KUR’AN’A YABANCILAŞMANIN TARİHSEL SÜRECİ (1)

 

KUR’AN’A YABANCILAŞMANIN TARİHSEL SÜRECİ (1)

Yönetim Şeklinde Kur’an’dan Kopuş (632)

İslam tarihinde İslam ümmetinin belini büken önemli iki bozulma olmuştur. Biri. Hz. Osman zamanında başlayan ve günümüze kadar devam eden siyasal bozulma yahut yönetim bozukluğudur. Diğeri de Müslümanları islamın bütününden uzaklaştıran ve beyinlerini dumura uğratan tasavvuf kültürünün meydana getirdiği bozulmadır. Bu iki bozukluktan kurtulmadıkça ümmetin belini doğrultması imkânsızdır.[1]

Kur’an’dan kopuşun tarihsel süreci Hz. Ebubekir’in Sakife’de[2] halife seçilirken ortaya atıldığı iddia edilen, sonra kavramsallaştırılan “Hilafetin Kureyşiliği”[3] meselesiyle başlamıştır. Oysa Kur’an yönetimde şurayı öngörmüştür:

“Rablerine icabet edenler, namazı dosdoğru kılanlar, işleri kendi aralarında şura ile olanlar ve kendilerine rızık olarak verdiklerimizden infak edenler, (Şura 42:38).”

Dört halife kabile, kültür ve nüfuz etkilerini kullanarak yönetim biçimleri belirlemişlerdir. Dört halifenin de Kureyş’ten olmaları da dikkat çekicidir. Belki de dört halife döneminde çıkan toplumsal ve siyasal olayların temelinde “Hilafetin Kureyşiliği” meselesi vardır. Daha sonra ümmet tarafından dört halifenin uygulamaları yüzde yüz Kur’ani bir yönetim şekliymiş gibi kutsallaştırıldı. Elbette halifelerin İslama çok büyük hizmetleri vardır. Onları yadsımıyor ve saygınlıklarını eleştirmiyoruz.

Bu meseleyi Hüseyin ATAY son kitabında[4] Cemal Benna ve Abdullaziz Duri’ye göndermeler yaparak ele almıştır.

Asırlar sonra bu meseleye niçin değindiğimizin sebebi şudur: Geçmişimizdeki olumsuz hadiselerin günümüzü de olumsuz etkilediği, dolayısıyla geçmişimizdeki sorunları çözmenin günümüz problemlerinin de çözümü olacağı fikrinden hareket etmemiz düşüncesindendir.

Yönetim ilkesi olarak şura’nın terk edilmesi asırları ve kitleri ve inançları etkileyecek sonuçlar doğurmuştur Sabri HİZMETLİ’nin makalesinden özetlemeye çalışalım:[5]

1.Kureyş aristokrasisi, kabilecilik törelerinden ve Ensar'ın içyapısından kaynaklanan zaafı kullanarak siyasi iktidarı ele geçirdi, uzun yüzyıllar boyunca ve çeşitli hanedanlıklar aracılığı ile iktidarını sürdürdü.

2. Hz. Ebubekir'in kendinden sonra yerine Hz. Ömer'i halife tayin etmesi, Hz. Ömer'in de halife seçimi işini, tamamen Kureyş kabilesine mensup kişilerden ibaret olan altı kişilik komiteye bırakması, Kureyş aristokrat ve bürokratlarının yönetim erkini kendi dışındaki müslüman topluluklara bırakmak istemediği inancını doğurdu. Bu durum da Hz. Osman zamanında patlak veren isyanlara, Arap kabilelerinin "Hariciler" diye yeni bir siyasi, sosyal ve dini oluşum meydana getirmelerine; Kureyş'e karşı bir muhalefet cephesi teşkil etmelerine, hatta savaşarak da olsa siyasi iktidarı ele geçirme mücadelesi vermelerine sebep oldu.

3. Hilafet bir idare şeklidir; doğrudan millet iradesine ve hakimiyetine dayanır; kutsal bir kurum değildir, zamanın gereklerine göre yapılanır.

4.Siyasi iktidar mücadeleleri müslüman ümmetin birlik ve bütünlüğünü parçalayan en büyük faktör oldu. Teokratik, demokratik yaklaşımlar paralelinde, seçimciler, nasscılar, birleştiriciler vs. şeklinde gruplara ayrıldılar; Şia, Havaric ve Ehl-i Sünnet gibi siyasi-dini topluluklar meydana getirdiler.

5. Farklı siyasi anlayışlar ve hizipleşmeler veya hilafet-imamet telakkileri müslüman toplum arasında itikadi mezheplerin doğmasına sebep oldu.

6. Birçok dini kavramların tanımına, büyük günah ve kader gibi meselelerin açıklamalarına siyasi ve ideolojik yaklaşımlar önemli etkide bulundu. Çünkü siyasi kanaatler ve farklılıklar inanç ve amel alanlarına taşındı. Başlangıçta tamamen siyasi nitelik taşıyan konular ve farklılıklar zamanla fikri ve dini görünümler kazandı. İslam akaidini ilgilendiren hususlar arasında değerlendirildi. Hariciler ve Şiilerin birçok dini anlayışı bu cümledendir. Ehl-i Sünnet, Şia, Havaric kavramlarını ve topluluklarını tanımlayan temel etken siyasettir, siyasi telakkidir.

7. Hz. Muhammed'in ölümünden sonra, sahabeler arasında siyasi ihtilaflar ve kanlı olaylarla sonuçlanan iktidar mücadelesinin varlığı, İslam siyasi nizamının dine dayanmadığını, sahabelerin de masum kimseler olmadıklarını gösterir. Gerçekte İslam, yönetim biçimini ne adlandırmış ne de şekillendirmiştir; fakat devletin temel ilkelerinin neler olduğunu açıklamış; adalet, meşveret, emanet, ehliyet gibi hususları siyasi nizamın esasları olarak ortaya koymuştur.

 


[1] İbrahim SARMIŞ, Tasavvuf ve İslam, s.655

[2] İsrafil Balcı: Sünnî gelenekteki ‚İmamlar Kureyş’tendir‛ sözünün Sakîfe’de dillendirildiği iddiası doğru değildir. Dahası böyle bir söz sonradan oluşturulmuş bir iddiadır ve hiçbir inandırıcılığı yoktur. Sakîfe’de ileri sürülen gerekçe, Ensâr’ın başkanlık iddiasına karşı Muhacirlerin ‚emîr/başkan/idareci bizden, vezir/yardımcılar sizden olsun‛ teklifidir. Ancak Kureyş merkezli idarî tekeli elde tutmak için, ‚İmamlar Kureyş’tendir‛ iddiası özellikle ortaya atılmış ve hadîs formuna sokulmuştur. Böyle bir iddianın ortaya atılmasında Şîa’nın benimsediği ‚İmamların Ehl-i Beyt’ten‛ olduğu inancının etkili olduğu anlaşılmaktadır.

[3] Bu mesele ile ilgili geniş okuma için Mehmed Said HATİBOĞLU’nun aynı isimli makalesi; Ahmet AKBULUT’un SAHABE DEVRİ İKTİDAR KAVGASI (Eski Baskının Adı: Sahebe Devri Siyasi Hadiselerinin Kelami Problemler Etkileri) okunabilir.

[4] “BEN (Akıl ve Kur’an Işığında 1400 yıllık Süreçte İslamın Evreni)”

[5] GENEL OLARAK RAŞİD HALİFELER DÖNEMİ OLAYLARI: SONUÇLARI VE ETKİLERİ, Prof. Dr. Sabri HİZMETLİ, DergiPark

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

MEKKİ SURELERDE SALÂT KAVRAMININ SEMANTİĞİ

SALAT’IN NAMAZ ANLAMI ÜZERİNE

EZBERE TESLİM OLMAK