KAPİTALİZM KUŞATMASI

  


KAPİTALİZM KUŞATMASI


“… Allah kendi nefis (:öz)lerinde olanı değiştirip bozuncaya kadar, bir toplulukta olanı değiştirip bozmaz…” (Ra’d 13/11)

Kapitalizmin Ruhu


“Kapitalizm dünyanın başına gelmiş en kötü şeydir.”

“Kapitalizm gölgesini satamadığı ağacı keser.”

“Kapitalizm, insanları zenginlere hizmet eden tüketim robotlarına dönüştürüyor.”

Kapitalizm insanlığı tüketen bir ahtapottur.


Üretmeden tüketmenin vurgulandığı kapitalist sistemde, akıllara meşhur Kızılderili atasözü gelmektedir: “Son ırmak kuruduğunda, son ağaç kesildiğinde ve son balık tutulduğunda beyaz adam, paranın yenmeyecek bir şey olduğunu anlayacak.” Her yıl konut sayısını arttırmak için kesilen ağaçlar, daha fazla elektrik için nehirler üzerine yapılan barajlar ve tarım yapmak yerine boş bırakılan tarlalar, geri getirilemeyecek kayıplara yol açmaktadır. Eğer bu durum önlenemez ya da bir çözümü bulunamazsa, tehlike çanları sizin için de çalacaktır.


Kapitalizm mutlak kötülüğü bulunan, şeytani yapıya sahip bir ekonomik sistem, bu şeytani özelliği ile insan hayatının her noktasına girmeyi başarabilmiştir. Bunu, özel mülkiyette sınırsız hak, hür teşebbüs, şahsi menfaat gibi ilkelerini insanlara cazip göstererek yapmaktadır. Bu ilkelerin en tehlikelisi "şahsi menfaat"tir. İnsanları bu ilke sayesinde rahatça dininden koparmaktadır. Diğer ilkeler “şahsi menfaat” ilkesinden beslenmektedir.


Kapitalizme göre en mesut insan, servetlerini kat kat yığan ve bunları hangi yolla olursa olsun biriktirebilendir.[1] Şahsi menfaat, çalışmaya teşvik amilidir. Randımanın artması ve tüketim hizmetlerinin gelişmesi konusunda kapitalist düzen, özel menfaatin tatminini esas aldığı için, ferdin eğilimine büyük önem verir. Kapitalistlere göre bu zaten tabiatın icabıdır; üstelik şahsi menfaat insanı teşebbüse, çalışmaya, gayret ve rekabete sevk eder. Şahsi menfaat sağlama şansı azaldıkça, ferdin gücü, gayreti ve atılımı da düşmeye başlar. Şahsi menfaat, fertleri harekete geçiren, böylece genel menfaate katılmayı teşvik eden, diğer herhangi bir vasıtayla ulaşılması mümkün olmayacak bir hizmet gören tek itici güçtür.[2]


13. ve 14.  yüzyıllarda bazı keşif ve icatlar sonucu ortaya çıkan ve giderek genişleyen modern bilim, insanlar üzerinde büyük bir hâkimiyet kurmuştur. Adeta insanlığın putu olmuştur. Artık pozitif bilimin dışında bir gerçeklik yok kabul edilmektedir. Bilimin insan hayatını kolaylaştıran teknoloji boyutu ise bilimin saltanatını güçlendirmiştir. Teknoloji ile insan tamamıyla yeryüzünün maddi cazibesine kapılmış maneviyat kan kaybına uğramıştır. Artık insan için bundan böyle tek gaye, haz, hız ve kâr kazanmaktır.


Pozitivist doktrinin nazarında Yaratıcı bir hayal mahsulüdür, tarihe karışmış bir faraziyedir, kurgulanmış bir güçtür. Kâinat maddeden ibarettir. Madde, birtakım mekanik ve zaruri kanunlarla kendi kendine var olmuştur ve kendi kendini idare etmektedir. Bu hayatın ötesinde başka bir hayat yoktur.


Kapitalizm ve Tüketim


Reklamlar ve medya kapitalizm araçlarındandır. Tüketimi artırmak için insanın isteklerini tahrik etmeyi hedefler. Yirmi dört saat ihtiyaçların sınırsız olduğunu bilinçaltımıza işlemek için beynimizi reklamlarla yıkar.


Kapitalizm dünyaya virüs gibi yayılmış Müslümanlar da ihtiyaç tuzağına düşmüştür. Bu tuzak, kanaat, israf, şükür, başkasını düşünmek vb. kavramları da hem lügatlerimizden hem de duygu dünyamızdan silmektedir.


İhtiyaçtan fazla ev eşyası ve giyeceklerle evler dolup taşarken insanlar ihtiyaç sendromuna yakalanmalarından dolayı yenileri almaları ve belki de hiç kullanmadıkları eskileri çöpe atmaktadırlar.


Medya sadece tüketimi artırmak için kullanılmaz. Medya; zihin dünyamızı, akıl ve düşünce dünyamızı, bireysel ve toplumsal yaşamımızı, siyasi görüşümüzü hasılı bütün bir hayatımızı etkileyen kapitalizmin uşağı bir araçtır.


Kozmetik, kapitalizmin kadınların "estetik", "güzellik" diyerek düşürülmeye çalışıldığı bir tuzaktan başka bir şey değildir.


Estetik bize yaşamımız boyunca şırınga edilen hakim ideolojik şekillenişin bir parçası olduğundan, çoğu zaman, neyi, ne için güzel bulduğumuz üzerinde ciddi olarak düşünmeyiz bile.


Kapitalizmin kadın güzelliğini makyajla bütünleştirdiği; kozmetiğin sadece yüksek karlar getiren bir sektör olduğu bir gerçekliktir. Mevcut kapitalist sömürü sistemin kendisine verdiği rolü süsüyle, makyajıyla, takısıyla, yani "kadınsı" diye ifadelendirilen ne varsa, sahiplenerek oynamaya mahkûm edilmektedir.


Dünyanın en zengin 3 kişisinin serveti, en fakir 48 ülkenin toplam servetine eşit bir dünyada yaşıyoruz. Televizyonlar, bu zenginlere imrenmemiz gerektiğini öğretiyor. Paris Hilton’lar, Donald Trump’lar… Herkes bu iki ismi biliyor. Oysa onlar yan komşumuz kadar bile ilginç kişilik değiller.


İnsanlar sistemin tuzak planlarını zihnimize sokan ve değer yargılarımızı altüst eden sıradan televizyon programlarını izliyor, oradaki aktörler gibi olmak istiyor, hatta çocuklarımızın da onlara özenmesinden rahatsız olmuyoruz.


Semboller ile ‘yaşam tarzı’, ‘style’, ‘dizayn’, ’tasarım’ gibi kavramlarla hayatımıza sızan kültürü tanımak farkındalık oluşturmak gerekiyor. Burada bir farkındalık geliştirmeden yanlış ve doğruyu anlatmak mümkün olmaz. Kimin nasıl örtündüğü ya da örtünmediği üzerine kafa yormadan önce belki de yapmamız gereken bu! İlkeleri ve fikri öne almaz, eylemlere odaklanırsak içeriği boş dindarlık şovları etrafımızı kuşatacak…”[3]


Dünya insanları para, güç ve tüketime tapan bir toplumdan, cömertlik, adalet ve tasarrufu hayata geçirmeyi hedefleyen toplumlara dönüşmeyi beceremediği takdirde, dünyanın iyiye gideceği söylenemez.


Kapitalizm ve Bilinçaltı


Kapitalizmin kurduğu sömürü odaklarından biri de bilinçaltıdır. Görsel ve işitsel temalarda fark ettiklerimiz dışında seçemediğimiz olguları bilinçaltına gönderip eylemlere dönüşecek alışkanlıklar yaratırlar. Bunların en büyük destekçileri ise, TV’ler, gazeteler (gereksiz haber manşetleri), reklamlar, çizgi filmler, diziler, bilgisayar oyunları ve birçok ürün afişleri…


Bilinçaltımıza giren birçok olgunun, bilinç süzgecinden geçmeden alışkanlıkların kölesi oluyoruz. Bilinçaltını yönetmek kapitalizmin en büyük silahlarından biridir. Bilinçaltı sömürüsü gelişmekte olan ülkelerde daha çok çocuklar ve gençler üzerinde kuruluyor. Okul öncesi çocukların, sürekli TV’lerde yayımlanan oyalayıcı ve zihin gelişimi için önerildiği çizgi filmler ayrıca çizgi karakterlerin de bilinçaltına itilmesiyle ileri derecede ruhsal bozukluklara ve çizgi karakterlere öykünerek onlar gibi yaşamaya teşvik eden düşünceler yerleştiriliyor. Çocuklar için özel üretildiğini söyleyen firmalarında sağlığa zarar veren oyuncakların piyasaya sürülmesiyle de çocukların dikkatini üzerlerine çekip aşırı istek ve bağımlılık yapan gelişimi engelleyen zayıf bireyler olarak topluma dönülüyor. Özellikle bir ürünü satmak için milyonlarca basılan afiş ve reklam ambalajlarında göremediğimiz ince ayrıntıları farkında olmadan bilinçaltımıza yerleşiyor. Kapitalizmin temelinde ise düşünsel ve zihinsel sömürüyle başlayarak kendi birliklerine itaat edecek robotlar/kobaylar yetiştirmektir. Ne kadar çok üretim artışı olursa bir o kadar da aşırı tüketici ve obur bir toplum oluşacaktır. Bilinçaltımıza yerleşmiş kölelik aşırı tüketime yönlendiriyor. Marketlerde reyonlar arasında gezinirken bile gereksiz üretimin kapladığı raflarda gördüğümüz her şeyi dikkati çekip zorunlu ihtiyaç hale getiriliyor. Tüm bunlar yaşanırken düzene karşı olan, daha güzel daha adil bir dünyayı özleyenler, bunun için de mücadele etmenin inancını taşıyanlar nerede? 


Çocukların televizyonda izledikleri programların ana teması “para ve güç” üzerine dönüyor. Dünyadaki çocuklar bu hedefle büyü(tülü)yor. Bu yüzden, fakir olanlar çalıp çırpıyor, vücutlarını veya kendi çocuklarını satıyor. Zengin olan da daha zengin oluyor.


Artık ‘din anlayışımız’ modernizm eleştirisi ya da kapitalizme karşı geliştirilen argümanlardan şekillenmiyor. Kendimizi kapitalist dünyanın bir parçası hissederken bir suç işliyormuş duygusu kaplamıyor artık benliğimizi. Zengin sahabiler imdadımıza yetişiveriyor. Küreselden bireysele, sistem eleştirisine kapattık zihinlerimizi. Neyin doğru olduğu konusunda kafalarımız karışık.[4]


Kapitalizm ve Ülkeler


Dünyayı yönetenlerin kurdukları sistem, insanların “düşünmemeleri” üzerine kurulmuştur. Sistem (politikacılar, büyük ticari kuruluşlar, medya, eğitim sistemi…) herkesin koyun olmasını istiyor.


Ülkeleri yönetenlerin eklemlenmeye çalıştığı, “Küresel kapitalizm” veya “Neo-liberalizm”in ahlak dışı, hatta karşıtı uygulamaları ortada iken, bireysel duruşlar rüzgârın önüne kattığı yapraklar gibi kalmaktadır. İşgal, sömürü, yıkım ve talan üzerine kurulu bu sınır tanımaz “orman kanunu” merkezli küresel sisteme eklemlemek isteyen yöneticilerine rağmen halkların kendi sistemlerini ahlaki temellere oturtmaları neredeyse imkânsızdır. Çünkü bu sistem halklara bir kurtuluş gibi, bir asrı saadet gibi anlatılıyor.


Bugüne kadar üç büyük kriz atlatan kapitalizm, tüm ekonomik sistemler içerisinde en bukalemun olanıdır. Günümüzde Avrupa ve Amerika ekonomileri, dünyada etkin rol oynasalar da gelişmekte olan ülkelerin ekonomilerinin toplamı da dünyanın yüzde 50’sini oluşturmaktadır. Herhangi birinde yaşanacak en ufak kriz, taşları yerinden oynatabilir. Çünkü kapitalizm, küresel anlamda ilk kez bu kadar güçlendi. Eskiden yaşanan krizler, küresel alana yayılmadan çözülebilirken şimdi ise her ülkenin ekonomisi, birbirini etkiliyor ve bu süre hiç de uzun değil. Artık Avrupa piyasası bile Uzakdoğu ekonomisine katkıda bulunduğu için dünya, birbirine entegre olmuş durumdadır.


Kapitalizm denen sistem, insanlığı her geçen gün biraz daha uçuruma sürüklüyor. Dünyadaki işsizlerin, yoksulların ve en önemlisi açların sayısı artıyor. Bir dönem parmakla gösterilen Batı Avrupa ülkelerinde bile işsizlerin sayısı hızla tırmanıyor. Üstelik tüm bunlar olurken, tüm zenginlik ve sermaye bir avuç kapitalistin/patronun elinde birikmeye devam ediyor.


Eskiden sokak çeşmeleri vardı, halk gelip suyunu parasız doldururdu. Sermaye bu çeşmeleri kapattırdı, şimdi para ile su satmaktadır! Eskiden yollar köprüler yapılır, herkes o yollardan ve köprülerden parasız gelip geçerdi; şimdi yolları ve köprüleri sermaye yapıyor ve gelip geçenlerden para alıyor! Eskiden kervansaraylar yapılırdı, misafirler gelip bedava gecelerlerdi; şimdi onlar ortadan kalktı, tarih oldu, harabe oldu, paralı pahalı çok yıldızlı oteller geldi! Eskiden hocalar mescitlere oturur, kimseden ücret almadan dersler verirlerdi; şimdi oralarda ders yapmak yasaklandı, paralı okullar ve dershaneler zuhur etti!


Sömürü sermayesi istiyor ki hepsi benim olsun, ben istediğimi yaşatayım, istediğimi öldüreyim. O sebepten dolayı sömürü sermayesi Allah yolunda hayırlar yapmaktan, vakıflar kurmaktan insanları alıkoymaktadır.


Kapitalizm Dünya Kültürü Oluyor

1.Yozlaşma ve yoksullaşma

İnsanların birbiriyle ilişkisi, kâr etmeye ve para kazanmaya indirgendi. İnsan ilişkileri, para kazanmanın aracı durumuna dönüştü. Bu durum insan ilişkilerinde insani değerler, duygular, inançlar, dayanışma ve gereksinimler yerine; bencillik, çıkar sağlama, sinsilik, yalakalık, onursuzluk ve ahlaksızlık gibi davranışlara yol açtı. İnsan ilişkileri, insan insana doğal ve toplumsal ilişkiler olmaktan çıkıp yozlaştı. Yoksulluğun kitleselleşmesi, eşitsizliklerin derinleşmesi insan ilişkilerini ve ruhsal yapılarını yozlaştırıp yabancılaştırdı. Kapitalizmin her şeyi metalaştırması, derin bir yozlaşmayı doğurdu.


2- Tüketim kalıpları ve sıradanlaşma


İnsanlar yerel kültürün ürünleri yerine gereksinimlerini markalaşmış tüketim ürünleriyle karşılamaya başladı. Artık gereksinimler ve onların karşılanması, bireyin özgün değerleri yaratıcılığı ve koşullarına göre giderilmeyip; herkesin kullandığı ürünlerle giderilmeye başlandı.


Sürekli yeni ürün üretmek ve satmak zorunda olan kapitalist sistem, tüketim ürünlerini, her zaman yeni bir imajla piyasaya sunarlar. Örneğin, falan saç şampuanını kullanırsanız saçlarınız daha parlak olur, erkekler sizi daha çok beğenir. Filan ayakkabı, size sosyal bir saygınlık sağlar gibi. Böyle bütün bireyler herkesleştirilir. Kızlar ve erkekler kendini reklamdaki kız ve erkekle özdeşleştirmeye çalışır. Tüketim ürünlerinin bu tarzlarda sunulması,  insanların tüketim nesneleriyle vaat edilen imajları yaşamayı amaç edinmelerine yol açtı. Dolayısıyla tüketim, insanların gereksinimlerini giderme amacından çıkıp, tüketim nesnelerinin vaat ettiği imajları yaşamaya çalışma etkinliğine dönüştü.


3- Bireyin tanrılaştırılması


Bireye daha çok tüketmesi, ne kadar çok tüketirse o kadar modern ve özgür olacağı empoze edildi. Çünkü hayat kendi hayatıydı. Artık ilkel dinlerdeki sınırlı tanrılar yerine, kapitalizm her insanı tanrılaştırmayı sinsice pazarlıyor.


Böylece, toplumsal yapı ve eski toplumlara ilişkin insani değerler, bireyin özgürleşmesini engelleyen öğeler olarak görülmeye başladı. Artık yerele ait ne varsa bir bir yok edilmeye başladı. Herkes coca cola içip hamburger yiyecekti.


4- Tüm yaşamın metalaşması ve rekabet


Hayatın meta tüketimine dayalı hale gelmesi, daha iyi yaşamanın daha çok ve daha pahalı, lüks metalar tüketmekle olacağı inancı global bir kültüre dönüştürüldü.


Ne tüketeceğimiz ve tüketirken neler duyacağımız, nasıl bir zevk alacağımız da tüketim nesnelerinin sunuluşunda bize baştan dayatılıyor.


Yaşamın ve var olmanın amacı da böyle belirlenince, insanlar arasında kıyasıya bir rekabet, başlıyor. Falancanın yazlık villası, Mercedes otomobili var, bizim de olsun. Filancalar yılda üç kez tatile gidiyorlar, beş yıldızlı otellerde kalıyorlarmış, biz gidemiyoruz; demek ki biz onlar kadar iyi yaşayamıyoruz denmeye başlandı. Bunların ardından yetişilemediği görülünce de kazanmak için herşeyin mübah olacağı fikri kabullenildi. Böylece, kazanma hırsı içinde olmak, kazanmak için hiçbir kural tanımamak bir erdem gibi yüceltildi.


5- Kişiler arası ilişkilerin, toplumsal etkinliklerin yerini bireysel etkinliklerin alması


İnsanlar arası ilişkileri insan-insana ilişki olmaktan çıkıp, çıkar ilişkilerine dönmüştür. Para kazanmak için sürekli bir çalışma zorunluluğu, insanlar arasındaki toplumsal etkinliklerinin sayısını ve kalitesini azaltıyor. Bu durumun yarattığı boşluğu, bireysel etkinlikler alıyor. Bireysel eğlence ve etkinlik araçları çoğalıyor. Çocukların, gençlerin kulaklarında kulaklıkla sürekli her yerde müzik dinlemesi ve yanındaki insanlarla konuşmaması bunun çok iyi bir örneği.


Kapitalizm Bir Dindir


Kapitalizm “ahir zaman dini” dir.

Kapitalizmin kendisine sürekli “bayram” üretmesi de “dinî”dir. Kapitalizm, ritüeli olmayan gün bırakmayacaktır. Anneler günü, babalar günü, sevgililer günü, öğretmenler günü, yaşılar günü, dünya kadınlar günü, işçi bayramı, yılbaşı vs… Bu günlerde tapınakları olan AVM’lerde tüketim ibadetlerini yaptırır.


Kapitalizm dininin ayinleri vardır. Stadyum, sinema, AVM aslında tapınaktır. Stadyumda kitlelerin dilinde bir zikir vardır. “En büyük …”


Kapitalizm “dini, ahlaki değer”leri yıkarak dinimsi başka organizasyonlar kurar. Hiçbir “dini, ahlaki değer”in kapitalizmin varlık nedenine müdahale etmesine izin vermez.


Kapitalizm dini, küresel ölçekte sermaye hareketliliğinin önündeki eski sınırları kaldırmış ve kendini, eskisinden daha sağlam bir şeklide yeniden maddi bir güce dönüştürmüştür. Kapitalizm dini; insanlığı, kurduğu devasa medya ve iletişim şirketleri aracılığı ile algı operasyonları ve pazarlama tekniklerinin güdümüne almış ve günlük hayatı, muazzam bir reklam bombardımanına tabi kılmıştır. Kapitalizm, insanlığı kuşatan, insanlığın algısal tepkilerini anında öğrenen ve bu algıları istediği şekilde yönetebilme güç ve refleksine ulaşmıştır.


Kapitalizm dini, kitleleri, nefsine dönük olarak yaşayan, zevke eğlenceye, giyime kuşama, yiyecek içeceğe ve kendi rahatına düşkün, yaşam standardını ve statüsünü yükseltmek amacıyla, sistemi kullanma ve sistem tarafından kullanılma kıskacına gönüllü olarak giren bir konuma sürükleyerek, insanları uyuşturmaktadır. Din, insani olmayan bu çöküşlerden insanlığı kurtarmak için vardır. Kapitalizm bunları gerçekleştirme peşindeki “dine karşı din”dir.


Kapitalizm dini; hırs ve arzularla, kıskançlık ve ikiyüzlülükle inşa edilmektedir. Kapitalizme karşı mücadelenin eski söylemleri yetersiz kalmaktadır. Esas olarak günlük algılarımızı, beğenilerimizi, ürettiğimiz üretebileceğimiz bütün değerleri tanınmaz hale getiren, insanlığı atomlarına ayıran bu stratejiye karşılık eski söylemlerle mücadele etmek imkânsızdır.


Bir insanın kapitalist dinin çarpık sistemi içinde, insan olarak ayakta kalması ve kendini bulması, yeni bir inşa sürecini gerektirir. Bunun için insanın, bu şirk sisteminin dışına çıkması, sistemden hicret etmesi ve sistemin bütün algı operasyonlarına karşı teyakkuz halinde olması gerekir. Ekonomik, politik, kültürel devasa bir kuşatma altında bunu başarmak, çok zordur. Eğer insan bunu başaramazsa insanlığından çıkacak ve bütün değerlerini kaybedecektir. 


Kuşatmadan Nasıl Çıkılır?    


Kapitalizm tarihin her döneminde dini bir araç olarak kullanmış ama hiçbir zaman karşısına almamıştır, çünkü kapitalizmin kurucusu konumundaki Yahudi grupları bir dini cemaat yapılanması içinde kalarak, ekonomik etkinliklerini sürdürmüşler ve dini kimliklerini koruyarak Hıristiyan ve Müslüman ülkeler ile ilişkilerini geliştirmişlerdir. Uluslararası şirketler, Orta çağ sonrasında Vatikan’ın ve Halifeliğin direnişlerini kırma doğrultusunda uluslaşmayı desteklemişler ve böylece Hıristiyan ve Müslüman dünyaların ulusal kurtuluş hareketleri ile parçalanmalarını sağlayarak ekonomi üzerinde dünya hegemonyalarını geliştirmişlerdir. Büyük imparatorluklardan iki yüz ulus devlet çıkartarak güçlü devlet yapılanmalarını tasfiye eden tekelci şirketler, yeni dönemde cemaatler ve alt kimlikli gruplar ile işbirliği yaparak karşılarındaki devlet düzenlerini yeniden küçültme doğrultusunda, iki yüz ulus devletten iki bin eyalet devletine geçişi zorlamaktadırlar.[5]


İslamcılığın, modernliği Müslüman kesime yaygınlaştırmada önemli işlevler kazandırdığı göz önüne alınırsa, Müslümanların İslamcılık eliyle modernleştirilmesi, kapitalist işleyiş biçimine katılması, 1970’lerden sonra tezahür eden piyasacı Neoliberalizmle kandaş kılınması, büyük oranda 11 Eylül sonrası İslamcılığının etkisiyle mümkün olmuştur.[6]


Batı medeniyetinin zihniyet dünyasıyla önce irade ve ahlak sonra epistemolojik ve ontolojik bakımlardan bir hesaplaşma içine girmedikçe, var olan sistemin dil ve söyleminin “İslamileştirilmesi”, esaretin sadece biçimini değiştirecektir. İslam’da da Protestan ahlakı ve kapitalist ruh var diyenler, dünün “zor”a dayalı hâkimiyetinden, bugünün “rıza”ya dayalı hegemonyasına geçmek isteyenlerdir. Beş yıldızlı otellerde içkili yemekler yerine beş yıldızlı otellerde iftar yemeği yiyen, Maldivlere lüks tatile gitmek yerine lüks umrelere giden bir kapitalist sınıf oluşturmayı amaçlayan Batı ve onun yerli payandalarına karşı özellikle Müslüman iş dünyasının uyanık olması gerekmektedir. Medeniyeti oluşturan unsurlar tıpkı bir vücudun hücreleri gibi aynı amaca dönük hareket etmelidir. Yoksa beş yıldızlı otelin penceresinden görülen manzaranın Hint Okyanusu ya da Beytullah olması insanın kıblesini tayine yetmeyecektir.[7]


Sömürünün haksız kazancın tekelleşmenin, adaletsiz paylaşımın dünyanın kaynaklarını tüketirken Batı dışı tüm dünyayı tüketim kölesi haline getiren küresel kapitalizmi İslam’la bağdaştırmak; dini sömürge imparatorluklarına suç ortağı yapmaktır. Piyasayı, rekabetin köküne kibrit suyu döken kapitalizmin ticaret ve helal kazançla karıştıranların sermayenin mahiyetini kavrayamadıkları anlaşılıyor. İsrafın, faizin haram kılındığı bir sistemde nasıl bir kapitalizm gerçekleşebilir? Bu soru tek başına kapitalizmin icadından beri cevap vermediği temel bir sorudur. Ve Müslümanlar bu soruyu sormayı unutup helal ve haramı gündemlerinden çıkartarak ekonomik anlamda da sekülerleştikleri için kapitalizmin İslam versiyonuna dair güzellemelere kulak kabartabiliyorlar. [8]


İnsanı kapitalizm girdabına düşüren zaaflar vardır. İnsanın ebedilik düşüncesi (ahireti unutma), insanın kendini müstağni görmesi (bencilik), ekonomik yeterlilik (para düşkünlüğü), otorite ve siyasallaşma (sorumluluk- vefasızlık), heva-hazcılık, (zevk saplantısı).


Bu zaaflardan kurtulmak için eşyaya bakış açımızı değiştirmeliyiz.  Eşyaya bakış açımız ihtiyacımızı gideren ve emanet edilen bir meta olmanın dışına çıkmış, egemen olma, sahip olma ve aidiyet hırsının ve iktidar güdüsünün kışkırtıcılığı ile “maliklik” pozisyonuna dönüşmüştür.


Her fırsatta dediğimiz bir cümle: ”Özümüze dönmeliyiz.” Ancak üzülerek belirtmek istiyorum ki, bu sadece lafta kalıyor. Maalesef çoğunlukla herhangi bir icraat gösteremiyoruz. ”Özümüze dönmeliyiz.” diyenler sadece küçük bir azınlık olarak kalmaktadır. Bu durumu Erdem Bayazıt şu ifadelerle anlatmakta: ”Hep yarınları bekledi bu insanlar. Fakat geldiğini hiçbir zaman fark etmediler.” Evet, yarınlar geldi; hareket vakti! Bakın; dün can verdi, bugün can veriyor, yarın ise yaklaşıyor. Zaman bulut gibidir; gelip geçiyor. Artık özümüze dönmek için yol alma vakti! Fedakârlık değil, feda olmak vaktidir artık! Özümüze dönelim ki, Ümmet-i Muhammed’in beklentilerini boşa çıkarmayalım. Ümmet bizden çok şey bekliyor. Hatta biraz daha ileri gideceğim. Mazlum olan gayrimüslimler dahi umutlarını bize bağlamışlar. Bizler özümüze dönelim ki, mazlumların umutlarını boşa çıkarmayalım… Peki, ne yapmalıyız özümüze dönebilmek için? Hangi hareket metodu ile yol almalıyız bu ideal için? sizleri bu soruların cevaplarını aramakla baş başa bırakıyorum.



[1]İ. Muhammed İsmail, Çağdaş Ekonomi Doktrinleri ve İslam (Çev.: Cemal Karaağaçlı), Boğaziçi Yayınları, İstanbul 1990, (2.baskı), s. 38.

[2] A.g.e., s. 23, 24.

[3] Ayşe BÖHÜRLER,  Diyanet Dergisi,  Kasım 2014

[4] Ayşe BÖHÜRLER,  Diyanet Dergisi,  Kasım 2014

[5] Anıl ÇEÇEN, Kapitalizm Dini Kullanıyor, 23 Mart 2015

[6] Ercan YILDIRIM, NEOLİBEARAL İSLAMCILIK (1980-2015 İslamcıların Dünya Sistemine Entegrasyonu) s. 309

[7] Adem ÇAYLAK,  Milat, 11 Ekim 2012

[8] Akif EMRE, Yeni Şafak, 27 Nisan 2017

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

MEKKİ SURELERDE SALÂT KAVRAMININ SEMANTİĞİ

SALAT’IN NAMAZ ANLAMI ÜZERİNE

EZBERE TESLİM OLMAK