KABİR AZABI YOKTUR
KABİR AZABI YOKTUR
Duyular ve akıl yürütme vasıtasıyla
bilinemeyip vahiy yoluyla sabit olan gaybî konulardan biri de kabir azabıdır.
Bu husus bazı âyetlerin işareti (Mü'min, 40/46), çeşitli hadislerin de açık
beyanlarıyla (Buhârî, Cenâiz, 86) bilinmektedir. Bir hadis-i şerifte, “Kabir,
ahiret duraklarının ilkidir. Bir kimse eğer o duraktan kurtulursa sonraki
durakları daha kolay geçer. Kurtulamazsa, sonrakileri geçmek daha zor
olacaktır.” (Tirmizî, Zühd, 5 [2308]) buyrularak ölümle ahiret hayatının
başladığı ifade edilmiştir. İnsan öldükten sonra kabre konulunca, Münker ve
Nekir adında iki melek kendisine gelerek soru soracaklar, iman ve güzel amel
sahipleri bu sorulara doğru cevaplar verecekler ve kendilerine cennet kapıları
açılarak cennet gösterilecektir. Kâfir ve münafıklar ise bu sorulara doğru
cevap veremeyecek, onlara da cehennem kapıları açılacak ve cehennem
gösterilecektir. Kâfirler ve münafıklar kabirde acı ve sıkıntı içinde azap
görürlerken müminler nimetler içerisinde mutlu ve sıkıntısız bir hayat
süreceklerdir (Tirmizî, Cenâiz, 71 [1071-1072]). Bu sebepledir ki Resûl-i Ekrem
(s.a.s.) pek çok kez kabir azabından koruması için Allah’a (c.c.) niyazda
bulunmuştur (Buhârî, Ezân, 149 [832]; Müslim, Küsûf [903], 8, Cenâiz, 85 [963];
Ebû Dâvûd, Salât, 152 [880]). Din İşleri Yüksek Kurulu 12.07.2017
Din İşleri Yüksek Kurulu’nun fetvası
incelersek:
1. Vahiy yoluyla sabit deniliyor. Bu tamamen bir iddia ve
yorumdur. Çünkü dayandırdıkları 40/46 ayetin konusu kabir azabı değildir. Hem
bir şeyin inanç olabilmesi için açık ifade olması gerekir, işaret değil.
Mümin 46. ayetteki “ğudüvven ve
aşiyyen/sabah-akşam” terkibi Kur’an’da bir defa bu ayette isim olarak geçerler.
Ğudüv fiil olarak 68/22 ve 25 de fiil olarak erkenden (sabahtan) gitmek
anlamında kullanılmıştır. Ğudüv ve aşiy güneş merkeze alınarak geliştirilmiş
bir kelimedir. Ahiret ile ilgili anlatımlarda sabah akşam kelimeleri Kur’an’da
geçmez. Dolayısıyla bu ateşe sunulma dünyada gerçekleşecektir.
“Ateşe sunulmak” ille de ateşte yanmak
anlamına gelmez, dünya hayatındaki sıkıntılardan ibarettir.[1]
Önce kafalarda bir hüküm
oluşturuluyor, sonra da bu oluşturulan hükme göre ayetler yorumlanıyor. Yani
delilden hükme gidilmesi gerekirken bunun tersi olan hükümden delile gidiliyor.
2. Hadislerden inanç konuları belirlenemez.
***
Hadis temelli geleneksel inançların en
önde gelenlerinden biri de kabir azabı inancıdır. Oysaki Kur’an’da hiçbir ayette
insanların kabirlerinde azap göreceklerine dair bir açıklama bulunmamaktadır. 10’dan
fazla ayette kabirler ile ilgili ifadeler kullanılmasına rağmen kabirle ilgili
bir azaptan bahsedilmemektedir.
Şayet insanların ölüm sonrası ve
ahiret öncesi durumları ile alakalı bu kadar önemli bir konunun gerçekliği söz
konusu olsaydı, bu durum mutlaka Kur’an’da açık bir biçimde ifade edilirdi.
Ölen kişinin bu dünya ile olan tüm
irtibatı kesilir. Ölen kimse zamana ve mekâna dair tüm algısını yitirir. Uyku hali de bu duruma benzetilebilir. İnsan uyuduğunda uyanıncaya kadar zaman ve mekânla olan algısı kesilir.
İnsanın uyku ve ölüm halinde bu dünya
ile irtibatının kesilmesi örneğinin, Kur’an’da Ashabı Kehf ile ilgili anlatım üzerinden anlaşılması
mümkündür.
Onlar, uykuda oldukları halde sen
onları uyanık sanırsın. Ve biz onları sağ yanlarına ve sol yanlarına çeviririz.
Köpekleri de avluda ön ayaklarını öne doğru uzatmıştı. Eğer sen onlarla
karşılaşsaydın, gerisin geri kaçardın. Ve korkudan ürperirdin. Kehf/18
“Siz cansız (henüz yok) iken sizi
dirilten (dünyaya getiren) Allah’ı nasıl inkâr ediyorsunuz? Sonra sizleri
öldürecek, sonra yine diriltecektir. En sonunda O’na döndürüleceksiniz.‛ (Bakara,
2/28) denilmekte, bir kere öldürülüp bir kere de diriltileceğimiz haber
verilmektedir. Kabir azabını kabul etmek oradaki ikinci bir hayatı ve ikinci
bir ölümü kabul etmeyi gerektirir ki bu, verdiğimiz ayete ters düşer.
Mu’minûn suresi 14. ayette insanın
yaratılışı detaylı olarak anlatıldıktan sonra 15 ve 16. ayetlerde
“Daha sonra sizler öleceksiniz. Sonra kıyamet günü diriltilip
kaldırılacaksınız.” (Mu’minûn, 23/15-16) denilmekte, yaratılıştan sonra
gerçekleşecek tek bir ölüm ve tek bir dirilmeden bahsedilmektedir. Bilindiği
üzere summe harfi terâhî ifade eder ve zaman itibariyle arka arkaya
gerçekleşecek eylemlerin arasına konulur. Bu ayette de ölümün hemen ardından
kıyamet günü tekrar dirileceğimiz bildirilmiş, ikisi arasında ikinci bir
dirilme ve ikinci bir ölümden bahsedilmemiştir.
Kabir azabını kabul edenlere göre
kabir azabının var olduğunu kabul etmek, mezarda ikinci bir dirilişi ve ikinci
bir ölmeyi zorunlu kılar ki bu da ayetlere muhaliftir.
On bin yıl önce ölen ile kıyamet günü
ölenin kabir azabı açısından durumu nasıl olacaktır? Biri basit bir idrar
sıçramasından kendisini korumadığı için binlerce yıl kabirde azap çekecekken
diğeri her türlü kötülüğü işlediği halde kıyamet zamanı öldüğünden hiç kabir
azabı çekmeyecektir. Bunu Allah’ın adaletiyle nasıl bağdaştırabiliriz? Yine
kabir azabının varlığını kabul edenler, “Kim ki Cuma günü veya Cuma gecesi
vefat ederse kabir fitnesinden korunur.” (İbn Asâkir, 1411: 79) ve Cuma günü
veya Cuma gecesi vefat eden hiçbir Müslüman yoktur ki Allah onu kabir
fitnesinden korumasın.‛ (Ahmed b. Hanbel, Müsned, VI/154; Tirmizî, Cenâiz, 8)
şeklinde iki hadisten bahsetmektedirler. Eğer bu hadisleri doğru kabul
edersek, diğer günlerde ölenlerin günahı nedir?
Kur’an’da dünya hayatından, ahiret
hayatından ve kabirlerden bahsedilmekte ancak kabir hayatında azap ya da
mükâfat şeklinde ayrı bir hayattan söz edilmemektedir. Aksine öldükten sonra insanlara
ecirlerinin yani hak ettikleri karşılıkların verileceği net bir biçimde ortaya konulmaktadır.
Her canlı ölümü tadacaktır. Hak
ettiğiniz karşılıklar size, kıyamet günü, eksiksiz bir biçimde verilecektir.
Ateşten uzaklaştırılıp cennete sokulan kesinlikle kurtulmuş olacaktır. Dünya
hayatı aldatıcı bir yararlanmadan başka şey değildir. Âl-i imran/185
Kim ki, bu geçici hayatın (hazları)
peşinde koşmak isterse, bu istediğinden dilediğimiz kadar, gerekli gördüğümüz
kimseye hemen veririz; ama sonra onun payını cehennem kılarız ki oraya kınanmış
ve kovulmuş olarak katlanmak zorunda kalacaktır! İsra/18
O (Son) Saat mutlaka gelecektir; bunda
hiçbir şüphe yoktur. Şüphesiz ki Allah, kabirlerdekileri diriltecektir. Hac/7
Ayetlerde açıkça görüldüğü gibi dünya
hayatında hak edilen karşılığın verileceği yer kabir değil ahirettir.
İnananların Allah’tan iyilik, güzellik
ve bağışlanma dileklerinin bu dünya ve ahirete yönelik olduğu görülmekte ve
cehennem azabından korunma dilenirken, kabirden hiç söz edilmemektedir.
Onlardan bir kısmı da “Rabbimiz! Bize
dünyada da iyilik ver; ahirette de iyilik ver! Bizi cehennem azabından koru!”
diye dua eder. Bakara/201
Her akıl sahibi, bir insanın suçu
ispatlanana kadar masum olduğunu kabul eder. Hesabın, kıyametten sonra
görüleceği (Mücâdele, 58/6) ve kişinin amel defterinin o gün ortaya çıkacağı
(İsrâ, 17/71; Câsiye, 45/28; Hâkka, 69/19, 25; İnşikâk, 84/7, 10) ayetlerle
sabit olunca, suçlu mu masum mu olduğu belli olmayan birine kabirde işkence
edileceğini söylemek Allah’ın kullarına zulmettiğini kabul etmek olur. Hâlbuki
Allah bundan münezzehtir.
Kur’an’da din günü yani hesap gününden
bahsedilmekte ancak hiçbir ayette hesap günlerinden şeklinde çoğul bir kullanım
bulunmamaktadır. Yani ahiretteki hesaptan önce kabir gününden ya da kabir hesabından
söz edilmemektedir. Dolayısıyla insanlar için tek hesap günü vardır o da
ahiretteki hesap günüdür.
İçinde can bulunmayan bir bedenin acı
çekmediği malumdur. Canın kabirde bedene iade edildiği söylenecekse o zaman
bedenin yeniden canlanması gerekir ki, ölülerin canlanmadığı da malumdur. Bazen
de ölenden geriye bir beden de kalmayabilir. Mesela Hindular, ölülerinin
bedenlerini yakar ve küllerini Ganj nehrine dökerler ya da bazı insanlar vahşi
hayvanlar tarafından yenir de geriye ne et ne de kemikleri kalır. Böylesi
durumlarda can nereye geri dönecek, ölene nasıl azap edilecektir? Tüm bunlar
kabir azabının imkânını ortadan kaldırmaktadır.
Kur’an, dünya ve ahiret hayatı olmak
üzere iki çeşit yaşamdan bahseder (Bakara 2/200, 201, 217; Âl-i İmrân 3/22,
56; Nahl 16/122). Bu ikisinden başka bir yaşam formunu Kur’an’da bulmak mümkün
değildir. Mademki kabirde azap, cana ve cesede birlikte yapılmaktadır. Bu, bir
canlılığın ifadesidir ve buna göre ölülerin bizleri duyması gerekir. Hâlbuki
Kur’an’da ölülere bir şey işittirmenin mümkün olmadığı (Neml 27/80; Rûm 30/52) haber verilmektedir. Dolayısıyla kabir azabının olduğunu haber veren
rivayetler ile Kur’an haberi çelişmektedir. Kur’an’a uymayan rivayetlerin
merdûd (reddedilmiş) olduğu genel kabul görmüş bir ilkedir. Buna göre sadece
rivayetlere dayanarak kabir azabının varlığı iddia edilemez.
Derler ki: "Eyvahlar bize! Bizi
yattığımız yerden kim uyandırdı? Bu, Rahmân’ın vadettiğidir, elçiler doğru
söylemiş!" (Yasin/52)
Kabirde azap görmüş olsalardı bu denli
şaşırmazlardı. Çünkü kabirde bir defa dirilmiş olurlardı ve ikinci bir dirilme
onlara garip gelmezdi.
Ne bu ayette ne de herhangi başka bir
ayette “Ne çok kaldık kabirde”, “Kabirdeki azabımız ne kadar da çetindi”
türünden bir ifade görülmediği gibi aksine ölen kişinin tekrar diriltilene
kadar bir şeyden haberdar olmadığı görülmektedir.
(بَعَثَنَا) beasenâ kelimesi kökü (بعث)
uyanmak-canlanmak, ayağa kaldırmak, ayıltmak, canlandırmak anlamındadır.
(مرْقَدِنَا) merkadinâ kelimesi kökü (رقد)
uyumak, uykuda olmak, uzanmak, yatağa gitmek, dinlenmek için yatmak, yatak,
dinlenilen yer anlamındadır.
Korkunç bir pişmanlık sonrası
‘Kim uyandırdı yattığımız yerden?’ demektedirler. Bu
noktadan anlarız ki bu kimseler ahirette bilinçleri yeni bedenlere yüklenmeden
önce durumlarının farkında değiller. Yani uyanmadan önce bilinçleri açık
değil. Nerede olduklarını, ne yaptıklarını bilmiyorlar.
Aslında bu ayet tek başına kabir
azabının ve hayatının olmadığına delildir.
[1] Bu
ayetin geniş izahı için Mehmet Okuyan, Kur’an-ı Kerime Göre Kabir Kavramı
isimli kitabına bakılabilir.
Yorumlar
Yorum Gönder