ŞİRK’İN KAYNAĞI
Şİrk’İn
kaynağı
Kur’an’daki dinin yanında, ona rakip olarak oluşturulan atalar veya örfler İslamı’nın, yani şirk’in oluşmasında en büyük etkiyi beş kültür yapmıştır. Bunlar; Arap Cahiliye kültürü, İran Sâsâni kültürü, Hint mistisizmi, Şamanizm, Eski Yunan kültürüdür. İslam, önce, Emeviler tarafından saltanat hırsı ve Cahiliye’nin bilinç altı kaygılarıyla yozlaştırılmıştır. Sonra Kur’an tevhidi üzerindeki en önemli yozlaşma İran Sâsânî kültüründen kaynaklanmıştır. Daha sonraları tasavvuf yoluyla giren Hint kültür ve kavramları Şamanizm ile birleşerek, tasavvuf ilah üreten bir kurum haline getirmiştir. Abbasiler devrinde Arapça’ya çevrilen Eski Yunan metinlerinin çevrilmesinin etkisiyle Müslümanların Allah tasavvuru panteizmle, Peygamber tasavvuru filozfla, ahiret inancı tenasühle özdeşleştirildi. Denilebilir bu etki kalıcılık ve derinlik bakımından birinci sıradadır.
Bu etkiler dışında, İslam’ın yozlaşmasında rol alan kuşkusuz başka etkiler de vardır. Bunlar: Siyasal çıkarların baskısıyla ayetlerde yapılan anlam kaydırmaları, teviller yapılması (Batini yorumlar). Hadis adıyla uydurulan sözlerin, dini esasları hükmüne geçirilmesi. Bilim ve düşüncede yaratıcılığın duraksaması. Özetle, günümüze gelinceye kadar İslam pek çok kültür ve faktörlerin etkisiyle, esas kaynağı olan Kur’an’dan uzaklaşmış, kendi özgün yapısına büyük ölçüde yabancılaşmıştır.
Dinin şemsiyesine sığınarak bir “rabler hegemonyası” kurup kutsala hürmet adı altında örtülü şirke gidilmesi, Kur’an’ın dikkat çektiği en büyük tehlikedir. Kur’an bize gösteriyor ki, bu günahın failleri daima din temsilcileri olmuştur.
İmam Cafer Sadık (-765) şöyle diyor. Emevîlerin İslam’a yaptıkları kötülük, tevhidin tanıtılmasına engel olmak değildi, onların İslam’a yaptıkları kötülük, şirkin tanınmasını engellemeleri idi. Bu engelleme Emevîci din ulemâsı tarafından kitaplara geçirilip dokunulmaz kılındı. Böylece Müslümanlar yüzyıllardır şirki, Kur’an’ın tanıttığı şekliyle tanımaktan yoksun bırakılmıştır.
Müslüman dünya şirki tanımıyor, tanıma yönündeki tüm gayretleri sonuçsuz bırakılıyor. Çünkü şirkin ne olduğu anlaşıldığında, Müslüman dünyaya “İslam” adı altında yaşatılan dinin, gerçek İslam olmadığı ortaya çıkacaktır. Bu da, dünyadaki bütün çıkar dengelerini sarsar. İşte bunun içindir ki, saltanatları “güdümlü bir İslam”ın varlığına uyarlanmış olanlar, şirkin tanınmaması için her türlü oyunu oynuyorlar. Örneğin “Siyasal İslam”, “Ilımlı İslam” bu oyunlardandır.
Bilinmelidir ki; aldatıcılar ve aldananlar tarih boyunca var olmuşlardır, var olacaklardır. Ama akıbet muttakilerindir. Allah müminlerin velisidir.
Tasavvufun esaslarını Zu'n-Nun el-Mısri (H. 245) kurgulamıştır. İslam'a, "İblis öğretisi"nin sokulması için adeta "kanal" açılmıştır. Zaten şeytan senin dosdoğru yoluna oturacağım demiyor muydu? “Şeytan dedi ki: Madem öyle, beni azdırdığından dolayı onlar için mutlaka senin dosdoğru yoluna otururum." (7/16). Ebu Yezid al-Bestami (H. 261), "üstadı olmayanın üstadı şeytandır" derken; Zu'n-Nun el Mısri, "şeyhe itaat, Allah'a itaatten daha iyidir." diyerek Kur’an’ın önünü kapamışlardır.
Kendileri de sufi olan, Serrac (Ö. H.378/M.988), Kelabazi (Ö.H.380/M.990), Ebu Talip Mekki (Ö.H.386/M.996), Sülemi (Ö.H.412/M.1021) gibi sufiler 4. yüzyıldaki sufiliği eleştirip çeki düzen vermek isterler. Adı geçen sufiler bunları eleştirirken kendi anlayışlarını yerleştirdikleri de bir gerçektir. Serrac zamanının tasavvufundaki İslam dışı unsurları şöyle sıralar: 1. Velinin Nebi’ye üstünlüğünü iddia etmek. 2. Hulule (Allah’ın insanın içine girdiğine) inanmak. 3. Vücuda eziyet ilahi evsafın kazanılacağını sanmak. 4. Allah’ı bu dünyada aynen ahirette göreceğimiz gibi görme iddiasında bulunmak. 5. Mutlak günahsızlık halini iddia etmek. 6. Allah’a yakınlık dolayısıyla her türlü sınırlamadan muaf olduklarını zannetmek. 7. Beşeri vasıfları terk ederek Allah’ın Vasıflarına bürünme iddiasında bulunmak…[1]
Tasavvufçuların işleri rüyalarladır. İslam'a göre vahiy kesilmiştir, rüya hiçbir şekilde delil olamaz. Allah, Kur'an'a şaşı bakan, gerçek vahiy yerine; kendi heva, kibir ve rüyalarıyla hareket edenlere şeytanları dost ederiz ve şeytanlar dostlarına vahyederler. (6/121) diye bize bildirmektedir. Güya rüya ile Allah’tan, Peygamberimizden görevler alıyorlar, hayattayken sahabenin görüşemediği kadar onunla görüşüyorlar, partilere onun adına oy istiyorlar, parti liderlerini Allah’ın seçtiği bunlara bildiriliyor.
Şeyh uçmaz, mürit uçurur. Böylece masallar, efsaneler yayılıp şeytani efsunlarla beraber bir "kutuplar edebiyatı"na dönüşüyor. Kur'an'da kimin mümin, kimin Allah'ın velisi, kimin şeytanların velisi olduğu açıktır. Kendilerini Allah'ın velileri olarak gösterip, Allah'a iftiralar edenlerin, şeytani felsefelerle beslenenlerin, evreni Allah'a ortak koşanların, velayet mertebeleri oluşturarak; Allah'ın hükümranlığında kendilerine pay ayıranların; evrende düzeni sağladıklarını ve rızık dağıttıklarını iddia edenlerin, İslam'da bir yeri yoktur.
Sezgi, bilgi edinme yollarından vahiy, beş duyu ve aklın yerini aldı. Zamanla tenkidin yerini şeyhin otoritesi(!) teslim aldı. Kesbi bilgi dışlandı vehbi bilgiye merak salındı. Matematik, astronomi, tıp, kimya, hendesenin yerini; ebced, cifir, astroloji, simya ve sihir aldı.
İslam’dan farklı olarak kurumsallaşan tarikat, dinin yerine ikame edilmeye çalışılan bir projedir. Tarikat, kötülükle mücadele ve ona karşı direniş azm ve cesaretini kaybetmişlere dini(!) bir sığınaktır, çağdaş kaderciliktir, bir şey yapılıyor yanılsamasıdır. Din içinde dindir. İslam’dan kaçışın kılıfıdır. “Dine karşı din"dir.
İslam'da otorite Kur'an’dır. Tarikatta otorite şeyh ve onun ilhamlarıdır. Şeyhin söylemleri ve ilhamları Kur'an'a ters düştüğünde şeyhin söylemleri ve ilhamları esas alınır, Kur'an tevil edilir, yok sayılır, ötelenir. Tarikat, alim yerine şeyhin, cami yerine tekkenin, ilim yerine lafzi zikirin, müslüman yerine müridin, Kur'an yerine tarikatın kitabının, Hz. Peygamberin örnekliği yerine şeyhin keramet, menkıbe ve ilhamlarının, direniş teolojisi yerine otoriteye teslimiyetçi zahitliğin vazedildiği yapay bir şirk dinidir.
[1] Erol Güngör, İslam Tasavvufunun Meseleleri, Ötüken
1982, 204-205
Yorumlar
Yorum Gönder