ŞİA’NIN DOĞUŞU
Şİa’nın
Doğuşu
Sünniler ve Şiiler’in temel inançlar noktasında birleşen, tarih ve siyaset planında ayrılan guruplardır. Mezhep krizlerini totaliter ve despotik rejimlerin ürünü olarak ortaya çıkmıştır. Ümmeti fırkalara ayıran sebepler vardır. Bunlar: Tarihi şartlar, fikri şartlar, siyasi şartlar. Bu şartlardan sonra kültür islamının oluşum süreci başlamıştır.
Tarih boyunca Kur’an’ın rehberliğinden uzaklaşan Müslümanlar aralarındaki tefrikaların rahmet olduğuna inan(dırıl)mış bu fırkalaşmanın hayır olduğunu ileri sürmüşlerdir. Müslümanlar modern düşüncenin etkisiyle demokrasiye ait olan çok çeşitlilik, çok seslilik, çoğulculuk gibi söylemleri “ihtilafta rahmet var” vurgusuyla besleyerek içselleştirmiş, düşüncelerindeki farklılıkları zenginlik olarak görür olmuşlardır. Oysa birbirini yok sayan yok etmeye çalışan bir farklılık (ihtilaf) zenginlik sayılamazdı.
İslam Mezhepleri Tarihi'ndeki bütün mezhepler, Hz. Peygamber' in vefatından sonra, sosyo-politik sebeplerle ortaya çıkmışlardır. Bütün mezhepler, hak mezhep olduklarını gösterebilmek için, kendilerini Hz. Peygamber'in yaşadığı zaman dilimi ile irtibatlandırma yoluna gitmişlerdir.
Mezheplerin temel ilkeleri ve inanç esasları, doğdukları sosyo-politik ortama göre şekillenmiş; daha sonra bu görüşlerin dini temelleri Kur’an ve hadislerden deliller getirilerek tespit edilmeye çalışılmıştır. Böylece her mezhebe göre büyük ölçüde farklılık arzeden ve tarihi gerçeklerle çoğu zaman bağdaşmayan rivayetler ortaya çıkmıştır. Bu farklı anlayış biçimini, Şia'nın tarihe bakışında açıkça gözlemek mümkündür. Belki de bu sebepten, Şia'nın doğuşu hakkında, pek çok, farklı görüşler ileri sürülmüştür. Şia'nın doğuşu hakkındaki Şii iddiaların, "fikir-hadise irtibatı" esas alınarak tahlil edildiğinde, ne Hz. Peygamber'in yaşadığı zaman dilimindeki, ne de Şii imamet nazariyesinin belkemiğini oluşturan Hz. Ali, Hasan, Hüseyin ve Ali bin Hüseyin dönemindeki sosyal olaylarla irtibatlandırmak mümkündür. İçtimai olaylar, Şii iddiaları doğrulamamaktadır. Çünkü Şia'nın varlığından söz edebilmek için, Şia kavramının içeriğini oluşturan temel fikirlerin kitlelere mal olduğunu tespit etmek gerekmektedir. Tespit edebildiğimiz kadarıyla, ne Hz. Ali'nin, ne oğulları Hasan ve Hüseyin'in, ne de Ali b. Hüseyin'in etrafında, Şiilerce iddia edildiği şekilde bir Şii farklılaşma ortaya çıkmıştır. Hz. Ali'nin sağlığında, onun etrafında yer alan insanların, onun nass ve tayinle imam olduğuna inanarak onu halife kabul ettiklerini söyleyebilmek pek mümkün değildir. Bunun en önemli delillerinden birisi, Hz. Ali'nin Hz. Osman'ın ölümünden sonra meşru halife olarak Müslümanların birliğini sağlayamaması, zaman zaman savaşa gönderecek asker bulmakta sıkıntı çekmesi ve Sıffin’den sonra, daha sonra Haricileri oluşturan bir grubun onun saflarından ayrılmasıdır. Eğer insanlar Hz. Ali'nin nass ve tayinle halife olduğuna inanmış olsalardı, İslam Tarihindeki ilk fırkalaşma olayı olan Haricilikten ve Haricilerden söz etmek pek mümkün olamazdı.[1]
Diğer taraftan, eğer Kur'an'da herhangi bir ayet, bizzat Hz. Peygamber tarafından Ali'nin imameti ile irtibatlandırılmamıştır. Eğer böyle olsaydı Hz. Peygamber'in naşı ortada dururken, Müslümanların istikbalini düşünerek, halife seçmek için bir araya gelen insanların, önce Ensar'dan birini seçmek istemeleri, daha sonra da Hz. Ebu Bekir üzerinde karar kılmalarının ve o esnada herhangi bir ayeti delil olarak kullanmamalarını izah etmek pek mümkün olmazdı. Hz. Peygamber' in uğrunda gözünü kırpmadan ölümün üzerine giden sahabenin başka türlü davranabileceğini düşünmek pek mümkün değildir.
Şia’nın doğuşu ve temel düşünceleri ile ilgili meseleleri dayandırdıkları hadisler (Gadiri hum, kırtas hadisi) ise tamamen kurgulanmıştır. Hz. Ali’nin hilafetine yordukları ayetler (5/3,55, 67; 8/75; 24/55; 33/33) adı üzerinde bir yorumdur.
İslam dünyası siyasal birliği sağlayabilirse,
inançta da birliği sağlamaya adım atmış olacaktır. Mezhep, tarikat ve cemaatin
beşeri-siyasi oluşumlar olduğunu anladığımız gün, Müslümanları tekfir etmenin
çok büyük bir vebal olduğunu da anlarız. Mezhep, tarikat, cemaat İslam
dünyasının bir gerçeğidir; ancak Müslüman olmak için bunlara bağlı olmak diye
bir zorunluluk yoktur. Müslümanlık en üst bir kimlik olarak geliştiği zaman,
farklılıklar zenginlik olarak anlaşılabilir. İslam, hiçbir mezhebin, tarikatın,
cemaatin tekelinde değildir. Kur'an, Kur'an'ın dışındaki hiçbir bilgiye,
kendisiyle eşit muamele yapılmasına izin vermez. İslam/Kur’an Şiilik ve
Sünnilik arasında buharlaş(tırıl)mıştır.
[1] Hasan Onat,
Şiiliğin Doğuşu Meselesi (Birinci Hicri Asır) isimli makalesi, s.112-133
(Ankara İlahiyat Dergisi)
Yorumlar
Yorum Gönder