KUR'AN'A YABANCILAŞMANIN TARİHSEL SÜRECİ (2)

 KUR'AN'A YABANCILAŞMANIN TARİHSEL SÜRECİ (2)

İmanın Esaslarına Kaderin Eklenmesiyle Kur’an’dan Kopuş (662)

Kader probleminin siyasallaşma sürecinin Emevilerle başladığını söyleyebiliriz. Onlar “Allah’ın kaderi”ni istismar ederek iktidarlarına meşrûiyet sağlamaya çalışmışlardır. Bu dönemde adaleti, hakkı, hukuku gözeten halifelerin yerini yaptıkları kötülüklere kaderi delil getiren hükümdarlar almış ve insanların çoğu da buna itaat etmek zorunda bırakılmıştır. Kendilerine itaat etmeyen insanlar ise, toplumda huzursuzluk yaratan bozguncular olarak takdim edilmiştir. Bu bozguncular yönetim tarafından en ağır cezaya çarptırılmışlar ve bu ceza da Kur’an-ı Kerim’e dayanılarak tesbit edilmiştir. Emevilerin bozgunculara karşı kullandığı âyet şudur: “Allah ve elçisiyle savaşanların ve yeryüzünde bozgunculuk yapmaya çalışanların cezası; ya öldürülmeleri, ya asılmaları, ya ellerinin, ayaklarının kesilmesi veya bulundukları yerden sürülmeleridir. Bu, onların dünyada çekecekleri rezilliktir. Ahirette ise onlara büyük bir azap vardır”. (Maide 5:33) Nitekim Emevi halifesi Hişâm’ın muhalif Ğaylân’ı elleri ve ayaklarının kesilmesi suretiyle öldürmesi,[1] Ömer b. Abdülaziz’in de yaptıklarından tevbe etmeyen bozguncuların sürülmesini emretmesi[2] bu durumu belgelemektedir. Emeviler zamanında dînî terimlere de siyâsî anlamlar yüklenmiştir. Örneğin, müşrik, mülhid, kâfir, münâfık vb. kelimeler, rejim düşmanları için kullanılır olmuş, buna göre cezalar tatbik edilmeye başlanmıştır.[3] Ayrıca, halkın devlete itaatini sağlamak için, konunun dînî açıdan tasdiki ihmal edilmemiştir. Emevi Devletinin kurucusu Muaviye hakkında, onun uhrevi ve dünyevi hayatını garanti altına alan bir takım haberler, Hz. Peygamber’e dayandırılarak rivayet edilmiştir. Bu tür haberler, genelde Muaviye’yi övücü niteliktedir; onun cennetlik olduğu, Hz. Peygamber’in kendisine hayır duası vb. gibi. Ancak bunun tam zıddı, Muaviye’nin cehennemlik olduğu, onun müslüman olarak ölmeyeceği gibi haberlerin de var olması, bu tür rivâyetlerin siyâsî kaygılardan dolayı ortaya atıldığı izlenimini vermektedir.[4] Emevilerin kader meselesini siyâsî boyuta taşıması, toplumdaki memnuniyetsizliği daha da artırmış, kendilerine yönelik siyâsî veya fikrî tepkiler, 91 yıllık iktidarları boyunca devam etmiştir. Ancak şunu da ifade etmek gerekir ki, kader konusunun istismarı, sadece Emevilere ait bir problem değildir. Günümüzde de gözü Hakka kapalı olan herkes, kendilerini temize çıkarmak için kadere sığınmaktadır. Kader kavramı, bir yandan zalimin zulmünün sebebi olurken, diğer yandan mazlumun acizliğinin gerekçesi olmaktadır. Bu gerekçeye sığınan insan, eli-kolu bağlı bir vaziyette hiçbir şey yapmadan oturmanın normal olduğunu düşünmektedir. Oysa insan, kendisinin teklife muhâtap olduğunu, dolayısıyla yaptığı bütün davranışlardan sorumlu olduğunu bilerek hareket etmek durumundadır.

Emevi saltanatı Hicri 40. yılda Muaviye tarafından, “cemaat yılında”, Medine mescidinde elinde kılıcıyla “Bu iş kaza ve kader iledir” diyerek ilan edildi. 91 küsur yıllık Emevi dönemi boyunca kader resmi doktrin haline getirildi ve siyasal mana yüklenerek “Bizim ümmetin başında olmamız Allah’ın kaza ve kaderi iledir.” argümanı geliştirildi. Buna itiraz eden ilk yüzyıl aydınlanmacılarından Amr el -Maksus, Mabed el-Cuhenî ve Ca’d bin Dirhem gibi bir çok sima “kaderi inkar ettiği” gerekçesiyle ağır işkenceler altında şehit edildi. Üstelik saray ulemasınca “Rafızî, Kaderiyye” diye yaftalandılar.

‘Kader’; ölçü, ilke, kural, düzen, takdir, ahenk demektir. Kur’an kader kelimesini hep bu anlamda kullanır. Kur’an’da  11 yerde geçmektedir.

Allah, her şeyi belli bir ölçü içinde indirmektedir. (Hicr 15:21) Gökten su ölçüyle iner (Müminûn 23:18; Zühruf43:11); inen suyun yeryüzünde vadilerde dolaşması bile ölçüyledir.(Ra’d13:17) Topraktan pınarlar fışkırması, fışkıran suların birleşmeleri yine belli bir ölçüye göredir. (Kamer 54:12)

Kader kökünden gelen ve ölçüye bağlamak anlamında olan ‘takdîr’ sözcüğü de tabiat kanunları, değişmez ölçüler anlamında kullanılmıştır. Bu kullanıma göre, Ay ve Güneş’in belirlenmiş ölçülere göre seyretmeleri, her türlü iş ve oluşun, her türlü yaratılış ve yaratışın seyri Allah’ın bir takdiri yani ölçülendirmesidir.(En’am 6:95; Furkan 25: 2; Yâsîn 36:38; Fussılet 41:12)

Tüm bu ölçüye bağlılıklar, kader kelimesi veya türevleri kullanılarak ifade edilmiştir. Ve bu ifadelerle önümüze konan kader kavramının temel amacı, insanın fiillerinin belirlenmiş olduğunu değil, varlık ve oluşta rastlantının bulunmadığını her şeyin bir ölçü üzere olduğunu göstermektedir.

Akait kitaplarındaki kader anlayışının Kur’an’daki kader kavramıyla bir ilgisi yoktur. O kitaplar yoluyla asırlardır taşınan ve bizlere öğretilen kader, sürüleşmiş bir toplum yaratmak isteyen saltanat odaklarının kitleyi uyuşturmak için oluşturdukları Kur’an dışı bir anlayıştır.

Bu anlayışla Müslüman kitlelerin getirilmek istendiği yerin ne olduğunu, İslam’ın temel kabulleri gibi benimsettirilen ‘ilkeler’den seçtiğimiz şu birkaç örnek çok iyi göstermektedir:

1. Dünya, müslümanın cehennemi, kâfirin cennetidir. 

2. Her insanın cennetlik veya cehennemlik olacağı, varlıklar âlemi yaratılmadan çok önce belirlenmiştir.

3. Devlet başkanı, ahlaksızlık da zulüm de işlese azledilemez. 

4. Sapık ve zalim bir imamın peşine de olsa namazı cemaatle kılın. 

İnanç esaslarının içine sokulan bu Kur’an dışı hezeyanların tümü Emevi yalanıdır. Kur’an’dan hiçbir dayanakları yoktur. Kur’an bunların tümünün tersini söylemektedir.

Kur’an’da, bu şekliyle bir kader kavramı olmadığı gibi, ‘kadere iman’ diye bir tâbir de yoktur. Bu tâbiri de, Peygamberimizden yıllar sonra, Emevi idaresi din kitaplarına sokturmuştur.

Kur’an’da iman edilmesi gereken hususların sayıldığı iki ayet geçer bunlarda kadere iman zikredilmez:

Yüzlerinizi doğuya ve batıya çevirmeniz iyilik değildir. Ama iyilik, Allah'a, ahiret gününe, meleklere, Kitaba ve peygamberlere iman eden; mala olan sevgisine rağmen, onu yakınlara, yetimlere, yoksullara, yolda kalmışa, isteyip-dilenene ve kölelere (özgürlükleri için) veren; namazı dosdoğru kılan, zekatı veren ve ahitleştiklerinde ahitlerine vefa gösterenler ile zorda, hastalıkta ve savaşın kızıştığı zamanlarda sabredenler(in tutum ve davranışlarıdır). İşte bunlar, doğru olanlardır ve müttaki olanlar da bunlardır. (Bakara 2:177).

Ey iman edenler, Allah'a, elçisine, elçisine indirdiği kitaba ve bundan önce indirdiği kitaba iman edin. Kim Allah'ı, meleklerini, kitaplarını, elçilerini ve ahiret gününü inkar ederse, şüphesiz uzak bir sapıklıkla sapıtmıştır. (Nisa 4:136)

Kader inancının Kur'an'da olmadığını Prof. Dr. Hüseyin Atay 1960 yılında yayınladığı ‘Kur’an’da İman Esasları’ adlı doktora teziyle ortaya koymuştur. Bu tez, Türk- İslam ilahiyat tarihinde ilk kez ortaya atılan bir tezdi. Prof. Atay bu tezi yüzünden, Ehlisünnet akîdesini bozmakla suçlandı. Tıpkı İmamı Âzam’ın da suçlandığı gibi…

Ünlü Matürîdî kelamcısı Ebu’l-Muîn en-Nesefî (ölm.508/1115), Tabsıratü’l-Edille adlı eserinde, kader konusunda Hüseyin Atay’dan 850 yıl önce söylediğinin aynısını söylüyor:

 “İman esaslarına gelince bunlar 5 tanedir: 1. Allah’a, 2. Meleklere, 3. Kitaplara, 4. Peygamberlere, 5. Ahirete iman. Aynen bunun gibi ibadetler de 5’e ayrılır...” (Nesefî’nin Tabsıra’sından naklen Atay; Kur’an’da İman Esasları, 146)

 


[1] Ebru Zehra, İslâm’da Siyâsî ve İtikadi Mezhepler, s. 140-143.

[2] Ahmet Zeki Safvet, Cemherat Resâili’l-Arab, c. II, s. 272.

[3] Watt, İslâm Düşüncesi, s. 101.

[4] Aycan, İrfan, Saltanata Giden Yolda Muaviye b. Ebi Süfyân, s. 48-62, Ankara, 1990.


Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

MEKKİ SURELERDE SALÂT KAVRAMININ SEMANTİĞİ

SALAT’IN NAMAZ ANLAMI ÜZERİNE

EZBERE TESLİM OLMAK