanlı olduğunu biliyorum" dedi. (Müslim,
Kitaburreda' 1453/ 3600).
26 - (1453) حدثنا عمرو الناقد
وابن أبي عمر. قالا: حدثنا سفيان بن عيينة عن عبدالرحمن بن القاسم، عن أبيه، عن
عائشة ؛ قالت: جاءت سهلة بنت سهيل إلى النبي صلى الله عليه وسلم. فقالت : يا رسول
الله ! إني أرى في وجه أبي حذيفة من دخول
سالم (وهو حليفه). فقال النبي صلى الله عليه وسلم" أرضعيه " قالت: وكيف أرضع ؟ وهو رجل كبير. فتبسم
رسول الله صلى الله عليه وسلم وقال" قد علمت أنه
رجل كبير"
Bu rivayeti Peygambere fatura edenler kadar,
te’villerle geçiştirmeye çalışanlar da Allah katında sorumludurlar. Bu söz Hz.
Peygambere(as) ve sahabelere (r. anhum) atılmış bir iftiradır. Kadının kocasına, kadına ve sahabe gence
atılmış olan bu iftiraları –sahih rivayetlerimize(!) zarar gelmesin diye-
kabullenenlerin zihinlerinin nasıl çalıştığı merak etmeye gerek var mı? Bu
hadis, hadisçilerin gayri ahlaki rivayetleri bile Hz. Peygambere (as) fatura
ettiklerini ispatlamaktadır. Bu sözleri
Hz. Peygamber (as) söylemiş olamaz.
Tipik bir düşünmeden okuma örneği. Rivayete bağlı kalma tutarlılığı için
gerçekliği görememe inadı.
Okumadan
düşünmeye çalışmak, kasabın ameliyat yapması gibidir. Kasap ameliyatta ne kadar
başarılı olursa, okumadan düşünce üretmek de o derece isabetli olur. Okumadan
düşünmek, budama ilmini bilmeden eline makası alıp sürgünleri rastgele
kesmektir. Kaş yapayım derken göz çıkarmaktır. Okumadan düşünmek, niyetim halis
diyerek abdestsiz namaz kılmaktır. Okumadan düşünmeye çalışanlar, doğru
eylemler ortaya koyamazlar; çünkü okumak eylemin aracıdır. Araçsız iş
yapılamadığı gibi, okumadan da düşünce üretilemez.
Okumak
gelişigüzel bir eylem değildir. Okumak anlamaktır. Anlama faaliyetinin beş
unsuru vardır: Anlatan, anlatılan, mana ve maksat, anlaşılan, anlayan. Anlatılan
her metnin iki ana unsuru olan anlatılan ile anlaşılanın kesiştiği nokta
amaçtır. Mana aslında amacın kendisidir. Anlayan ile anlatanın birlikte
aradıkları ya da buldukları şey ise hakikattir. Anlama eylemini
gerçekleştirecek kişi öncelikle metnin kime ait olduğu bilmelidir. Çünkü anlatanın niyeti ile anlatılan (metin)
arasında mantıkî bir ilişki vardır. Anlatanın, anlatmak istediği, metinde seçip
kullandığı kelimelerle bağlantılıdır. Bu yüzden anlamın metinden çıkartılması
gerekir. Gerçek anlamı/ okumayı bulmak metni bağlamından koparmamak ve metnin
bağlamlarını mutlaka bilmek demektir. Bütün bunları gerçekleştirecek olan
anlayanın da anlam üretmek için dil ve anlambilim alanında donanımlı olması
gerekir.
Ancak düşünerek
okuyanlar, gelecek için görüşler ileri sürenlerin söylemlerini anlayabilir.
Okurken sadece düşünmek yetmiyor, metotlu düşünmek gerekiyor. Bu sesi güzel
olanın, hiç eğitim almadan müzik yapmasına benziyor. Metotlu okumayan ve
düşünmeyenler durmuş saat gibi nadiren doğruyu gösterir.
Okuyup da
değişmeyen insan, okuduğunu anlamıyor ve düşünmüyor demektir. Çünkü okuma
insanı düşünmeye, düşünme değişmeye, değişim üretmeye götürüyor. Düşünerek
okumak, düşünce üretmek demektir. Düşünce üretenler şimdiyi değil geleceği
ışıtır ve ısıtırlar. Bu yüzden düşünce geleceğe ekilmiş tohumdur. Düşünerek
okumayı becerebilseydik, şimdi yüzlerce İbni Sina, Şatibi, Ebu Hanife,
Bediüzzaman, Fazlurrahman, Seyyid Kutup ve daha niceleri yetişirdi.
İyi okumak iyi
düşünmek, iyi düşünmek iyi işler ortaya çıkarmak demektir. Çünkü eylemin atası
düşünmektir. Kur'an ve sünnette düşünce eylemden önce gelmektedir. Okudukları
halde anlamak istemedikleri için anlamayanlardan uzak durun. Çünkü o kendi
aklıyla düşünmüyor. Düşünmeyi düşünürleri anlamayanlar, toprağa atılan
çekirdekte ağacı okuyamayanlardır.
İnsanın fikirlerini güncellemesi gerekir. Güncellenemeyen
fikirler paslanmaya yüz tutar. Düşünmeden okuyanları, yüksek fikirler korkutur.
Acaba bu fikirlerle beni mezhebimden, cemaatimden mi ayırmak istiyor, diye
içinde sorulmamış sualleri besler dururlar. İnsanda değişmeye karşı büyük bir
direnç vardır. Değişiklik yapmak güç ve irade ile olur. Değişimin gereğini
yerine getirmemek yenidünyalarla ilişkimizi koparmak demektir. Değişimin
anlamlı ve sağlıklı olması, gerçekliği izleyerek gerekli düzenlemeleri yapmayı
gerektirir. Yani gelişmelere ve hadiselere açık, olgularla yüzleşmeyi, göze
almak demektir.
Düşünerek okumayan insanlardan, sağlam
fikirler çıkmaz. Sağlam fikirleri olmayan insanlardan da bir hareket ve eylem
oluşturulamaz. Çünkü fikir eylemden önce gelir. Okuyarak düşüncesini, ufkunu ve
bilgisini geliştirmek isteyenler, mutlaka metotlu okumalıdır. Anlamadan okumaya
devam edenler bilinç sahibi olmazlar. İnsan yediği gıdalara dikkat ettiği gibi,
zehirlenmemek için okuduğu kitaplara da dikkat etmelidir. Cemil Meriç; kitap
değil yazar okuyun der.
Okuma, sadece yazılı bir metinden gerçekleşen
bir hadise değildir. Kâinatta bir kitaptır. Kâinatı okumak "bakmakla görmek" arasındaki fark
gibidir. Okumak, anlam aramanın
eylemidir. Yaşamanın amacı hayatı anlamlı kılmaktır. Hayatı anlamlı kılmanın
yolu da ona anlam katacak okumalar gerçekleştirmektir. Hakikat arayışı insanla
başlayan bir süreçtir. Bu arayış her insana yaratılıştan verilmiştir. Fakat
herkes onu gerçek mecrasına yönlendiremiyor. Bunu ancak okuma eylemini bütün
boyutlarıyla gerçekleştirenler başarmaktadır.
Okuma, bilgi ve anlam arasındaki bağ:
Anlayarak okuma malumatı ilme dönüştürecek, ilmin hayatı anlamlı şekilde
yeniden yorumlaması demektir. Eğitim sistemin malumatı bilgiye dönüştürmeye
yönelik bir kurgusu ve yapılanması olmadığı müddetçe okullar soğuk demirin
dövüldüğü fakat hiçbir şekil verilemediği mekânlar olacaktır. Pek çok insan bilgilerin
üzerinden akıp gittiği iletken, durumundadır. Onlara göre bilgi diploma için,
bildiğini göstermek için, statü için gereklidir. Böylece bilgilerini içselleştiremiyorlar.
Varlığı anlamlandıramıyorlar. Gençlerin öğrendiklerini, anlam dünyalarına
katabilmelerini, yenileyebilmelerini, değiştirmelerini sağlamak gerekiyor. Bilgi
sınıf ortamında, sınav baskısıyla ruhlara enjekte edilen bir meta olarak
görülmemelidir. Öğrenmenin değişme, yenilenme, gerçekliği görme, bununla
beraber tutarlılık olduğu çocuktan yetişkine kadar insanlara öğretilmelidir.
Anlam arayışı, trendi yükselen değerlerdendir.
Öğretisini hayatı anlamlı kılmaya uyarlayan varlığını devam ettirecektir. Yoksa
hayat onu anlamsız kılacaktır. İslam dünyasında, anlam forma feda edilmiş
durumdadır. Formun yüceltilmesi içinde alabildiğine bir yarış
sürdürülmektedir.
Yorumlar
Yorum Gönder