VİCDAN
VİCDAN
Vicdan insanı hayvandan ayıran ahlaki yetidir. Vicdan duyu (göz-kulak) verileri, düşünme, ahlaki yargı ve öngörünün bir bütünü olarak tezahür eder.
Vicdan, hasbî olma hali yani sürekli teyakkuzda olma, tetikte olma olarak “Takva”dır. “Emrolunduğun gibi, dosdoğru ol. (11/112)” maktır.
Literatürde vicdan olgusu kavramsal olarak, ahlaki disiplin merkezi yahut iyiyi ve kötüyü birbirinden ayırmaya yarayan içsel bir meleke olarak görülmüştür. Kimi düşünür vicdanı yapıp etmelerimiz öncesi rehber olarak tanımlarken kimi de fiiliyat sonrası hakem olarak tanımlamıştır. Bu ahlaki yargı merciinin hükümlerini birey, günlük hayatında, vicdan azabı veya vicdan huzuru gibi terkiplerle ifade etmektedir.
Kur’an’da vicdan kelimesi geçmemekle beraber birçok ayette, insanda bulunan ve onun iradî fiillerini ahlâk ölçülerine göre denetleyen, iyilik yapmaktan sevinç, kötülük yapmaktan ıstırap duyan bir ahlâkî melekeden söz edilir. İşte tövbe, böyle bir vicdanî hesaplaşmanın ürünü olarak ortaya çıkar.
Nisa 4/17: Allah'ın kabulünü üzerine aldığı tövbe; kötülüğü ancak cahillik sebebiyle işleyen, sonra da hemen tövbe edenlerinkidir. İşte Allah’ın, tövbelerini kabul edeceği kimseler bunlardır. Allah bilendir, hükmünde tam isabet edendir. Nisa 4/18: Tövbe; kötülükleri işleyip de içlerinden birine ölüm çatınca "Ben şimdi tövbe ettim." diyenlerle, kâfir olarak ölenler için değildir. İşte böyle kimselere, elim bir azap hazırladık.
Kur’an’da vicdanı tanıtan ve onun işlevlerinden söz eden ayetlerde, çoğunlukla ‘nefs’ kavramı odak noktasını oluşturur. Kur’an’da insanın psikolojik yapısıyla ilgili olarak en çok geçen kelimelerden nefs, vicdanın tesirini de içine alan geniş bir anlama sahiptir. Nefsin iyilik ve kötülükleri ayırt edebilecek şekilde yaratıldığını, nefsini arındıranın ebedi kurtuluşa ereceğini, onu kirletenin ise ziyana uğrayacağını ifade eden ayetlerdeki nefs kelimesi de vicdanı hatırlatmaktadır.
Şems 91/7-10: Nefse ve onu biçimlendirene. Sonra ona fücurunu (: günaha meyli) ve takvasını (: sorumluluk ve duyarlılık bilincini) ilham edene (yemin olsun ki). Nefsini arındıran kurtulmuştur. Onu kirletip örten ise kayba uğramıştır.
Kur’an’da sıkça geçen kalp kelimesi bazı ayetlerde vicdan anlamına da gelmektedir. Buna göre iyi ve kötü eğilimlerin mücadele alanı olan kalp, imana ve ahlâkî selâmete ulaşma yolunda her türlü kötü duygudan uzak tutulmalıdır.
Maide 5/41: Ey resul! Kalpleri iman etmediği halde ağızlarıyla “iman ettik” diyenlerden ve yalana kulak kesilenler Yahudilerden inkârda yarışanlar seni üzmesin. (Onlar) yalan(lamak) için kulak kesilirler. Henüz sana gelmemiş başka bir topluluk için kulak kesilirler. Onlar kelimeleri yerlerinden ederek anlamlarını tahrif edip, sana gelmeyen başka bir topluluk için dinlerler kulak kesilirler. Derler ki: “Bu (kabullerimiz) size verilirse onu alın, eğer verilmezse uzak durun.” Allah kimin imtihanı kaybetmesini fitnesini (: ayrışmasını) isterse, artık sen onun için Allah’a karşı bir şey yapamazsın. İşte onlar, Allah’ın, kalplerini temizlemek istemediği kimselerdir. Dünyada onlar için bir aşağılanma, ahirette ise çok büyük bir azap vardır. (Bak:33/53)
İman, vicdan üzerine kurulur. Kur’an’ın dediği gibi ancak vicdanı (lübb, fuad, basiret,) olanlar düşünüp ibret alıp iman edebilir (2/269, 3/7, 13/19…). “Kur’an’ı, (vicdanı) diri olanları uyarman için indirdik.”(36/70). Vicdan ise, güneş sistemi, eko sistem ve insan mükemmelliği üzerine hayretten doğan bir ahlaki düşünme ile oluşur. Tevhit dininin ahlak davasının temeli olan vicdan; tabiatta, toprakta, yerde, yuvada, yurtta, sılada, memlekette, meskende, mahallede, evde-ailede oluşur. Modern Teknoloji, insanı her biri birer “ayet” olan Güneş sistemi, Eko sistem ve insan mükemmelliği üzerinde düşünmekten kopararak, onu bir kafes içinde çepeçevre kuşatmıştır. (İlhami Güler)
Ahirette kurtuluşa erebilmek için Allah’ın huzuruna temiz bir kalple varma gereğini bildiren ayetteki “kalb-i selîm” terkibi de (Şuarâ 26/89) her türlü sorumluluğun yerine getirilmesinin huzurunu taşıyan vicdanı nitelemektedir.
Şuara 26/87/89: İnsanların diriltilecekleri gün beni utandırma. O gün, ne mal fayda verir ne de oğullar. Allah'a teslim olmuş bir kalple gelen hariç."
İnsanın davranışlarını denetleyen kalbin (:zihinsel yetiler) bu işlevini yerine getirip getirmemesine göre nitelik kazanacağını bildiren birçok ayet vardır. Buna göre kötülüğü tercih edip yoldan sapanların kalpleri mühürlenmekte,[1] katılaşmakta,[2] perdelenmekte[3] ve sonuçta gerçeği algılayamaz duruma gelmektedir.[4]
Hz. Peygamber’in çevresindeki insanlara nâzik ve yumuşak davranmasının önemini vurgulayan ayetteki “galîzu’l-kalb” (katı kalpli) ifadesini (Âl-i İmrân 3/159) Türkçe’de “vicdansız” şeklinde karşılamak mümkündür.
İradelerini iyilik yolunda kullananların kalpleri sekînet, sebat, iç tatmin, gönül huzuru gibi mânevî hazlarla ödüllendirilmektedir (Bakara 2/260; Âl-i İmrân 3/126; Mâide 5/113). İnsanın hakkı benimsemeye yatkın olan tabiatını belirten “fıtrat” kelimesi en saf haliyle vicdanı da içine alan bir içerik taşımaktadır (Rûm 30/30).
Şöyle ki; “Nefse ve ona birtakım kabiliyetler verip de iyilik ve kötülüklerini ilham edene yemin ederim ki, nefsini kötülüklerden arındıran kurtuluşa ermiş, onu kötülüklere gömen de ziyan etmiştir.” (Şems 7-10) ayetiyle vicdan anlamını çağrıştıran ‚nefs‛ kelimesi ‚ilham almak‛ olarak yorumlanmıştır.[5]
Tevbe /1. ayette; “Ve (seferden) geri bırakılan üç kişinin de (tövbelerini kabul etti). Yeryüzü, genişliğine rağmen onlara dar gelmiş, vicdanları kendilerini sıktıkça sıkmıştı. Nihayet Allah'tan (O'nun azabından) yine Allah'a sığınmaktan başka çare olmadığını anlamışlardı. Sonra (eski hallerine) dönmeleri için Allah onların tövbesini kabul etti. Çünkü Allah tövbeyi çok kabul eden, pek esirgeyendir.” buyrulmaktadır. Burada ise vicdan kavramı “daralmak” anlamında kullanılmıştır.[6] “Kitabını oku! Bugün sana hesap sorucu olarak kendi nefsin yeter.” (İsra, 14) ayetinde ise nefis ‚hesap görücü olarak yeterli gelmek‛ olarak anlamlandırılmıştır.[7]
Modernite ile birlikte vicdandan zekâya geçiş ile masumiyet geriledi; kurnazlık gelişti. İnternet, insanların vicdanını kalbura çevirip malumat manyağına çevirdi. Herkes, elindeki telefonun içine düşerek kaybolmuştur. Artık bir birimizin yüzüne bakamadığımız gibi; bir birimizle sohbet, muhabbet ve dostluk edemez hale geldik. Modern “birey”, hafızasız, hatırasız, vefasızdır. (İlhami Güler)
Doğa, Allah’ın ayetleri olarak gözlerimizin önünde duruyor. Nurettin Topçu’nun dediği gibi: “İnsanlık, tekrar doğaya dönmeden; Tanrı’ya (Ruh-Vicdan) dönemeyecek.”. “Doğaya dönmek”, şehri terk etmek anlamına gelmiyor; şehirleri, ipekböceği kozası/kafes olmaktan çıkarmayı ifade ediyor. (İlhami Güler)
Allah insanlık için örnek bir “Vicdan Çalışması” olan Kur’an, tahrif olmadan insanlığın elinde bulunuyor. Allah, inayetini ve rahmetini insanlıktan esirgemez. Yeter ki insanlık, son üç yüz yıldır düçâr olduğu vicdansızlık-ruhsuzluk yani Batılılaşma ve Amerikanlaşma (Teknolojikleşme-Tanrılaşma) günahından tövbe etmeye karar versin. (İlhami Güler)
Vicdan, en büyük otorite olarak kabul ediliyor ve dinin yerine koymaya çalışılıyor.
Dini bildirim olmadan iyi ve kötünün ne olduğunu bilmemiz mümkün değildir. Yani bu noktada vahye ihtiyaç vardır. İnsanların içinde bulunduğu şartlar doğrultusunda iyi ve kötü tanımlamaları oluşturması mümkündür. O zaman ahlâki değerlerin keyfileştirilmesi kaçınılmaz olur. Yani vicdan denilen şey içinde bulunulan topluma göre şekil alabilir. Vicdanın bir otorite olamayacağına Amerika’nın Japonya’ya attığı atom bombasını örnek verebiliriz. Bunu vicdanları onları rahatsız etmediği için yapabildiler. Vicdanları rahatsız olmadı çünkü vicdanları içinde bulundukları toplumsal şartlanmalarla şekillenmişti.
[1] (Bakara 2/7; A‘râf 7/101; Muhammed 47/16)
[2] (Mâide 5/13; En‘âm 6/43)
[3] (En‘âm 6/25)
[4] (A‘râf 7/179; Tevbe 9/87, 93)
[5] Kasapoğlu, A. (2003). "Kur'an'a Göre Vicdanın Kaynağı ve İşlevleri." Akademik Araştırma Dergisi, 8, 131-162
[6] Kasapoğlu, A. (2003). "Kur'an'a Göre Vicdanın Kaynağı ve İşlevleri." Akademik Araştırma Dergisi, 8, 131-162.
[7] Kasapoğlu, A. (2003). "Kur'an'a Göre Vicdanın Kaynağı ve İşlevleri." Akademik Araştırma Dergisi, 8, 131-162.
Yorumlar
Yorum Gönder