KUR’ÂN’A GÖRE SİYASETİN TEMEL İLKELERİ

 


KUR’ÂN’A GÖRE SİYASETİN TEMEL İLKELERİ


Yahudilerin Firavun krallığından Hz. Musa öncülüğünde kurtarılmaları ve tarihte kendilerinin de Krallık kurmaları, Kur’ân’da anlatılmıştır. Allah Yahudilerin Firavun tarafından köleleştirilmeleri ve ezilmelerine müsaade etmemiş, onları Hz. Musa’nın öncülüğünde Mısır’dan çıkarmıştır. Hz. Musa’ya, Filistin’de peygamberlik verilmiştir. Allah İsrailoğullarından iki kral peygamberi -Hz. Süleyman ve oğlu Hz. Davut’u- uyguladıkları erdemli siyasetten dolayı övmüştür. Onlara “Hilafet/Mülk(iktidar)” verilmiştir:

"Ey Davut! Gerçek şu ki biz seni yeryüzünde halife kıldık. Öyleyse insanlar arasında hak ile hükmet, hevaya uyma ki seni Allah'ın yolundan saptırmasın. Allah'ın yolundan sapanlara, hesap gününü unutmalarından dolayı kesinlikle şiddetli bir azap vardır." (Sad 38:26)

“Sonunda onları, Allah'ın izniyle bozguna uğrattılar. Davut Calut'u öldürdü. Allah da ona hükümdarlık ve hikmet verdi ve ona dilediğini öğretti. Eğer Allah'ın insanların bir kısmını bir kısmı ile savması olmasaydı, yeryüzü mutlaka fesada uğrardı. Ancak Allah insanlara karşı büyük lütuf sahibidir.” (Bakara 2:251)

Hz. Davut nitelenirken onun iktidardaki uygulamalarının adil ve hikmetli olduğu belirtilmiş(Bakara 2:251); iyi bir hükümdar olduğu kadar aynı zamanda “içli/Allah’a yönelen” bir şahsiyet (Sad 38:17) olduğu vurgulanmıştır. Hz. Davut ve komutanının mücadele ettikleri “Calut” ise, zorbalık, güç tutkusu ve hile olarak Tağut’u temsil etmektedir.  Hikmetin karşıtı olan dini-siyasi uygulamalar, salt gücün hileli uygulamaları olarak “Tağut” olarak nitelenip lanetlenmiştir(Bakara 2:256, Nisa 4:67,76).

Tağut, “şeytani güçler”, yani istiğna-istikbar, hile ve desise demektir. “Ta-ğâ: haddi aşmak” fiilinden türeyen “Tağut”, ahlaki/vicdani sağduyu-mantık kurallarını aşan özne-nesne demektir. Tağutluk tanım ve teori gereği olmasa da, fiili olarak Müslüman gayri müslim ayrımı yapmaksızın herkesin içine düşebileceği ahlaki bir konumdur. Uhud Savaşı’na katılmamak için sahte mazeretler ileri sürerek: “Eğer savaşmayı bilseydik sizinle beraber gelirdik.” diyen müminleri, Allah: “Onlar, o gün, imandan çok küfre yakındılar.”(Al-i İmran3:167) diye uyarmıştır. Tağutluk da, bunun gibidir; yani sadece “kafirler”e has bir ahlaki özellik değildir. Firavunların bazıları bu sıfatla nitelenebilir.

Halkı Müslüman olan ülkelere baktığımızda, çoğunlukla savaş, kaos, yoksulluk, geri kalmışlık ve bunların yanı sıra fikir hürriyetinin, sorgulamanın, eleştirinin olmadığı bir baskı ortamı görüyoruz. Bu durumun nedenlerinden bazıları dış faktörler olsa da, sorumluluğun büyük kısmının bizim Kur’ân’sız din anlayışımızda olduğu aşikârdır. İşte burada Kur’ân’a göre siyasetin temel ilkeleri nelerdir incelememiz gerekiyor.

1. Her zaman her yerde herkes için adaletli olun!

“Ey iman edenler! Allah için hakkı titizlikle ayakta tutan, adalet ile şahitlik eden kimseler olun. Bir topluma olan kininiz, sakın sizi adaletsizliğe itmesin! Âdil olun. Bu, takvaya daha yakındır. Allah’a karşı gelmekten sakının. Şüphesiz Allah, yaptıklarınızdan haberi olandır.” (Maide 5:8)

“Ey iman edenler, kendiniz, anne-babanız ve yakınlarınız aleyhine bile olsa, Allah için şahitler olarak adaleti ayakta tutun. İster zengin olsunlar, ister fakir olsunlar; çünkü Allah onlara daha yakındır. Öyleyse adaletten dönüp kişisel menfaatlerinize uymayın. Eğer dilinizi eğip büker ya da yüz çevirirseniz, şüphesiz Allah, yaptıklarınızdan haberi olandır.” (Nisa 4:135)

Kur’ân adaletin gerçekleşmesini engelleyip, insanı zulme yönelten etkenler üzerinde durmuştur. Bunları söyle sıralayabiliriz: “Yakınları kayırma (Nisa 4:135), kin ve öfkeye kapılma (Maide 5:8), hevâya uyma (Sad 38:26), din ve inanç farklılığı gözetme (Mümtehine 60:8).

Kur’ân’da; “İnsanlar arasında hükmettiğiniz zaman adaletle hükmediniz.”  Nisa 4:58 ve “Allah adalet(l)i (davranmayı), ihsanı ve yakınlara vermeyi emreder; fahşada, münker ve azgınlığı yasaklar. Size öğüt vermektedir, umulur ki düşünürsünüz.” Nahl 16:90 ayetlerinde ve buna benzer birçok ayette adaletli davranmayı emretmektedir. Yöneticilerin adaletli olmasını istemektedir.

Kur’ân yönetimde adâlet ilkesinin bir gereği olarak, yönetim olgusuna bakış açısını Kur’ân’da yönetim olgusu emânet ve ehliyet ilişkisi içerisinde değerlendirilmiştir. Buna göre yönetim sorumluluğu bir emânettir. Bu emânete de ancak ehliyet sahibi olanlar talip olmalı ve yürütmelidir. Bir kişinin yönetim ehliyetine sahip olması da; üstlendiği sorumluluğu yerine getirebilecek bilgi, yönetimi zulme sapmadan eşit ve dengeli bir tarzda yürütecek adâlet, uygulamalarında güveni zedeleyici tutum ve davranışlardan uzak duracak güvenilirlik, yönetim emânetini yürütebilecek zihinsel ve bedensel yeterlilik gibi vasıflara sahip olması gereklidir.

Adalet siyasetin sigortasıdır.

2. İşlerinizi, sorunlarınızı şûrâ (danışma, ortak akıl) ile çözün!

“Yine onlar, Rablerinin davetine icabet ederler ve salatı (:dine desteği) yerine getirirler. Onların işleri, aralarında danışma iledir. Kendilerine verdiğimiz rızıktan da harcarlar.” (Şûrâ 42:38)

“Allah’ın rahmeti sayesinde sen onlara karşı yumuşak davrandın. Eğer kaba, katı yürekli olsaydın, onlar senin etrafından dağılıp giderlerdi. Artık sen onları affet. Onlar için Allah’tan bağışlama dile. İş konusunda onlarla istişare et /danış. Kararını verdiğin zaman da artık Allah’a tevekkül et. Şüphesiz Allah, tevekkül edenleri sever.” (Al-i İmran 3:159) 

Belkıs, Hz. Süleyman’ın gönderdiği mektup üzerine, nasıl bir siyaset takip edileceğini tayin etmek için yakın devlet adamlarını toplamış ve konuyu onlarla istişare etmiştir.[1]

Şûrâ konusunu ele alan başka bazı ayetlerin bulundu­ğu da öne sürülmüştür. Bunlar, eşlerin güzelce danışarak anlaşması (Talâk 65:6), iyiliği emredip kötülükten alıkoyma (Âli İmran 3:104, 110),  ilk insa­nın yaratılışı sırasında Allah'ın meleklerle görüşlerine başvuruyor gibi konuşması (Bakara 2:30), ana-babanın sütten kesmek istedikleri çocuk hakkında danışa­rak karar vermeleri (Bakara 2:233)  ve Hz. Süleyman'ın Belkıs'ın tahtını getirmek konusunda ordularına ve cemaatine danışması (Neml 27:38) konularını ele alan ayetlerdir.

Şûrâ (danışma) aklın gelişmesi ve sağlamlaşmasını, doğruyu bulma ihtimalinin artmasını, muhalif düşüncelerin dile getirilerek farklı fikirlerin ortaya konulmasını sağlar ve yöneticilerin zorba tavırlara ve istibdada sapmalarını engeller.

Şûrânın karşıtı Otoriterizmdir.  Bir kişiye serbest hükmetme yetkisi verilmesi halinde kök salar ve büyür. İktidardaki tek kişi yasaklar, emreder. Bu kişinin otoritesini kontrol edecek, ona itiraz edebilecek bir kurum ya da kişi olmadığı vakit; bu kişi tavsiye istediğinde “siz en iyisini bilirsiniz, siz ne derseniz o!” cümlesini duyar. Bundan başkasını duymayanın bir despottan başka neye dönüşmesi beklenir? Bu despot zihniyetin ürünlerini görmek için Kur’ân’da anlatılan Firavun’un hikâyesi iyi bir örnektir.

Kur’ân, herhangi bir sınırlama getirmeden, müminlerin tüm işlerini şûrâ ile ehline danışarak yürütmelerini emretmiştir. Özellikle etkileri itibariyle, diğer insanları da ilgilendiren yönetim işinde bu emir daha önemli bir vurguya mazhar olmuştur. Kur’ân’ın yönetime katılımı öngören bu emri, çağdaş yönetim biliminin gözde kavramları olan “ toplam kalite yönetimi” ve “yönetişim” açısından daha farklı bir anlam içermektedir. Çünkü günümüz yönetim anlayışının temelinde yatan, temel yönetim amaçlarından birisi de yönetime katılımın artırılmasıdır. Kur’ân’ın öngördüğü şûrâ ilkesi ve Hz. Peygamberin örnek uygulamaları, bu amacın yüzyıllar öncesine dayanan kuvvetli bir işareti ve Kur’ân’ da yer alan yönetim ilkelerinin evrenselliğinin ispatıdır.

Şûrâ Kur’ân’ın emri, aklın kıblesidir.

3. Emânetleri (görev ve sorumlulukları), işin ehline verin!

“Allah, size, emânetleri mutlaka ehline vermenizi ve insanlar arasında hükmettiğiniz zaman adaletle hükmetmenizi emrediyor. Doğrusu Allah, bununla size ne güzel öğüt veriyor! Şüphesiz ki Allah, hakkıyla işitendir, hakkıyla görendir.” (Nisa 4:58)

Kur’ân’da emânet ile ilgili altı ayet bulunmaktadır:

Bunlar: Ahzab 33:72, Bakara 2:283, Mü’minun 23:8, Mearic 70:32, Enfal 8:27 ve Nisa 4:58 ayetleridir.

Mü’minun 23:8 ve Mearic 70:32 ayetlerinde Allah emânete riayeti müminlerin başlıca meziyetleri arasında saymaktadır. Hz. Peygamber de emânete hıyanet etmeyi münafıklık alâmetleri arasında saymıştır.[2]

Emânet ayetlerine göre şunlar emânettir: Borçlar, sır olarak söylenen bir söz veya bir haber, üstlenilen bir iş ve görev, halkın, ehil olanları seçmesi, seçilenlerin halkı en iyi bir şekilde temsil etmeleri, rehin mallar, ödünç alınan eşya, buluntu mallar, kamu malları, atama ve iş verme konumunda olmak, dinî görevler emânettir.

Makamlar, rütbeler halkın emanetidir, geri alınmak üzere verilmektedir. Yönetici oturduğu makamı böyle görmelidir. Bir gün yaptıklarının hesabını vereceğinin, bu dünyada değilse bile ahirette mutlaka hesabı görüleceğini bilincinde olmalıdır.

Devlette, makamlar ve rütbeler emanettir. Yönetim dediğiniz şeyin kendisi zaten sosyolojik bir zaruretten ortaya çıkmış bir emanettir. Kur’an,  yönetimi Allah’ın bir soya,  ırka, kavme veya gruba özel lütfu, verdiği özel bir mülk olarak değil; sosyolojik bir zaruret ve halkın verdiği bir emanet olarak görmek gerektiğini söyler.

İşi ehline vermek, toplumsal kıyameti önlemek demektir.

4. Ayrışmayı değil uzlaşmayı tercih edin!

“Hep birlikte Allah’ın ipine (Kur'an’a) sımsıkı sarılın. Parçalanıp bölünmeyin. Allah’ın size olan nimetini hatırlayın. Hani sizler birbirinize düşmanlar idiniz de O, kalplerinizi birleştirmişti. İşte O’nun bu nimeti sayesinde kardeşler olmuştunuz…” Al-i İmran 3:103)

Kur’ân insanlar arasında düşünce ayrılıklarının bulunmasını, insanın yaratılış hikmetine ve özelliklerine bağlar (Hûd 11:118). İyi niyete dayalı olması ve mâkul çizgide kalması halinde bu ayrılıkların insanlar arasında rekabete, dolayısıyla toplumların ilerlemesine ve kalkınmasına yardımcı olacağı da açıktır. Ancak İslâm, düşünce ayrılığının düşmanlığa dönüşmesini, insanları çekişen ve vuruşan kamplara ayırmasını müsamaha ile karşılamaz. Nitekim bu ayette müslümanların birliği Allah’ın bir nimeti olarak değerlendirilirken, toplumsal barışı tehdit eden –ve İslâm’dan önce örnekleri çokça görülen– çekişme hallerini her an içerisine düşüp yanabilecekleri ateşten bir çukurun kenarında bulunmaya benzetmiştir. Yüce Allah, insanların böyle bir tehlike ile karşı karşıya kalmamaları için toptan Allah’ın ipine (Kur’ân) sarılmalarını, onun genel prensiplerinin dışına çıkmamalarını emretmektedir.[3]

“İnsanlar tek bir ümmetti. Allah, müjdeciler ve uyarıcılar olarak peygamberler gönderdi ve beraberlerinde, insanların anlaşmazlığa düştükleri şeyler konusunda, aralarında hüküm vermek üzere kitapları hak olarak indirdi. Kendilerine apaçık ayetler geldikten sonra o konuda ancak; kitap verilenler, aralarındaki kıskançlık yüzünden anlaşmazlığa düştüler. Bunun üzerine Allah iman edenleri, kendi izniyle, onların hakkında ayrılığa düştükleri gerçeğe iletti. Allah, dilediğini doğru yola iletir.” (Bakara 2:213)

Ayrıştırma şeytan siyasetidir.

5. İnsanların haklarının karşılığını tam verin! Ekonomide, ticarette hile yapmayın!

“Ölçüyü tam tutun ve eksiltenlerden olmayın. Doğru terazi ile tartın. İnsanların mallarını ve haklarını eksiltmeyin. Yeryüzünde bozgunculuk yaparak karışıklık çıkarmayın.” (Şuara 26:181-183)

“Ölçtüğünüz zaman ölçüyü tam tutun ve dosdoğru bir tartıyla tartın; bu, daha hayırlıdır ve sonuç bakımından daha güzeldir.” (İsra 17:35)

“Ölçüde ve tartıda hile yapanların vay hâline! Ki onlar insanlardan kendilerine bir şey aldıkları zaman noksansız alırlar. Kendileri başkalarına bir şey ölçtükleri veya tarttıkları zaman eksik ölçer ve tartarlar.” (Mutaffifin 83:1-3)

Bu ayetler zahirde ölçü ve tartıda hile yapmamayı anlatsa da bu tür sapmalara adaletten sapmak ve işi ehline vermemek neden olmaktadır. Yani adaletsiz bir siyaset anlayışı sorunları çoğaltmaktadır.

Doğru terazi adaletin simgesidir.

6. Toplumda gelir adaletsizliği olmasın! Sosyal adaleti sağlayın!

“Allah’ın, (fethedilen) kentlerden savaşılmaksızın peygamberine kazandırdığı mallar; Allah’a, peygambere, yakınlara, yetimlere, yoksullara ve yolda kalmışlara aittir. O mallar, içinizden yalnız zenginler arasında dolaşan bir güç(devlet) hâline gelmesin diye…” (Haşr 59:7)

Bu ayet, zenginlerin iyice zenginleştiği, yoksulların ise iyice yoksullaştığı kapitalist düzeni eleştirmektedir. Böyle bir düzende, mal ve para sadece zenginler arasında dolaşan bir güce (devlete) dönüşür. Günümüzde bazı markaların, devletlerden bile daha çok sermaye ve güce sahip olması; ayette kullanılan devlet kelimesinin hikmetini ortaya koymaktadır.

“Akrabaya, yoksula ve yolda kalmışa haklarını ver. İsraf ederek saçıp savurma.” (İsra 17:26)

“Öyle ise akrabaya, yoksula ve yolcuya hakkını ver. Bu, Allah’ın hoşnutluğunu kazanmak isteyenler için daha hayırlıdır. İşte onlar kurtuluşa erenlerdir.” (Rum 30:38)

Bu ayetlerde yoksula “yardım et” değil de “hakkını ver” ifadesinin kullanılması ilginç bir nüanstır. Yoksullar niye yoksuldur? Haksızlıklardan dolayı mı? Çoğunlukla öyle maalesef.

“Dini yalanlayanı gördün mü? İşte o, yetimi itip kakar Yoksulu doyurmaya teşvik etmez. Yazıklar olsun şu musalline (:muhtaçlara desteği kesenlere) ki onlar salatlarında larında yanılgıdadırlar. Gösteriş yapmaktadırlar. Ufacık bir yardıma bile engel olurlar.” (Maun Suresi 107:1-7)

Sosyal adalet devletin merhametidir. 

7. Düşünün, sorgulayın, araştırın!

“Siz hiç aklınızı kullanmaz mısınız?”[4] 

“Siz hiç düşünmez misiniz?”[5] 

“Hakkında kesin bilgi sahibi olmadığın şeyin peşine düşme. Çünkü kulak, göz ve kalp, bunların hepsi ondan sorumludur.” (İsra 17:36)

“Hâlâ Kuran’ı düşünüp anlamaya çalışmıyorlar mı? Eğer o, Allah’tan başkası tarafından (indirilmiş) olsaydı, mutlaka onda birçok çelişki bulurlardı.” (Nisa 4:82)

Bu ayette bilimsel olarak bir önermenin doğruluğu, mantık ilkelerinin işletilmesiyle anlaşılır. Mantık ilkelerinin en önemlisi çelişmezlik ilkesidir. Bu ayette bilimsel düşünme metotlarından çelişmezlik ilkesine vurgu yapılmıştır.

“Şüphesiz, göklerin ve yerin yaratılışında, gece ile gündüzün birbiri ardınca gelişinde, insanlara yarar sağlayacak şeyler ile denizde yüzen gemilerde, Allah’ın gökyüzünden indirip kendisiyle ölmüş toprağı dirilttiği yağmurda, yeryüzünde her çeşit canlıyı yaymasında, rüzgârları ve gökle yer arasındaki emre amade bulutları evirip çevirmesinde elbette düşünen bir topluluk için deliller vardır.” (Bakara 2:164)

“De ki: “Yeryüzünde dolaşın da Allah’ın başlangıçta yaratmayı nasıl gerçekleştirdiğine bakın. Sonra Allah sonraki yaratmayı da yapacaktır. Şüphesiz Allah’ın gücü her şeye hakkıyla yeter.” (Ankebut 29:20)

Sorgulamayan insan cahil, sorgulatmayan siyaset zalimdir.

8. Sorumsuzluklarınızı kader maskesi altında Allah’a yüklemeyin!

“…Şüphesiz ki, bir toplum kendi durumunu değiştirmedikçe Allah onların durumunu değiştirmez….” (Ra’d 13:11)

“Başınıza her ne musibet gelirse, kendi yaptıklarınız yüzündendir. O, yine de çoğunu affeder.” (Şûra 42:30)

“Bir toplum kendilerinde olanı değiştirmedikçe, Allah onlara verdiği bir nimeti değiştirmez ve şüphesiz Allah hakkıyla işitendir, hakkıyla bilendir.”  (Enfal 8:53)

Siyaset yanlış icraatların ve ihmallerin uydurma bir kader anlayışıyla örtbas edildiği bir alan değildir. Kaderi siyasetin pisliklerini örten bir araç haline getirmek dine en büyük iftiradır.

Siyasete kaderi sokmak ve sopa gibi kullanmak Emevi geleneğidir.

9. Din adına hiç kimseye baskı ve zorlama yapmayın!

“Dinde zorlama yoktur. Çünkü doğruluk sapıklıktan iyice ayrılmıştır… “ (Bakara 2:256)

Bu ayetten (Bakara 2:256) şu ilkeler çıkarılabilir:

Din bir kalp ve vicdan işidir; tamamen kişinin özgür iradesiyle kabul etmesine bağlıdır. Bir insanın dine girmesi için zorlanması câiz değildir. Dolayısıyla bu manada dinde zorlama yoktur. Bir insanın kendi özgür iradesiyle kabul ettiği ve girdiği bir dinden çıkması hususunda zorlanması da câiz değildir.  Dine girme ve çıkma konusunda zorlama olmadığı gibi dinin öngördüğü prensiplerin uygulanması hususunda da bir zorlama söz konusu değildir. Çünkü baskı ve zor kullanılarak yapılan amellerin hiçbir değeri yoktur. İnsan baskı ve zorlama sonucu yaptığı amellerden hiçbir sevap alamaz. Hak ve batıl, iman ile küfür, hidayet ve dalalet birbirinden açık bir şekilde ayrılmıştır. İnsan, aklını ve iradesini kullanarak özgürce tercihini yapmalıdır. Yaptığı tercihten dolayı da sorumlu olduğunu bilmeli ve sorumlu olduğu vazifeleri yapmalıdır.

“… Biz seni onların başına bir bekçi yapmadık. Sen onlara vekil de değilsin.” (En’am 6:107)

“Seninle tartışmaya girişirlerse, de ki: “Ben, bana uyanlarla birlikte kendimi Allah’a teslim ettim.” Kendilerine kitap verilenlere ve ümmîlere de ki: “Siz de İslâm’ı kabul ettiniz mi?” Eğer İslâm’a girerlerse hidayete ermiş olurlar. Yok, eğer yüz çevirirlerse sana düşen şey ancak tebliğ etmektir. Allah, kullarını hakkıyla görendir.” (Al-i İmran 3:20)

“Ey Muhammed! Eğer yüz çevirirlerse, artık sana düşen açık bir tebliğden ibarettir.” (Nahl 16:82)

“Eğer yüz çevirirlerse (bilesin ki), biz seni onlara bekçi göndermedik. Sana düşen, sadece tebliğdir.” (Şûra 42:49)

“Artık sen, öğüt verip hatırlat. Sen, yalnızca bir öğüt verici, bir hatırlatıcısın.” (Ğaşiye 88:21)

Din adına zorlama ve baskı yapmak münafık üretir.

10. Dil, renk, ırk ayrımı yapmayın!

“Göklerin ve yerin yaratılması ile dillerinizin ve renklerinizin ayrı olması, O’nun ayetlerindendir. Şüphesiz bunda, bilenler için gerçekten dersler vardır.” Rûm 30:22)

Bu ayete göre renkler ve diller birer ayet olup, herhangi bir renge (ırka) ve ya dil/dillere karşı olmak ayete karşı olmak veya inkâr etmek anlamına gelmektedir.

“Ey insanlar! Biz sizi bir erkek ve bir dişiden yarattık, tanışasınız diye boylara ve kabilelere ayırdık. Allah katında en değerliniz, en takvalınızdır. Allah bilendir, haberdardır.” (Hucurat 49:13)

İnsanlar dil, renk ve ırk olarak Allah tarafından ince ince sanatlarla dokunmuş bir sanattır.  Bu bakımdan dil, renk ve ırk ayrımı yapmak sanatın santakarı beğenmemesi demektir.

Sadece bir dili, bir rengi ve bir ırkı varsaymak faşizmdir.

11. Rüşvet vermeyin!

Kur’ân’da rüşvet lafız olarak geçmemekle birlikte, Bakara 2:188 ayetiyle açık biçimde yasaklanmıştır. Ayrıca haram (suht) yemeyi davranış biçimi haline getiren yahudileri kınayan ayetteki (Mâide 5:42) “suht” kelimesi başta rüşvet olmak üzere “haram kazanç yolları” diye yorumlanmıştır.

“Bir de birbirinizin mallarını haksız yollarla yemeyin. Bile bile günaha girerek insanların mallarının bir bölümünü yemek için onları yetkililere aktarmayın.” (Bakara 2:188)

“Ey iman edenler! Birbirinizin mallarını bâtıl yollarla yemeyin. Ancak karşılıklı rızaya dayanan ticaret bunun dışındadır. Nefislerinizi öldürmeyin (: kendinize yazık etmeyin). Allah size karşı merhametlidir.” (Nisa 4:29)

Rüşvet siyasetin bataklığıdır.

Netice-i kelam: Kur’ân’da siyaset ilkelerine dair ayetlerden çıkardığımız ilkelerin dört temel esasta toplamak mümkündür. Bunlar:

1- Herkese eşit mesafede durmak (Adalet) 2- Tüm makamları geçici görmek (Emânet) 3- Emâneti layık olana vermek (Ehliyet)        4- Ortak akıl ile yönetmek (Şûrâ). Bu dört esas siyasetin genetiğidir.

Siyasette adaletin yerini zulüm, emânetin yerini hıyanet,  ehliyetin yerini kayırma ve şûrânın yerini tek akıl aldığı takdirde toplumu Firavunluk sistemi beklemektedir. Firavunluk sitemi ise toplumu aptallaştırır ve köleleştirir.

Firavunluk sisteminin, yani despot yönetimlerin üç önemli ayağının “Azgın iktidar gücü, yandaş şımarık zengin sınıf ve Hâmân adı verilen din adamları” şeklinde oluştuğunu gözler önüne seren Kur’ân, siyasi tarihte diktatörlüklerin vazgeçilmez üç özel mayasını ihbar etmiştir.

Siyasette “Hikmet” demek, adalete dayanan uygulama demektir. Toplum ile organik ilişki içinde olup zulmetmemektir. Adalet ilkesi gereği vatandaşlar arasında Firavun’un yaptığı gibi -etnik veya dini, mezhebi- ayrım yapmamaktır. Karşıtı ise, güç tutkusu ile “Yakaladığını zorbaca yakalamaktır.” (Şuara 26:130).  Yani “Polis Devleti” kurmaktır veya hukuksuz “Kanun Devleti”, “Parti Devleti” kurmaktır.

Toplumdaki çeşitli gruplar ve sermaye siyasal iktidarı elde etmek, onunla kendi görüşlerini ve menfaatlerini gerçekleştirmek amacı güderler. Siyaset; toplumu yönetme ehliyetine sahip ve buna talip olanlarla toplum arasında ekonomik, siyasal, kültürel ve inançla ilgili ilgi bir sözleşmedir. Bu sözleşmelerin yerine getirilip getirilmediğini denetleyen ve yaptırımı olan mekanizmalara sahip olmalıdır.

Hem dini hem de evrensel değerlere uygun bir yönetim, yakınların kayırılmadığı, kendisinden olmayanın ötekileştiril­mediği, devlet yetkilerinin kötüye kullanılmadığı, kamu malı­nın zarar ve ziyana uğratılmadığı, yolsuzluk, hırsızlık ve usul­süzlük yapılmadığı, kamu malından servet biriktirilmediği, bürokratik kurumların demokrasinin gereği olarak bağımsız karar alabildiği, yargı üzerinde siyasi baskı oluşturulmadığı, düşünce ve eleştirinin suç sayılmadığı, yöneticilerden korku duyulmadığı, sivil toplum örgütlerinin ve medyanın bağım­sızlığına sınırlama getirilmediği, kaynakların israf edilmediği, eğitime, sağlığa, kültürel etkinliklere, sanata, çevreye, bilim ve teknolojiye fazlasıyla yatırım yapıldığı, her türlü kamu fa­aliyetinden halkın haberdar edildiği, yöneticilere güven duyul­duğu, gerektiğinde yöneticilerin hatalarının sorumluluklarını üstlendikleri, görevlerini erdemli bir şekilde devredebildikleri, gerekirse yargılana- bildikleri, yönetenin asıl amacının yönetti­ğine hizmet etmek olduğunun unutulmadığı, çalışanların eko­nomik açıdan geçim durumlarının olabildiğince yüksek ol­duğu, şeffaf ve bağımsız kurumlar tarafından denetlenebilir bir yönetimdir.  Bu değerlerin olmadığı ya da eksik olduğu yönetimler ada­letsizliğe, haksızlık ve hukuksuzluklara yönelir ve ardı arkası kesilmez gerekçe ve bahaneler üretirler. Bir yöneticinin en başta kendisine yapacağı en büyük iyilik adaletli olması, en büyük kötülük ise adaletten sapmasıdır.  İslam dininin hükümleri çok sağlam bir güven ve adalet temeline dayalıdır. Ayetin ifadesi ile: Allah, adaletle hükme­denleri sever. (Maide 5:42)[6]

Kur’ân’ın bir kısım kavram ve ilkeler marifetiyle, yönetim alanında da müminlere, hidayet olma vasfını yerine getirdiğini görmekteyiz. Yönetim alanında ortaya koymuş olduğu ilkeler, Kur’ân’ın evrensellik iddiasını pekiştirmektedir. Bu ilkelerin tamamı, çağımızın yönetim diliyle paralellik arz etmekte; en küçük yönetim biriminden, en büyük yönetim organizasyonlarına kadar uygulanabilecek bir zenginlik ve esneklik içermektedir.

Kur’ân’da yönetim ilkelerinin yer alıyor olması, Kur’ân’ın bir yönetim rejimi ya da ideolojisi içerdiği anlamına gelmez. Aksine böyle bir iddianın Kur’ân mesajının evrensellik iddiasına mani olacağını düşünüyoruz. Çünkü geçmişten günümüze yaşanan insanlık tecrübesi şunu göstermektedir ki, rejimler ve ideolojiler, hakikatin sadece bir yönünü içermeleri, resmin bütününü görememeleri ve insan gerçeğini anlayamamaları hasebiyle, zaman içerisinde eskimekte, güncelliğini yitirmekte ve pratik değerini kaybetmektedir.

Adalet siyasetin temeli, şûrâ duvarları, ehliyet çatısıdır, emânet merdivenidir. Emânet makam(lar)dır, araçtır. Amaç edinildiğinde işe göre adam değil, adama göre iş hokkabazlığı devreye girer. Hiçbir şeyin sahibiyim deme emânetçi olduğunu bil.


[1] Neml 27:29-33

[2] Buhârî, “Îmân”, 24, “Şehâdât”, 28; Müslim, “Îmân”, 107, 108 

[3] Kur’ân Yolu Tefsiri Cilt: 1 Sayfa: 643-644

[4] Bakara 2:44, Al-i İmran 3:65, En’am 6:32, A’raf 7:169, Yunus 10:16, Hud 11:51, Yusuf 12:109, Enbiya 21:10, Enbiya 21:67; Mü’minun 23:80, Kasas 28: 60, Saffat 37:138

[5] En’am 6:50, Yunus 10:3, Hud 11:24, Hud 11:30, Nahl 16:17, Mü’minun 23:85, Saffat 37:155, Casiye 45:23

[6] Emre Dorman, İslam Ne Değildir, s.528-529

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

MEKKİ SURELERDE SALÂT KAVRAMININ SEMANTİĞİ

SALAT’IN NAMAZ ANLAMI ÜZERİNE

EZBERE TESLİM OLMAK