DOĞRU BİLGİ İHTİYACI
Doğru Bİlgİ İhtİyacı
Bin
dört yüz yıldır İslam adına herkesin içeriğini kendince doldurduğu kavramlarla
örülen, sınırları belirsiz, doğruluğu hakkında ölçüt geliştirilemeyen bir bilgi
alanı oluş(turul)muştur. Müslümanlarca bu alanın, sorgulanmaksızın kabul
edilmesi gereken bilgilerle dolu olduğu zannedilir. Bu belirsizlik, ölçüsüzlük
ve gizem, çarpıklıkların, yanlışların meşrulaştırılmasını, hatta din
istismarını kolaylaştırmaktadır. Örneğin, İslam tarikat çevrelerince bilinemez,
ulaşılamaz, anlaşılamaz, esrarengiz sırlarla-gizemlerle dolu bir din olarak
tanıtıldı. Allah ile insanlar arasında aracılar (evliya, şeyh, kutup, gavs
gibi) otoriteler uydurup insanları bunlara muhtaç ettiler. İnsanın her alanda
doğru bilgiye ihtiyacı vardır. Din alanında doğru bilgiye olan ihtiyaç, bütün
insanlığın geleceğini etkileyebilecek kadar önemlidir. Vahye, akla ve
gerçeklere aykırı bilgilerle kurulan din anlayışının, bireye ya da topluma
herhangi bir fayda sağlamayacağı kesindir. Müslümanların hali hazırdaki durumu
buna şahittir. Hegel’in dediği gibi; “Tanrı kavramı çarpık olan bir toplumun,
devleti de hükümeti de, kanunları da çarpık olur.”
Kur’an
ve akıl din adına hazır bulduğumuz her şeyin eleştiri süzgecinden geçirilmesini
ister (17/36, 49/6). Doğru bilgiye sahip olmanın, doğru olanı tercih
edebilmenin ve doğru eylemlerde bulunabilmenin yolu eleştirel düşünme ve
yaklaşımdan geçmektedir. İnsanın, çaba sarf etmeden edindiği ya da
bir şekilde hazır bulduğu bilgilerin doğruluğunu sorgulaması pek kolay
olmamaktadır. Çünkü bu tür bilgiler ve onların arka planındaki tarihten
getirdiğimiz düşünce kalıpları, bizim olay ve olguları anlamamızda ve
anlamlandırmamızda etkin olmaktadır. Bir başka deyişle, çerçevenin içinde
kalarak düşünmeye, yaşamaya alışmış durumdayız. Toplumlar, alışılmamış düşünce
ve eylemlerden hep tedirginlik duymuşlardır. Ezber bozup çerçeveyi zorlayanlar,
tarih boyunca siyasi ve ilmi statüko tarafından hep dışlanmışlardır. İçinde
yaşadıkları zaman dilimine sığmayan cins kafalar, çoğunlukla, kendilerinden
sonraki nesiller tarafından daha iyi anlaşılmışlardır. Bütün peygamberlerin,
insanları uyarmaya başladıkları zaman karşılaştıkları bilinçsiz direnç Kur'an’ın
üzerinde çok durduğu bir konudur ve meseleye en güzel örnekleri içerir.
Din
alanındaki bilgilerin doğru olup olmadığı, kaynaklar ve içerik birlikte göz
önüne alınarak araştırılır. Kur’an’ın dışındaki bütün bilgilerin kaynağı
insandır. Kur’an ayetlerinin yorumları, hiçbir zaman Kur’an’la
özdeşleştirilemez. Yorumlar, yorumu yapan kimsenin bilgi
birikimine göre değişebilir. Çünkü her âlim inbuzaman (zamanın
oğlu)dır. Kur’an’ın evrensel boyutu, onun her zaman ve mekânda yeniden
anlaşılmasını ve yorumlanmasını mümkün kılmaktadır. İslâm’la ilgili vahyin
dışındaki bilgilerin doğruluğu, onların akla ve vahye aykırı olmamasına
bağlıdır.
Hz.
Muhammed’in söz ve fiilleri, Müslümanlar arasında, her zaman önemsenmiş ve
önemsenmeye devam edecektir. Ancak, doğru bilgi açısından hadis ve sünnet
konusunda iki temel sorun karşımıza çıkmaktadır: Birincisi, Sünni anlayışta
“Sahihayn” adı altında Buharî ve Müslim’in veya “Kütüb-ü Sitte” nin, Şiî
anlayışta “Kütüb-ü Erbaa” adı altında toplanan kolleksiyonların bütünüyle
“sahih” hadisleri içerdiği iddiası ile kutsal bir hüviyet kazanması. İkincisi,
hadislerin içerikten çok ravileri bakımından incelenmesi, metin kritiği
açısından incelenmemesi. Sünni hadis anlayışı ile Şiî hadis anlayışının temelde
birbirinden farklı olması bir yana, İslâm âlimleri, hem söz hem de mana
bakımından Hz. Muhammed’e ait olan hadislerin sayısı üzerinde bile ittifak
edememişlerdir. Bu durum, hadis ve sünnet konusunda bizleri şu gerçekle karşı
karşıya getirmektedir: Hz. Muhammed’de bize intikal eden, ona ait olduğu iddia
edilen bütün bilgiler, beşer ürünü ve beşer kanalıyla intikal ettikleri için,
içerik ve Hz. Muhammed’e aidiyetleri açısından daima metodik şüpheyle
yaklaşılması gereken bilgilerdir. Bir hadiste bir kelimenin yerine
eşanlamlısının kullanılması bile onun değişmiş olması için yeter sebeptir.
Kur’an’ın
temel amaçlarından birisi olan, insanları özellikle itikat ve ahlâk alanlarında
akıllarını doğru kullanmaya teşvik ve doğru davranışa ikna faaliyeti, doğru
bilgi ile mümkün olabilir. İnsan, bilmeden de doğru olanı yapabilir; ancak,
sorumluluk bilinci, yapılan her şeyin bilerek yapılmasını gerektirmektedir.
Israrla, düşünmeyi, akletmeyi, ibret almayı, öğüt almayı, bütün bilgi
vasıtalarını etkin kullanmayı emreden Kur’an, “Bilmediğin şeyin ardına düşme.
Doğrusu, kulak, göz ve kalp işte bunların hepsi ondan sorguya çekilir.” (17/36)
buyurarak, bilerek inanmayı, bilerek yaşamayı istemektedir.
Kur’an,
her konuda sağlam bilgi ile delillere dayalı olarak hareket etmemizi ister.
Zanna uyulmasını eleştirmekte; zannın hiçbir yarar sağlamayacağına; hatta
zannın çoğunun günah olduğuna dikkat çeker (49/12). Hucurât suresindeki şu
ayet, her alanda doğruyu arama konusunda bir uyarıdır: “Ey inananlar! Eğer
yoldan çıkmışın biri size bir haber getirirse, onun iç yüzünü araştırın, yoksa
bilmeden bir millete fenalık edersiniz de sonra ettiğinize pişman olursunuz.”
(49/6)
Kur’an,
“ataların dini” adı altında, geçmişten intikal eden kültürel mirasın ve düşünce
geleneklerinin eleştiri dışı tutulmasını da şiddetle eleştirmektedir: “Onlara:
‘Allah’ın indirdiğine uyun!’ dendiği zaman: ‘Hayır, atalarımızı üzerinde
bulduğumuz yola uyarız’ derler. Ya ataları bir şey düşünemeyen ve doğru yolda
olmayan kimseler idiyseler!”(2/170). Ayrıca bakınız: (2/91, 3/61,
5/104)
Yorumlar
Yorum Gönder