DİNİN YANLIŞ YORUMUNUN DOĞURDUĞU SORUNLAR

 

dİnİn YANLIŞ YoruMunun DOĞURDUĞU Sorunlar

 

1. Kadercilik

Fatalizm, kadercilik ve yazgıcılık aynı anlama gelen terimlerdir. Bütün olguların, olayların, durumların önceden belirlendiği ve asla değiştirilemeyeceği tezinden yola çıkarak insan iradesini yok sayan bir felsefî görüşü anlatır.

Kadercilik, bir tür dini sorumluluktan kaçma olarak, Allah’ın insana verdiği insanın ahlaki özgürlüğünü ve sorumluluğunu reddetmektir. Genellikle insanın altından kalkmakta zorlandığı doğadan, tarihten ve toplumdan kaynaklanarak sonucu gelip insana dokunan kötülükleri, insanlar kolayca faturayı Allah’a keserek bir tür geçici rahatlık elde ederler. Bu tarz düşünme, insanın yaratıcılık, düşünme ve cesaretini yok ederek, vicdanını dumura uğratarak insanı kötürümleştirir.

Kur’an kaderciliği  reddederken  kaderi dile getirir. Kadercilik anlayışı insanın müdahil ve sorumlu olduğu olayları reddetmektir. Kadercilik  Allah’ı sorumlu tutmak olup şeytanın  “beni sen azdırdın’’ felsefesidir. Allah’ı  suçlamaktır. Beni sen saptırdın suçlaması, iftirası ve yalanıdır.

Şeytanı Allah saptırdı ise  şeytanın suçu yoktur. Oysa o şeytan  kaderci mantığı ile Allah’ı suçladı. Bu Kur’an’ın bize haber verdiği müşriklerin bir tutumudur. ‘’Eğer Allah dileseydi biz şirk koşmazdık’’ (En am/148).

Her dinde özgür iradeyi savunan ve kaderciliği savunan yorumlar ortaya çıkar. İslam'da bunun örnekleri özgür irade ve sorumluluğu savunan Mutezili-Maturidi akım ile kaderciliği savunan Eş'ariliktir. İslam tarihinde Emeviler, kaderciliği kullanarak siyasal hâkimiyetlerini pekiştirmeye çalışmışlardır.

2. Taklit

Dindarlar, genellikle dogmalaştırmaya, mutlaklaştırmaya bayılırlar. Allah, kendi iradesini insani irade aracılığı insanın ahlaki özgürlüğünü ortadan kaldırmadan, onu güçlendirmek, desteklemek için devreye soktuğu halde; müminler, bu süreci tersine çevirerek İlahi iradeyi, bir vehimle mutlaklaştırarak katı bir nesnelliğe dönüştürürler.

Allah, Kur’an’da gücünü merhametle yoğrulmuş bir adalet içinde ortaya koymaya çalışmıştır. “…O, rahmeti kendine yazmıştır… (Enam/12) Müminler ise Allah’ı "Hikmetin den sual olunmaz," keyfemayeşa (rastgele) hareket eden bir "güç” olarak tasavvur ederler. Bu yanlış Allah tasavvurdan rol çalıp güç devşiren sahte din adamları, insanları kendilerine bağlarlar. Şeriati'nin dediği gibi, insanlık tarihi, din ile dinsizliğin savaş tarihi değil; "Dine Karşı Din"in savaş tarihidir: Özgürlük, adalet ve merhamet dinine karşı baskı, sömürü ve gaddarlık dininin (din algısının) tarihi.

İman, bütün dinlerin ve dindarların en fazla vurguladığı ve önemsediği husustur. Ancak "Nasıl bir iman?" sorusu, imanın kendisi kadar önemlidir. İmanın nesnelerinin ortada olmayışı, bu alanı kaosa çevirmektedir (batıl itikat, hurafe, vehim, zan…) Kur'an, Yahudilerin itikadını eleştirirken onlara: "Eğer inanan kimselerseniz; imanınız size ne kötü şeyi emrediyor?' (2 /93) diye eleştirmiştir.

İslam tarihinde de aynı olay vuku bulmuştur. "Rey Ehli"  İlahi iradenin insani irade ile eş zamanlı işlediğini gördükleri halde; "Hadis Ehli" , İlahi iradeyi mutlaklaştırıp dondurarak tarih ve toplum dışına çıkarmışlardır.  Abbasilerin orta zamanlarında (850, Mütevekkil) rey ekolü yasaklanmış, baskı altına almış; rivayet ekolü, devletin "resmi ideolojisi" olarak medreselerde ve camilerde kitlelere dayatılmıştır.

Taklidin dinde meşrulaştırılmasıyla vicdanı ve iradeyi ortadan kaldırmıştır.  Sonuç olarak da kitaba uyma yerine, kitabına uydurma meşru hale getirilmiştir.  İnsanın hevasına kapılacağı, nefsinin ayartacağı korkusuyla müminin ahlaki ve akli kapasitesine güvenmemenin sonucu taklit kurumsallaşmıştır.

Taklit olgusunun nedenleri arasında şunlar sayılabilir: 1. Cehalet ve kendini bilmeme. 2. Özgürlük, hikmet ve hür düşüncenin olmaması. 3. Tembellik, rahatlık ve keyfe düşkün olmak. 4. Kendine güvenmeme ve kendini yeterli görmemenin eşlik ettiği aşağılık hissi. 5. Uzman ve yeterli olduğu düşünülen ancak gerçekte böyle olmayan kişilerin peşine düşme.

3. Fakirliğin Meşrulaştırılması

Dünya ve nimetlerine karşı insanların yaklaşımlarında farklılıklar gözlenmektedir. Kimileri dünyadaki canlı veya cansız varlıkları put haline getirerek ifrat ederler. Kimileri de takva adına tefrit noktasında hareket ederek dünya hayatını önemsememekte ve âdeta inziva hayatını savunmaktadır. Her iki yaklaşım tarzı da Kur’an’la bağdaşmamaktadır. Din, aşırı hırs ve tamahkârlıktan uzak durarak dünyayı ve nimetlerini putlaştırmadan, geçici olduğunu unutmaksızın dünya nimetlerinden şükrünü eda etmek şartıyla meşrû yoldan azamî derecede faydalanmamızı ister.

Bazı din yorumları, insanın nefsini kötüleyerek, dünya nimetlerini reddedip fakirliği övmektedirler. Tasavvufi hareketler, nefsi ve dünya nimetlerini "günah" işlemenin veya ayartılmanın kaynağı olarak görüp onlardan uzaklaşmayı "dindarlık" olarak sunmaktadırlar. Oysa gerçek dindarlık, nefsini öldürmeden, onu dengeleyerek; dünyadan çekilmeden, onu yaşayarak, ona aldanmadan, onun içinde, onu ıslah ve imar etmektir. Yeryüzünde "yapılması gerekenler" ve sorumluluklar açısından bu tür dindarlıklar bir tür nihilizm (hiçcilik)dir.  Emevilerde olduğu gibi siyasi iktidarlar, kendi yarattıkları zengin ve yoksul ekonomik sınıf farklılıklarını kader algısıyla örtmeye kalkışabilirler.

4. Dogmatizmin

Dini veya ahlaki hakikatin ne olduğunu tespit etmede insanlık tarihi boyunca başlıca iki tutum olmuştur: 1 - Dogmatizm (kesin hakikatçilik) . 2- Rölativizm (izafiyetçilik/şüphecilik). Dogmatizmin tehlikesi, hakikate mutlak olarak sahip olduğunuza inandığınız da, onu sahip olmayanlara zorla dayatma "hakkınız" olduğu duygusunu vermesidir. "Sen, insanların üzerinde zorbalık yapacak birisi değilsin" (88/22) . "Dinde zorlama yoktur'' (2/256). Kendi hakikatini, ötekilere zorla uygulama veya kabul ettirme zorbalığı doğurur. Dinde bu olgunluk sağlanamadığında mezhep savaşları, bağnazlık, yobazlık, fanatiklik ve radikallik dediğimiz tutumlar ortaya çıkıyor.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

MEKKİ SURELERDE SALÂT KAVRAMININ SEMANTİĞİ

SALAT’IN NAMAZ ANLAMI ÜZERİNE

EZBERE TESLİM OLMAK