FITRATI UYANDIRAN UNSURLAR
FITRATI UYANDIRAN UNSURLAR
Kur’an
insanın başına gelen felaketler, tehlike ve zorlukların Allah’a yönelme eğilimi
doğurduğunu bildirir. Çünkü musibetlerin terbiye edici özelliği
vardır. Musibete uğrayan – örneğin; trafik kazası yaşayan, önemli
bir ameliyat geçiren - insanlara bakıldığında çoğunlukla dini hayata daha bir
önem verdikleri görülmektedir.
Din
duygusu/fıtrat insanda kendiliğinden uyanıp gelişmez. Fıtrat arayışla uyanır.
Çünkü insanda hazır bir Allah inancı değil, onu bu inanca sevk edecek
kabiliyetler mevcuttur. Aksi olsaydı herkesin Müslüman olması gerekirdi. İnsan
iç âleminde/enfüste ve dış âlemde/afakta derinlemesine bir araştırma ve
düşünmeye koyulduğunda; çaresizlik ve sıkıntı içinde bocaladığı zamanda bu
duygu ortaya çıkar. Fakat bu eğilimin insanda kalıcı bir özellik halini alması,
ciddi bir arayışla mümkündür.
Kur’an,
çaresizlik ve korku anlarında en katı inançsızların bile bütün samimiyetlerini
ortaya koyarak, kulluğu yalnız Allah’a özgü kılarak, içtenlikle O’na
yöneldiklerini tekrar tekrar ifade eder. Fakat nasıl oluyor da çaresizlik
ortadan kalktığında bütün bu samimiyet ve içtenlik ortadan kayboluyor? Bu
soruya söyle cevap verilebilir: İnsan çaresizlik anlarında başta kendi iradesi
olmak üzere bütün kayıtlardan kurtulur. Benliğindeki doğal inanma kabiliyeti
(fıtrat) etkin hale geçer. Çaresizlik anında gösterilen samimiyet işte bu
fıtratın eseri olarak izah edilebilir. Bu durum şunu ispat eder: Fıtrat insanın
benliğinde öylesine güçlüdür ki, en katı inançsıza bile normal şartlarda
benimsemeye asla yanaşmadığı bir insana bütün içtenliğiyle, arzulayarak itiraf
ettirmektedir ( "İnsanın Çaresizliği Ve Fıtratın Uyanışı" isimli
makale).
Kur'an'da
insanın fıtratının uyanışına işaret eden hususlar; denizde dalgalar tarafından
kuşatılan insanın Allah'a sığınması (Lokman, 31/32), şiddetli bir kasırga
yüzünden gemiyi dalgaların sarması durumunda insanların Allah'a yönelmeleri
(Yûnus, 10/22-23), insana bir zarar dokunduğunda Allah'a dua etmesi (Zümer,
39/8), sıkıntı/darlık gelince insanın Allah'a yalvarması (Nahl, 16/53-55) ve
sıkıntı/darlığın dokunması durumunda Allah'a yalvarması, geçince yan çizmesi
(Yûnus, 10/12) gibi tasvir ve anlatımlarla dile getirilir. Bu husus, insanla
Allah arasında hiçbir zaman ve durumda kopmayan bir bağın/fıtratın olduğuna
işaret eder.
Fıtratla
ilgili ayetlerden de anlaşıldığı gibi Kur'ân-ı Kerim salt ateizmi imkânsız
görür, böyle bir inanç ve düşüncenin insanda gerçekten var olabileceğini kabul
etmez. Tanrıtanımazlık iddiasında bulunanların inkâr gibi bir yargıya doğuştan
gelen fıtrî imanın sesine kulak vererek değil, aksine benliklerinde var olan bu
derin duygu ve şuuru baskı altında tutarak ulaştıklarını kabul eder
(Abdurrahman Kasapoğlu, Kur’an’da İman Psikolojisi).
Söz
konusu ayetlerin bazılarının meallerine bir göz atalım.
Nitekim
dalgalar onları (ölümün) gölgeleri gibi kuşattığında, (o anda) bütün
içtenlikleriyle yalnız ve sadece Allah'a bağlanarak O'na sığınırlar: fakat
Allah onları sağ salim kıyıya ulaştırdığında da bir kısmı yolun ortasında
(inanmak ile inkar etmek arasında) kalıverirler. Ama hiç kimse, haince bir
nankörlüğe kapılmadıkça mesajlarımızı bile bile reddetmez. (Lokman,32). Bütün
sebeplerin tükendiği sırada fıtrat/ilahi format işleyişe geçiyor, vicdan
Allah'ın kapısını çalıyor. Bu halin devam etmesi insanın gayretine bağlıdır.
Tehlikeler karşısında insan, fıtratlarını örten yaratıcı ile arasındaki bağı
koparan aldatıcı güç yetirebilme/müstağnilik kuruntusundan soyutlanır. Fıtrat
tutunacak bir merci arar, insan Rabbine yönelir. Artık insan aynelyakin yada
hakkalyakin gerçeğe erdiğinden Allah'a karşı her türlü ortağı/şeriki reddeder.
Sizi
karada ve denizde gezdiren O'dur. Öyle ki, gemilerle denize açıldığınızda,
gemilerin elverişli bir rüzgarın önünde yolcuları alıp götürdüğü zaman
(olanları düşünün,) gemidekiler sevinç ve güvenlik içinde hissederler
kendilerini; derken bir fırtına yakalar gemiyi ve dalgalar her yandan kuşatır
onları, öyle ki, (ölümün) kendilerini çepeçevre sardığını düşünürler de (o
zaman) dinlerine sıkı sıkı sarılıp yalnızca Allah'a yönelerek: "Bizi bu
(felaketten) kurtarırsan, andolsun ki şükreden kimselerden olacağız!" diye
yalvarıp yakarırlar O'na. Ne var ki, Allah onları bu (felaketten) kurtarır
kurtarmaz, hemen yeryüzünde haksız yere azgınlık yapmaya koyulurlar! Ey
insanlar! Yaptığınız bütün taşkınlıklar döne dolaşa yine kendinizi bulacaktır!
(Yalnızca) bu dünya hayatının (geçici) doyumları(nı) gözetiyorsunuz: fakat
(hatırlayın ki,) sonunda Bize döneceksiniz ve o zaman (hayatta) yapıp-ettiğiniz
her şeyi size (eksiksiz) haber vereceğiz.(Yunus,22-23).Kendi varlığının
mükemmel olmayıp, fani/sonlu olduğunu anlayan her insan, Baki/Sonsuz
Yaratıcıya, Allah'a döner. İnsan gerçekten tuhaf bir varlıktır. Azı müstesna,
insan dara düşmeden Allah'ı hatırlamaz. Musibet anlarında fıtratı işlemeye
başlar. Musibet fıtratın etrafını kuşatan unsurları giderir. Rahata erdiğinde,
ya unutur ya da isyan eder. İşte insanın fıtratı/karakteri/cibilliyeti budur.
Ancak, fıtratı karakter haline getirenler bundan müstesnadır.
İşte
(böyle:) insanın başına bir bela geldi mi Rabbine yönelerek (yardım için) O'na
yalvarır; fakat O'nun rahmetiyle bir nimete kavuşunca da önceden yalvarıp
yakardığını unutarak başka güçleri Allah'a rakip çıkarır ve böylece (başkalarını)
O'nun yolundan saptırır. (Bu şekilde günah işleyenlere) de ki: "Bu
inkârınızla kısa bir müddet keyif sürün bakalım; (ama sonunda) ateşi hak
edenlerden olacaksınız! (Zümer,8).İnsanın fıtratı/mizacı/ karakteri,
musibet anında kendiliğinden ortaya çıkar. Bu sırada fıtratı üzerindeki
tortular dökülür, fıtratını örten kara perdeler misali kuruntular, yanılgılar
aydınlanır. O aydınlıktan Rabbine bir pencere açılır. Yalnız O'na döner, O'ndan
başkasının kendisini bu belalardan kurtaramayacağını kavrar. Kendilerine
çağırdığı ortakların ve şefaatçilerin zihni/vehmi/sanal yalancı varlıklar
olduklarını anlar.
Hem,
payınıza düşen her nimet Allah'tandır; (nitekim) ne zaman başınıza darlık
çökse, hemen O'na yakarırsınız, sonra, üzerinizden darlığı giderir gidermez,
içinizden bazıları hemen Rablerinin ulûhiyetinden başka güçlere de bir pay
yakıştırır,(adeta) kendilerine bahşettiğimiz nimetler için nankörlüklerini
gösterircesine! (Bu geçici) dünya hayatıyla böylece avunun bakalım: nasıl olsa
(gerçeği) er geç öğreneceksiniz! (Nahl,53-55).Bu ayetin sergilediği örnek,
insanlığın her zaman karşılaştığı bir örnektir. Kalpler, dara düştüğünde
Allah'a yönelir. Yaratılışları gereği olarak, bu sırada Allah'tan başka
kurtarıcıları olmadığını hissederler, fıtrata yönelirler. Rahatlayınca, nimet
ve varlık içinde eğlenmeye başlarlar, dünyevileşme onları çepeçevre sarar,
Allah ile bağını zayıflatır. Şirk, putperestlik, rejimlerin tanrılaştırılması
gibi, çeşit çeşit sapıklıklara dalar. Fıtratın sapıklığı ve bozukluğu bununla
da kalmayıp daha da ileri gidebilir. Bu durumda insanların bir kesimi sıkıntı
zamanlarında bile Allah'a sığınmayıp, birtakım yaratıklara sığınırlar. Bazen da
fıtrattaki sapma, suret-i haktan görünerek, kendilerini hastalık, sıkıntı veya
beladan kurtarmaları için velileri çağıranlar şeklinde görünür.
Zaten,
insanın başına bir sıkıntı gelince yan yatarken de, oturup kalkarken de Bize
yalvarıp yakarır; ama ne zaman ki sıkıntısını gideririz, başına gelen
sıkıntıdan kendisini kurtaralım diye sanki Bize hiç yalvarıp yakarmamış gibi
(nankörce) davranmaya devam eder! Kendi güçlerini boşa harcayan (budala)lara,
yapıp-ettikleri işte böyle güzel görünür (Yunus,12).Bu sürekli biçimde
gözlemlenebilen insan tipidir. İnsan, sağlığı yerindeyken, durumu müsait iken
hayatın akışına kendisini kaptırır. Günahlara dalarak, ilahi
ölçüleri çiğneyerek fıtratının üzerini küllendirir. Bolluk/refah zamanı, insana
çok şey unutturur. Kendini zengin/müstağni görmek insanı azdırır. İnsanın
mahrumiyeti tatması lazımdır. Bu zor şartlardan kurtulduğunda artık bir daha
geriye dönüp bakmaz. Sanki daha önce dua eden o değildir!
Sözün
özü, fıtrat asla yalan söylemez.
Mahlûkatın yaratılış gayeleri üzere işleyişleri - arının bal yapması, aslanın
pençelerinin parçalaması, tavuğun yumurtlaması vd. – buna delildir.
İnsanın yaratılışı fıtrat üzeredir. İslam'ın gayesi insanın fıtrat üzere
kalmasını temindir. İnsanın fıtrat üzere yaratıldığının farkına varması ona pek
çok kapılar açacak, dik durabilmesinin ve insan olarak kalabilmesinin yollarını
gösterecektir.
İnsanın fıtratındaki sapmalar, fertve insanlık âlemini kaosa, fesada sürükler.
Akıl ve kalp mağlup olur, beden ülkesinde yönetimi ego ele geçirir.
İman, ontolojik altyapı/fıtrat ile sanal altyapı/ego'nun mücadelesinde fıtratın
galip gelmesidir.
Yorumlar
Yorum Gönder