KISSALARA FARKLI BAKIŞ
KISSALARA FARKLI BAKIŞ
Kur’an kıssalarını “peygamber
kıssası” olarak değerlendirmek öteden beri bir adet olagelmiştir. Birçok eser
bizzat bu ismi taşımaktadır. Kur’an aslında bu kıssaları salt hikâye maksadıyla
anlatmamakta, onları davetin hedefleri için kullanmaktadır. Bu sebeple kısalar
her ne kadar gerçekten de peygamber hayatlarını anlatıyor olsalar da, onların
anlatım tarzı sadece anlatılan peygamberin hikâyesi ile sınırlı kalmayıp her
defasında Muhammedi davetin bir aşamasına uygun düşecek şekilde
gerçekleşmektedir. Kur’an kıssaları darb-ı mesel türünün birer örneğidirler.
Darb-ı mesel bizzat kendisi için değil, fakat bir ibretin ortaya konması ve
mesel ile kanıtlanmak istenen iddianın doğruluğunun delillendirilmesi için
anlatılır.[1]
Kıssa aynı zamanda bir anlatım
sanatıdır. Allah anlattığı kıssa üzerinden muhatabına mesajlar vermektedir.
Yani Allah’ın maksadı salt kıssayı anlatmak değildir. Kur ’an’da nüzul sırasına
göre ilk kıssa “bahçe sahipleri” kıssasıdır.
Bazergan’a göre 17-52. ayetler vahyin 4. yılında nazil olmuştur. Bu
ayetlerin nüzul zamanında Hz. Peygamberin içinde bulunduğu şartları bilmek
Kur’an’ın bu kıssa ile neyi inşa etmeye çalıştığını anlamamıza yardımcı
olacaktır.
Mekke'nin ileri gelenleri
Müslümanlara, "Allah dünyada bu nimetleri bize vermiş" diyerek bunun
kendilerinin Allah'ın makbul birer kulları olduklarının alameti olduğunu,
"sizin bu kötü durumunuz ise sizin, Allah'ın gazap ettiği kişiler
olduğunuzun delilidir. Dolayısıyla eğer öbür dünya varsa ki siz var diyorsunuz,
orada da yine biz refah içerisinde, siz ise azab içerisinde olacaksınız."
demekteydiler. Bu ayetler bu sözlere cevaptır.[2]
Kıssa mülk anlayışını inşa
etmektedir. Mülkün sahibi değil emanetçisiniz, emanete riayet etmediğiniz zaman
bu elinizden alınır. Hepimiz konumumuz itibarıyla bahçelere sahibiz. Makam,
zenginlik, iktidar bireysel bahçeler. Bütün yeryüzü de bahçedir. Küresel güçler
bu bahçeyi sahiplenmeye çalışıyorlar. Allah’ın bu bahçeyi gerçek sahiplerine
vermesi onların gayretine bağlıdır.
Kıssalar Nasıl Okunmalı?
Kur’an’ın bütün kıssalarının “yaşayan kıssa” mantığı içinde okunması
gerekiyor. Kıssaları dinamik ve aktüel bir yaklaşımla okumalıyız. Çünkü bizim
için Kur’an’ın tarihi değil mesajı daha önemli ve öncelikli olma durumunda. Bu
nedenle ilahi mesajda “çağa ve bize ne
diyor” ona bakılması icap eder. Aksi
halde Ramazan hocalarından mebzul miktarda dinlediğiniz o sahur mahmurluğunun “ölü kıssaları” ortalıkta cirit atar.[3]
Süleyman (as) kurduğu o muhteşem devleti evlatlarına bıraktı. Evlatları O’nun kurduğu medeniyetin ilkelerine sadık kalmadılar. Ve sütunlarını –asa devletin dayandığı ilkelerdir- tek tek kestikleri (adalet, doğruluk, adam kayırmama, mazlumu korumama vb.) medeniyet(devlet) sarayının yıkılacağını –aslında yavaş yavaş yıkıldığını- göremediler. Sebe Suresi 14. ayette bu hadise asa(adalet) ve kurt(zulüm) sembolizmi ile anlatılmıştır. Asa medeniyetine zulüm kurdu girmeye dursun, bir de bakmışsın; örnek alınacakken ibret alınacak duruma gelmişsin. “Süleyman da ölümü elbet tadacaktı; fakat Biz o'nun ölümüne hükmettiğimiz zaman, asâsını kemiren kurttan başka öldüğünü gösteren bir işaret yoktu. Ve Süleyman devrilince açıkça ortaya çıktı ki, o'nun emrindeki yabancı işçiler, gaybı bilmiş olsalardı o aşağılayıcı hizmetçilik azabı içinde sıkıntıyla yaşamaya devam etmezlerdi.” Kıssanın ne demek istediğini yani vermek istediği mesajı göz ardı ederek okuma kıssayı ölü kıssa yapmaktadır. Bu ayet; israiliyat, lafzi okuma, hikaye üretme mantığıyla okunduğunda şöyle bir zıtlar yumağı ortaya çıkıyor: Süleyman (as) ölüyor, yıllarca bastonuna dayanarak çürüyüp kokuşmadan öylece duruyor. Derken bir ağaç kurdu onun bastonu kemiriyor ve Hz. Süleyman yere yuvarlanıyor. Bu ayakta kalma süresi Hz. Süleyman’ın yaptırdığı yapı bitene kadar sürüyor. Bunun bir yıl sürdüğü rivayet edilir.[4]
Kur’an’ın evrensel bir mesaj olduğunu bütün çağların sorunlarına ışık tuttuğuna –ki öyledir- inanan kişi, sana soruyorum yağı alınmış süt misali içinden mesajı alınarak öldürülen kıssanın kimin hangi yarasına merhem özelliği var? Bir yıl bir insan cesedi uluorta yerde çürüyüp kokmadan nasıl durur? Hz. Süleyman’la bir yıl içinde etrafındakiler en azından ailesi hiç mi konuşup görüşmedi, çalışanların, ustaların ondan istekleri olmadı mı? Bu sorular uzatılabilir mesele bu değil. Bağlamından koparılan, mesajından soyutlanmış ayetler/kıssalar üzerinden yapılan çıkarımlarda evler şenlik.
Kısalarda anlatılmak istenen hususlar sembolik dille dolaylı olarak anlatılmaktadır. Dolaylı anlatımın olduğu yerde mutlaka sembolizme ihtiyaç duyulur. Bu sebeple kıssalarda sembolizm kaçınılmazdır. Kıssalarda olay gerçekliklerin yerine konmakta, böylece kastedilen şey olayın kendisi değil olayın arkasındaki gerçeklik olmaktadır. Görünüşte kısaların belirlediği olaylar ön plana çıkarken, aslında vurgulanmak istenen ahlaka imana dair soyut ilke ve değer ve gerçekliklerdir. Okuyucudan istenen somut sembolik kıssadan soyut anlamı çıkarmasıdır. Fakat kıssa okumaları maalesef soyut okumadan öteye geçemiyor. Okuyucuda kıssa okuma bilinç ve metodunun gelişmesi için ayrıca bir çalışma yapılması gerekiyor.
Kıssalar ve Tekrar
Bazı kıssalar sadece bir
defa geçmektedir. Lokman kıssası, Ashab-ı Kehf kıssası gibi. Kimisi de görülen
ihtiyaca ve maslahata binaen birkaç defa tekrar edilmektedir. Adem (as) kıssası
gibi. Musa (as) kıssası Kur’an’da en çok anlatılan kıssadır. Fakat bu
tekrarlama tek bir şekilde olmaz. Aksine kısalığı, uzunluğu, yumuşaklığı,
sertliği farklılık arz eder. Diğer taraftan kıssanın bazı yönleri bir yerde
zikredilirken, diğer yönleri bir başka yerde söz konusu edilmemektedir. Tekrar
edilen bir kıssa, farklı surelerde veya değişik bağlamlarda her defasında
içerdiği mesajlardan birisini muhataplarına iletmeyi amaçlıyor. Kıssalar nüzul
sırası dikkate alınarak okunduğunda; ilk anlatımlarda kısa bir içeriğe sahip
iken sonraki anlatımlarda muhteva giderek genişlemektedir. Fakat bu tekrarlar
kelimenin çağrıştırdığı şekilde gerçek bir tekrar değildir. Temel gerçekler
değişmeden farklı peygamberlerin dilinden sözler/mesajlar tekrar edilmektedir.
Bu da peygamberlerin davalarının bir olduğuna, insanlık tarihi boyunca dinin
İslam olduğuna bir göndermedir. İnsanlık tarihi düz bir çizgi değil, dairesel
şekilde gerçekleştiği için tekrar zorunlu hale geliyor. “Tarih tekerrürden
ibarettir” in bir anlamı da budur.
Kıssalarda tekrarın hikmetleri olarak şunlar
söylenebilir:
1. Kıssanın önemine vurgu yapmak.
2. Davette tekrar, insanların kalplerinde
meselelerin iyice yer etmesi için bir gerekliliktir.
3. Kıssalarda muhatap(lar)ın durumlarının ve zamanın farklı olması gibi. Yani bir zamanda bir muhataba yumuşak bir şekilde anlatılırken, sonraki zamanda başka bir muhataba daha sert bir şekilde anlatmak gerekebilir. Bu sebepten ötürü çoğunlukla Mekkî surelerde geçen kıssalarda anlatım özlü ve üslup serttir. Fakat Medine döneminde inen surelerde bunun aksini görüyoruz.
Kur’an’da Neden Birçok Kıssa Anlatılmıştır?
Kur’an’ın hitap ettiği insanların
çoğu avamdır. Avamın zihni basittir. Temsil ve kıssalarla meseleleri daha iyi
anlayabilir. Kur’an’da kıssaların
Kur’an’ın %60’ını oluşturması bunun delilidir.
Dinin yeryüzünde insanlıkla başlayan bir gerçek olduğu kıssalarla anlatılır.
Allah Merkezli Dilin Kıssalardaki İzdüşümü
Geçmiş peygamberler ve
toplumlarla ilgili Kur’an pasajlarında zikredildiği vecihle ateşin yakmaması,
kayadan su fışkırması, ölünün dirilmesi gibi hadiseler, gerçekten mucize olarak
kavramsallaştırılması bir olağanüstü gerçekliğin ifadesi midir, yoksa olağan
hadiselerin Allah merkezli dil dizgesi içinde ve dahi ortaçağa özgü bir akıl ve
idrak düzeyine uygun şekilde, diğer bir deyişle, doğal bir olay veya olguyu
umumiyetle gaybi/metafizik faktörlerle ilişkilendirme, böylece ona abartılı bir
gizem ve sanal değer atfetme itiyadında olan Orta Çağ insanına “Ooo” dedirtecek bir şekilde tasvir edilmesi
midir?[5]
Bizce ilk sorunun mazmunu da
mümkün olmakla birlikte ikincisi daha makul ve muhtemel gözükmektedir. Bu
ikinci ihtimal dâhilinde denebilir ki Kur’an kıssalarında zikri geçen sıra dışı
hadiselerle ilgili ifadeler, klasik kelam kitaplarına konu olan “mucize”den
ziyade, sebep-sonuç dairesi içinde
cereyan eden olaylarla ilgili bir delalet-işaret içermektedir. Ancak gerek
Kur’an’daki teosentrik dilden, gerekse bu dil dizgesinde ilk muhatapların akıl,
idrak bilgi ve kültür düzeylerinin dikkate alınmış olmasından dolayı söz konusu
hadiseler mucize diye tabir edilen bir oluş keyfiyetine uygun şekilde
betimlenmiştir.[6]
Kur’an’da anlatılan olgu ile
muhataplarının bu olguyu algılama biçimi arasında fark söz konusudur. Salih (as) kıssasında klasik anlatım ve algı
şu şekildedir. Saih’in (as) halkına iman etmeleri için kayadan bir deve
çıkarmış. Ve halkına göstermiş. İşte bu
Allah’ın mucizesidir demiş. Halkı ona inanmamış ve Allah’da onları helak etmiş.
Araf suresinde şöyle denilmektedir.
Semud (toplumuna da) kardeşleri Salih'i (gönderdik. Salih:) "Ey kavmim, Allah'a kulluk edin, sizin O'ndan başka ilahınız yoktur. Size Rabbinizden apaçık bir belge (beyine) gelmiştir: Allah'ın bu dişi devesi size bir belgedir; onu salıverin de Allah'ın arzında otlasın, ona bir kötülükle dokunmayın, sonra sizi acı bir azab yakalar" dedi. "(Allah'ın) Ad (kavminden) sonra sizi halifeler kıldığını ve sizi yeryüzünde (güç ve servetle) yerleştirdiğini hatırlayın. Ki onun düzlüklerinde köşkler kuruyor, dağlardan evler yontuyordunuz. Şu halde Allah'ın nimetlerini hatırlayın, yeryüzünde bozguncular olarak karışıklık çıkarmayın." Kavminin önde gelenlerinden büyüklük taslayanlar (müstekbirler), içlerinden iman edip de onlarca zayıf bırakılanlara (müstaz'aflara) dediler ki: "Salih'in gerçekten Rabbi tarafından gönderildiğini biliyor musunuz?" Onlar: "Biz gerçekten onunla gönderilene inananlarız." dediler. Büyüklük taslayanlar (müstekbirler de şöyle) dedi: "Biz de, gerçekten sizin inandığınızı tanımayanlarız." Böylelikle dişi deveyi öldürdüler ve Rablerinin emrine karşı çıkıp (Salih'e de şöyle) dediler: "Ey Salih, eğer gerçekten gönderilenlerden (bir peygamber) isen, vaadettiğin şeyi getir, bakalım." Bunun üzerine onları dayanılmaz bir sarsıntı tuttu da kendi yurtlarında diz üstü çöke kaldılar. O da onlardan yüz çevirdi ve (şöyle) dedi: "Ey kavmim, andolsun size Rabbimin risaletini tebliğ ettim ve size öğüt verdim. Ama siz, öğüt verenleri sevmiyorsunuz." (A’raf 73-79).
Ayetlere bakıldığında “kaya”
kelimesinden söz edilmiyor. Asım KÖKSAL Peygamberler Tarihi isimli eserinde
nasıl alıntılar yaparak anlatıyor.
Semud kavminin Seyyidi, Ulu kişisi olan Cenda' b.Amr: "Ey Salih! Şu kayanın yanına bizimle birlikte git. Kayanın içinden, bizim için, şöyle şöyle vasıfda bir dişi deve çıkarırsan, senin Peygamberliğini, doğrular ve sana, iman ederiz!" dedi. Salih Aleyhisselam, bunu yaptığı takdirde, Peygamberliğini tasdik ve kendisine iman edecekleri hakkında onlardan kesin söz aldıktan sonra, kayanın yanında namaz kıldı, Yüce Allah'a dua edince, kaya, sanki, doğum sancısı gibi sancılandı. Gebe bir kadının hareketi gibi, hareket etti. [7] Titredi, sonra da, ikiye ayrılarak, içinden, istedikleri vasıfta bir deve çıktı. [8] Kaya, bir deve doğurdu.
Semud’un dişi deve olayı, çok
değişik yorumlara neden olmuştur. Her kıssayı mucizevi, doğaüstü anlatılarla
ele almayı pek seven klasik müfessirlerimiz bu olayı da kaçırmamış görünüyor.
Oysa Semud kıssası, geçmiş çağlarda olmuş bitmiş bir mucizeyi değil, verdiği
muazzam mesajla günümüzü aydınlatıyor. Öyle görünüyor ki söylenmek istenen
şudur: “Rabbinizden size apaçık bir numune, bir örnek veriliyor. Bu örneği
şunun için veriyoruz: siz Semud ileri gelenleri; yeryüzünde bozgunculuk
yapıyorsunuz. Zayıflara güçsüzlere, kimsesizlere, arkası olmayanlara,
sahipsizlere ve zayıf gördüğünüz herkese, her varlığa kaba ve küstahça
davranıyorsunuz. ‘Güç bizim elimizde istediğimizi yaparız; asarız, keseriz,
kimse bizden hesap soramaz’ diye büyüklük taslıyorsunuz. İşte size hayatınızda
çok önemli yeri olan Allah’ın şu devesi! Allah onu vicdan ve merhamete
gelmeniz, doğruluk ve dürüstlük yoluna girmeniz için bir alamet, bir nişane,
bir gösterge olarak size örnek veriyor. Diyor ki: şu Allah’ı devesi, şu
Allah’ın dağında taşında otlanacak. Ona kimse dokunmayacak. Hiç kimse onu nasıl
olsa sahipsiz, arkası yok başıboş otluyor diye ele geçirmeye, kötülük yapmaya,
hele öldürmeye kalkışmayacak. Kim bunu yaparsa, bilsin ki Allah’a isyan
etmiştir… İyi dinleyin yeryüzünde kimsesiz gördüğünüz, sahipsiz sanarak talan
etmeye, yağmalamaya kalktığınız her şey; kimsesizler, yaşlılar, çocuklar,
zayıflar güçsüzler, her türden canlılar, hayvanlar, bitkiler, dağlar, taşlar,
toprak, hava, su maden vs. Allah’ındır (kamuya verilmiştir. H.Ö.). Bütün
bunları Allah, insanlar istifa etsin diye yaratmıştır. Hepsi de birer ayettir.
Sakın bunlara azgınlık ederek, büyüklük taslayarak, “hepsi benim olmalı, bana
hizmet etmeli!” diyerek saldırmayın. Sonuç olarak bundan böyle Allah’ın
aranızda dolanan şu dişi devesine (kamuya ait mallara/ insanlığın emrine
verilmiş bütün varlığa H.Ö. ) saldırıp saldırmamanız, sizin bu işlerden
vazgeçip geçmediğinizin, Allah’ın yoluna girip girmediğinizin göstergesi
sayılacak, seçin artık yolunuzu…[9]
[1]
Muhammed Abid el-CABİRİ, Kur’an’a Giriş, 384
[2]
Mevdudi, Tefhim ul-Kur’an,
[3]
R. İhsan ELİAÇIK, Mülk Yazıları, 258
[4] Taberî-Tarih c.1,s.262,
[5]
Mustafa ÖZTÜRK, Kıssaları Dili, 14
[6]
Mustafa ÖZTÜRK, Kıssaları Dili, 14
[7]
İbn.Kuteybe-Maarif
s.14.
[8] İbn.Esîr-Kâmil c.1,s.89-90,
[9]
R. İhsan ELİAÇIK, Nüzul Sırasına Göre Yaşayan Kur’an Türkçe Meal/Tefsir,
543-544
Yorumlar
Yorum Gönder