İSLÂM’I YENİDEN DÜŞÜNMELİYİZ

 

İslâm’ı Yenİden Düşünmelİyİz

Küreselleşmenin din üzerindeki en önemli etkilerinden birisi, dini küresel bütüne çekerek geçmişte sahip olduğu gelenekten uzaklaştırarak otantikliğini kaybettirmesidir. Küresel kültür, bir taraftan metaların, diğer taraftan her türlü değer ve inancın süratle tüketimini sağlayarak yoğunluğu giderek artan bir sekülerleşmeyi beraberinde getirmektedir. Küreselleşmenin bir sonucu olan tüketim kültürü, gündelik hayatın pek çok alanda sarıp sarmaladığı gibi dini hayatın pek çok unsurunu da gündelik tüketimin bir parçası haline getirmektedir. Ancak burada dini hayat unsurlarının tüketilmesi ile kastedilen, onların tamamen ortadan kalkıp anlamsızlaşması değil, tüketim kültürünün belirleyici bir unsur olmasıyla birlikte inançların değer kaybına uğramasıdır. Bir örnek vermek gerekirse, günümüzde en çok tüketime sunulan meşhur bir futbolcu, bir şarkıcı ve bir politikacı gibi hızla popülerleşen figürler, dini figürlerin önüne geçmekte ve insanların dünyalarında daha fazla yer bulmaktadır. Bu bakımdan tüketim kültürü insanların inanç dünyalarında değer kaybına neden olmakta ve din ile ilişkilerini zayıflatmaktadır. Din, toplumsal ve kültürel kimlik kategorilerinin belirlenmesinde ve korunmasında önemli bir fonksiyona sahip bulunmaktadır.

Küreselleşme (avleme) ile evrenselliğin (âlemiyye) arasının ayrıştırılması gerektiğini düşünen Cabirî, öncekinin Amerika kültürü, diğerinin ise dünya kültürü olduğunu vurgular. Amerikan kültürünün yıkıcı bireysellik ve içselleştirilmiş materyalizm olduğunu düşünen Câbirî, evrenselliğin dünya kültürünün birbirlerinden etkilenmekte olduğu kabul eder.[1]

Küreselleşme, birçok alanda kendisini göstermektedir. Bunlar özetle, etnolojik, teknolojik, finans, medya, ideolojik ve dinî alanlardır. Bu nedenle başta İslam olmak üzere diğer bütün dinler küreselleşmeden etkilenmektedirler. Ancak sosyolojik olarak İslam, Doğu ile Batı arasındaki yapay karşıtlığın üstesinden gelebilecek evrensel bir yapıya sahiptir.

Küreselleşmenin gelişme sürecinde, İslam dünyasının tavrı farklılık arzetmektedir. Bunun nedeni, İslami anlayış, yerel ve bölgesel şartlar, İslam'ın sunuş biçimi ve modernite ile bağlantıları ölçüsüne göredir. Nitekim Müslümanların maruz kaldıkları yönetim biçimi, ekonomik şartları ve kültürel ortamları ve bu alanlardaki eksiklik onların memnuniyetlerinde olumsuz etki yapmaktadır. Müslümanlar dindarlık, kişiye özgü ve özerk, siyaset dışı, modern akılcılık ile uyumlu İslamiyet'i benimsemektedirler. Eğer arzuladıkları ortam şartları aniden değişir ve bozulursa, yeni oluşan ortama göre huzur, sosyal, toplumsal uyum ve uzlaşmacı bir tavır içerisine girerler. Eğer siyasî bir baskı oluşursa, o zaman Müslümanlar kendilerine özgü bir şekilde görüşlerinde ve tutumlarında modern bir şekilde radikalleşerek, sistem dışı şiddete ve akılcılık dışı şovenizme kayarlar.

Küreselleşme hakkındaki tartışmalar ilk önce bu sürecin ekonomik boyutu üzerinde yoğunlaşmış ve bir ekonomik küreselleşmeden söz etmişlerdir. Ancak bu konunun çeşitli sosyal bilimsel alanlardaki yansımaları, bu sürecin siyasal, kültürel ve dini boyutlarının da olduğunu göstermiştir. Hatta Wallestein dinin eninde sonunda toplumdan silinip atılacağını iddia etmiştir.

Yirminci yüzyıl insanlığın çok yoğun tecrübeler yaşadığı bir zaman dilimi olmuştur.  I.  ve II. Dünya savaşları. Sovyetler Birliğinin dağılması, klonlama ve teknolojinin gelişmesi bunlardan en büyükleri.

İletişim imkânlarının artması, bilgiye ulaşmanın kolay hale gelmesi, “değişim”e ivme kazandırmıştır. “Değişim”, küresel ölçekte etkili olmaktadır. Doğal olarak “din” de bu değişime kimi zaman direnmiş kimi zaman da öncü rolü oynayarak bu değişimden payını almıştır.

Din her zaman olumlu ve olumsuz etkileriyle, insanlığın gündeminde olmuştur. Din, egemenlik aracı olarak kullanıldığında ya da siyasal bir ideolojiye indirgendiğinde şiddet ve terörü besleyen bir kaynak haline ge(tiri)lmiştir. Ancak, din olmadan, şiddet ve terörün kaynaklarını kurutmanın mümkün olmadığı da aşikârdır. Çünkü insanın hırsını, açgözlülüğünü, zulmünü sadece din dizginleyebilir.

Dini geleneklerde görülen yenilikçi yaklaşım ve gelişimlerin motivasyon kaynaklarından birisi şüphesiz küreselleşme sürecidir. Küreselleşme insanlığın din hakkındaki anlayışını ve dindarların kendi dinleri hakkındaki anlayışlarını gözden geçirmelerini zorunlu hale getirmiştir. İnsanlığın geleceği, farklı dinlere mensup insanların, farklılıkları bir zenginlik olarak görebilmelerine bağlıdır.

"Yeni bir uygarlık" arayışına girmiş olan dünyada, Müslümanların da öncelikle kendi din anlayışlarını gözden geçirmeleri ve bir öz eleştiri yapmaları bir anlamda zorunlu hale gelmiştir. İnsanlığın ihtiyacı, İslâm'ın temel özellikleri ve Müslümanların son iki asırdır içine sürüklendikleri durum, İslâm'ın Kur'ân ekseninde yeniden anlaşılması, yorumlanması gerektiğini ortaya koymaktadır. Bunun için de, "din" tanımının, aklın ve eleştirel yaklaşımın bütün alanlarda ön plana çıkarılmasına ve mezhepler üstü bir yapılanmaya ihtiyacı vardır.

Müslümanların din anlayışları, ağırlıklı olarak şifahî kültüre dayalıdır ve geçmiş tarafından yani hicrî ilk üç asırda şekillenmiştir. Gelenek, bir anlamda dinle özdeş hale gelmiştir. Dini davranışların, İslâm’ın mı, yoksa geleneğin mi etkisinde oluştuğunu belirlemek halkın hiçbir zaman ayırt edebileceği bir husus değildir. Geçmiş kutsallık zırhına büründürülmüş, İslâm’ı yeniden düşünmek, İslâm’ın geçmişin ipoteğinden kurtarılmasını sağlayacaktır.

Her şeyden evvel dini hareket ve cemaatler kendi içerisinde sivil bir yapıyı sergileyerek kültürden oldukça uzak, hayli merkeziyetçi bir organizasyon tipiyle karakterize olmaktadır. Bu çerçevede eğitimden sağlığa kadar her türlü organizasyon biçimiyle çeşitli faaliyetlerin hayata geçirilmesi hep liderin onayıyla gerçekleşirken, hareketin genişleme sürecindeki en ince ayrıntıya kadar kararlar merkezden alınmaktadır. Yani grup içerisinde sivillikten söz etmek mümkün değildir.

Müslümanların son iki asırdır ortaya koydukları din anlayışı, büyük ölçüde tepkisel bir nitelik taşımaktadır. Yer yer de siyasal ideoloji konumuna indirgenmiştir. Müslümanlar, Batı uygarlığının, siyasal ve ekonomik üstünlüğü karşısında, geçmişe yönelmişler; savunmacı bir yaklaşımla ayakta durmaya çalışmışlardır. Yaratıcı yetenekleri dumura uğrayan insanların, geçmişle avunmak, geçmişte yaşa(tıl)mak zorunda kaldıkları bir gerçektir. Tepkisel anlayıştan kurtulabilmenin yolu, İslâm’ı yeniden düşünmekten geçmektedir.

İslâm’ı yeniden düşünmek, son iki asırdır İslâm adına ortaya çıkan, ya da çıkartılan imajın gerçek anlamda İslâm’la bağlantısının olmadığını görmek ve göstermek demektir.

Müslümanlar, on dört asırdır İslâm’ı anlamaya çalışmışlardır. Din, sanata, edebiyata, bilime, felsefeye damgasını vurmuş; İslâm’ın merkezde olduğu bir uygarlık inşa etmiştir. Endülüs, Mısır, Horasan-Maveraünnehir bölgesi, İran, Anadolu’da üretilen medeniyetler hatasıyla sevabıyla bunun delilidir. Bu uygarlık, Batıda Rönesans ve Reform’un oluşum sürecini bile etkilemiştir. Ne var ki Batı, bilim ve teknoloji alanında rüzgârı yakalayıp yükselmeye başlayınca, Müslümanlar, değişimin anlam ve önemini kavrayamayıp Batı’nın uygarlaştırma projelerinin nesnesi olmuşlar; sağlıklı din anlayışı üretememişlerdir. Bugün gelinen noktada, İslâm’ın yeniden düşünülmesi, hem Müslümanlar hem de insanlığın geleceği açısından büyük önem taşımaktadır. Eleştirel bir yaklaşımla, bir din olarak İslâm’ın ve Müslümanların üretmiş oldukları kültürün yeniden gözden geçirilmesi, bize, din alanında sağlıklı yapılanmaların kapılarını açacaktır.

 



[1] Câbirî, M. Abid, "el-Arab ve'l-Avleme: el-Avleme veT-hâviyetü's-sakâfiyye", el-Arab ve'l- Avleme, Beyrut: Merkezu Diraseti'l-Vahde el-Arabiyye, 1998, 300-2.



 

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

MEKKİ SURELERDE SALÂT KAVRAMININ SEMANTİĞİ

SALAT’IN NAMAZ ANLAMI ÜZERİNE

EZBERE TESLİM OLMAK