KUR’AN’DA İNSAN BİÇİMCİ DİL
KUR’AN’DA
İNSAN BİÇİMCİ DİL
Kur’an’da özellikle Allah’ın zatından bahsedilirken muhataplarının ekserisi avam olduğu için onların anlayabileceği insanbiçimci (antropomorfist) bir dil kullanılmıştır. Allah kendini hiç benzetme yapmaksızın anlatsaydı, O’nun sıfatları hakkında bir fikre sahip olamazdık. Allah kendini anlatırken, insanlarda bulunun bazı uzuvlar ve sıfatlarla anlatmıştır. Bu sınırsız bir varlığın sınırlı bir varlığa kendini anlatma, tanıtma ihtiyacından doğmuştur. Kur’an, Allah’ı insanlara sıfatlarıyla tanıtmakta ve Allah’ı bilmeyi, O’nun sıfatlarını bilmeye bağlamaktadır.
Allah, yüz (2/115; 30/38-39; 76/9), göz, el (5/64;48/10) gibi uzuvları; gelmek, oturmak(istiva), yönelmek gibi sıfatları kendine izafe etmiştir. Görmek, işitmek, intikam (cezasız bırakmamak) almak, gazap (öfke)lanmak gibi fiilleri de kendisini anlatmak ve tanıtmak için kullanmıştır. İnsan, bu anlatım tarzıyla kendisinin anlam dünyasındaki kavramlarla Allah hakkında bir tasavvura sahip olmuştur.
Allah kendine ait bir kürsü ve arş (taht) tan da bahsetmektedir. Arş ve kürsü, egemenlik sembolü olarak kullanılan sözcüklerdendir. Arş, tavanlı şey, ev tavanı ve çardak anlamındadır. Çardak kurmak anlamına da gelir.
Sultanların oturduğu yere (tahta), hüküm ve iktidar makamına, yüceliğini belirtmek için üzere arş adı verilmiştir. Bununla birlikte izzet (güç), sultan (otorite) anlatılmak istenmiştir.[1]
Allah’ın arşa istiva ettiği yedi ayette anlatılır.[2] Allah’ın arşa istiva’sı/iktidar makamına oturması kurulmasından bahseden bu yedi ayet Allah’ın kâinatı yaratması ve yönetmesi ile ilgilidir. İslam tarihinde bu kelime dolayısıyla büyük tartışmalar meydana gelmiştir. Bazı âlimler –kelimenin sözlük anlamı olan “yönelmek” ten hareketle – Allah’ın istivasını kolları ve bedeniyle insanın bir şeye yönelmesi ve oturması gibi anlama yanlışına düşmüşlerdir. Bunun temelinde, Kur’an’ı Kur’an’la tefsir etmemek, ayetleri bağlamından koparmak ve Kur’an’a parçacı yaklaşım vardır. O’nun istivası bedensel/cismi bir istiva değildir. Yine O’nun insana şahdamarından daha yakın olması da cismi bir yakınlık değil; latif (her yerde hazır, her yere nüfuz eder), habir (her şeyden haberdar), muhit (her şeyi kuşatır) olduğu belirterek açıklanır. Yani arş bir bakıma Allah’ın tahtı olmaktadır. Nasıl bir hükümdarın tahta oturması ülkesini yönetmeye başlamasını sembolize ediyorsa, Allah’ın arşa istivası da mülkü/kâinatı yönetmesini simgeler.
Allah zul-arş (bütün egemenliği elinde tutan) sıfatıyla dört yerde nitelenir.[3]
Kur’an Allah’ın semada olduğunu[4] söylüyorsa bu ifadelerle bizzat sözcük anlamları kastedilmiş değil, başka bir alan olan O’nun aşkınlığına/mutlak kudret dikkat çekilmektedir.
Netice
olarak insan için beşeri terimler kullanmaksızın Allah’tan söz etmek mümkün
değildir. Hem fiziki (arş, kürsü) hem de duyum
(işitmek, görmek) ifade eden sıfatların Allah’a atfedilmesi, O’nun ruhi
ya da cismani bir varlık olmasından dolayı değildir. Bu sıfatlamalar bir dürbün
gibi hakikati bize yakınlaştırmaktadır. Kur’an’ı anlamada kelimelerin lügat
karşılıklarına sıkışıp kalmak değil, onun anlam sistemini ve işleyişini
kavramakla mümkündür. İnsanbiçimci terimleri bağlamından ve Kur’an’ın
bütünlüğünden ayırmadan, kalıplar içinde anlamı buharlaştırmadan yorumlamak
gerekmektedir. Yoksa müşebbihe olur çıkarız.
Yorumlar
Yorum Gönder