KUR’AN NİÇİN TEK KAYNAKTIR

KUR’AN NİÇİN TEK KAYNAKTIR


Kur’an’ı, onda bulmak istediğimizi bulmak üzere okuyamayız. Önce zekat yüzdesi, rekat sayısı, abdestsiz Kur'an okunmaz, kadınları dövmek gibi kavramlar uydurup sonra onu bulamadığımız için Kur’an’ın eksik olduğunu söylemek akla aykırıdır. Kur’an’ın hüküm vermediği konular serbest bırakılan alanlardır. Kur’an bütünlüğüne aykırı olmamak şartıyla insanlar serbesttir. Namazda kıyamda ayakların arasının kaç parmak olacağını merak ettiğimiz bir ayrıntı ise, yeryüzündeki hiç bir kitap bizi tatmin etmeyecektir. Allah bize kendini ve dinimizi sadece Kur’an’da tanıtır. Bu gerçeğin farkına varmadıkça, din hakkındaki söylencelerden kurtulmamız mümkün değildir.  Kur’an’ı bu söylencelerden kurtulmuş temiz bir zihinle okuyup anlamamız mümkün olmaz. Kur’an’ı değişik çevirilerden defalarca okudukça Kur’an sorularımıza cevap verir.

Kur’an “yetmediği” için bize doğru yolu gösterecek hadis kitapları, eski din bilginlerinin kitapları ve fetvaları gerekecektir. Elimizde Kur’an ölçüsü olmadan bu kitaplarda yazanların doğru olduğunu nasıl tespit edeceğiz?

Kur’an, inen ilk vahiyden itibaren yazıldığı ve kaydedildiği halde, iki-üç kişinin not aldığı iki-üç forma ve h. 124 yılında ölen Zühri’nin derlediği yaklaşık iki bin ve 179 yılında ölen İmamı Malik’in derlediği rivayetler ve fetvalardan oluşan Muvatta dışında, hadisler ancak ortalama iki yüz yıl sonra derlenip kayda geçmiş ve kitaplaştırılmıştır. Rivayetlerin başka milletlerin İslam havzasına katıldıktan, fitne, bölünme ve çatışmalarla ümmet kamplara ayrılıp at izi it izine karıştıktan ve toplumdaki anlayış bulandıktan sonra derlenip kitaplaştırıldığı açısından, İmamı Malik, İbni Şihab Zühri gibi birkaç kişi dışında, rivayetleri derleyip kitaplaştıranların büyük çoğunluğunun, Acem/Arap olmayan milletlerden kişiler veya onların kültür ortamında yetişenler olması, yani İslam havzasına çok yoğun olarak başka milletlerin katıldığı ve kültürlerin karıştığı geç bir dönemde çoğu Arap olmayan kişilerin bu işi yapmış olması bu işin ne kadar geç dönemde olduğunu göstermiyor mu? Elbette İslam açısından kişinin Arap veya Acem olması önemli değildir ancak bu işe ne kadar sonradan başlandığını ve rivayetlerde sonradan İslam’a giren milletlerin dinsel, kültürel, etnik veya mezhepsel, siyasal ve ideolojik anlayışlarının ne kadar büyük rol oynadığını göstermesi bakımından bu durum önemlidir.[1]

Hicri 2. asrın sonuna kadar ümmet içerisinde siyasi, itikadi ve mezhebi bölünmeler devrini tamamlamış her türlü kutuplaşmalar hat safhaya varmış durumdadır. Tedvin ve tasnif bu süreçler yaşandıktan sonra gerçekleşmiştir. Bu külliyatlar incelendiğinde bu devrin izleri aynen görülmektedir. Bu konuda Ahmet Özpınar’ın Hadis Edebiyatının Oluşumu isimli eseri örnek olarak incelenebilir. Yani; kelami, mezhebi, kader, halkul Ku’ran, iman amel ilişkisi, Allah’ın Sıfatları, Rü’yetullah ve daha diğer meseleler hakkında yapılan tartışmalarda tarafların görüşlerini hadis diye kaynaklarda görebiliyoruz. Hz. Peygamber (as) hayatta iken bu konular ve meseleler hiçbir şekilde gündeme gelmemiş ve tartışılmamıştır.

Enbiya YILDIRIM, Sahih hadis bulunmayan konuların toplandığı ana başlıkları şöyle sıralarken, bu konularda hiç sahih hadis yoktur anlamında olmadığının da göz önünde bulundurulmasını ister.[2] Mesela, iman konusunda Cibril hadisi diye meşhur olan iman-islam-ihsan ile ilgili sahih hadis vardır. Ama ekoller, tasavvuf ve tarih veren rivayetler konusunda sahih hadis yoktur. Enbiya YILDIRIM’ın verdiği liste şöyledir: İman-amel, Kur’an, Hz. Peygamber(as), melekler, ezan, abdest-teyemmüm-mesh, namaz, dua, mescit, hacc-umre, kurban, zekat-öşür-harac-infak, oruç, yemin-vasiyet-miras, kısas-had, tasavvuf, ilim, nikah-aile hayatı, kadınlar, köleler-cariyeler, giyim kuşam, iş hayatı, sağlık-taharet, ırklar-lisanlar, isimler-şahıslar-nesepler-ekoller, şehirler, yemek, sebzeler-tahıllar-bitkiler-yiyecekler, hayvanlar, oyun-eğlence, gayri ahlaki durumlar, bazı günler, tarih veren rivayetler.[3] Görüldüğü üzere ümmetin kafasının her konuda karışık olmamasının hiçbir sebebi yoktur. Çünkü her konuda uydurma hadisler mevcuttur.

Ehl-i Hadis sağlıklı bir anlama ve yorumlama yöntemine sahip olmadığı için, tasnifler, ilmî ve objektif olmaktan uzaktır. Buharî’nin gerekse diğer hadisçilerin kullandıkları bab başlıkları bunu açıkça göstermektedir. Câmi türü eserler, hem fakihlere hem kelamcılara, Sunen tarzı eserler ağırlıklı olarak fakihlere, Ehl-i Hadis’in kaleme aldığı Kitabu’s-Sunne ve Kitabu’t-Tevhîd adlı eserler ise daha çok kelamcılara birer reddiye niteliğini taşımaktadır. Sunen tarzı kitaplardaki Kitabu’s-Sunne bölümleri, başlıkları itibariyle Cehmiyye, Hariciyye ve Murcie mezheplerine cevap niteliği taşımaktadır. Kitapların kronolojik sırası takip edildiğinde, yıllar ilerledikçe yeni başlıkların da ortaya çıkmaya başladığı görülecektir. Buhari ile kütübü sittenin altıncı kitabı kabul edilen İbni Mace’nin Sünen’i mukayese edildiğinde bu kolayca tespit edilecektir.[4]

İslam’ın Kur’an’la değil, Kur’an’ın yanına koydukları sünnet, icma vb. kaynaklarla “tamamlandığını” iddia edenler, tamamlanma konusunda da mantık hatası yapıyorlar. Bunu iddia edenlerin açık ifadelerine göre Kur’an’daki eksikleri hadisler, hadislerdeki eksikleri alimler tamamlamış oluyor. Oysa Maide/3 göre din kemale erdirilmiştir.

Sadece Kur’an’ın yetmediğini iddia edenler 2:23, 11:13, 17:88 ve 28:49’da geçen “Kur’an’ın bir benzerini getirin” meydan okumasını da üstlenmiş görünüyorlar.

İslam Muhammed Peygamber’le değil, Adem Peygamber’le başlamış bir dindir. İbrahim’in, Musa’nın, Davut’un, İsa’nın… dinleri hep İslam’dı. Öyleyse bize Muhammed Peygamber’in sünneti kadar bu peygamberlerin sünnetleri de gerekmez mi? Kur’an’a göre Muhammed Peygamber’de de, İbrahim Peygamber’de de bizim için güzel bir örnek vardır (60:4). Güzel örnekliklerle hadisleri, sünnetleri anlıyorsak Hz. İbrahim’in hadisleri nerede?

Kur'an’da birçok yerde “sana şu konuyu soruyorlar… de ki…” ifadeleri var (2:219, 17:85, 33:63…). Bunlar Hz. Peygamber’e dinde hüküm koyma yetkisi verilmediğinin delilidir. Hz. Peygamber de hüküm koyabiliyor olsaydı vahyi beklemeden sorularına cevap verirdi.

Hz. Peygamber olağanüstü güçleri olan birisi olsaydı, onun da bir insan olduğunu Kur’an’ın hatırlatmasının ne anlamı olurdu? (18:110, 41:6) Dikkat edin, her iki ayete de bu hatırlatıldıktan hemen sonra ortak koşmaktan söz ediliyor. Kur’an’da kelimeler rastgele seçilmemiştir. Cümlelerin yeri rastgele değildir! Ayrıca bkz. 17:93

Hikmet peygamberlere özgü değildir. Hikmet Allah’tan Kur’an aracılığıyla gelir (17:39, 36:2, 43:4, 43:63, 54:5). Hikmet kitabın içindedir, başka yerde aranmamalıdır. Bu, Kur’an’dan gelen bir biliş, bir kavrayıştır.  Okuyup çalıştığımız zaman edindiğimiz derinliktir. Hikmeti anlama ve çıkarsama yapma olarak açıklanabilir. Bunu yapabildiğimiz ölçüde de hakîm (bilge) oluruz.

Hadis usulü tamamen birbiriyle çelişkili varsayımlardan ibarettir. Bu anlayış bir hadisi çeşitli varsayımlar ve makul akıl yürütmelerle değerlendirip sahih ya da uydurma olup olmadığı hakkında karar verilebileceğini öne sürer. Çelişki şurada: Her bir hadisi bu şekilde gözden geçirecek olursak, sonuçta bütün hadislerin sahte, şüpheli, zayıf vb. olduğuna kanaat getirme olasılığımız var. Çünkü usül denilen şeyde fikir birliği yok. Bir usülcünün metodu diğer usülcünün metoduna uymamaktadır.

Hadislerin içinde İncil’deki ve Tevrattaki hikayelerinden kopyalanmış hikayeler görülür. Bu konuyu inceleyen eserler var.[5]

Hadis kitaplarına inanırsanız Hz. Peygamber, resmi, müziği de yasaklamıştır. Halbuki geleneksel olarak Kur’an müzikli okunur, televizyon ve internet resimden ibarettir.

Hz. Peygamberin (as) doğumuyla, meydana gelen harikuladelikleri anlatan rivayetler uydurmadır. Kisra’nın sarayının çökmesi gibi.[6] Mecusilerin bin yıldır yanan ateşinin sönmesi ve Kisra’nın sarayının çökmesi gibi olaylar Hz. Peygamberin doğumuyla eş zamanlı olarak meydana gelen depremlerin, bir sebeple yeryüzüne çıkarmış olduğu doğal gazın bin yıl yanarken depremle yeryüzüne çıkamaması ve sönmesi ve sarayında yıkılması olarak yorumlanmalı bunda mucize aranmamalıdır.[7]

Hadise, siyere, sahabe biyografilerine, eski zaman ulemasının görüşlerine ayrılan mesai Kur’an’ı anlamaya ayrılsaydı bugün çok daha aydınlık günlerde olurduk.

Meseleyi bir "din", bir de "kültür" diye ikiye ayırmamız gerekiyor. Din adına ne varsa Kur'an'da vardır ve bu da yeterlidir. “Kur'an'da olmayanı sünnette, sünnette olmayanı icmada, onlarda olmayanı içtihatta aramak gerekiyor." öğretisi, baştan aşağı yanlıştır ve din için ikinci kaynak aramak demektir. Bu "Kur’an eksiktir, yetersiz kalmaktadır; din adına ihtiyaçları cevaplandırmamaktadır. Sünnet daha yeterlidir. Sünnet de eksik kalmakta, icma ve içtihatlar, onların eksiklerini tamamlamaktadır." anlamına gelir. Bu iddianın ucu tehlikeli yerlere gider.


[1] İbrahim SARMIŞ, Hadisler Kur’an’la Eşdeğer midir, 325-326

[2] Enbiya YILDIRIM, Hadis Problemleri, 170

[3] Enbiya YILDIRIM, Hadis Problemleri, 170-253

[4] Mehmet GÖRMEZ, Metodoloji Sorunu, 76

[5] Muhammed Hüseyin Zehebi, Tefsir ve Hadiste İsrailiyat (Kitap); Ali Kuzu Dişli, İsrailiyat Hadis Rivayetleri Arasına Nasıl Karıştı? (Makale)

[6] Zehebi, Tarihu’l İslam, I/38

[7] Bu konuda Mehmet AZİMLİ, Siyeri farklı Okumak Mekke Yılları, 42-47 ye bakılabilir.


 

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

MEKKİ SURELERDE SALÂT KAVRAMININ SEMANTİĞİ

SALAT’IN NAMAZ ANLAMI ÜZERİNE

EZBERE TESLİM OLMAK