GEÇMİŞLE YÜZLEŞMEK

 

GEÇMİŞLE YÜZLEŞMEK

 

Müslümanların bugün içinde bulundukları durum bir sonuçtur. Müslümanları bu sonuca getiren geçmişin kararları, yapılanmaları ve icraatları gibi eylemlerin fikri altyapılarıdır. İşte bu sonucu netice veren geçmişle yüzleşmek gerekiyor.

 

İslami değerler nitel olmaktan çıkarılıp, nicel bir alanla sınırlandırılmıştır. Bütün de­ğerler maddileşiyor. Uhrevi anlamlara sorumluluklara yabancılaşıyoruz. Ölümün hayatın bir parçası, hayatın her anında var olan bir gerçek olduğunu unutuyoruz. “De ki: "Kendisinden kaçtığınız ölüm, sizi mutlaka bulacaktır. Sonra gaybı ve şehadeti bilene döndürüleceksiniz. O da size yaptıklarınızı haber verecektir." (Cuma/8)

 

Müslümanların ufkunu, piyasa putları belirliyor. İmanın yerini hesapçı akıl alıyor. Tefekkür ve düşünce, hayatımızdan çıkıyor. Hayatın bütün boyutlarını kuşatması gereken bilgi, sadece maddi boyuta indirgeniyor. Seküler hayat tarzı, bedensel isteklere hizmet ediyor. Sekülarizm dünyayı nesneye insanı da üretim aracına dönüştürüyor. Düşünen insanın yerine, tüketen insan geçiyor.

 

Derinlikli bir biçimde düşünmeye vakit bulamıyoruz. İnanç ve kültür dünyamızla hiç bir biçimde ilişkisi olmayan kavramları bilinçsiz bir biçimde kullanmaya devam ediyoruz. Bu kavramların içerikleri, oluşumları, hangi bağlama ait oldukları konusunda maalesef bir fikir sahibi değiliz. Ken­di iradelerimiz dışında yönlendiriliyoruz. İnsanlar ideoloji robotu, cemaat robotu, parti robotu, futbol robotu olarak hayatı­nı sürdürüyor.

 

Kitleler foklorik hale getirilen dini kültür aracılığıyla etkisizleştirildi. Folklorik din algısı aracı­lığıyla etkisiz hale getirilen dini çevrelerin toplumsal anlamda islami talepleri yok. İslami cemaatler mutlak bir edilginlik ve teslimiyetçilik içerisindeler. Koşullara bağlı tavır, koşullara bağlı tercih, koşullara bağlı koşullan­ma çıkarcı bir alışkanlık haline gelmiş, ilkesel duruş terk edilmiştir. Vahiy unut(tur)ulmuş, keşif, ilham, sezgi, zevk meşruiyet kazanmış­tır.

 

Müslümanlar olarak kendi referans sistemimize yabancılaştığımız için direniş iradesi gösteremiyoruz. Karşı karşıya bulunduğumuz ağır yapısal sorunlarla yüzleşmeye cesaret edemediğimiz için, yeni başlangıçlar yapamıyoruz. Müslümanların en büyük sorunu isla­mi anlamda zihinsel özgürlük sorunudur. Zihinsel ba­ğımsızlığa sahip olmadığımız takdirde, hiç bir konuyu, hiç bir sorunu ciddi bir biçimde konuşamayız, çözümleyenleyiz. İnsanlığa 21. yüzyılda nasıl bir islami dünya önereceği­mize ilişkin elimizde teorik, bütüncül bir çalışma bulunmuyor.

 

Müslümanların, özellikle de genç kuşakların, sorgula­yıcı bir bilincin yürüyüşünü başlatmaları gerekir. Batılı kav­ramların himayesi altında islami çözümlemeler yapmaya çalışmak, normal karşılanabilecek bir durum değildir. İslam’ın evrensel değerlerini ulusal sınırlar içerisine hapsedemeyiz. Değer üretmek yerine, ödünç değerlerle oyalanıyoruz. Hayatın her alanında özgün ve özgür bir üretkenlikle zihinsel felç durumu­nu iyileştirebiliriz. Ciddi sorular sormadığı­mız takdirde, bizi etkisiz hale getiren nedenleri anlayamayız.

 

Birbi­riyle çatışan, birbirini ötekileştiren bir kültürün çarpık temsilcileri haline geliyoruz. Hepimiz kitlesel insana dönüşme tehdidi altındayız. Çok bilmek yerine, neye ihtiyacımız varsa, nereden sorumlu bulunuyorsak o kadarını bilmeliyiz. Günümüz dünyasında gerçeklik, gerçekte olup bitenlerden çok farklı bir yerdedir. Bizim taleplerimiz, ilgi ve beklentilerimiz dışında bize anlatı­lanlar, daha doğrusu manipülasyon yöntemleriyle bize dayatılan­lar “gerçeklik” haline getirilmiştir.

 

Müslümanlar olarak geçmişte yaşa(tıl)dığımız için, kronik hale gelen iç sorunlarımızla hesaplaşamıyoruz. Bu sorunlarla hesaplanmadığımız için sorunlarımız birikiyor, derinleşiyor. İçerisinde bulunduğumuz sorunlarla hesaplaşamadı­ğımız için yenilgi üzerine yenilgi alıyor, yenilgileri birikti­riyoruz. Müslümanlar adeta yenilgi kolleksiyoncusu durumunda. Düşünce dünyamıza Orta Çağ’a ait tasavvufî yaklaşımlar, renk­ler, biçimler, yorumlar yön veriyor. Sözünü ettiğimiz tasavvufî yaklaşımlar büyük ölçüde Kur’an ilkelerinden bağımsız bir anlayıştır. Mevlevilik dinlerin aşkın birliğini sa­vunurken, Türk Şamanizminin etkisi altında gelişen Türkmen şeyh­likleri de, Yunus Emre örneğinde görülebileceği üzere yetmiş iki millete ve dine eşit bir anlayışla yaklaşır. Kendilerini Kur’an karşısında sorumsuz sayan başta Yunus Emre olmak üzere, Taptuk Emre, Hacı Bektaş, Sarı Saltuk gibi pek çok Türkmen şeyhi etkilemiştir. Mevlevilik ortaya çıktığı dönemde, Şii akımlar­la bütünleşmiş bir akımdır. Bu tür bir zihniyet sebe­biyle Müslümanlar tarihin öznesi olamıyor. Bu zihniyet sebebiyle Müslümanlar tarihin sistematik olarak aşağılanan nesnesi konumundalar. Yalnızca gönüllere hitap etmekle sınırlı bir din yaklaşımıyla yola çıkan Nurcu akım bugün iktidar ve para ihtirasları adına her tür politik yapılanmayı meşru sayabiliyor.

 

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

MEKKİ SURELERDE SALÂT KAVRAMININ SEMANTİĞİ

SALAT’IN NAMAZ ANLAMI ÜZERİNE

KEVSER SURESİNİN İNCELENMESİ