KUR’AN BİLİMİN PAYANDASI DEĞİLDİR
KUR’AN BİLİMİN PAYANDASI DEĞİLDİR
Kur’an,
üzerine binilip uçulacak sihirbaz süpürgesi
değil…
Mustafa İSLAMOĞLU
Kur’an yorumunun günümüzde kaygan bir zemin üzerinde
olduğunu söylemeye sanırım gerek yoktur. Birbirine temelde zıt ve aralarını
bulmanın imkânsız olduğu Kur’an yorumları mevcuttur. Bu bir yönüyle zenginlik
olarak ifade edilebilir. Fakat bu yorumların İslam’ın temel değerlerinde ve
Kur’an algısındaki sapmalara sebebiyet vereceği de unutulmamalıdır. Peki, bu
tespit nasıl yapılacak? Müslümanların yorum noktasında bu duruma gelmesi
akşamdan sabaha olmuş bir olgu değildir. Bu Batının İslam dünyasını Rönesans ile
sarsmaya başlamasından sonra ivme kazanmış bir süreçtir. Diğer bir ifade ile
İslam batı karşısında özne/etken durumdan, nesne/edilgen duruma düşmesiyle
başlar. Dolayısıyla bir yorumun doğru olup olmadığının tespit edilmesinden
önce, bu yoruma sürükleyen süreç analiz edilmelidir.
Kur’an ayetlerini modern bilimin verileri çerçevesinde
yorumlama çabası bugün de belli ölçüde devam etmektedir. Günümüzde, İslâm’ın
modern bilimle uzlaşma içerisinde olduğunu, batı dünyasının söylemlerine yakın
durduğunu kanıtlayabilmek için, adeta batıdan özür dilercesine İslâmî nitelikli
birçok eser kaleme alınmakta, ayetler bu yaklaşımla yorumlanmaya çalışılmaktadır.
İlmi tefsiri Kur’an’la temellendirmek
isteyenler, “Biz kitapta hiçbir şeyi eksik bırakmadık.” (En’am,
38); “Yaş ve kuru hiçbir şey yoktur ki, apaçık bir kitapta olmasın.” (En’am,
59); “Sana her şeyi açıklayıcı kitabı indirdik.” (Nahl, 89) ayetlerini
delil getirip çeşitli ilimleri Kur’an’da aramayı denemişlerdir. Fakat
bilinmelidir ki bu ayetler Kur’an’ın bir hidayet kitabı olması
dolayısıyla “din” e ait, hiçbir şeyin eksik bırakılmadığı
(En’am,38), her şeyin açıklandığı (Nahl,89) açıklamaktadır.
İlmi/bilimsel tefsir anlayışını ilk sistemleştiren
İmamı Gazali (ö. 1111) özellikle Cevahir ul-Kur’an ve diğer eserlerinde geniş
malumatlarda bulun-muştur. Gazali bazı ilim adamlarının, her bir
ayetin 60.000 manası olduğunu, bazılarının da 77.200 anlamı olduğunu
bildirir. İlmi tefsiri Gazali ve Fahreddin er-Razi’ye (ö.1210)
dayandıranlar varsa da aslında rağbet görüp ekolleşmesi modern dönemin -son iki
yüzyılın- ortaya çıkardığı bir yorum biçimidir.
Kur’an’ın birçok ayette insanın kendi doğasına, varlıklara
bakmasını önermesi bilimi teşvik olarak anlaşılabilir ve okunabilir. İlk
asırların âlimleri böyle anlamış ve pek çok bilimin temelini atmıştır. Bu doğru
bir algı ve okumadır. Ancak bundan insanın kendi doğasından tıp, psikoloji,
sosyoloji ve antropoloji; varlıklara bakmasından botanik, zooloji, uzay, fizik
ve kimya bilimine işaret ediyor diye bu ilimlerin verilerini Kur’an’da aramak
doğru değildir. Onları Kur’an’a doğrulatmak ve Kur’an’ı hidayet rehberi
konumundan modern bilimin şifrelerinin gizli olduğu bir bilim kitabı olarak
algıla(t)mak kesinlikle doğru değildir. Çünkü bilimsel bilgi günden güne
değişmektedir. Dolayısıyla yanlışlanma ihtimallerine çok
açıktır. Bazen oluyor ki bir sonraki gelişme bir önceki bilginin
yanlış olduğunu ortaya koyabiliyor. Kur’an’ı sürekli bu gelişmelere uyarlamaya
çalışmak; Kur’an’ın insanlar nazarında değersizleşmesine, nesne konumuna
düşmesine ve evrensel ilke ve değerlerinin güncel bilimsel bilgilerin payandası
konumuna indirgemek olacaktır. Bu, ayetlerin her buluşa göre yeniden
yorumlanması gibi sakat bir anlayışın doğmasına da neden olabilir, hatta
olmuştur da.
Bilimci yaklaşımların temelinde batının ulaştığı
ekonomik, ilmi ve teknolojik seviyeye karşı duyulan kompleks yatmaktadır.
Bunlar Kur’an yorumuna monte edilerek, Kur’an yüceltilme adına bir malzeme
konumuna indirgeniyor. Bu bilinçli yapılmıyor olabilir. Kur’an yorumunda eksen
kaymasına neden olduğu için sonuçları itibariyle zarar
vermektedir. En’am 38. ayette olduğu gibi ayetlerin anlam
ekseninde kaymalara neden olmaktadır. “Bizim kitabımız bunları 1400
sene önce söylemiş” diye hamasi söylemlerle başlayan
süreç, bilimsel bilgi ile hiç alakası bulunmayan ayetler de bilimle
ilişkilendirilerek yorumlanmaktadır. Bu bilimsel veriler Kur’an’da var ise niçin
batının keşfinden önce Müslümanlar bunu keşfetmiyor da sonradan farkına
varılıyor? Bunun altında öykünmeci mantık yatmaktadır. Bilimselci yaklaşımın
amaçlarından birisi de bu yorumlarla Müslüman olmayanların hidayetine vesile
olmaktır. Unutul-mamalıdır ki bilimsel gerçekler insanların hidayetine vesile
olsaydı bütün bilim adamlarının Müslüman olması gerekirdi.
Akla şöyle bir soru gelebilir: İslam ilme bu kadar
önem vermişken neden bilimsel tefsir uygun görülmemiş? Cevaben deriz ki:
İslam’ın ilim diye tarif ettiği şey hakikatin bilgisidir; bu bilginin kesinliği
hususunda en ufak bir şüphe yoktur. Ancak beşeri ilimler sürekli değişmekte,
bugün için kesin addedilen bir bilgi, başka bir bilgiyle hükümsüz kalmaktadır.
Bilimselci yaklaşımın yorumlarından bazılarını
inceleyecek olursak meselenin hiç de açıkladıkları gibi olmadığını görürüz.
1. Fahreddin er-Razi “Dünya sabittir.”
fikrini Bakara, 22. ayetine dayandırmıştır. Raziye göre dünya sabit güneş
dünyanın etrafında dönüyor. Oysa bugün dünyanın güneşin etrafında döndüğü
bilimce sabittir.
2. Alak Suresi’nin 2. ayeti tefsir ve meallerin
çoğunluğunda insanın yaratılışındaki evrelere yorumlanmaktadır. Oysa alak manevi
olarak “sevgi ilgi-alaka” anlamına gelmektedir. Ayetin bağlamı
ve kelimenin yapısı itibariyle “alak” ın insanın embriyolojik yaratılışıyla bir
ilgisi yoktur. İnsanın embriyolojik yaratılışı ile ilgili; Hac 5, Muminun 14,
Mumin 17, Kıyame 37 ayetlerinde “alaka” olarak dişil formda gelir.
İlmi tefsir, Şatıbi, Huli ve Zehebi gibi âlimlerce de
tenkit edilmiştir.
Birçok insan Kur’an’a ilişkin görüş ve iddialarında
haddi aşmış ve bu çerçevede gerek önceki gerek sonraki nesillerin ürettikleri
tabiat ilimleri, matematik mantık, ilm-i huruf vb. bütün bilimleri ona mal
etmişlerdir. Oysa şeriatın ve ilk hitap çevresindeki neslin ümmi oluş gerçeği
nazarı itibara alındığında bu anlayışın sağlıklı olmadığı görülür. Kaldı ki
sahabe, tabiun ve tebei tabiinden oluşan selef âlimleri gerek Kur’an’ı gerekse
Kur’an ilimlerini ve muhtevasını en iyi bilen insanlardı. Hal böyle iken selef
ulemasından herhangi birisinin “Kur’an bütün bilimleri içerir” şeklinde bir
iddiayı savunduğuna dair her hangi bir bilgi bize ulaşmamıştır. Onlar sırf
Kur’an’daki tevhidi deliller, şer’i hüküm ve yükümlülükler, ahiretle ilgili
konularla meşgul olmuşlardır. Eğer onlar Kur’an’ın bütün bilimleri içerdiği
iddiasında bulunmuş ve bu konu üzerinde kafa yormuş olsalardı, kuşkusuz bize
bunun aslını esasını gösterecek bir bilgi malzemesi intikal ederdi. Bu konuda
bize intikal eden bir şey bulunmadığına göre selef uleması Kur’an’ın her türlü
bilgiyi içerdiği iddiasında bulunmamıştır. Bu da göstermektedir ki Kur’an’da
ilmi tefsircilerin iddialarına uygun düşen hiçbir mana ve maksat yoktur. Evet,
Kur’an bir takım bilimler içermektedir; ancak bunlar vahyin indiği dönemdeki
Arapların bildikleri ilimlerdir.[1]
Son dönemde, Kur’an-ı Kerim’de geçen ayet ve
kelimelerin matematiksel değerlerinden yola çıkılarak birtakım olayların
Kur’an’a tasdik ettirilmesidir. Mesela aya çıkılacağının Kur’an’da geçtiğini
ortaya koymak için Kamer Suresi’nden Nas Suresi’nin sonuna kadar 1389 ayet
geçtiğinden hareketle, bu rakamın miladi olarak aya çıkış tarihi olan 1969
tarihine işaret ettiği iddia edilmiştir. Kur’an’ın hayatı tanzim ve inşa için
gönderildiği gerçeği şifrecilikle gölgelenmektedir.
“Onları (insanları) mutlaka saptıracağım, muhakkak
onları boş kuruntulara boğacağım. Kesinlikle onlara emrede-ceğim de hayvanların
kulaklarını yaracaklar, şüphesiz onlara emredeceğim de Allah’ın yarattığını
değiştirecekler.” (Nisa, 119) sözlerinin tarihte ilk kez hayvan kulağının
kesilip oradan hücre alınarak gerçekleştirilen klonlama (canlı kopyalama)
hadisesine mucizevî bir işaret olduğu ifade edilmiştir.
“Gündüz estiğinde bir aylık mesafeye gidip, akşam da
bir aylık mesafeden gelen rüzgârı Süleyman’ın buyruğu altına verdik.” (Sebe,
12) ayetinde Hz. Süleyman (as)’a ait bir mucize olarak emrine verildiği ifade
edilen ve bir günde iki aylık mesafe kat edebilen rüzgârın, uçak ve füzeye
işaret ettiği söylenmiştir. Oysa rüzgârla kasıt yelkenli gemileriyle
denizcilikle uğraşan Fenikellilerin Hz. Süleyman’ın egemen-liğini kabul etmesine
işaret edilmektedir.
Bilimsel (imi) tefsire dair yorumlar yapılırken çok
dikkat edilmesi gereken hususlar vardır. Bu hususları bir kaç
maddede şöyle özetleyebiliriz:
1. Kur’ân’ın bilimler kitabı değil, bir din
(hayat) kitabı olduğu gerçeği göz ardı edilmemelidir. Yani Kur’ân’ın
ana hedefinin, insanları hidayete sevk ve teşvik olduğu unutulmamalıdır.
Kur’ân-ı Kerîm’in asıl hedefi hidayettir.
2. Her dilde olduğu gibi Arapça’da da kelimelerde,
zamanın geçmesiyle anlam kayması, genişlemesi veya daralması gibi durumlara
maruz kalması ve bu anlamlardan asıl muteber olanın, Kur’ân’ın nazil olduğu
sırada herhangi bir Arab’ın anladığı mânâdır. Dolayısıyla lafızların, sonradan
ortaya çıkan anlamlara uygulanması doğru değildir. Delile dayanmadıkça zahiri
anlamdan uzaklaş-mamak, lügat ve gramer açısından hamledilmesi imkânsız olan zorlama
yorumlara girmemektir.
3. Kur’ân, insanlara, kıyamete kadar değişmez din
esaslarını bildirmek için Allah tarafından gönderilmiştir. İlmi nazariyeler
ve izahlar zaman zaman değişmektedir. Ayet belli bir ilmi anlayışa göre tevil
edilir, daha sonra o anlayış değişirse, Kur’ân’ın gerçeğe uymadığı sonucu
çıkarılır ve Müslümanlardan bir kısmının Kur’ân hakkındaki itikatları alt üst
olur.
Seyyid Kutub, âyetlerin bilimsel teorilerle
açıklanmasını şiddetle eleştirenler arasında yer alır. Kur’an-ı Kerim’de
olmayan şeyleri Kur'ân’a isnat etmeye ve Kur'ân'ın kastetmediği şeyleri üzerine
yüklemeye çalışan, tıp, kimya, astronomi ve benzeri ilimlere dair cüz’i şeyler
istihsal etmeye çalışan cüretkârların budalalığına hayret ettiğini söyler.[2]
Kur'ân'ın umûmî işaretlerini her an değiştirilebilen,
hatta katiyet ihtimali pek az olan nazariyelere bağlamanın evvel emirde bir
metot hatası olduğunu iddia eden Kutub, böyle bir alaka kurulmaya çalışıldığı
takdirde şu üç hususla karşı karşıya kalınacağını söyler:
1. Böyle bir hareket her şeyden evvel dahili bir
hezimetin ifadesidir. Bunun neticesinde esas hâkimiyetin ilimde olduğu,
Kur'ân'ın ona tabi durumda bulunduğu vehmi doğar.
2. Kur'ân-ı Kerim’in mahiyetini ve vazifesini yanlış
anlamış oluruz.
3. Her gün yeni bir şekle giren ve durmadan değişen
bilimsel nazariyeler karşısında kendimizi zorlayarak Kur'ân âyetlerini devamlı
te’vil etme yollarına saparız.[3]
Mevdûdî de, Kutub kadar olmasa da bilimsel tefsiri
eleştirenler arasında sayılabilir. Mevdûdî; “Sana bu Kitabı, her şeyi açıklayan
ve Müslümanlara yol gösterici, rahmet ve müjde olarak indirdik” (Nahl, 89)
âyetinin açıklamasında şunları söyler:
“Kur'ân'da bu ve buna benzer cümlelerde, Allah'ın ‘her
şey’ ile bütün ilimler ve sanatları kastettiğini savunan ve bu yorumun
doğruluğunu ispatlamak için Kur'ân'ın gerçek anlamını değiştiren bazı
kimselerin düştüğü hataya düşmemeye dikkat etmek gerekir.”[4]
İzzet Derveze, Kur'ân âyetlerini bilimsel nazariyelerle
açıklamanın, Kur'ân âyetlerini asıl manasından uzaklaş-tıracağını, onu
kutsiyetinden ve gayesinden uzaklaştıracağını ve Kur’an’ı, tartışmalara maruz
bırakacağını savunur.
Yeryüzünü yayıp genişleten ve onun üzerine yerinden
oynatılmaz dağlar yerleştirip vadilerinden nehirler akıtan ve orada her tür
bitkiden iki cins yaratan ve gündüzü geceyle örtüp bürüyen O'dur. Doğrusu,
bütün bunlarda, düşünen insanlar için mutlaka (çıkarılacak) dersler
vardır! (Ra’d, 3). ayetinde olduğu gibi Kur’an ilk bakışta bilimsel bilgi
veriyor gibi görülebilir. Fakat son cümleden de -Doğrusu, bütün bunlarda,
düşünen insanlar için mutlaka (çıkarılacak) dersler vardır! - anlaşılacağı
üzere ayet bilgi vermekten çok muhataplarına kainat ayetlerini okutarak onları
iman kapısına getirmeyi hedeflemektedir.
Kur’an ve bilimin örtüştüğüne yönelik iddialar,
Kuran'da Süleyman Peygamber'in rüzgâra binmesini uçak teknolojisine, bir cinin
Süleyman'a gözünü açıp kapamadan taht getirmesini televizyon teknolojisine
işaret kabul ediyor ancak Kuran'da bilimsel ve teknolojik gelişmelerin
öngörüldüğüne yönelik iddiaların ispatlanması adına ayetlerin çevirileri
değiştiriliyor. Tartışmalı kelimeler, iddia için kullanılacak ayetlerde birinci
olmayan anlamlarıyla çevrildiği gibi, iddialara konu olmayan ayetlerde eski
anlamlarında kalıyor. Böylelikle eski meal yazarlarının son derece dikkat
ettikleri kelimelerin çevrilmesi esnasında diğer ayetleri referans alma yöntemi
bir kenara bırakılıyor. Örneğin son zamanlarda evrenin genişlediğinin
keşfedilmesi ile Kuran'da yer alan "biz göğü yaratacak kudrete
sahibiz" şeklindeki ayetler yakın tarihli meallerde "biz göğü
yarattık ve onu genişleticiyiz" şeklinde çevriliyor. Aynı kelimeler başka
ayetlerde ise yeniden "kudret sahibi olmak" şeklinde çevriliyor.
Kur’an'da yer alan bilgilerin o dönemdeki insanların
sahip olduğu bilgilerden fazla olmadığı biliniyor. Örneğin; sadece Kuran'ın
bildirdiği iddia edilen 'tatlı ve acı suların birbirine karışmaması' İ.Ö. 23-85
yılları arasında yaşayan Romalı Tarihçi Ganius Plinus "Naturalis
Historiae" adlı eserinde de aktarılıyordu. Plinus Kur’an'dan yaklaşık
olarak 700 yıl önce tatlı su ve tuzlu suyun birbirine sadece bir müddet
karışmadığını belirtiyordu. Göğün yedi kat olması, buğdayın başak içinde
muhafaza edilebileceği, tatlı su ve tuzlu suyun birbirine ilk anda karışmadığı
gibi bilgiler Kur’an'dan çok daha önce bilinen gerçeklerdi.
Meal ve tefsir okuyanların büyük çoğunluğu dini
yapılanma bakımından ilmi yapılanmaya meyilli değil, hissi/duygu yapılanmaya
daha çok meyyaldir. Bu kesim Kur’an’ın bilim hakkında konuştu(rul)ğunu görmek,
okumak ve inanmaktan büyük mutluluk duymak-tadırlar.
Ne Kur’an bilime ne de bilim Kur’an’a
bulaştırılmamalıdır. Çünkü ikisi de kaynak ve hedef olarak birbirinden tamamen
farklıdır. Kur’an’ın kaynağı Allah, bilimin insan; Kur’an’ın hedefi saadeti
dareyn, bilimin dünyadır. Kur’an’ın bilimden alacağı yoktur. Ancak ona
(bilime/bilim insanlarına) ahlakilik, ilahi amaç ve hedef vb. yüce değer ve
ilkeler sunar. Bilimin ise Kur’an’a vereceği hiç bir şey yoktur.
[1] Şatibi, Muvafakat, 389-390
[2] Kutub, I, 377
[3] Kutub, I, 378-379
[4] Tefhim, III, 4
Yorumlar
Yorum Gönder