AHLAKIN İNŞASINDA EMİRLER
AHLAKIN İNŞASINDA EMİRLER
Kur'an bireysel ahlakı; Ahlâkî gayret, ahlakî öğretim, doğruluk, güzel işler, güzel öğütleri dinlemesini ve seçmesini bilmek, hevâ ve heveslerine hakimiyet, iffet-edeb bakışlarını haramdan sakınmak, itidâl, iyi örneklere uygunluk, kötü zandan çekinme, öfkeye hâkimiyet, ruhun safiyeti, sabır, emirleriyle inşa eder. Bu emirlere dikkatlice bakıldığında peygamber ahlakı olduğu görülecektir. Kur'an, peygamber kıssalarıyla şahsiyeti/bireysel ahlakı inşa eder.
Ahlâkî Gayret: "Fakat o sarp yokuşu geçemedi. Sarp yokuş nedir bilir misin? Bir kul âzâd etmek yahut açlık gününde, hısımlardan bir öksüzü yahut yerde sürünen bir yoksulu doyurmak, sonra iman edip, birbirine sabır ve merhamet tavsiye edenlerden olmaktır. (Beled 90/11-17; bkz. Ankebût 29/69; Muhammed 47/17; Leyl 92/4-10; Tevbe 9/108)." Ahlak, dinin hem sebebi hem gayesidir." (Mustafa İslamoğlu). Ahlak, din ağacının hem çekirdeği hem meyvesidir. Bireysel/pratik ahlakı köklü bir şekilde inşa olunmuş insanlar -kayısı çekirdeğinin neslini devam ettirdiği gibi- insanlığı devam ettirirler. Bu netice toprağın ve tohumun gayreti gibidir. Gayret bireysel ahlakın en birinci dinamiğidir.
Ahlakî Öğretim: "Müminlerin hepsi de (ilim yolunda) seferber olacak değildirler. İçlerinde her sınıftan bir cemaat sefere çıkmalı, bir kısmı da din hususunda vukuf kesbetmek, din ahkâmını öğrenmek için çalışmalı, geri döndükleri zaman kavimlerine ihtarda bulunmalıdır. (Tevbe 9/122). Müslümanların ahlakta sınıfta kalmalarının nedeni; ahlakın pratik eğitiminin (yaşanması) değil, teorik öğretimini yapmalarıdır. İnsanın, iyi ve kötüyü bilmesi yetmez. İyiyi ve kötüyü bilmekle insan bireysel ahlakı/iç ahlakı gerçekleştiremez. Bu durum; insanın ekmeğin açlığı giderdiğini bildiği halde, aç durması gibidir. Bireysel ahlakın insanda teşekkülü için; iyi olanı yapması, kötü olandan kaçması gerektiğinin kendisine dünya ve ahirette kazandıracağının idrakinde/bilincinde olması gerekir. Bu değerlerin insanda ahlaka dönüşmesi; benliğin sürekli uyanık, vicdanın daima gayrette olmasıyla mümkündür. Bireysel ahlakın temelinde bilinç bilgiden önce gelir.
Doğruluk: İlahınız yalnız bir tek ilahtır. Hepiniz O'na doğrulun. (Fussilet41/6; bkz.Hûd 11/113). Doğruluk; doğru olma hali, dürüstlük, sıdk, sadakat, istikamet, hak, birr, hidayet anlamına gelen itikadi ve ahlaki bir kavramdır. Allah’ın emrine ve kanunlarına uygun bir yol izlemek ve insanların haklarına riayet etmek demektir. İman eden ve inancını hayata geçiren doğru insan, Hz. Peygamber’in en güzel ahlâkını örnek alır. Kur’an, doğruluğa dair birçok ayet içerir. Doğruluk anlamında, hak, istikamet, birr, hidayet vb. kelimeler de kullanılmasına rağmen doğruluk, daha çok “sıdk” kelimesiyle karşılanır.
Güzel İşler: "Hanginizin işledikleri daha güzel olduğu tezahür etsin diye, ...gökleri ve yeri yaratan O'dur. (Hûd 11/7; bkz. Kehf 18/7; Mülk 67/2). Yalnızlığı günden güne artan insan; ekonomik özgürlük, sanal dünya, güven duygusunun azalması sonucunda kendi rahatını, zevkini, eğlencesini amaç edinen modern birey; evlilik hayatında, toplumda iletişimi kuramadı. Evlilik özgürlüğü sınırlamak, cemaat ve cemiyetlere katılmak zihni esaret olarak gösterildi. "Biz" duygusu/bilinci insanın anlam dünyasından çıktı; "Ben" duygusu/bilinci onun yerine geçirildi. Böylece modern insan(!) yalnızlığını hayvan besleyerek gidermede aramaya başladı. Kur'ani ahlak; bencillik yerine diğergamlığın/isarın yerleşmesini sağlar. Olaylar karşısında kendi çıkarını düşünen bireyler yerine, toplumunun, insanlığın menfaatini düşünebilen şahsiyetlerin çoğalmasını gerçekleştirir. Böylece toplumsal barış için gerekli zemini oluşturur.
Güzel Öğütleri Dinlemesini Ve Seçmesini Bilmek: O kullarımı müjdele ki, sözü dinlerler ve onun en güzeline ittiba ederler. (Zümer 39/17-18). Seküler hayat; narsist/kendini seven bireyleri artırdı. İnsanları; başkalarını küçümseyen, kendi çıkarını dünya görüşü haline getiren, eleştiriye tahammülü olmayan, kinci, kıskanç, nankör; güç, para, şöhretle beslenen küçük firavun ve nemrutları çoğalttı. Kendini sevme duygusu, insanda güven duygusunu da azalttı. Başkalarını sevmeyen insan onların dost olmadığını düşünmeye başladı. Seküler ahlak, insanda güven duygusu başta olmak üzere, değer bunalımı ve değersizliği bir değer olarak yerleştirdi. Kur'ani ahlak; içgüdüleri/nefsi arzuları dizginleyerek insanın enerjisini toplumsal üretkenliğe yöneltir. Erdemlerin bireyde ve toplumda hayat bulmasını ilke olarak koyar.
Hevâ Ve Heveslerine Hakimiyet: "Tanrısının huzurunda (suçlu) durmaktan korkarak nefsini süfli heveslerden nehyeden için de, şüphe yok ki (varılacak) yer Cennet'tir.(Naziât 79/40-41; bkz. Sâd 38/26; Nisâ 4/134; Sad, 38/26; Zuhruf, 43/22-23; Bakara, 2/170).Kur’an, ahlaki yükümlülüğü açığa kavuşturmak için ahlaki hareketin iki düşmanını zikreder. Bunlar, düşünmeksizin nefsin isteklerine uyma ve körü körüne bağlılıktır. Bu sonuncuda aklın bütünüyle faaliyet dışı kaldığı ve bunun akıl almaz ölçüde bir şaşkınlık olduğu kaydedilmiştir.
İffet, Edep, Bakışlarını Haramdan Sakınmak: "Müminlere de ki: Gözlerini namahremden sakınsınlar, örtülecek yerlerini korusunlar. Bu hal onlar için daha nezaketlidir. Hak Teâlâ onların işlediklerinden haberdardır. Mümin kadınlara de ki: Gözlerini namahremden sakınsınlar, örtülecek yerlerini korusunlar. Ziynetlerinin görünen kısmından fazlasını göstermesinler. Örtülerini omuzlarından aşağı doğru sarkıtsınlar. Ziynetlerini ancak kocalarından yahut babalarından yahut kocalarının babasından yahut oğullarından yahut üvey oğullarından yahut kardeşlerinden yahut kardeşlerinin oğullarından veya kız kardeşlerinin oğullarından yahut kadınlarından yahut memlûklerinden yahut erkeklikten kesilmiş hizmetçilerden yahut kadınların gizli kalan yerlerine muttali olmayan çocuklardan başkasına göster meşinler. Gizledikleri ziynet bilinsin diye ayaklarını birbirine vurmasınlar. (Nûr 24/30-31, bkz. Nur 24/33, 60; Mü'minûn 23/1-7; Ahzâb 33/32-33). Ahlaksız insan çıplak insandır. "Nice insanlar gördüm üzerlerinde elbise yoktu" ile kastedilen sanırım budur. Kur'an asıl elbisenin takva/iffet elbisesi olduğunu söyler (A'raf, 26).
İtidâl: Namazında sesini pek yükseltme, pek de kısma! İkisi arasında bir yol bul.(İsrâ 17/110; bkz. Furkân 25/67; İsrâ 17/29; Rahmân 55/7-9). Kur'an bütün davranışlarda ifrat ve tefriti reddedip vasatı/fıtratı yerleştirmeyi hedefler. "Ey îmân edenler! Allah'ın size helâl ettiği iyi ve temiz şeyleri kendinize haram kılmayın, haddi aşmayın. Zira Allah haddi aşanları sevmez. Allah'ın size verdiği iyi, temiz ve helâl olanı yiyin. (Mâide 5/90-91; bkz. A'râf 7/26, 31,32). Modernite insanların ihtiyaçlarını arttırdı. Çok kazanmak, rahat yaşamak, para, güç, şöhret sahibi olmak ekonominin felsefesi oldu. Tüketim gelişmişliğin ölçüsü gösterildi. Dört şeye muhtaç olan insan, kırk şeye muhtaç hale getirildi. O kırkı elde edemediği için gayri meşru yollara yöneldi. İsteklerinin ardından bir türlü yetişemediği için de mutluluğu yitirdi. Kur'ani ahlak; somut zevkler yerine soyut zevklerle doyum sağlayan insanlar oluşur. Para, güç, şöhret, cinsel doyum yaşamında ve egosunda ideal olmaz. Vakıflarda ve STK'larda çalışarak toplumun iyiliğinden zevk almayı başarabilir. Küçük şeylerden mutlu olmayı başaran birey ortaya çıkar.
İyi Örneklere Uygunluk: Sizin için, Allah'ı ve âhiret gününü umanlar, Allah'ı çokça ananlar için, Allah'ın Peygamberi'nde en mükemmel örnek vardır.(Ahzâb 33/21; bkz. Sâff61/14). Ahzab 21. Ayetin sebebi nüzulünün hususi olması O’nun hayatının sadece bu anlamda örnek model olduğunu söylememekte, bilakis mutlak bir örnek olduğunu bildirmektedir. O halde bu ayet, Müslümanların hayatlarının her yönünde Allah Rasulü'nü bir örnek model kabul etmelerini ve kişilik ile karakterlerini bu modele göre şekillendirmelerini gerektirir. (Mevdudi, Tefhimul Kuran).
Kötü Zandan Çekinme: "Bilmediğin bir şeyin peşine düşme! Çünkü kulak, göz, kalp (gibi azanın) hepsi de sorguya çekilecektir. (İsrâ 17/36). İnsanın bilmediği bir şeyin peşine düşmemeli, bilgisiz hüküm vermemelidir. İnsanın bilmediği bir konuda söz söylemesi, hüküm vermesi, bilgisizce davranması, bilmediği tanımadığı kişiler hakkında ileri-geri konuşması, yalancı şahitlik yapması, iftira atması, maddî veya manevî zarara yol açacak şekilde konuşması ve hareket etmesi yasaklanmıştır. İnsan ya duyduğu ya gördüğü ile veya akıl ve vicdanıyla hareket eder; yani bilgilerimiz ya habere ya gözleme ya da akla dayanır.
Öfkeye Hâkimiyet: (O sakınanlar) hem bolluk, genişlik, hem darlık ve yoklukta (başkalarına yardım için) harcederler, öfkelerini yenerler, insanların suçlarını bağışlarlar. Allah iyilik edenleri sever. Ve onlar, utanç verici bir iş yaptıkları veya kendi kendilerine (başka türlü) bir zulüm işledikleri zaman, Allah'ı anar ve günahlarının affı için yalvarırlar -zaten Allah'tan başka kim günahları affedebilir?- ve her ne (zulüm) işlemişlerse onda bilerek ısrar etmezler. (Âl-i İmrân 3/134-135). Ayetlerde İslâm’da ideal ahlâk tipi olan "takva sahibi (muttaki) insan"ın temel ahlâkî nitelikleri sayılmaktadır. Bunlar her durumda cömert olmak, öfkeyi yenmek, İnsanları bağışlamak, kendi hatasını kabul etmek ve bundan vazgeçmek gibi niteliklerdir. Bu vasıflar, ancak ihtirasları ve bencil duygulan karşısında hürriyetine kavuşmuş üstün ruhların erdemleridir. Yüce Allah, bir Önceki ayette kullarını takva sahipleri için hazırlanmış olan cenneti kazanmak maksadıyla yarışmaya çağırınca, takva sahiplerinin kimler olduğu ve hangi nitelikleri taşıdıkları merak konusu olmuş; bu sebeple bu ayetlerde takva sahiplerinin nitelikleri anlatılmıştır.
Nefsin Safiyeti: "Nefse ve onu biçimlendirene. Sonra ona fücurunu (:güna- ha meyilini) ve takvasını (:sorumluluk ve duyarlılık bilincini) ilham edene (yemin olsun ki). Nefsini arındıran kurtulmuştur. Onu kirletip örten ise kayba uğramıştır.(Şems 91/7-10; bkz. Şu'arâ 26/87-89; Kaf 50/31-33). Şems Suresi’nin 7. ayetinde insan (nefs) üzerine yemin edilmesi onun fıtrî üstünlüğüne işaret eder. "Nefsin (insan olarak) şekillendirilip düzenlenmesi"nden maksat ona maddî ve manevî güçlerin yerleştirilmesi, her gücün yapacağı görevin tayin edilmesi ve nefse bu güçleri kullanacak organların verilmesidir. 8. ayetteki "fücur" her türlü kötülüğü, günah ve sapmayı; ayette fücurun karşıtı olarak kullanılan "takva" ise doğruluk, iyilik ve hak yolda kararlılığı ifade eder. Aynı ayetteki "elheme" fiilinin mastarı olan ilham, bu bağlamda fücur ve takva kelimeleriyle birlikte değerlendirildiğinde, "Allah Teâlâ'nın İnsanın fıtratına doğru ve yanlışı, iyilik ve kötülüğü, günah ve sevabı bilme, tanıma, ayırt etme, birini veya diğerini seçip yapma gücü ve özgürlüğü vermesi"; dolayısıyla "insanın her türlü deney ve öğrenimden önce, apriorik olarak bu yeteneklerle donanmış bulunması" şeklinde açıklanabilir. Böylece Kur'an'ın insan anlayışının bir özeti sayılabilecek olan 7-8. ayetler, insanın ahlâkî bakımdan çift kutuplu bir varlık olduğunu, iyilik veya kötülük yollarından dilediğini seçebilecek bir tabiatta yaratıldığını ve onun kurtuluş veya mahvoluşunun bu seçime bağlı bulunduğunu göstermektedir. (Diyanet Tefsiri).
Sabır: Allah’ın yolunda sabret. (Müddessir 74/7). Yoksa siz, sizden evvel gelenlerin başından geçenler, sizin de başınızdan geçmeden cennete gireceğinizi mi sandınız? (Bakara 2/214; bkz. Ankebût 29/1-3; Ankebût 29/10; ÂI-i İmrân 3/186; Nahl 16/127; Âl-i İmrân 3/200; Tevbe 9/120; Ahzâb 33/70; Zümer 39/33; Lokman 31/19; Furkân 25/63; Bakara 2/155). ‘Sabır’ sözlükte, darlıkta kendini tutma, kontrol etme demektir. Sabır, aklın ve dinin gerektirdiği durumlarda nefsi hapsetme, kendine hâkim olmadır. Acıya katlanmak, o acıyı geçirmek için dayanmak ve karşı koymak da sabırdır ki, bu her türlü rahatlamanın ve başarının yoludur. Terim anlamı: İslâm'ın emir ve yasaklarını tatbik ederken ve imtihan özelliği olan musibetler karşısında yılgınlık göstermeyip direnmek, cesaret ve dayanıklılık göstermek demektir. Sabır, hak yolda yaşamanın bedeli olan zorluklara göğüs germek, hedefe ulaşmak konusunda direnç, ahlâkî disiplin ve nefsi kontrol altında tutmaktır. Sabır, yalnızca acılara ve felâketlere dayanma, katlanma değildir. Sözgelimi, musibet ve felâket zamanında dayanmak, tahammül göstermek sabır olduğu gibi, ki bunun zıddı acelecilik ve dayanıksızlıktır.
Yorumlar
Yorum Gönder