HAYATIN ANLAM KAZANMASI

KUR'ÂN'DA HAYATIN ANLAM KAZANMASINDA ROL OYNAYAN PSİKO-SOSYAL FAKTÖRLER

Anlamlı bir hayatın oluşmasında, doğrudan rol oynayan psikolojik ve sosyal pek çok etken vardır. Bu psikolojik ve sosyal etkenler, kişiliğe mal edilerek yerine getirildiği takdirde, anlamlı bir hayatın oluşturulmasında ve geliştirilmesinde önemli katkılar sağlar. Bu durumda mutluluğu, “anlam kazandıran eğilimlerin gerçekleştirilmesinden doğan iç huzur ve uyum” olarak tanımlayabiliriz.

1. Umut

“Gelecekte herhangi bir insan, bir olay ya da varlıktan dolayı ortaya çıkması beklenen olumlu bağlara yol açan henüz gerçekleşmemiş bireysel ve toplumsal beklenti”[1] olarak tanımlanabilir. Hayatı anlam kazanması için en önemli faktördür.

Kur’an’da Allah’ın kullarına karşı rahmet ve merhametini dile getiren pek çok ayet vardır. Allah’ın kullarına lütufkarlığı[2], rahmetinin her şeyi kuşattığından[3] bahsedilir. Allah’ın kendisini bağışlaması bol ve merhamet sahibi olarak takdim etmekte, inananları umutsuzluğa düşmekten ve gevşemekten sakındırmaktadır.[4] Kur’ân’da birçok ayet de umutsuzluğu yasaklamaktadır:

Deki: “Ey kendi aleyhlerine aşırı giden kullar! Allah'ın rahmetinden umut kesmeyin. Allah kesinlikle, bütün günahları bağışlar. O Gafûr’dur, Rahîm’dir.” (Zümer/53)

Dedi ki: “Sapkınlar dışında Rabbinin rahmetinden kim umut keser?” (Hicr/56)

Ey oğullarım! Gidin de Yusuf ile kardeşini araştırın. Allah'ın kudretinden umut kesmeyin. Çünkü kâfirler topluluğundan başkası Allah'ın kudretinden umut kesmez." (Yusuf/87)

Bu üç ayette de hitabın umutsuzluğun inançsız ya da zayıf bir inanca sahip olanlar için olduğu anlaşılmaktadır.

Dikkat edilirse konu ile ilgili zikrettiğimiz ayetlerde umudun konusu, Allah’ın rahmeti ve merhametidir. Özellikle yüksek dindarlık düzeyinde bulunanların, umutlarını dini metinlerden aldıkları mesajlar doğrultusunda hayatın tüm alanlarına yaymaktadırlar.

2. İyimserlik

İyimserlik “dünyaya, hayat ve kişisel kadere güveni ifade eden ve her durumda bir çıkış yolunun var olabileceğine dair umudu aşılayan hayat görüşü” şeklinde tanımlanmaktadır.[5]

Kur’ân’da zikredilen peygamber kıssalarında iyimserliğe işaret eden birçok olay vardır. Hz. Yakub’un oğullarının umutsuz sözlerine rağmen Hz. Yusuf’un yaşadığı ve bir gün mutlaka kavuşacaklarına dair umut ve iyimserlik içinde olmasıdır.

Kervan (Mısır'dan) ayrılmaya başladığı zaman, babaları dedi ki: "Eğer bana bunamış demezseniz, inanın Yusuf'un kokusunu hissediyorum.” (Yusuf/94)

Hz. Musa’yı annesinin yaşamasını umut ederek bir sepet içerisinde Nil nehrine bırakması bir umut ve iyimserli örneğidir.

Musa'nın annesine: "Onu emzir, şayet onun için korkarsan suya bırak; korkma, üzülme! Çünkü onu sana geri döndüreceğiz ve elçilerden kılacağız." diye vahyettik. Firavun'un ailesi, kendileri için bir düşman ve üzüntü kaynağı olacak bebeği aldılar. Firavun, Haman ve askerleri yanılgıya düştüler. Firavun'un karısı dedi ki: "Bizim için bir göz aydınlığı… Sakın onu öldürmeyin! Belki bize yararı dokunur ya da onu evlat ediniriz." Oysa onlar farkında değillerdi.  Musa'nın annesinin gönlü bomboş kaldı. Eğer güvenenlerden olması için kalbini pekiştirmeseydik, neredeyse onu açığa vuracaktı.  Annesi, Musa’nın ablasına: "Onu izle!" dedi. O da Musa’yı onlara fark ettirmeden uzaktan gözledi.  Biz daha önce ona sütannelerini emmeyi engelledik. (Ablası :) "Ben sizin adınıza onun bakımını üstlenecek ve ona içtenlik ve şefkatle davranacak bir aileyi size göstereyim mi?" dedi. Böylece; gözünün aydın olması, üzülmemesi ve Allah'ın vaadinin gerçek olduğunu bilmesi için onu annesine geri döndürdük. Ancak onların çoğu bilmez. (Kasas/7-14)

Hz. İbrahim’in karısını ve oğlunu uçsuz bucaksız bir çölde yalnız başına terk etmesi bir tevekkül, umut ve iyimserliğin tipik bir örneğidir.

“Rabbimiz! Ben, soyumdan bir kısmını haram (: dokunulmaz) kılınmış evinin yanında ekim yapılmayan bir vadiye yerleştirdim. Rabbimiz! Salâtı yerine getirsinler diye. Sen, insanların bir kısmının gönüllerini onlara meylettir ve onları birtakım ürünlerle rızıklandır. Umulur ki şükrederler.” (İbrahim/37)

3. Sevgi ve İlgi

Sevgi, yaşamayı değerli kılan ve insanı tüm olumlu davranışlarında harekete geçiren bir hayat enerjisidir. İnsan bu enerji ile önce kendine, sonra kendi ötesine, yani hayata ve tüm varlığa açılır. Anlam arayışında sevgi, “olmazsa olmaz” bir öneme sahiptir. Kur’an’da sevginin ve ilginin doğal yansımaları olarak kardeşlik,[6] dostluk,[7] iyilik ve doğruluk,[8] hoşgörü, alçak gönüllülük ve adalet gibi konularda birbirini sevmeyi teşvike yönelik pek çok ayet/mesaj vardır.

 

4. Fedakârlık ve Diğerkâmlık

İnsanları gerçek anlamda iyiliğe ulaştıracak olan en temel ahlak özelliklerinden biri “fedakârlıktır. Fedakârlık; insanın sahip olduğu, sevdiği, değer verdiği şeylerden hiç düşünmeden ve seve seve feragat edebilmesidir. Allah rızası için inandığı değerler ya da sevdiği insanlar uğruna gerektiğinde her türlü zorluk ve sıkıntıyı göze alabilmesi, bu konuda elinden gelenin en fazlasını yapabilecek şevk, azim ve iradeyi kendisinde bulabilmesidir. Kendi menfaatleriyle, inandığı değerler ya da sevdiği insanların menfaatleri arasında seçim yapması gerektiğinde kendi çıkarlarından vazgeçebilmesi, bu uğurda maddi manevi her türlü özveride bulunabilmesidir. Ancak insanın nefsi, bencillik, egoistlik gibi kötü ahlak özelliklerine yatkın olarak yaratılmıştır. Nefsini eğitmediği takdirde, bu bencilce duygular kişinin tüm ahlakına ve hayatına hakim olur. Böyle bir kişi için daima kendisi önceliklidir. Daima kendisi için en güzelini ve en mükemmelini arama peşindedir. Kendisi üstün ahlak göstermemesine rağmen, herkesin kendisine karşı anlayışlı olmasını bekler. İçten içe hep kendi istek ve çıkarlarını korumak ve kendi rahatını sağlama peşindedir.

Fedakarlığın en üst mertebesi Haşr, 9. ayette örneği bildirilen îsar hasletidir. Kur’an- samimi dindarları tanımlarken  “Onlar ki hem bolluk hem de darlık zamanında (Allah yolunda) harcarlar.”diye belirtir. (Ali İmran, 134).

Oysa iman eden bir insan, yaşamının her anında Allah’ın rızasını kazanabilme azminde ve şevkinde olduğu için, O’nun Kuran ile kendisine bildirdiği güzel ahlak özelliği olan fedakârlığı da gereği gibi uygulamakla yükümlüdür. Zaten bu vicdanen kendisine doğru olarak bildirilen, mümin ahlakına en uygun olandır.

Fedakarlık, müminin hayatının tümüne hakim olan ve inancının gücünden kaynaklanan bir hayat şeklidir. Bu fedakârlık ruhu, kişinin çevresindeki her konuya karşı vicdani bir duyarlılık içerisinde olmasını gerektirir. İman eden bir insan, içindeki derin Allah sevgisi ve güçlü Allah) korkusu ile dünya hayatındaki tüm menfaatlerin gelip geçici olduğunu ve bir gün mutlaka yüce Allah (cc)’ın huzuruna varıp hesap vereceğini unutmaz. Dünya hayatında Allah’ın rızası, rahmeti ve cenneti yerine, nefsini ve çıkarlarını korumayı hedefleyen insanların ahirette sonsuz bir azapla buluşacakları gerçeği daima aklındadır. Gösterdiği fedakarane ahlaka karşılık ise, Rabbimizin kendisini dünyada iyilik ve güzellikle mükâfatlandıracağını ve ahirette de sonsuza dek benzersiz nimetlerle ödüllendireceğini ummaktadır. Allah, güzel davranışlarda bulunanları Kuran’da şöyle müjdelemektedir:

“Güzellik yapanlara daha güzeli ve fazlası vardır. Onların yüzlerini ne bir karartı sarar, ne bir zillet, işte onlar cennetin halkıdırlar; orada süresiz kalacaklardır.” (Yunus /26)

“Böylece Allah, dünya ve ahiret sevabının güzelliğini onlara verdi. Allah iyilikte bulunanları sever.” (Al-i İmran/148)

Diğerkâm bir tutumda insan muhatabını anlamayı amaçlar. Bu yönüyle diğerkâmlık, kişinin kendini muhatabının yerine koyması, onun gibi düşünmeye ve hissetmeye çalışması; hayata onun gözünden bakmaya çalışmasıdır. Böyle bir tutum, olumlu anlamda kişiliğin benimsene başka bir kişilik ile örtüşme çabası olarak yorumlanabilir.[9]

Fedakârlık ve diğerkâmlık, insanlığa mesajını iletebilmiş bütün dinlerin üzerinde durduğu en önemli erdemler arasında yer alır. Dindar, kendi varlığını, ancak kendisi dışındakilerin varlığıyla birlikte değerlendirdiği ve onları kucakladığı ölçüde, dininin mesajına uygun davranmış olur.

Kur’an’da çeşitli vesilelerle Allah yolunda harcamaya çağrılan müminler,[10] başkaları için verirken cimrilik etmemeleri konusunda uyarılmaktadırlar.[11]

5. Sorumluluk ve Vicdan

Sorumluluk, “temyiz gücüne sahip bireyin, hür iradesi ile yapıp etmelerinin bilincinde olması ve sonuçlarını takdir ederek kabul etmesi” şeklinde tanımlanabilir.[12]

Ahlâk âlimlerine göre dünyada sorumluluk duygusu taşıyan tek varlık insandır. Diğer varlıklarda bulunmayan akıl ve iradeye sahip olan insan kendine özgü inancı, değer yargıları ve yaşama tarzıyla bir şahsiyettir. Bu sebeple onun dinî, ahlâkî, içtimaî ve hukukî bakımdan doğru yolu seçmesi istenir ve bu hususlarda sorumlu tutulur. İnsanın iradeli davranışları üzerinde hüküm veren başlıca üç otoriteye göre üç türlü sorumluluk bulunduğu kabul edilir. 1. Vicdanî (ahlâkî) sorumluluk. Olumsuz sebeplerle yaratılışı (fıtrat) bozulmamış her insan, ruhî yapısında yer alan ve yerine göre kendisini takdir eden veya suçlayan vicdanın otoritesini hisseder. 2. İçtimaî sorumluluk. İslâmiyet kişinin hayatını kendisinde başlayıp kendisinde biten bir olay olarak görmemiş, bir yandan bireyi toplum karşısında sorumlu kılarken bir yandan da topluma insanların iyiliği uğruna çaba harcama sorumluluğu yüklemiştir. Bu tür sorumluluğu denetleyip değerlendiren otorite bireyi kuşatan sosyal çevredir. 3. Dinî sorumluluk. İnsanı aşan en yüksek kudret sahibi ilâhî otorite tarafından belirlenen bu tür sorumluluk inanma ihtiyacından doğup diğer iki sorumluluk çeşidinin eksikliğini tamamlar. Dinî şuurun zayıfladığı toplumlarda gözlenen ahlâkî düşüş, kalplerden âhiret kaygısının ve Allah korkusunun silinmesi durumunda ahlâkî ve içtimaî sorumlulukların da çöküşünün kaçınılmaz olduğunu göstermektedir.[13]

İnsan, sorumluluğu dışarıdan yüklenen bir yük olarak değil, ontolojik yapısının zorunlu bir gereği olarak görmelidir. Yani insan yaratılıştan, tabiatı gereği sorumludur. Sorumluluk duygusu korku eksenli değil sevgi eksenli olmalıdır. Ve insan özgürlüğü oranında sorumlu tutulmuştur. Ayet ve hadiste bu meseleye dair misaller mevcuttur:

 

“Kim kötülük işlerse kendi nefsine kemlik etmiş olur.” (Nisa, 111). “Herkesin kazandığı iyilik kendine, işlediği fenalık yine kendinedir.” (Bakara, 286). “Hepiniz çobansınız ve her biriniz mesuliyeti altında bulundurduğunuzdan sorumlusunuz. Devlet adamı, yönetici, çobandır ve yönetimi altında bulundurduklarından sorumludur. Kadın kocasının evinin çobanıdır ve ondan sorumludur. Dikkat ediniz! Hepiniz çobansınız ve her biriniz mesuliyeti altında bulundurduklarından sorumludur.” (Buhari, En’am 36)

 

6. Amaç

İnsanı diğer varlılardan ayıran en önemli nitelikler arasında bilinçli amaç ve hedeflere yönelmesidir. İnsanın umut, sevgi ve iyimserlik gibi diğer anlam faktörlerinin işlerlikleri insan-amaç ilişkisinde değer kazanmaktadır. Böylece davranışı şekillendiren tüm eylemleri bir amaca yönelme çabasına bağlamak mümkün olur. Yani amaç insanın anlam arayışında en başat faktördür. Çünkü amaç insanı geleceğe ve hayata bağlar. İnsan kendine uygun olarak seçtiği amaç doğrultusunda olumsuzluğa düşmez.

Hayatı anlamsız kabul eden birisi için en büyük çatışma, ulaşılabilir anlamlı bir amacının bulunmayışıdır. İnsan psikolojik olarak arzu ve istekleriyle hareket eden bir varlık olmasından dolayı kendine bir amaç belirlemesi gerekir. Amaçlar insani güçlerin aktif kalmasını ve gittikçe zenginlik kazanmasını sağlayan temel imkânlardır.

Bazı ayetler amaçlı olmayı bir zorunluluk olarak sunar:

İnsan, başıboş bırakılacağını mı sanıyor? Kıyamet/36

Sizi boşuna yarattığımızı ve bize döndürülmeyeceğinizi mi sanmıştınız? Muminun/115

O, hanginizin daha güzel amel yapacağını imtihan etmek için ölümü ve hayatı yaratandır.  O Azîz’dir, Gafûr’dur. Mülk/2

Din hayata anlam katan sistemlerin başında gelir. İslamın genel amacı insanları kurtuluşa erdirmektir. İslam dünya hayatını düzenlemeye yönelik hedefler gösterdiği gibi ahiret hayatının da kazandıracak hedefleri de amaçlar.

 

 

 



[1] İnsanın Anlam Arayışı ve Din, Abdulkerim Bahadır, 81

[2] Şura/19: Allah, kullarına karşı lütuf sahibidir; dilediğini rızıklandırır. O Kavî’dir, Azîz’dir.

[3] A’raf/156: Bize bu dünyada da ahirette de güzellik yaz, biz sana yöneldik. Allah dedi ki: "Azabımı dilediğime isabet ettiririm, rahmetim ise her şeyi kuşatmıştır. Onu takvalı olanlara, zekâtı gerçekleştirenlere ve ayetlerimize iman edenlere yazacağım."

[4] Kehf: Rabbin Gafûr’dur, rahmet sahibidir. Eğer kazandıklarından dolayı onları yakalayacak olsaydı, elbette onlara azabı çabuklaştırırdı. Fakat onlar için bir buluşma zamanı vardır. Onlar, O’ndan başka bir sığınak bulamayacaklardır.

Âl-i İmran/139: Gevşemeyin üzülmeyin, inanıyorsanız üstün olan sizlersiniz.

[5] İnsanın Anlam Arayışı ve Din, Abdulkerim Bahadır, 86

[6] Al-i İmran/103:  Hep birlikte Allah'ın ipine (:vahye) sıkıca tutunun ve fırkalara ayrılmayın. Allah'ın üzerinizdeki nimetini hatırlayın. Hani siz birbirinize düşman iken O, kalplerinizi birbirinize ısındırmış ve siz Allah’ın nimetiyle kardeşler olmuştunuz. Yine siz, tam ateş çukurunun kenarındayken, sizi oradan kurtarmıştı. Allah size ayetlerini böyle açıklar. Umulur ki hidayete ulaşırsınız.

Hucurat/10: Mü’minler ancak kardeştirler. Öyleyse bu kardeşlerinizin arasını düzeltin ve Allah'a karşı takvalı olun ki merhamet edilesiniz.

Haşr/9: Onlardan önce orayı yurt edinmiş ve gönüllerine imanı yerleştirmiş olanlar, kendilerine hicret edenleri severler ve onlara verilenlerden dolayı sadırlarında bir istek duymazlar. Kendi ihtiyaçları olsa bile onları kendilerine tercih ederler. Kim nefsinin bencilliğinden korunursa, işte onlar, kurtulanlardır.

[7] Mücadile/22: Allah’a ve ahiret gününe iman eden hiçbir topluluğun, babaları, oğulları, kardeşleri ve kendi aşiretleri dahi olsa Allah’a ve resulüne düşmanlık eden kimselere sevgi beslediğini göremezsin. Onlar öyle kimselerdir ki, (Allah) kalplerine imanı yazmış ve onları kendinden bir ruh ile desteklemiştir. Onları içlerinden ırmaklar akan cennetlere yerleştirir; orada sürekli olarak kalırlar. Allah onlardan razı olmuş, onlar da O’ndan razı olmuşlardır. İşte onlar, Allah'ın fırkasıdır. Dikkat edin; Allah'ın fırkası, kurtulacak olanlardır. Bakınız: 4/144, 9/71, 60/13

[8] Nisa/36: Allah'a kulluk edin, hiçbir şeyi O'na ortak koşmayın. Anne babaya güzellikle davranın. Yakın akrabaya, yetimlere, yoksullara, yakın komşuya, uzak komşuya, yanınızdaki arkadaşa, yolda kalmışa ve gücünüz altındakilere de güzellikle davranın. Allah kendini beğenip övünenleri sevmez. 2/177, 6/151-152, 11/112, 16/90, 35/10, 46/13, 90/13-17

[9] Üstün Dökmen, İletişim Çalışmaları ve Empati, 135

[10] Bakara/195, 254, 267; Al-i İmran/92; Nur/22

[11] Muhammed/38

[12] İnsanın Anlam Arayışı ve Din, Abdulkerim Bahadır, 100

[13] Mustafa Çağrıcı, “Mesuliyet”, İslâm’da İnanç, İbadet ve Günlük Yaşayış Ansiklopedisi (ed. İbrahim Kâfi Dönmez), İstanbul 2006, III, 1298-1300.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

MEKKİ SURELERDE SALÂT KAVRAMININ SEMANTİĞİ

SALAT’IN NAMAZ ANLAMI ÜZERİNE

EZBERE TESLİM OLMAK