YAVAŞLAMAK GEREKİYOR
YAVAŞLAMAK GEREKİYOR
Bolluk çağında özümüz aç. Ve bu açlık günden güne derinleşiyor. Bunun temel nedeni bireyselleşmek. Çağ bütün araçlarıyla bedeni ve nefsi beslemeye hizmet ediyor. Öz ise aç bırakılıyor.
Doğunun da Batının da özü aç. Dünyamızda tokluğun tahrif ettiği özler, açlığın tahrip ettiği bedenlerden daha fazladır. Doğu ve Batı insaniyetin katilidir.
Modern medeniyet, insanın bedenini doyurmada zirve yapmış fakat özünün ihtiyaçları noktasında hiçbir alternatif ortaya koy(a)mamıştır. Adeta bedeni mamur, özü erozyona uğramış. Bedeni semirmiş, özü mecalsiz kalmıştır.
Bu çağda hak ve hukuk gözetmeyen, sinsi, sadece kendini düşünen, “tüketim delisi” insan kılığında yaratıklar çoğalmakta. Bu çağ ‘maktulu kendisi olan katiller.’ türetmiştir.
İnsan, organlarının toplamından daha fazla bir varlıktır. İnsan bunu unutmuştur. Bilginin, insanları sömürmek üzere elde edilen bir güç değil, kendisiyle varlığın anlamlı hale getirildiği, değer inşa edilen, bir kavram olduğu vurgulanmalıdır.
Özgürlükçü söylemlerle insanların zihinleri yönlendirildi. Cinselliğin, şiddetin ve hırsın kutsandığı bu çağ, insanı köleleştiren imitasyon bir özgürlük pazarladı. Sinema ve eğlence sektörü aracılığıyla değerlere savaş açıldı. İnsanlar yaratılış amaçlarından koparılarak, ne istediğini bilmeyen, haz için yaşayan, değer kavramından yoksun toplumlar haline getirildi.
Çağımıza bir isim koyacak olsak “hız, haz ve tüketim çağı ” diyebiliriz. Kreşten başlıyor hayata. Önlerindeki hayata hazırlanmak için yarış atı gibi sınavdan sınava koş(turlu)uyor. Geliyor yirmi beş yaşına. Hayata dair bir şey öğrenmeden üniversite mezunu oluyor. Yetişen nesil büyüklerimiz daha iyi bilir formatında.
Bunca koşturmaca arasında kendimizi unutuyoruz. İnsanın can ve bedenden olduğunu unutuyoruz. Bedenden ibaret olmadığımızı unutuyoruz. İnsan, mesaj, fotoğraf, oyun, alet, kıyafet, makina, eşya, beğeni, yorum vs. kalabalığı içimizin sesini bastırmış, onu duymaz olmuşuz. Ancak bu sesleri bastırabilirsek iç sesimizi duyabiliriz ve özümüze giden yolu açabiliriz.
Vitrinde gör, beğen, al, kullan, tüket, at, yenisini ara. Dünyada yiyeceği olmayan bunca insan varken, ihtiyacımız dahi olmayan şeyleri reklamların dayatmasıyla almak anlamsız değil mi?
Önümüzdeki en büyük engel, bizi olmamız gereken yerden uzak tutan şeyleri fark etmeyişimizdir. Dönüp bir kendimize bakıp: ” Ne oluyor? Bu ben miyim? Bu gidiş nereye? ” demeyişimizdir. Bu soruları kendimize sormadığımız müddetçe, bizi biz olmaktan alıkoyan her türlü çeldiriciye mahkumuz.
Bu çağda şehirler, farklı olmanın prim yaptığı, farklı olma çabası içerisine girip herkesleşen insan yığınlarıyla dolup taşıyor. Bu farklılaşma çabası içerisindeki herkesleşenlerin çoğunu gençler oluşturuyor. Moda olduğu için uğruna yüklü meblağlar dökülen kıyafetler ve telefonlar, dikkat çekme uğruna yapılan saçma hareketler, farklı konuşma çabaları, sosyal medya akımları, paylaşımlar…
Bu hız, haz ve tüketim çağından az hasarla çıkmanın yolu yavaşlamak. Sürekli görünür kalmaya can atıyoruz. Eğer kendimizi sosyal medyadan çekersek, etkisiz ve verimsiz insanlar olacağımızdan korkuyoruz. Oysa hakikat bunun tam tersi. Çok şeyle aynı anda uğraşmak yerine bir şeye derinleşebilmek, bizi daha üretken, etrafıyla daha bağlı ve zorluklarla daha kolay mücadele eden insanlar haline getiriyor.
İnsan kendini daha büyük bir bütünün parçası olarak hissetmesi halinde dinginleşir. O da şu koca evrenin bir parçası olduğunu bilmektir. Gündelik hayatımızda, sadece kendimiz ve bu dünyalık hedeflerimiz için var olduğumuzda, hayatımızın büyük bir anlamı olmuyor. Anlam dediğimiz şey, yapıp ettiklerimizi birleştirip anlamlı bir bütün ortaya çıkarabildiğimiz zaman somutlaşıyor.
Bu hayatta bir enkaz mı bıraktın yoksa hayırla anılan bir isim mi bıraktın? İnsanların çoğu dünyadan aldıklarıyla var olduğunu sanıyor. Halbuki dünyaya verdiklerimizle var oluyoruz.
İnsanlar vicdanlarını uykuya yatırıyor. Böylelerinden zerafet, nezaket, merhamet, adalet, olgunluk veya diğerkamlık bekleyemezsiniz. Onların ‘Dünyada sadece en güçlü olan hayatta kalır’ şeklinde bir düşünceleri vardır. Tüm dünya üzerinde insanlığın ortak değerlerini taşıyan insanlarla işbirliği yapabilirsek, insanlığın düşmesine izin vermeyebiliriz.
Yorumlar
Yorum Gönder